@pekbiafiliyalnizli
|
Bu bölüm fena hâlde kalp kırıklığı içerir... ⚫ 5 Yıl Önce Diyarbakır
Yedi günün bir seneden uzun olduğunu deneyimlediğim günler yaşıyordum. Bana sorsanız uzundu da zaten. Yedi günün her saniyesi daha da kötü geçtiğinden vakit geçmez oluyordu belki de. Beni ortada yapayalnız bırakıp göreve gitmelerinin altıncı ve sondan bir önceki günündeydik. Planlamalara göre yarın dönmeleri gerekiyordu. Nasıl mı hissediyordum? Daha önce hiç hissetmediğim kadar ezik hissediyordum. Hiç olmadığım kadar fazlalık, hiç kırılmamış gibi kırgın hissediyordum. En yoğun duygum da öfkeydi. Kimden aldığımı bilmediğim duygusal tarafımı yere çaldığımda geriye kalan dağı taşı yakacak kuvvetteki öfkemdi. Bu öfkemin nasıl dışarıya çıkacağını bilmiyordum. Ama çıkacağını biliyordum. Onlarsız sakince yaşamaya devam ediyordum. Nöbetlerimi tutuyor, sporumu yapıyor, bana verilen emirleri yerine getiriyordum. Arkamdan konuşulanlara kulaklarımı kapatıp dedikleri her şeyi gerçek saymalarına müsaade ediyordum. Benim hakkımdaki düşüncelerini değiştirmek için kılımı bile kıpırdatmıyordum. Polis Özel Harekatın yüz karası olarak anıldığım şu günlerde; hiç görmedikleri yüzümle tanışmalarına az zaman kalmıştı. Yarım saatlik uykular uyuduğum günler yaşıyordum. Mutsuzluktan ölüyor gibi hissediyordum. Belki de histen daha ötesiydi. O olmasa ölürdüm de. Mutsuzluğun bu kadar kuvvetli bir duygu olduğunu bu yaşımda yeni yeni fark ediyordum. Belçim... Gecenin köründe beni çağırdığı tarlada görmüştüm en son yüzünü. Bir daha da görüşememiştik. Daha doğrusu ben görüşmek istememiştim. Nerede olduğunu bildiren mesajlarını görmezden geliyordum, ne yaptığını anlattığı mesajlarını uzun uzun okuyup gülümsüyordum. Pamuk'un fotoğraflarını büyüterek onun fotoğraftaki gölgesini seviyordum. Onu hak etmiyordum. Bu ezik halimle hiç kimseyi hak etmiyordum. Kendimi çirkin bir adamın oyununa gelmiş gibi hissediyordum. Kâzım'ın yazdığı tiyatro oyununda aciz olan adam bendim sanki. O ise bu oyunun kahramanıydı, başrolüydü, delikanlısıydı... Tüm derdi de buydu. Birilerinin arkasından 'Kâzım, Çömez'in de defterini dürdü.' demelerini istediğinden yapmıştı. Bana kim olmadığımı hatırlatmak istediğinden, kendisini delikanlı bir adam gibi hissetmek istediğinden. Şunların hiçbiri değildi oysa. O hayatı boyunca gerçek olan hiçbir duygu yaşamamış zavallı adamın tekiydi. Bu kadar vasıfsız bir adamın beni düşürdüğü hâlde ise acınacak kişi bendim. Kendime acıdığım şu günlerde ne olduğum kadar ne olmadığımın da farkındaydım. Cesur değildim mesela... Her şeye rağmen karşılayacaktım Fırtına'yı. Onlar için kurulan büyük sofrada kola servisine yardım edecektim, Kâzım'ın 'Akıllanmışsın lan aferin!' laflarına 'Sayende komiserim.' diyecektim. Bunları yaparsam belki beni de götürürlerdi bir sonraki operasyona. ''Raporlar bitti mi Çömez?'' Çıktıdan aldığım son kağıdı da dosyaya yerleştirip uzattım, ''Buyurun komiserim.'' ''Seni evraka alalım, daha fazla iş görüyorsun. Konuşayım mı timle?'' ''Hayır komiserim, ben yerimde iyiyim.'' ''Yerin?'' dedi hafif bir alayla, ''Sik gibi bırakıp gittiler seni, hâlâ yerim diyorsun, özel harekata girerken gurur testi de yapsınlar amına koyayım, olmuyor böyle.'' Bir kişi üstünüze basıp çiğnediğinde diğerleri bininci kez üzerinizden geçmekte bir sorun görmüyordu. Neyse ki bu sözleri ilk duyuşum değildi, alışmıştım. Bu alışkanlığım yüzsüzlüğe kadar ilerlemişti belki de. Bilmem, öyle miydi? Bu süreçte Ekrem komiserin timi de operasyondaydı. Yani buralarda kimsem yoktu. Yapayalnızdım. Belçim'den sıyrılmayı da kendim seçtiğime göre hak edilmiş bir yalnızlıktı bu. Spor salonuna kendimi kapatmış, hırsla spor yapıyordum. Hırsımı atabileceğim başka bir yöntemim de yoktu. ''Lan Devrim!'' İsmimi düzeltme gereği duymadan aletten çekilip arkamı döndüm, ''Buyurun komiserim.'' ''Üniversite olayını biliyor musun lan?'' ''Biliyorum komiserim.'' ''Tamam hadi yirmi dakika içinde kapıda ol. Çocuklar aşağıda bin git. Birkaç iş var yapılacak, yardımcı ol çocuklara boş durma.'' ''Emredersiniz.'' diyerek ayrıldım spor salonundan. Duş alıp sivilleri giyindim. Okulda ilgi çekince çıkan karmaşa sorun oluyordu. Sivil araçta arkaya oturdum, ''Selamünaleyküm.'' ''Abi göndere göndere seni mi desteğe gönderdiler lan?'' ''Evet beni gönderdiler.'' ''La havle, tamam hadi in biz hallederiz.'' Yanındaki arkadaşı çıkıştı, ''Komiser emri lan, sikik sikik iş yapma. Kalsın durur öyle.'' Üç kişi çıktık yola. Ne yapacağımı anlatıyorlardı. ''Pek bir şey yok, biz ifade alırız sen de okulu incelersin.'' ''Pamuk şeker de alın öyle incelerim.'' ''Espri miydi lan bu?'' ''Siktir et.'' Okula geldiğimizde arabayı park edecek yer bulamamıştık. Kalabalıktı, bu şehre geldiğimden beri uzak kaldığım o kalabalık sarmıştı beni. Yalnız olmaya alıştığım şu günlerde garip de gelmişti. ''Sen kal burada biz işimizi halleder geliriz.'' ''Kaybolma lan!'' ''Birinizin eteğinden de tutayım mı anasını satayım?'' ''Bu herif bizimle dalga mı geçiyor Samet?'' ''Ben de anlamadım.'' diyerek içeriye girdiler. Kampüsün bahçesinde etrafı incelemeye başladım. Kendi üniversite günlerim geldi aklıma. Orada da böyleydim. Pek arkadaşım yoktu, olsun da istemezdim zaten. İnsanlarla iletişim kurmak zor gelirdi bana, külfet gibi. Şimdi anlıyordum oysa ne kadar değerli bir şey olduğunu. Bu yaşımda da kıramamıştım o duvarlarımı. Yine bir tane bir arkadaşım yoktu, yine aynı yerde dönüp duruyordum. Ama o zamanlar saygı duyarlardı bana, şimdi o da yoktu. ''Pardon bakar mısınız?'' Etrafı izlerken yanıma gelen kıza baktım, ''Buyurun?'' ''Staj dosyalarını sana veriyorduk değil mi?'' Elindeki dosyalara baktım, ''Hiç ilgim yok.'' ''Hangi bölümdü senin?'' ''Öğrenci değilim.'' Gülümseyerek saçlarını geriye itti, ''Öyle mi, pardon ben sandım ki. Neyse Damla ben.'' ''Memnun oldum, arkadaşlarımı bekliyorum acil işim var. Sana iyi günler.'' diyerek yer değiştirdim. Okulu incelerken yine yalnızlığım uzun sürmemişti. Ama bu kız bir yerden tanıdık geliyordu. O da beni tanımış olacak ki karşımda durdu. ''Polissiniz değil mi? Geçen sefer üniformayla gelmiştiniz, fotoğraf çekmek istediğimizde izin vermemiştiniz.'' ''Arkadaşlarımı bekliyorum.'' ''Sivilsiniz bu kez fotoğraf çekinebilir miyiz?'' ''Niye fotoğraftan çekiniyorsunuz?'' ''Anlamadım?'' ''Ben de, size iyi günler.'' Üniversitedeki işimizi bitirip çıkmıştık. Çarşıda işim olduğunu söyleyerek geriye onlarla dönmedim. Hiçbir işim de yoktu, sadece kasvetli özel harekat binasından uzak kalmak istiyordum. Çarşıda gezinirken bir mağazanın vitrininde güzel bir elbise gördüm. Belçim'e ne kadar yakışacağı geçiyordu aklımdan. Günler sonra yüzüme gülümseme düşmesinin sebebi Belçim'di. Hayatımda gülümseyeceğim başka kimsem de yoktu. Mağazaya girerken buldum kendimi. ''Vitrindeki elbiseyi almak istiyorum.'' ''Tabii hangi beden?'' Zayıf bir kızdı Belçim, boylu olsa da elimin arasından kayacak kadar zayıftı. Elimde paketle girdim özel harekata. Kimseye selam bile vermeden odama geçtim. Halil ağabeye selam vermeden uyumuyordum bile. Bu şehirde iletişimimi bozmadığım tek kişi o kalmıştı. Ölü bir adamla anlaştığım için kendimi şanslı sayıyordum. O da yaşıyor olsaydı belki bozulurdu ilişkimiz. Sorun bende miydi? Belki de başlı başına sorundum. O gece de uyuyamamıştım. Yarın büyük gündü çünkü. Uyandım her zamankinden erken. Vakit gelmişti, dönüyorlardı bu akşam... Cebimden para vererek aldığım beşi sarı beşi siyah kolayı poşetlerinden çıkartıp masanın üzerine dizdim. Bir gözüm sürekli helikopter pistindeydi. Çocukluğumdan alışkın olduğum o pervane sesini duyduğumda kırıldı elimde sıktığım bardak. Yere düşen cam parçalarını yalnızca ben gördüm. Başarılı bir operasyondan dönen Fırtına'yı karşılamak için hazırda bekleyen kalabalığın içerisinde değildim. Geride onları izliyordum. Helikopterden ilk inen Kâzım olmuştu. Yüzünde sırıtış vardı. Hemen ardından sırayla diğerleri de indi. Coşkulu bu karşılamayı hak etmişlerdi, herkesin onların için söylediği marşı da hak etmişlerdi. Eşlik ettim sadece. ''Mermiler göğsümüze yağmur gibi yağsa da, bu vatan için ölmek şeref verir bizlere...'' Kâzım en geride durmama rağmen karşıma geldi marşı söyleye söyleye. Gözler ikimizin üzerindeydi. Yumruğumu sıkıyordum... ''Anladın mı hangimiz daha büyük?'' Aldırmadan yüzüne tiksinir gibi bakarak marşı söylemeye devam ettim. ''Üç beş çakal bize pusu kursa da...Yıldıramaz hiçbir kuvvet beni, bu vatan için ölmek şeref verir bizlere.'' ''Benimle yarışma koçum, bak adını çıkardım tek hareketimle. Dalga konusu oldun, polisten saymazlar artık seni. Var git yoluna.'' ''Akşam saat dokuzda, güneydeki kayalıkların oraya gel. Yüreğin varsa.'' Güldü alayla, ''Benim yüreğim senin gibi yüreksizlere de yeter, görüşelim koçum akşam. Ağlayacaksan karı gibi, mendille geleyim.'' ''Ağlarım ama mendilim elimde, sen gel yeter.'' Kutlamalar devam ederken bir köşede sessizce önüme konulan yemeği yiyip kolamı içiyordum. Yemekten zarar gelmez derdi babam, hele paran karıştıysa en faydalı odur. Ailemden kimseye anlatmamıştım bu durumu. Ne kadar üzüldüğümden bir benim haberim vardı. Bilsinler istemiyordum, utanıyordum düştüğüm duruma. Kâzım operasyonu hevesle herkese anlatıyordu. Nasıl kahramanlıklar yaptığından bahsediyordu. Amcamların ve annemin en sevmediği kelimeydi kahramanlık. Kahraman değiliz biz derlerdi. Kâzım ise kahramandı, o diyorsa öyleydi. ''Ne haber Dinçer?'' diye sordu Efe yanıma gelerek. Nihayet fırsat bulup beni yok sayan ekibim yanıma gelmişti. Feyyaz ve Zümra da hatırımı sormuştu. ''Haberler sizde, nasılı görev?'' ''Her şey yolunda gitti. Gördüğün gibi tek parçayız.'' dedi Zümra. ''Sen de olsaydın keşke güzel bir tecrübe olurdu sana da.'' diye konuşuyordu Efe gülümseyerek. ''Allah Allah niye olamadım acaba?'' ''Babaannen rahatsızlanmış, Ankara'ya gitmişsin acilen, Kâzım ağabey öyle söyledi. Geçmiş olsun bile diyemedim sana o gün, şimdi nasıl?'' Efe saf saf konuşurken Zümra ve Feyyaz her şeyden haberdardı. ''Babaannem tatilde Efe, kardeşimle geziyorlar. Sağlığı yerinde çok şükür, hiç hastalanmadı. Ben de zaten hiç gitmedim Ankara'ya.'' Efe şaşırmıştı, gerçekten inanmıştı o yalana. ''Niye gelmedin o zaman oğlum operasyona?'' ''Zümra ve Feyyaz biliyorlar, anlatırlar sana.'' Yanlarından ayrılıp bir köşede sigara içmeye başladım. Daha fazla çekemedim Kâzım'ın kahramanlık hikayelerini. Çok geçmeden Efe geldi yanıma. ''Dinçer ben bilmiyordum.'' Mahcup çıkıyordu sesi. ''Bilsen ne olacaktı? Öncekileri biliyordun.'' ''Kâzım ağabeye sesim çok çıkmaz benim. Çıkamaz işte. Kendi halinde biriyimdir ben, kimseyle işim olmaz. Ama bilseydim bir şey yapmaya çalışırdım.'' ''Kendini kandırma, siktirip giderdin peşinden.'' ''Belki de giderdim. Bir sırrım var onda, herkese söylemesinden korktuğum.'' ''Korktuğun birine nasıl sırrını verirsin?'' ''Vermedim, o çaldı.'' ''İyi beni ilgilendirmez. Hepinizin canı cehenneme.'' ''Benden nefret etme, üzgünüm.'' ''Siktir git Efe, bir işim yok benim seninle. Artık hiçbirinizle yok.'' Saatin dokuz olmasını beklerken sırtımı kayalıklara yaslamış onu bekliyordum. Ne yapacaktım tam olarak bilmiyordum ama bekliyordum işte. Saat dokuzu bulmadan Kâzım buldu beni. Yanım boşken karşımda durmayı seçti. ''Hayırdır?'' Leş gibi ter kokuyordu, ''Geldim işte, yürekli adamımdır ben. Konuş.'' Elimle rüzgârı gölgeleyerek bir sigara yaktım ama içmedim. Onlarsız en çok içtiğim şey de bu meretti. Günde bir paket bitirir olmuştum. ''Neden?'' diye sordum düz bir sesle, ''Neden yapıyorsun bunu?'' Gülümsedi yaptığından memnun olduğunu belli etmek istercesine. ''Seni ilk gün uyardım. Benim yoluma girsen üzülmezdin.'' ''Senin yoluna girecek koyun muyum ben? Bir şekilde ipleri elinde hepsinin, Zümra neyine bilmiyorum ama aşık. Feyyaz korkağın teki, Efe cesur ama bir sana değil...'' ''Bana saygı duyuyorlar çünkü Çömez, abileriyim hepsinin. Delikanlı bir adamım, harbi bir adamım.'' ''Benim de abim var, hiç sen gibi değil. Sorunu olmayacak kadar mükemmel biridir, o zaman sorun sende.'' ''Sorun morun, düzgün konuş lan. Bir sıkımlık canın var zaten. Yaşadığın her şeyi hak ettin aslanım. Gelseydin yanıma seninleyim abi deseydin ben kolumun altına alırdım seni.'' ''Senin kıllı kolunun altında ne işim var lan benim?'' ''Senin gibi lazere gitmiyoruz süt çocuğu. Ben delikanlı bir adamım, örfüne adetine bağlı adam gibi adamım.'' Bu sakin hâlim çok kalıcı olmamıştı. Öfkeyle sigarayı aldım dudaklarımın arasından. ''Hiçbir halt değilsin! Adam gibi söylesene lan sebebini, niye benden ilk günden beri nefret ediyorsun? Ben ilk seninle bile tanışmadım lan. Fırtına'nın geri kalanıyla anlaşıyorduk, sen geldin her şey bozuldu. Halil'i ben öldürmüşüm gibi niye beni hedef aldın? Ben mi sıktım lan adama?'' ''Halil'in üzerine gelmen senin kaderindi koçum. Kaderin neyse onu yaşıyorsun. Halil'in mezarına çiçek dikmekle olmuyor bu işler, her gece fotoğrafıyla dertleşmen bir şeyi değiştirmiyor. Karı gibi zırlaman da öyle. Seni gözüm tutmadı, tutmaz da.'' ''Hadi ilk başta yaptıkların Halil içindi, peki sonrası? Düşmanın saydın lan beni! Beni lan beni! Silah arkadaşını. Sırtını dayaman gereken adamı! Sığdı mı lan delikanlılığa?'' ''Delikanlılığıma laf edecek delikanlılıkta değilsin.'' ''Bir sen delikanlısın değil mi lan? Ben delikanlıyım demekle olmuyor bu işler. Sen şerefsizin tekisin!'' Yakama yapıştı hırsla, ''Şurada sıkarım kafana benim soyuma laf etme!'' Yakamdaki ellerini tutup ters çevirmem ve bir kayaya yüzüstü yaslamam üç saniye sürmüştü. ''Hadi sıksana lan! Belindekilere uzansana! Biraz daha bastırsam kıracağım bileğini kurtarsana elimden!'' Gülümsedi alayla, ''Kır hadi kır, ne bekliyorsun? Biz de adamın laf ağzından bir kere çıkar.'' Öfkeyle bıraktım bileklerini ve birkaç adım geriye çekilerek toparlanmasını izledim. ''Keşke senin kafanı az da olsa yaşayabilsem. Emimin mutlusundur sen. Ödüm kopar lan benim birini ağlatmaktan. Ellerim titrer hak etmeyene kalktığında, canım acır ah alınca. Allah'tan korkarım lan ben.'' ''Allah babadan başka kimseden korkmam ben. Allah'a şükür secde gördü alnım.'' ''Senin kıldığın namazdan kime hayır gelir? Kaç ay oldu buraya geleli daha? Bitirdin içimdeki tüm hevesi. Düzelirim dedim lan, özel hayatımdaki gibi yabani olmam dedim, açılırım dedim. Benim umudumu yok ettin lan.'' ''Ağlamaya başlayacaksan gideyim ben, çekemem.'' Arkasını döndüğünde hırsla bağırdım. ''Kıskandın beni, delirdin lan kıskançlıktan! Senden yakışıklıyım, senden gencim, kafam da çalışıyor, zehir gibiyim değil mi lan? Senin sahip olmadığın her şeye sahibim. Kapısına köpek olacağın kadar iyi bir ailede yetiştim, sevildim amına koyayım, bundan delirdin değil mi?'' Öfkeyle dikildi karşıma. ''Ben senin gibileri bilirim oğlum. Kıskanmam da. Benim yerimde olmak isteyen o kadar çok adam var ki, ama ben kendimim işte. Kudurma bu kadar. Senin gibi hassas da değilim Allah'a şükür. Benim kurşunum sekmez.'' ''Senin kurşununu sikeyim!'' Bu cümle benden değil Atlas'tan çıkmıştı. Dakikalardır da konuşan oydu. Ben bir köşede onları izlemiştim sadece. Ne kadar şiddet yok desem de Kâzım'ın suratına kafayı gömmesiyle son bulmuştu tiyatromuz. Kâzım, Atlas'ın orantısız kafa darbesinden bayıldığı için Efe onu alıp gitmişti. Atlas'la o kayalıklarda kalmıştık bir başımıza. ''Güzel oynadın.'' dedim alnına soğuk bir kaya parçası koyarken. ''Biraz daha çalışsaydım oscarlık sahne olacaktı ama adapte olamadım, ışık kötüydü.'' Alnına dokundum gülerek, ''Acıyor mu?'' ''Kafası boş bir adama vurdum, acımıyor.'' ''Niye istedin böyle bir şeyi?'' ''Seni anladığımı bil istedim.'' ''Beni anladığını gördüm az önce, ben gibiydin konuşurken. Gözlerin bile doldu.'' ''Ağlardın, sen olsan... Ben tuttum kendimi, iyi mi ettim?'' ''Ağlasan karı gibi ağlama derdi, iyi ettin.'' ''Dinç... Kardeşim, sen niye böylesin? Niye hiçbir derdini anlatmıyorsun bize? Söke söke alıyoruz senden. Bu akşam kapına dayanmasam anlatmazdın da, aile değil miyiz biz? Kardeşin değil miyim ben senin?'' ''Kendi başıma halledebilirim sandım. Son olaydan da utandım lan işte.'' ''Çocukken de böyleydin sen. Saçma sapan mahcubiyetlerin olurdu. O zaman da nefret ederdim bu huyundan. Bu kadar içe kapanık olmandan. Ben gazım var diye tüm aileyi ayağa kaldırırken, sen kafan yarıldığında odana geçip kendini tedavi etmeye çalışırdın. Fazlaydı yani, biliyorsun değil mi?'' Başımı düşürdüm önüme, ''Böyleyim işte, biraz sorunlu.'' Kolunu omzuma attı, ''Sorunlu değil, melankolik bir adamsın sadece. Fırtınayla da birleşince çok zorladı seni.'' ''Sen benim yerimde olsan, ya da Demir. Asla böyle bir duruma düşmezdi değil mi?'' ''Düşmezdik be oğlum. Demir zorlanırdı tabii ama ben üstesinden gelirdim.'' Gülümsedim kendini beğenmişliğine, ''Zayıf bir adam mıyım ben Atlas?'' ''Değilsin. Hatta güçlü bir adamsın. Sadece çok kendi halindesin, içe dönüksün. Bu da sorun değil ayıp değil. Ama bu dünyada rahat bırakmıyorlar senin gibileri. Sen değişmek zorunda değilsin, ben her zaman yanında olurum.'' ''Sen hani spiker olacaktın? Beni mi koruyacaksın oğlum?'' ''Yemişim spikerliği, benim hayatımda senden önemli ne var? Kardeşimsin sen benim, diğer yarımsın lan, ikimizsin.'' Beni çekip omzuna yatırarak sarıldı. ''Çözeceğiz bunu Dinçer, böyle olmaz. Affedip bir köşeye atmana iznim yok. Annemi, babamı, amcamları nasıl durdurdum bir bilsen. Bahar yengem hele, o sakin kadın en son 'O şehri yakarım!' diye bağırıyordu.'' Gülümsedim onları andığında. Bu gülümsememin arından gözünden düşen yaşı Atlas'ın ceketine silip omzuna yatmaya devam ettim. ''Hak etmedim ben bunları, valla hak etmedim. Ne yaptım sanki onlara? Çok mu şey istedim... Niye bu kadar üzdüler beni?'' ''Ağla, sadece benim yanımda ağla. Hesap sor, kız, bağır, çağır. Ben varken tüm duygularını yaşa. Bilirim yalnızken sevmezsin ağlamayı.'' Söyledikleriyle daha da boşaldı gözyaşlarım. Dolanmaya başladım kayalıklarda. Atlas bir adım gerimde her hareketimi izliyordu. ''Hiçbirine saygısızlık etmedim. Gördüğümde saygı duruşuna geçiyordum lan, Kâzım'ı ilk anlattıklarında abi dememe izin verir mi acaba diye düşünüyordum. Zümra'yla ilk tanıştığımda annem gibi mi diye sormuştum kendime. Annemin tırnağı değilmiş. Hiçbirine yakışmıyor oğlum o üniforma.'' ''Sana çok yakışıyor ama, karakterine de fiziğine de. Her anlamda hepsinden kat kat üstünsün. Onlar gibi kötü değilsin sadece. Bundan kaybettin.'' ''Utanıyorum, annemden, babamdan, amcamlardan. Diyarbakır'a gideceğimi öğrendiğimde Surlara anı yazarım diye düşünürken şu yaşadıklarıma bak? Tüm hevesim öldü, sanki o çocuk ruhumu onlar öldürdü.'' ''Ölmedi, sadece yoruldu. Tekrar canlanacak, ben biliyorum. Sen şimdi ne kadar öyle hissetmiyor olsan da güçlü bir adamsın. Benden güçlüsün.'' ''Abi.'' dedim acı çeker gibi, ''Çok berbat hissettirdiler bana. Ben ne yaptım onlara?'' Kendine çekip sarıldı, ''Hesabını soracağız, hepsi bunun bedelini ödeyecek. Fırtına'ya Dinçer Demirsoy kimmiş bu yirmi dört saat bitmeden göstereceğiz.'' ⚫ Sabah uyandığımda Atlas'ı görmeyeli uzun zaman olmuştu. Onu yanımda görmek bana kendimi güçlü hissettiriyordu. Horlamasa daha iyiydi tabii. ''Atlas tüm harekat uyandı lan, kalk.'' ''Uyanmasalar bile ben uyandıracağım onları.'' diye söylendikten sonra ondan hiç beklemediğim kadar erken uyandı. Yaşadıklarıma benden daha sinirliydi. Benim gibi zaman aşımına da uğramazdı onun öfkesi. Bir şeye tutulduysa onu yakmadan geçmezdi. Atlas Fırtına'yla ben olarak yüzleşmek istemişti. Şimdi arka bahçedeydik hepimiz. Onları izleyebileceğim bir konumda duruyordum. ''Dün gece Kâzım'a vuran sen miydin?'' diye başladı Zümra. Atlas cevaplamadan Efe konuştu, ''Ayağı takılıp düştü dedim ya komiserim.'' Kâzım'sa erkekliğinden ödün vermek istemiyordu, ''Bu concon kim bana vuracak Zümra, kör taş gelmiş ayağıma çarpmış işte.'' Atlas gülümsedi sinir bozucu bir şekilde. ''Bana yaptıklarınızın bir bedeni olabileceğini biliyor musunuz, yoksa bunu hesap etmeyecek kadar geri zekalı mısınız?'' Zümra kalın siyah kaşlarını çatarak söze karıştı, ''Hop, düzgün konuş önce.'' ''Sen sus, öyle ağır abla tavırları sökmez bana. Ağır ablaların en alalarıyla büyüdüm ben. Eğer tavırların gerçek olsaydı bana yapılanların karşısında dururdun. Saplantılı bir erkeğe tutulmuşsun, basıp gidemiyorsun bile. Öyle kaşlarını şimşek gibi alıp, sert bir ifadeyle bakınca güçlü kadın olmuyorsun. Korkaksın hanım abla sen.'' Atlas'ın iyi bir diksiyonla söylediği ağır şeyler herkesi birkaç saniye susturmuştu. ''Hele sen,'' diyerek Feyyaz'a döndü, ''Sen en sinsilerisin. Susup kim güçlüyse onun yanında yer alıyorsun. İki şaka yapınca unutulmuyor sinsiliklerin. Saman altından yürüttüğün sulardan da haberim var.'' Bu kez hedefi Efeydi. ''Sen Efe, şunların arasında tek umudum olan kişisin. Dün Kâzım'a kafayı gömdüğümde eyvallah aldın leşini. Yine yardım istesem edersin biliyorum. Niye sesin çıkmıyor onu da anladım, merak etme ben kimseye söylemem sırrını. Kâzım gibi namert değilim çünkü.'' Kâzım'ı bulan gözleri nefretle bakıyordu. ''Kâzım sen var ya birkaç seneye öleceksin. Şehit olmayacaksın ama, bir meseleden sokacaklar bir yerine bıçağı. Bana gelecek haberin, Kasap Kâzım ölmüş denildiğinde bana yaptıkların gelecek aklıma. Cenaze namazına geleceğim hangi şehirde olursa olsun. Niye biliyor musun sadece hocanın sorusuna hakkımı helal etmiyorum demek için. Hadi uğraş dur öte dünyada benimle. Bu dünyada uğraşmana artık izin vermem.'' Fırtına'nın yanından ayrılırken son kez baktı onlara, ''Hani marşta diyor ya 'Üç beş çakal bize pusu kursa da yıldıramaz hiçbir kuvvet beni.' siz o çakallardınız ama ben sizi yeneceğim.'' Atlas insanları analiz etme konusundan benden iyiydi. Eğer hastalığı engel olmasa benden iyi polis olurdu. Ben hariç herkes benden iyiydi. ''Ben çıkıyorum Dinç.'' ''Nereye lan?'' ''İstanbul'a dönüyorum, gerisini sen hallet.'' ''Atlas, gitmesen olmaz mı?'' ''Acil bir durum var, gitmem lâzım. Hem sen ne yapacağını benden iyi bilirsin.'' Atlas gittiğinden beri odamda oturuyordum. Ne yapacağını biliyorsun dese de bilmiyordum sanki. En sonunda verdim kararımı. Üniformamı giyip çıktım odamdan. Bahçeden geçip binaya girecekken kalabalık dikkatimi çekti. Protokol gelecekmiş. Merakla kim olduklarını soracakken art arda bahçeye giren arabalar tanıdıktı. İnenler daha tanıdık. O kalabalıkta bahçedeki polisleri yarıp koşarak boynuma sarılan Yaz en tanıdık olay şeydi. ''Dinçer abi! Çok özledim seni!'' Kollarım buldu sırtını, hem ona sarılıyor hem de kimler gelmiş diye bakıyordum. ''Nereden çıktın kız sen?'' ''Sen gelmiyorsan Demirsoy ailesi gelir.'' Fırat amcam geldi yanıma, ''Dumankaya demeyi unuttu, karım olmadığı için mi unutuluyorum ben?'' Alphan amcamdı ona laf eden, ''Lan oğlum ne bu hassaslık?'' O sırada Halide yengem koptu geldi yanıma, ''Benim minik kuşum.'' diyerek parmaklarında yükselen Halide yengeme sarıldım sıkıca. Fırat amcam beni süzüyordu, ''Minik kuşa bak, 1.90.'' Yaz kulağıma yaklaştı, ''Birazdan zayıflamışsın diyecek.'' Halide yengem hoşnutsuzca konuştu, ''Ama zayıflamışsın bir tanem. Çok üzülüyorum ben böyle.'' ''Bilerek verdim yenge, gayet iyiyim.'' Görüş alanıma giren son kişiler annem babam ve amcamdı. Sadece ikisinde üniforma vardı. Benimle beraber herkes de onlara bakıyordu. Annemin duruşu hep bir başkaydı. Başındaki bereyi çekip aldığında tek teli oynamadı saçlarının. ''Oğlum...'' Aramızdaki mesafeyi kapattım, özlemle ihtiyaçla sarıldım anneme. Hiçbir şey de umurumda olmamıştı. Aylarca yaşadığım o buruk hissin anneme sarıldığım an yok olduğunu hissettim. Hemen ardından annemin bir adım gerisinde bizim sarılmamızı izleyen babamla sarıldık, ''Canım oğlum benim.'' diyordu, beni hep böyle seviyordu. ''Baba, hoş geldin.'' ''Hoşlaştıracağız buraları,'' dedi, ''Onun için geldik.'' Annemle babam bakıştığında buraların karışacağını anlamıştım. Bunun tersini istemiyordum. Sağımda annem, solumda babam ve etrafımı saran kocaman bir ailem vardı. Bu mutlu aile tablosuna değen şaşkın gözleri de fark etmiştim. Şu an saygı duruşunda oldukları ailem de onlara bakıyordu. Sahi, annem tek bir bakışıyla bile kaç kurşun atmıştı karşı tarafa? Tüm bu karambolü arka tarafta arabasına yaslanmış izleyen ikizim de tek bir işaretimle yanıma geldiğinde aynaya baktığımı hissetmiştim. ''Dinçer.'' dedi omzuma omuz atarak. ''Ne var lan?'' ''Sen daha yakışıksın desene.'' Güldüm, ''Sen daha yakışıklısın.'' ''Haklısın.'' diyerek özgüvenle omuz silkti. Tüm aileyi durduran da yanıma getiren de Atlas'tı. Beni okuyan, beni bilen, beni ezberlemişti. Ne istediğimi, neyi nasıl istediğimi benden iyi biliyordu sanki. İkiz olduğumuzu en çok hissettiğim zamanların birindeydik. ''Başlayalım mı yarbayım?'' diye sordu amcam. Annem hafifçe başını salladı, ''Bana bırak Ali, her şeyi.'' Amcam memnuniyetle çehresini dikti, ''Şehir senin, komutan sensin.'' Annem bana döndü, ''Sözlerim bitene kadar beni dinleyeceksin, dimdik durarak. Benim oğlum olduğunu, babanın oğlu olduğunu göstererek. Her şeyden önemlisi şerefli bir polis olduğunu göstererek. Anlaşıldı mı?'' Başımı salladım, ''Anlaşıldı anne.'' Annem benden onay aldıktan sonra geriye birkaç adım atıp arkasını döndü. Bahçedeki tüm polislerin gözleri onun üzerindeyken o her zamankinden daha güzel ve asildi. Annem tüm timleri selamladıktan sonra bir eli arkada hazır ol pozisyonunda bekleyen Fırtına timinin tam karşısında durdu. Onları selamlamamıştı bile. ''Fırtına timi! Rahatta dinle!'' Emriyle beraber bahçedeki tüm polisler ellerini arkaya bağladı. ''Bugün burada toplanma nedenimiz belli. Konunun muhataplarını bir odaya çekip anlatmak olmazdı. Onlar yaptıklarını hepinize yaymış, ben de sizi mahrum bırakmak istemedim.'' Annem hiçbir konuda lafını sakınmazdı. Şimdi de sakınmayacak ve her şeyi anlatacaktı. ''Bu bahçedeki her bir polis duysun ki polislik ne demek değil, anlasın! Koskoca diye anılan Fırtına timinin küçük hesaplarından bahsedeceğim sizlere! Ekip arkadaşlarına yaptıkları zorbalık! Eziyet ve saygısızlık!'' Tam Kâzım'ın karşısında durdu, yanlarına gidip annemi oradan uzaklaştırmak istiyordum. Annemse dik bakışlarına devam ediyordu. ''Adın ne lan senin?'' ''Kâzım K-'' ''Siz kimsiniz lan! Siz kimsiniz de ekip arkadaşınızı kafanıza göre operasyondan uzaklaştırıyorsunuz!'' Kimseden çıt çıkmazken herkes pür dikkat annemi izliyordu. En çok da babam, hep gözlerinde o ifade vardı. ''Benim askerlikte geçen bir ayım bile sizin koca senelerinize bedel. Seneleriniz olur mu artık, bilinmez. Olmasın zaten, koskoca özel harekatın sizin gibi onursuzlara ihtiyacı yok! Hepiniz hakkında tutanak tutulacak, benim adım Suna Demirsoy'sa siz ceza alacaksınız! Bir kamu personeli olarak aldığınız cezadan ders çıkartmak zorundasınız. İnsanlığınızdan şüpheliyim! Şimdi uygun adımda binaya girin, biraz da özel konuşalım sizinle.'' Annemin kopardığı kıyametin sonuçlarını çok uzaktan izler gibiydim. Olayın çok içerisinde olsam da bir ışık yılı uzakmışım gibi geliyordu. Benden istenen şikayet dilekçesini komiserime ilettikten sonra odadan çıktım. Ailem sarmıştı Özel harekat binasının dört bir yanını. Bir grup polis Ali amcamı, bir grup da Alphan ve Fırat amcamı tutmuştu. Yaz'ın tek yaptığıyla polislerin silahlarıyla ilgilenmekti. Annemi arayan gözlerim hiç olsun istemediğim bir yerde bulmuştu. Annem ve Kâzım odada konuşurken ben de pencereden bakıyordum. Annem elini sandalyede oturan Kâzım'ın ensesine atıp öfkeyle konuşuyordu. Kaç kere sandalyeye tekme attığını sayamamıştım. Saymaya niyet ettiğim sırada babam uzaklaştırdı beni. ''Karım neylerse güzel eyler.'' Gülümsedim, ''Zor bir gün oluyor baba.'' ''Güzel günleri yakalamak için o oğlum, merak etme kolaylaştırmaya geldik.'' ''Özür dil-'' ''Annen gelsin konuşacağız hep beraber, ailecek. Özledim zaten, nerede kaldı bu kadın.'' ''Sinirli biraz, çıkmasak mı karşısına?'' ''Bu kadın sinir hastası zaten. İlk tanıştığımız günden bugüne bir şey değişmedi ki. Suna sinirlenmesin diye sizi ben doğurmak isterdim zamanında.'' Güldüm babamın anıları hep çok komik oluyordu. Ben gülerken babam sırtımı sıvazladı, ''Fişek gibisin Dinç, ateşsin oğlum alevsin.'' ''Eziğin tekiyim baba, güçsüz zayıf biriyim.'' ''Annenin sinirli haline dönüştürme beni, söylediklerinin hiçbiri değilsin. Sadece şu an kendini kötü hissediyorsun, sen hep kendine haksızlık ederdin. Kendinden harcardın, şimdi de öyle yapıyorsun. Çünkü kolay olan bu.'' ''Ne yapacağımı bilmiyorum baba.'' ''Sana ne yapacağını söylemek için değil ama yol göstermek için geldik. Bir de seni özlediğimiz için. Bir daha asla aramıza bu kadar mesafe koyma Dinçer. Asla.'' ''Söz.'' dedim tutamayacağımdan bir haber. Gün biterken omuzlarımdaki yüklerle ama yüreğimdeki ferahlıkla odama adımladım. Tabi ki gerimde annem ve babam vardı. Hiç görmedikleri odamı merak ediyorlardı. Onları ilk olarak Halil ağabeyle tanıştırdım. Anlaştılar... ''Benziyor muyuz anne?'' Annem Halil ağabeyin fotoğrafını incelerken konuştu, ''Benziyorsunuz annem, benziyorsunuz.'' ''Hâlâ sinirli misin anne?' ''Çok sinirliyim Dinç, bir polisin yaşadıklarına sinirliyim, oğlumun yaşadıklarına ayrıca sinirliyim. Bir anne olarak hissettiğim duyguları bilmek istemezsin. Konu sensen acımasız birisiyim. Bu konuda tek bir kollaman olursa seni de ezer geçerim.'' Babam geçti annemin önüne, ''Şşşttt sakinleş yavrum, bir şey demedi daha oğlan.'' ''Demedi ama çok şey der gibi bakıyor gözleri. Hepsi sana yaşattıklarının bedelini ödeyecek. Artık hepsiyle şahsi meselem var.'' ''Anne... Bu konudan konuşmasak olur mu?'' Birkaç saniye bakakaldı yüzüme. Ardından omuzlarını düşürerek derin bir nefes aldı. Aradan geçen beş dakikada annemin dizlerinde yatarken buldum kendimi. Saçlarımı seviyordu. ''Parmak boyunu geçiyor, görmeyeyim bir daha.'' Gülümsedim, ''Yaz cezayı komutanım, senden gelecek ceza ödüldür.'' Eğilip saçlarımı öptü, ''Öyle güzel bir adamsın ki, öpe koklaya sevmek istiyorum saatlerce. Bir daha asla bu kadar ayrı kalmayacaksın, gözümün önünde duracaksın. Abin de sen de. Baban delirdi oğlum, adamı özlem ataklarından nasıl koruduğumu bir ben bir de Fırat biliyor.'' ''Emredersin komutanım, sen ne dersen o.'' Gülümseyerek öptüm annemin yanağını. Konuştuk daha çok dertleştik. Ama o konuyu açmadık hiç. Gözlerim kapanmaya yakın odamın kapısı birden açıldı. Odaya giren Atlas ve babamdı. ''Şafak operasyonu mu yapıyorsunuz beyler. Asker ve polis olan biziz, hayırdır?'' ''Babamın fikriydi anam.'' ''Atlas'ın fikriydi alakam yok.'' Atlas babama ters bir bakıp atıp yanımıza kadar geldi. Babamsa kapıyı kapatıyordu. ''Yalnız ben de yatacağım anne kucağına, şu an ilgine ihtiyacım var.'' ''Ben kalkayım.'' Doğrulacakken annem engel oldu, ''İkinize yetecek kadar sevgim var.'' Babam öksürdüğünde gülümsedik. O gece saatlerce konuştuk. Atlas'ın iş anılarına güldük, annemin anlattığı gençlik hikayeleri en sevdiğimizdi. Yine babamla annemin tanışma hikayesine geldi mevzu. Benim anlatacak çok az şeyim olsa da onları dinledim. Bu gece gözlerim kapanırken kalbim sıkışma değil ferahlama hissiyle doluydu.
|
0% |