Yeni Üyelik
31.
Bölüm

Yaralar ve Kanatanlar

@pekbiafiliyalnizli

Dinçer kızı kucağına almış, saçlarından öpüyordu, o ise gülerek bir şeyler anlatıyordu. Dinçer fark ettiğinde buz gibi baktı yüzüme. Silahımı usulca yere indirip kendimi duvar dibine bir külçe gibi bıraktım. Hem sevinci hem endişeyi aynı anda yaşarken tek düşündüğüm şey şimdi ne olacağıydı.

Kızın ve Selvi'nin başına kötü bir şey geldi sandığım için yol boyunca girdiğim stres, onların iyi olduğunu görünce bitse de karşımda Dinçer'i görünce hem şaşırmış hem de rahatlamıştım. Ben duvar dibinde nefeslenirken Dinçer'in kucağında memnun görünen kız beni fark etti.

''Felçim! Ye yapıyosun oyda?''

Ona yüzümdeki gerginliği belli etmemek adına gülümsedim, ''Ayağım kaydı, düştüm.''

''Bak İmçer abi deldi, bana dedi ki sen şok güselsin.''

''Doğru demiş, öylesin fıstığım.''

Yavaşça yerden kalkmaya çalıştım, koridorun başında stresle bana bakan Selvi yanıma geldi, her halinden telaşlı olduğu belliydi, ''Hani kapıma dayanmazdı, öyle diyordun! Ne bu şimdi?''

Kulağına yaklaşıp fısıldadım, ''Kes sesini geç salona otur, beni bekle.''

''Kızı da alacağım,'' diyerek hırsla konuştu, ''Bebeğim hadi gel biz seninle oyun oynayalım.'' diyerek elini uzattı.

Dinçer'de kızı kucağından indirmeye de vermeye de razı değildi, ''Biz oyun oynuyoruz zaten, değil mi prensesim?''

''İvvet işte uynuyoruz!'' diyerek kocaman bir kahkaha attı, ''Şelvi sen dit.'' diyerek beni işaret etti, ''Felçim del, bak İmçer abi buydam.''

Selvi'nin kolunu sıvazladım, ''Sakin ol, yemin ediyorum halledeceğim.'' Gerginliğimi gizlemeye çalışarak yanlarına adımladım. Dinçer'in bana bakışı tenimi delip geçse de kaldırabilir durumdaydım. ''Hoş gelmiş Dinçer ağabeyin.''

''Niden üle dedin? Şenin kucan diil mi?''

Bunu bile söylemişti bacak kadar çocuğa, ''Evet,'' dedim Dinçer'e bakarak, ''Benim kocam.'' derken sesim düştü.

''Biz rişim çizcez.'' diyerek kahkaha attı ve neşeyle yapmak istediklerini anlatmaya başladı. Kız konuşurken Dinçer'e yaklaşıp fısıldadım, ''Kolun yaralı, indir kızı.''

''Beni düşünür gibi konuşma.'' dedi sert bir sesle, ''Hatta bence hiç konuşma, ilk defa sesini duymak istemiyorum.''

''Dinç-''

''Sus, kızımı dinleyeceğim.''

Duyduğum kelimeyle yüzümde kocaman bir ıstırap asılı kaldı. Selvi ile göz göze geldiğimizde sinirle baktı yüzüme. Üçümüz arasındaki gerginlik kızı hiç ilgilendirmiyordu çünkü onun neşesi yerindeydi.

Dinçer ile bir saate yakın oyun oynadılar. İkisini de vazgeçiremedik. Okula bile gitmek istemedi, yıllar sonra eve gelen tek yabancıyla hemen samimi olmuş onu çok sevmişti. Sırtımı kapı pervazına yaslamış oyun halısının üzerinde komşuculuk oynayan ikiliyi izlerken ağladığımı yeni fark ediyordum. Hırsla sildim yanağıma bulaşan yaşları.

Dinçer'i uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu görüyordum, gözlerinin içi gülüyordu. O gözlerin ardındaki sisleri de görebiliyordum. Kan çanağın gibiydi, göz altları morarmıştı, dün uyumamıştı, kaç paket sigara içmişti bilmiyordum.

Giydiği açık renkli gömleğinin kolu kan kırmızısına boyandığında bir şeylerin iyi gitmediğini anladım. Dinçer'in etrafında dönerek koşturan kızı bir hamlede kucaklayıp yanağından öptüm, ''Sen salona Selvi'nin yanına git bakalım, biz bir şey konuşacağız.''

''Piki.'' dediğinde yere bıraktım, ''İmçer üften ditme timam mı?''

Dinçer ayağa kalkıp, ''Tamam,'' dedi, ''Gitmem fıstığım.''

Kız odadan çıkana kadar sırtını izledi bakışını, bölen odanın kapısını aniden kapatmam oldu. ''Çıkar şu gömleği.'' diyerek duvara asılı duran ecza dolabına yöneldim.

''Bu mu senin bana diyeceğin?''

''Çıkar,'' dedim sakince, ''Önce şunu halledelim, konuşacağız.''

''Sikeyim Belçim! Tamam mı, birazdan söyleyeceğin her şeyi sikeyim.''

''Sessiz ol.'' diyerek malzemeleri aldıktan sonra kızın yatağına oturup karşımı işaret ettim, ''Kanıyor, mikrop kapacak.''

''Şimdi kopsa umurumda mı?''

''Benim umurumda.'' diyerek uzanıp kolundan tuttum ve karşıma oturttum. O sakince dururken gömleğinin düğmelerini açmaya çalıştım. Birkaç düğmede elim dolandığı için oyalanmıştım, Dinçer sabırsızlığını belli eder gibi hırsla gömleğini çıkartıp yere fırlattı. Önce kan sızmış sargı bezini çıkardım, ardından etrafını temizlemeye başladım. İçimde ukde kalan sağlıkçı tarafım bu gibi anlarda gelir beni hep vururdu.

''Eee susacak mısın?'' dedi dayanamaz gibi, ''Dinliyorum.''

''Yaran bitsin.'' diye bir bahane zırvaladım, zaman kazanmaya ihtiyacım vardı.

''Yoksa beni bayıltıp kızı da alıp kaçacak mısın?'' diye sordu gözlerime dik dik bakarak.

''Hayır.''

''Daha mı fenası?'' diye sordu öfkeyle.

''Pişman olacağın şeyler söyleme.'' dedim uyarır gibi.

''Ne pişmanlığından bahsediyorsun?'' dedi hiddetle, ''Şu an ne durumdayız, farkında mısın?''

Hareket ettiği için yaptığım iş zorlaşıyordu. Kolunu tutup sabitledim, ''Şu sargı bezini bantlayay-''

''Kızın öldü dedikten sonra sana dedim, ne yapacağım dedim, nasıl dayanacağım dedim. Perişandım ulan, kendimi yiyip bitirdim. Umursamadan siktirip gittin! Şimdi kolumdaki kurşun yarasını önemsiyor gibi yapma, inanmıyorum Belçim sana.''

Öfkeyle çenesinden tutup yüzünü kendime çevirip sabitledim ve yaklaştım, ''Sessiz ol. Bağıra çağıra kavga edilecek yer değil, burada bir çocuk yaşıyor.''

Uzun zaman sonra bu kadar yakın olmamız ikimizi de etkilemişti. Dinçer'in gözlerinde tutku vardı, eskiden olsa bu kadar yakınlığımız öpüşme ve ilerisi ile biterdi. Şimdi kendini kontrol etmek istiyordu belli ki. ''Şimdi seni öperdim, bitirirdim içimdeki hasreti. Ama, yapmayacağım çünkü bana ihanet ettin.''

''Sana ihanet etmedim,'' dedim benden uzaklaşmasının verdiği bozgunlukla. ''Kızgınsın biliyorum ama anlatacağım.''

''Sen artık konuşma, yaramı mı saracaksın, bir kurşun da sen mi sıkacaksın ne yapıyorsan yap, gideceğim ben.''

''Nereye?'' diye sordum işim biterken.

''Cehenneme, gelecek misin?''

''Olur. Sonumuz orası gibi.'' İşim bittiğinde sakince eşyaları toplamaya başladım. Bu işi çok sakin yapıyor olacağım ki Dinçer elimdeki eşyaları hızlıca alıp ecza dolabına tıktıktan sonra karşıma dikildi.

''Tek mantıklı açıklaman var mı? Ona göre dinleyeceğim, yoksa yok de, kızımı da alıp çekip gideceğim.''

''Dinçer barut gibisin, bu halde sana ne desem delireceksin.''

Yere fırlattığı gömleği alıp giyinmeye başladı, ''Allah Allah! Neden sinirliyim, bir sebebim mi var sanki?''

''Sakinleş.'' dedim ellerini tutmaya çalışarak, ona dokunduğumda sakinleşen zamanları aradım ama şimdi elini tutmama müsaade etmeden çekti.

''İhanet ettin sen bana, ihanet ettin! Senin bu yaptığın kötülüğü ben düşmanıma yapmam! Senin yaptığın şey vicdansızlık ulan. Dün geldin karşıma kızımız oldu dedin, kızımız öldü dedin! Aklımı kaybettim, ne yapacağımı şaşırdım. Aklım yerinde değil, kafama sıksam ölsem ne olurdu ha? Ne olurdu Belçim? Demir gelip yanımda beklemese, teselli etmeye çalışmasa ölmüştüm! Ne olacaktı?''

''Demir'e ben haber verdim.''

Acı bir tebessüm vardı dudaklarında, ''Sen beni öldürüp öldürüp, hayatta tutmak istiyorsun. Bir taraf seç, ikisi aynı anda olmuyor.''

''Yaşadığımız şeyler ağır, haklısın. Ama be-''

''Ağabeyini öldürdüm, mezarı başında evlen benimle dedim, aileme götürdüm seni. Nikah kıydım, utanmadım da lan seninle sevişirken, hatta daha da arzuluydum. Bunun intikamını böyle mi aldın? Böyle alçakça mı?''

Bu kez ben de sakin kalmadan aynı onun gibi karşılık vermeye başladım.

''Ne intikamı be? Ne intikamı? Ben senin hayatından gittiğimde yıllarca peşimde koşacağını bilmeden gittim. Bir iki aya unutur dedim, aldı benden hevesini, gider dedim! Benim sana verdiğim tek acı seni terk etmek olur sandım, dahasını sen yaşadın, ben istemedim.''

Gözlerinde alışık olduğum o ifade yer edindi. Kocaman bir umutsuzluk. ''Seni sevdiğime inandırmam için ne yapmam lazımdı Belçim? Aklımı kaybedeceğim, ben seni çok sevmedim mi? Aşık oldum, öldüm demedim mi? Senin üzerine titremedim mi?''

''Acıyorsun sandım.'' dedim sessiz ve aciz bir sesle.

''Evet şimdi sana acıyorum, sonunda başardın ulan. Sen sıradan bir köylü kızısın, duydun mu beni? Ne ahım şahım güzelsin, ne de ilgi çekicisin. O dönem yalnızdım, kimse beni arasına almadı, vakit geçsin diye seninle arkadaş oldum, ama içimden hep aşağıladım seni. Seninle sarıldığımızda da inek kokuyordun. Ağabeyini öldürünce vicdanım el vermedi, köyde ineklerin arasında yaşamasın gariban dedim, nikahıma aldım seni. Önünden geçemeyeceğin bir evde yaşattım. Ailem de nereden buldun bu köylüyü dedi, acıdılar sana. Sonra gururlusun ya hani terk ettin beni, sözde terk ettin, hala bana köpek gibi aşık olduğun için gitmiş polis olmuşsun. Ben seni zerre kadar sevmedim, hep acıdım sana.''

Dolan gözlerimi kırparsam eğer yaşlar dökülürdü bu yüzden kırpmadım. Dinçer'de anlamıştı canımı yaktığını, ama yaktığı yerlere üflemek ister gibi fısıltıyla karışık konuştu.

''Bunların tam tersini hissettim sana. İlk günden beri çok değer verdim, zamanla aşık oldum. Ağabeyinle o kazayı yaşamasak da evlenirdim seninle, ailem başının üstünde tuttu seni. Bu hikayedeki en büyük yalanım, senin beni sevdiğindi. İnkar etme sen beni hiçbir zaman sevmedin, benden iyisini bulamazsın diye yanımda durdun, ben senin o köyden çıkış biletindim.''

Bu suçlamaya susamadım, cılız bir savunmaya giriştim, ''Sen bu kadar iyi olduğun için altında ezildim ben senin, eğer ben seni sevmemiş olsam, ölsem de koynuna girmezdim. Bunu o aklına sok, ben de seni sevdim, hem de hissettirdiğimden fazla.''

''Beni sevdiğinden mi şehir şehir kaçtın benden? Bana olan aşkından mı kızın öldü dedin? Benim uğuruma öldüğünden mi kızımı sakladın benden?''

''Kızımızı sensiz büyütmek bir an aklımdan geçtiyse şimdi canımı alsınlar.''

Elini yumruk yapıp öfkeyle kalbine vurdu, her cümlesinden sonra bunu tekrarlıyordu. ''O ZAMAN NİYE KIZIN ÖLDÜ DEDİN! NİYE BANA BU ACIYI YAŞATTIN? KIZIMI NASIL BENDEN SAKLADIN? SEN BANA NASIL KIYDIN?''

Ellerimi iki yana öfkeyle açarak, yıllardır kendime bile zor söylediğim o gerçeği aynı onun gibi haykırdım. ''O BİZİM KIZIMIZ DEĞİL!''

İşte o an zaman durdu Dinçer için. Acı dolu gözleri takılı kaldı gözlerimde. Bir süre idrak etmeye çalıştı söylediğimi.

''Yalan söyleme, bir yalan daha söyleme bitirdin beni, mahvettin bir yalan daha konuşma.''

''İçerideki kız Gökçem değil.'' dedim zar zor, ''Ben doğurmadım onu, sen babası değilsin.''

''Artık sana inanmam.'' dedi inkar eder bir sesle, ''Her lafın yalan geliyor.''

''Biliyorum, haklısın dışarıdan öyle görünüyor, ama bu konuda yalanım yok. O kız bizim değil.''

Sendeledi, kafası karşılıktı, bulutlu gözlerle bakıyordu yüzüme, içindeki umuda tutunmayı seçti, ''Kızımı bensiz büyütünce ne geçecek eline? Ben kötü bir baba olmam, çok iyi bakarım ona, saçlarını bile örerim.''

Hissettiğim acıya rağmen tebessüm ettim, ''Eğer kızımız yaşıyor olsaydı, sen zaten mükemmel bir baba olurdun. Ama o değil Dinçer, o bizim değil.''

''Belçim yalan daha söyleme bana, yemin ederim ayakta kalacak gücüm yok. En son ne zaman mutlu oldum bilmiyorum, yapma bunu bana. Perişan haldeyim, Allah belamı vermiş.''

''Dinçer,'' diyerek elini tuttum, ''Ne olur inan bana, daha fazla harap ol istemiyorum. Kızın değil.''

Elini çekti hırsla, söylediğimi anlamayı reddetti. ''Olmaz öyle şey, o bizim kızımız. Aynı sana benziyor kara gözleri, cıvıl cıvıl konuşuyor, ay gibi. Kızımı alıp Ankara'ya gideceğim, evimizin adresi hala aynı, istersen gelirsin.''

Kapıdan çıkacakken önüne geçerek engel olmaya çalıştım, ''Dinçer yapma, doğru söylüyorum.'''

''Sen yalansın Belçim, senin bana olan sözlerin de hislerin de yalan. Sana bir daha inanmam ben.''

Beni ilk defa ezip geçerek odadan çıktı. Ben de telaşla arkasından adımladım, çünkü hiç olmadığı kadar kararlıydı. Salonda oyun oynayan kızın yanına eğildi, ''Benimle gelmek ister misin prensesim?''

Yeni uyandığı için dağınık olan saçları ve paçaları dizlerine kadar sıyrılmış geceliğiyle yanaklarını sarkıttı, ''Yireye gelim?''

''Benim evime, Ankara'ya?''

Selvi öfkeyle karşıma dikildi, ''Ne diyor bu adam?''

''Sakin ol halledeceğim.''

Sinirden ağlamaya başladı, ''Nereye götürüyor kızı?''

Koluna yapışıp kendime çektim, ''Kızı sanıyor, sen sus halledeceğim.''

Ben Selvi'yi susturmaya çalışırken Dinçer kızı ikna etmeye çalışıyordu. Yanına yaklaşıp kız duymasın diye fısıldadım.

''Dinçer yapma etme, söyledim sana.''

''Ben de inanmadım sana.''

''Adını sor, adını söylesin sana.''

Dinçer öfkeyle kapattı gözlerini. Bizi anlamsız gözlerle izleyen kızın yanağına dokundu, ''Adın ne prensesim?''

''Adım Ayla, ben biş yaşındayım.'' diyerek minik elini açtı ve Dinçer'e gösterdi.

''Beş yaşında,'' diye soludu Dinçer, ''Hangi ay doğurdun?''

''Adı Ayla, duyuyorsun değil mi?''

''Ne yani?'' diyerek hiddetle baktı gözlerime, yanında minik bir kız olduğunu unutma der gibi kaşlarımı kaldırdım, o da sakinleşmeyi denedi ama gözlerindeki har yerli yerindeydi, ''Adını Gökçem koymadın diye, kızım olmuyor mu?''

''Kızımız olsa ismini Gökçem koyardım, seninle beraber yatağımızda seçtiğimiz gibi.''

''Kanıtın bu mu? Yani yalanın bu mu?''

''Yalan yok.'' dedim usulca, ''Doğruyu konuşuyorum.''

''Bu kızın annesi kim peki, sen değilsen annesi kim?''

Sessiz kalmam yalan söylediğimi destekler gibi olduğundan daha da sinirlendi. Yüzüme öyle öfkeyle bakıyordu ki içime bir şarjör boşaltıyordu sanki.

''O ağzını bir daha kızın değil demek için açma, ezer geçerim seni.'' diyerek kızı kucağına aldı ve ayaklandı. Önüne geçmeye fırsat bile vermeden evden çıkıp gitti. Ben kapanan kapının arkasında kalırken Selvi bir çığlık attı.

''Nereye götürüyor kızı!'' diye bağırdı hiddetle, ''Engel olsana Belçim!''

''Sakin ol!'' diyerek tuttum bileklerinden, ''Zarar verecek hali yok, kızı sanıyor.''

''Öldü senin kızın desene! Ayla'yı neden kaçırıyor, polisi ara hemen, hemen polisi ara!''

Tir tir titreyerek kriz geçiren Selvi'ye bir tokat attım, ''Kendine gel, kızı alıp geleceğim polisi aramak yok, bekle beni.''

Telaşla evden çıktım. Dinçer apartmanın önünde Demir'le konuşurken buldum onları. Kız ise arabada duruyordu.

''Çocuk kaçıramazsın,'' diyordu Demir, ''Kendine gel.''

''Sayın savcım suça ortak olmak istemiyorsan git, ben mi gel dedim oğlum sana?''

''Benimle derdin yok senin, yardım etmeye çalışıyorum.''

''O kız benim kızım olabilir! Benden kaçırmış diyorum sana, bana ihanet etmiş!''

Dinçer bağırırken Demir, Ayla'ya bir şeyler söyleyerek arabanın kapılarını ve camlarını kapattı. ''Bir sakinleş çocuk var arabada.''

Dinçer elini Demir'in omzuna yasladı çaresizlikle, ''Öldü dedi bana, kızımız öldü dedi! Bunun cezası ne savcım?''

''İhtimalleri boş ver, kanıt lazım. Dna testi yaptıralım, kimsenin sözüne güvenmek zorunda kalmayız.''

''Sikerim dna testini, kızım o benim.''

''Kanıt görmeden sana yardım etmem.''

''Ne diye geldin o zaman?''

''Kendini öldürüp ahiretini yakma diye.''

''Ben yanmışım, ahiret diyorsun.''

Derin bir nefes alarak yanlarına adımladım. Dinçer beni fark ettiğinde arabaya binmek istedi ama engel oldum.

''DNA testi yaptıralım, sonucunu öğrenmek üzecek seni ama ancak böyle ikna olacaksan eğer yaptıralım.''

''Oraya da mı yalan sokacaksın?''

''Bu konuda yalanım yok yemin ettim.''

''İnanmam sana.'' dedi titreyen bir sesle, ''Artık ben sana inanmam kızım.''

''Tamam nasıl inanacaksan onu yapalım.'' dedim kabullenişle.

''Niye kendine güvenir gibi konuşuyorsun? Sen benim canımı yakmaktan zevk mi alıyorsun? Bırak işte, kızımı da alayım gideyim Ankara'ya. Söz boşanacağım senden, rahat bırakacağım seni. Yeter ki kızımı alma benden.''

''Ne desem boş, inanmıyorsun bana. Senin istediğin olacak Dinçer, sonunda üzüleceksin ama bir yalanla yaşamaktan iyidir, kendimden biliyorum.''

Demir'in çevresi sayesinde ayarladığımız bir klinikte dna için örnek bıraktık. Dinçer bu işe gönüllü olmasa da Demir ikna etmişti. Klinikte işimiz bitince Dinçer ve Ayla'yı birbirinden ayıramadık.

Dinçer kızı boynuna oturtup dikkatle ellerinden tuttu. Arkalarında onları izlerken tüm yaşanmamışlıklara gözyaşı döktüm. Hayatın en acıtan yanı, yaşanma ihtimali olan şeylerin yaşanamamasıydı ve artık yaşamamız da imkansıza yakındı.

Dinçer'den

Kız babası olduğumu öğrendiğim anın üzerinden çok geçmeden kızımın öldüğünü öğrenmenin acısıyla baş başa kalmıştım. Kızım uğuruna nasıl acı çekeceğimi bile bilmiyordum. Tek hissettiğim öğrendiğim andan itibaren ölmekti. Ölüm acıyı nasılsa sustururdu.

Ne Atmaca izin verdi ölmeme, ne Efe, ne de Demir. Ölmeyi bile beceremiyordum. Görecek günüm var diye yaşıyordum. Vardı işte, görecek günüm de vardı.

Belçim'in karakoldan ayrıldığını öğrenir öğrenmez peşine düştüm. Takip ettim, izledim... Bir erkek var sandım önce, aldatıldığımı düşündüm. Evliydik biz, bana ihanet ediyor sandım. Belçim gittiğinde girdim eve, küçücük bir kızla karşılaştım, o an anladım bana çok büyük ihanet etmiş.

Şimdi yanımda oturup kahvaltı eden kızımı izliyordum özlemle. Daha önce hiç görmediğim, varlığından bile haberdar olmadığım bir kızın özlemini çekiyorum, yanı başımdayken üstelik.

''Pikmez de yiyim mi?'' diye soran kızımın tombul ellerini öperek pekmez koyuyorum önüne, ''İstediğini yersin kızım.''

Demir, Pekmez denir denmez eskiye daldı, ''Biliyor musun Ayla, benim kedimin adı Pekmez'di.''

Ayla şaşkınlıkla açtı gözlerini, ''Kedin mi vay çenin?''

Demir başını salladı, ''Bir sürü var hem de.''

''Niden bissürü vay ki, annem diyor ki hayvanlar piştir sana bulaşır.''

Demir tepkiyle Belçim'e baktığında bir şey anlamış olacak ki önüne döndü, ''Annen öyle demek istememiştir, hayvanlar çok güzeldir, onları çok sevelim ki güzelleşsinler.''

Ayla ve Demir kedilerden konuşurken masaya oturduğundan beri ağzına tek lokma koymayan Belçim'e baktım kırgınlıkla. İlk defa ona bakmak istemiyordum, yüzünü gördüğümde ihanet eder gibi bakıyordu gözleri.

''Çobandın sen, ne ara hayvanlardan nefret eder oldun?''

''Ben demedim.'' dedi, ''Annesi miyim ki diyeyim.''

''Ağzına da yakışmıyor yalan.''

''Zerre inanasın yok madem ben de uyayım sana. Nefret konusunda gelince, hayat işte Dinçer, bir zamanlar ölesiye sevdiğinden nefret edebiliyorsun.''

Yumruğumu sıktım öfkeyle, ''Bu kız benim öz kızım olsun senden öyle bir nefret edeceğim ki, inanamayacaksın.''

''İnanırım, alıştırma yapar gibisin.''

Her bakışına, her sözüne bir kılıf bulmak istiyordum. Belçim'in canını acıtırken bile dikkatli olmaya çalışıyordum, onun suçunu yüzüne vurmaya çabalıyordum... Ama benim de canım yanıyordu, bu nasıl şeydi lan.

''Sen bunu hak ediyorsun.''

''Haklısın.'' diyerek sustu. Bugün çok az konuşuyordu. Suçlu olduğu için mi sessizleşmişti, yoksa haklı olmanın suskunluğu muydu mu? Suçlu olmasını istiyordum, diğer türlü kaldıramazdım.

Kahvaltının ardından bir çocuğun en sevdiği yere geldik. Bir mahalle parkında kızımı salıncakta sallarken onun neşeli çığlıklarını dinliyordum. Az ötedeki bankta Demir ve Belçim konuşurken dinlemeye çalıştım. Hiç olmadı ağızlarını okumak istediğimde Demir bunu anlamış ve önlemini almıştı. Sinirle ittim salıncağı. Bu kontrolsüz itişin ardından dengesiz sallanan salıncağı hızla durdurdum ve korkmuş kızımın önüne eğildim.

''İyi misin bir tanem?''

''İvet yiden durduk ki?'' diye sordu anlamsız bir bakışla.

Kızımı sert salladım diye oturup hüngür hüngür ağlamak gelmişti içimden. Şimdi ise onun tatlı gülümsemesiyle tüm dünyaya kafa tutmak istiyordum. Ne yaşıyordum lan ben, niye duygularımı kontrol edemiyordum?

Salıncak sefası bittiğinde kızım kaydırağa koştururken bir bankın altında yatan kedileri fark etti ve oraya koşturdu. Ben de çocukluğumdan beri yaptığım gibi Demir'e bakındım. Hâlâ sohbet ediyorlardı, ne konuşuyorlardı bunlar?

''Demir, kedi var burada gelsene.''

''Beş yaşında mıyız?'' diye sordu gülümseyerek.

''Keşke o yaşımda kalsaydım.''

Ayla ve Demir kedileri beslerken Belçim'le ayakta dikilmiş yabani bir şekilde onları izliyorduk.

''Sen gitsene evine, belki varsa sevgiline, vaktini harcama bizimle.''

''Kızın başındayım.''

''Zarar mı vereceğim ben kızıma?''

''Öyle mi dedim ben?''

''Ne dedin sen? Ben senin ağzından çıkanda artık art niyet ararım, senin eserin.''

''Tamam öyle olsun, haklısın.''

Benden uzaklaşmak istediğinde sendeledi, bir şey olmasın diye endişeyle kollarından tuttum, ''Zor duruyorsun ayakta.''

''Ayakta kalmak zor.'' dedi kollarımdan çıkmadan.

''Sen zorlaştırdın.'' diyerek ellerimi çektim.

''Doğru.'' diyerek gitti. Bizi uzaktan izledi, eğer bu kız benim kızımsa artık hep uzaktan izleyecekti.

Demir ve Ayla'nın başına döndüm. Onlar da farklı alemdelerdi. Demir kedilerle ilgili bir şeyler anlatırken kızım ilgiyle dinliyordu.

''Aşı olmaları gerekiyor, sağlıklı bir hayat için şart.''

''Biliyu musun ben de açı oldum, şok acıdı ama ya o da acırsa?''

''Az acır, hem aşı olduğunda çok mutlu olacak.''

''U zaman hadi aşı gidiyoz.'' diyerek ayaklandı ve benim elimi tuttu, o an şaşkınlıkla baktım kızımın yüzüne.

''Dimçel adı aşı yapcaz, olul mu?''

Eğilip elimi tuttuğu elini öptüm, ''Olur prensesim, olur. Sen ne istersen o olur.''

Demir'in ve Ayla'nın isteği üzerine parktaki dört kediyi kısırlaştırmak üzere veterinere götürdük. Çocukluğumdan beri bu duruma alışıktım, bir yere gezmeye giderdik Demir yaralı bir hayvan bulur veterinere götürürdü. Annemlerin bize verdiği harçlıklar veterinere giderdi. Neyse ki çocukken Demir'in babaannesi veteriner sponsoru olmuştu ve biz harçlıklarımızı kurtarmıştık.

''Kisir ni demek ki?'' diye sordu Ayla.

Omuzlarına kadar dökülen lüle lüle saçlarını sevdim parmak uçlarımla, ''Kedileri kısırlaştırınca hayatları boyunca daha mutlu yaşıyorlar, tek amaçları yemek aramak olacak artık, tehlikelerden uzak duracaklar.''

''Pirazir ni demek?''

Üşümesin diye parkta giydirdiğim hırkasının fermuarını yavaşça çekerken cevap verdim ''Parazit de kedilerin sağlığını koruyacak.''

''Mutlu kedişler mi aytık onlay?'' diye sordu dişlerini gösteren bir gülümseme ile, ''Çok mutlu kedişler mi?''

''Mutlu kedişler kızım.'' diyerek öptüm yanağından, ''Çok mutlu kedişler.''

Demir omzumu sıvazladı, ''Kediler hakkında her şeyi öğrenmişsin.''

''Bıraksalar ben aşılarım oğlum, o derece.''

''Bırakmasınlar yine de.''

Kedi macerasının ardından saat öğleni bulmuştu. Eve gireceğimiz olmadığı için yemeği dışarıda yemek istedik. Belçim'in bildiği bir restoranda oturduk. Biz yemek söylerken o hiçbir şey istemedi. Aklım onda kalsa da bunu ona belli etmeden kızıma döndüm.

''Hamburgir yiyelim mi Felçim?'' diye sordu Ayla heyecanla, ''Şeninle hip yiyorus ya ondan.''

Belçim gülümsemeye çalıştı, ''Yiyebilirsin fıstık.''

''Sen nüçün yemiyon? Aşta mısın?''

''Aç değilim.''

''Ayır sen ep aştasın ep, bil kere bişim eve delmiştin, ağlıyordun hep, ben senin alnına ıslak mindil kodum sonra iyileçtin dimi?''

''İyileştim, senin sayende oldu.''

''Ama üşgünüm ben viterinir olcam.'' diyerek Demir'e baktı hayran hayran, ''Üle diil mi Demircim?''

''Evet veteriner olacaksın.''

Oyunbozan misali araya girdim, ''Ne ara karar verdiniz siz buna?''

''Kedişleri şeverken Demir bana dedi, ben de timam didim.''

Demir'e baktım, ''Bu kızın anası babası dururken sen mi seçtin mesleğini?''

''Senin baban da benim mesleğimi seçmişti, olur öyle birader.''

''Gıcıksın oğlum sen.''

''Sen kadar değilimdir.''

Demir'le güldüğümüzde Ayla da biz eşlik etti. Masada tek asık suratlı Belçim'di. Gün içerisinde defalarca telefonu çalıyor ama açmıyordu. Atmaca ve Elife sürekli arayan iki kişiydi.

Demir ve Ayla kedilerden konuşurken Belçim'in çalan telefonunu alarak masadan kalktım, kızım duymasın diye biraz uzaklaşıp Atmaca'nın çağrısını cevaplandırdım.

''Belçim iyi, bir durum mu var?''

''Lan oğlum niye açmıyorsunuz, seni de aradım bin kez! Siz çift olarak telefondan nefret mi ediyorsunuz ağa?''

Belçim geldi yanıma, tepkiyle beni izliyordu, ''Evet ağa nefret ediyoruz sorun ne?''

''Belçim'e ver, nişanlım merak etti arkadaşını. Kız ölecek meraktan, arasın bir konuşsun.''

''Tamam arar konuşur, söylerim.''

''Siz neredesiniz? Operasyon sırasında aşk tazeleyecek zaman mı ağa?''

''Biz nefret tazeliyoruz, uyar mı sana?''

''O nasıl laf? Bana bak Belçim benim kardeşim ha, ona göre davran. O kız tek başına değil, nişanlım var ben varım.''

''Sizin düğün ne zaman?''

''Operasyon bitsin yapıyoruz, gelmezsen adamdan saymam lan seni.''

''Geleceğim birader hadi kapat.'' diyerek yüzüne kapatıp beni dinleyen Belçim'e döndüm.

''Elife ve Ateş bilmiyor değil mi yalanını?''

''Kızımıza dair hiçbir şey bilmiyorlar.''

''İyi insanlar değil mi Belçim, eğer bilseler beni bulmaya çalışırlardı değil mi?''

''Öyleler.'' dedi duygulanarak, ''Onlar benim ailem gibi Dinçer.''

''Ailede yalan olmaz, utanmıyor musun onları kandırırken?''

''Ben kendimi kandırırken utanmıyorum.''

''Ben utanıyorum.''

''Yanlışın var, asıl utanmayan sensin. Geçmişi hatırla.'' diyerek arkasını döndü ve masaya yürüdü. Yüzüme vurduğunda yüzümün kızaracağı bir mesele vardı ortada. Bir hata yıllar içinde bin hataya dönüşüyordu. Binlerce kez tüketiyordu insanı.

Saksıdaki güllerden birisini kopartıp Belçim'in arkasından ben de masaya döndüm. Kocaman masa minik bir kızın etkisinde dönüyordu. Kopardığım gülü ona uzattım, ''Prensesim, sen kadar güzel değil ama kabul et.''

Ellerini yanaklarına koyarak bana baktı heyecanla, ''Bu fiçek benim mi ayrıkın?''

''Evet prensesim senin.'' dedim gülümseyerek.

Ayla, Demir'e baktı onay istercesine, ''Alayim mi Demircim?''

''Sevdiysen tabii ki alabilirsin Ayla.''

''Şen velsen daha çuk şeverdim.'' diyerek çiçeği aldı. Demir çiçeği kızımın saçlarına takarken ben kaşlarım çatık onları izliyordum. Belçim'se bu hâlime gülümsüyordu.

''Kızımın ilk aşkı amcası oldu.'' diye konuştum bozuntuyla.

''İyi tarafından bak,'' dedi Belçim, ''Atlas da olabilirdi.''

İkimiz de gülümsek, bu halimiz çok sürmedi. O asık suratına geri döndü ben de kızımla ilgilenmeye başladım.

''Şiz kardeş mişiniz?''

''Kardeşiz fıstığım, ağabeyim o benim.'' diyerek Demir'e göz kırptım.

''Felçim'in de abisi vay, ama şimdi çok uzaktaymış dimi Felçim?''

Konu Bekir olduğunda Belçim'in gözleri hep aynı bakıyordu. Özlemle ve acıyla yanıyordu hareleri. Bunda payım olduğundan en az onun kadar perişan hissediyordum.

''Uzakta, çok uzakta.'' demekle yetindi. Ardından yemeklerimiz geldi, Belçim hariç hepimiz hamburger yerken o sadece soda içiyordu.

Ayla ile hamburgeri pek temiz yiyemiyor olacağız ki Belçim peçete uzattı iki tane, ''Silin dudaklarınızı, hep ketçap oldu. Demir hiç öyle yiyor mu?'' diyerek onu işaret etti. Basit bir yemek yeme konusunda bile örnek teşkil eden Demir sadece tebessüm etti.

''Biz böyle yemeyi seviyoruz, değil mi fıstık?''

''İvvet Felçim, hem killenmek güseldir demiştin.''

''Öyle bir tanem, istediğin gibi ye.''

''Piki.'' diyerek dudaklarına sos bulaştırdı. Aynısını benim de yapmamı istedi, yaptığımda ise güçlü bir kahkaha attı. Onun gülüşünü izlerken Belçim'in de beni izlediğini fark ettim. Yemek boyunca tek yaptığı Ayla ile beni izlemek ve dolan gözlerini benden kaçırmaktı.

Yemeğin ardından kızım yorulduğunu söylemişti. Uykusu geldiğini söyleyen de Belçim'di. Demir'in kalmamız için ayarladığı otele götürmek istediğimde Belçim izin vermedi, evinde kalması doğruymuş, Demir de onu desteklediğinde gönülsüzce kabul ettim.

Ayla kucağımda uyuyakaldığında arka koltuğa oturup kızımı dizlerime yatırdım. Demir arabayı kullanırken Belçim onun yanındaydı. Yol boyunca kızımın saçlarını sevdim, terlemiş boynunu sildim, mis kokusunu içime çektim. Onun yanında nefes almaya devam ettikçe yaşadığımı hissediyordum.

Belçim'le aynadan göz göze geldiğimizde içimde bir şeyler koptu, ona erimeye başlayan kalbim buz tuttu. Onun yüzünden düştüğümüz halleri kabullenemedim.

Evin önüne geldiğimizde kızımı dikkatle kucağıma alıp sırtı üşümesin diye ceketimi örttüm. Belçim önde ben arkada apartmana adımladık.

''Başından tut,'' diyerek kızımın sırtındaki elimi başına sabitledi, ''Dengesiz duruyor.''

''Kusura bakma babalık nedir bilmem, sayende geç kaldık.''

Sadece yüzüme baktı öylesine, bir şey demedi. Eskisi gibi kendisini savunmuyor, yaptığım tüm suçlamaları kabul ediyordu. Bu bağıra çağıra kavga etmekten daha üzüyordu beni.

Zile basmak yerine Belçim kuzenini aradı. Bir zamanlar adını andım diye kıskançlıktan deliren Belçim için birçok şey değişmiş gibiydi. Selvi kapıyı açtı, pek iyi görünmüyordu. Bizi görünce yaptığı ilk şey kucağımda uyuyan kızıma sarılmak istemesiydi. İzin vermeden geriye çektim. ''Uyandırma kızımı.''

''Özledim,'' dedi ağlamadan hemen önce, ''Bırak sarılayım.''

''Yok öyle bir şey,'' diyerek içeriye geçtim ve odasına yürüdüm. Belçim yorganını açtı ben de dikkatle kızımı yatırdım. Üzerini örterken aklıma bir şey takıldı

''Pijama giymedi rahat eder mi?''

''Üzerindeki kıyafetler de rahat zaten, merak etme mışıl mışıl uyur.''

Belçim'den aldığım güvenle yorganı üzerine örttüm. Uyuyan kızımı saatlerce izlemek istiyordum, başından bir dakika bile ayrılasım yoktu.

Demir yanıma geldi, ''Bu gece burada mı kalıyorsun?'' diye sordu ağzımı arar gibi.

''Evet, yerde falan yatarım.''

''Tamam, ben otelde olacağım.''

''Ne oteli oğlum, gel sende kal.''

''Uygun düşmez.''

''Ha anladım. Tamam sen git, istersen dön Ankara'ya, ben başımın çaresine bakarım.''

''Şu testi alalım, duruma göre konuşuruz.''

''Testte bir şey değişmez ki,'' diyerek baktım uyuyan kızıma, ''Kızım işte, kanlı canlı lan.''

''Şu hayatta insanın başına gelen her şey bir sınavdır Dinçer, Allah hiçbir kuluna kaldıramayacağı yükü yük etmez.''

''Teselli eder gibi konuşma, kızım o benim.''

''Yarın net sonucu göreceğiz ama bana söz verdin, ne olursa olsun Ankara'ya döneceksin. O tatile ailecek gideceğiz.''

''Söz verdim. Ankara'ya döneceğim.''

Demir evden gitti. Ben de halının üzerine oturmuş uyuyan kızımı izliyordum. Her şeyi düşünüyordum, kötü ihtimalleri bile.

Bu uyuyan meleğin benim kızım olması mı iyiydi, olmaması mı? Bilmiyordum. Kızımsa eğer bir daha aşkından gebersem Belçim'in yüzüne bile bakmazdım. Kızım değilse eğer, aynada kendi yüzüme bakamazdım. İki uçta da acı çekeceğimi biliyordum.

Kapı aralandı usulca, yanımıza gelen Belçim'di. O ayakta kalmayı tercih etti, camdan vuran ay ışığı hariç karanlık sayılan odayı söylediği şeyle daha da karanlık yaptı.

''Tün gün kendini kandırdın, inkar etme şimdi, sen de adın gibi biliyorsun aslında. Yarını bekleyip tüketme kendini diye yemin etmeye geldim. Dinçer, o bizim kızımız değil. Ağabeyimin üzerine yemin ederim ki değil...''

Belçim girdiği kapıdan çıkıp gitse de söyledikleri kulaklarımda yankılandı. Her sözü odaya sıkıştı sanki. Dakikalarca o sesi duymayayım diye kulaklarımı kapattım. Başımı kızımın yastığına yasladım, ağladığımı işitmesin diye sessizleştim. saçlarını öptüm, minik elini tuttum usulca, yanaklarını sevdim. Seslice aldığı nefeslerde nefeslendim.

Düşünceler her zamanki gibi bir mengene gibi beni sıkarken Belçim'in söyledikleri pencereden çıkıp gitsin, artık duymayayım diye kalkıp pencereyi açtım. Nasıl babayım lan ben, kızım uyuyor üşür pencereyi kapatayım diye düşündüğüm an evin önündeki parkta salıncağa oturmuş Belçim'i fark ettim.

Pencereyi kapatıp kızımın başına döndüm. Minik avcunun içinden öperek odadan ayrıldım. Selvi kapının önünde beni bekliyordu, içeriye girmek istediğinde önünde durdum, ''Hep sen mi baktın benim kızıma?''

''Hâlâ mı inanmıyorsun?''

''Çocuk kaçırmaktan dava edeceğim seni de o akılsız kuzenini de.''

''Belçim'e vız gelir tırıs gider, sence umurunda mı?''

''Kızımı sakladınız benden, hesap sormayacağımı mı sandınız?''

''Tek haklı sensin değil mi? Tamam makul bir adamsın, yakışıklısın, zenginsin, iyi birisin. Peki Belçim? Köylü kızı be, öyle her şeyinle seni kabul ettim demekle olmaz. Şimdi bu durumdaysanız senin sakladıkların sayesinde. Sonrasında Belçim de hatalar yaptı evet ama ilk sen başlattın. Bu kızın yıllardır ne yaşadığını biliyor musun sen? Bilme zaten gerek yok ama şunu söyleyeyim senin uğuruna yaşadı tüm mutsuzluklarını. Gözünün içine kadar baktığı tek erkeksin, sanıyorum da son olursun. Yarın sabah öğreneceğini öğren çek git kızın hayatından, sizin birbirinize artık hayrınız dokunmaz.''

Bu sözlerle çıktım evden. Bana sadık kaldığını tahmin ediyordum ama duymak da iyi gelmişti. O kadar perişan haldeydim ki tek iyi şeyde bile mutluluk aramaya çalışıyordum. Oysa içinde olduğum durum bambaşka bir çıkmazdı.

Belçim salıncağa oturmuş başını salıncak zincirine yaslamış sigara içiyordu. Karşısındaki banka oturup bir sigara da ben yaktım. Öylece oturup sustuk saatlerce. Dakikalar ilerledikçe bugünü, dünü her şeyi düşünüyordum. En çok da küçük kız çıkmıyordu aklımdan. Yarın sabaha kadar oyalanma hakkı tanınan bir masalın içerisinde gibiydim bugün. Sabah bitecekti bu rüya, ben eskiye dönecektim. Bu hissi yaşamak paramparça ediyordu insanı.

Tek söz etmeden günü aydırıyorduk. Yavaştan aydınlığa erişmeye başladığımızda kendimi kapana kısılmış hissetmiştim. Bu çaresizlikle baş etmekte zorlanıyordum. Ne olacaksa olsun dedim en son, başıma ne gelecekse gelsin, yüzleş ulan mutsuzluğunla...

Ayağa kalkıp Belçim'in yanına ilerledim, önüne diz çöktüm çaresizlikle. Başımı dizlerine yasladım, gözlerimi kapattım güç almak ister gibi. Bir fısıltıdan ibaretti söylediğim. ''Beni kızımın mezarına götür.''

Belçim ellerini yüzüme götürüp başımı kaldırdı, ''Çok kötü hissedeceksin.''

''Görmek istiyorum.'' dedim kararlılıkla.

''Dayanamam sanacaksın ama dayanıyor insan, alışıyor da hem.'' Gözlerinden damlalar döküldü, ''Sakın yenilme ölüm hissine, geldiği gibi gidiyor da.''

Elimden tuttu kaldırdı beni, arabayı sürdüğü yerler çok tanıdıktı. İlk görev yerime gidiyorduk. Halil ağabeyin üzerine geldiğim o görev yerine.

''Buralarda mezarlık yok.''

''Bizim kızımız da mezarlıkta değil, çiçek bahçesinde.''

Araba durduğunda indik. Belçim elimden tuttu, beraberce bir yokuş çıktık. İlk karşılaştığımız yere götürdü beni. Sırtımızı yaslayıp saatlerce konuştuğumuz elma ağacının dibinde küçük bir mezar gördüğümde nefes alamadım. Yorgun adımlarla varmaya çabaladım.

''Burası mı?''

''Seninle ikimizin en güzel olduğu zamanlar, en mutlu olduğumuz yerler... Bizim parçamız da burada olmalı diye düşündüm. Hem kalabalıktan korkar benim kızım, burası sessiz.''

Mezarına adımlarken ilk defa kendimi bu kadar bitik hissediyordum. Bugün bir kız çocuğuna kızım dedim diye bana kızar mıydı? Mahcubiyetle yanına yürüdüm, mezar taşını gördüğümde bir tebessüm yayıldı dudaklarıma. ''Gökçem.'' yazıyordu, cennette gibi hissettim o an. Çiçeklerle, oyuncaklarla süslü mezarına baktım acıyla. Öyle güzel kokuyordu ki, defalarca soludum kokuyu. Dizlerimin üzerine çöktüm, titreyen elimi uzattım isminin üzerine. Saçlarını okşar gibi okşadım ismini. Kızımın elinde tuttuğu rüzgar gülünü üflemeye bile çalıştım. Kızımın saçlarına taktığı çiçekleri sevdim özenle, sanki saçlarını örmüştüm, aralarında geziniyordu papatyalar. Çiçek bahçesinde koşuyorduk kızımla, mutluyduk.

''Gökçem, ben geldim babacığım.''

Bana hiçbir zaman baba diyemeyecek olmasının acısını hissettiğim an konuşmak zor gelmişti. Aklımı yitirmekle ağız dolusu kahkaha atmak arasında gidip gelirken omuzlarım sarsılana kadar ağlamaya başladım. İlk tanışmamız böyle mi olacaktı diyordum içimden, mezar başında mı?

''Geç tanıştık seninle kızım, özür dilerim. Seni çok seviyorum, o kadar çok seviyorum ki adını bile bu yüzden Gökçem koyduk. Sen bize 'beni ne kadar seviyorsunuz?' diye soracaktın. Biz de adın kadar diyecektik, gökyüzü kadar çok seviyorum seni babacığım. Hissediyorsundur zaten sana olan sevgimi, hissediyorsun değil mi babacığım?''

Kendimi lime lime etmek istiyordum. Aklımı kaybediyordum sanki, ne yapıyordum ulan ben?

Ne yapacağım kızımla konuşuyorum, o da dinliyor beni. Kızımla ilk kez tanışıyorum, kızımla ilk kez konuşuyorum. Kızımı sevdiğimi ilk kez söylüyorum. Bir babanın yaşayacağı en güzel duyguyu yaşıyorum, kızıma sevdiği söylüyorum ama o 'ben de seni seviyorum babam.' diyemiyor, olsun o demese de beni seviyor, biliyorum.

Belçim gelip kızımızın yanına oturdu. Elleriyle dizlerini işaret etti, başımı kucağına yaslayıp kızımın yanına uzandım. Şimdi üçümüz de aynı yataktaydık. Ben elimle kızıma sarılıyordum, annesi ise saçlarımı seviyordu. Sonsuz diye bir şey olsa işte burada sonsuza kadar kalmak isterdim.

Belçim usul usul sildi gözyaşlarımı, ''Artık kalbin hafifleyecek, hep bir yas kalacak içinde, ama alışacaksın.'' dedi güven veren bir sesle, ''Kızımız en mutlu olabileceği yerden bizi izliyor. Seni çok seviyor babası, hayran sana. O mutlu, sen de mutlu olacaksın.''

Yanağımı okşayan elini tuttum güç almak ister gibi, ''Belçim... Nasıl dayanacağım ben buna?''

''Ben yardım edeceğim sana.''

''Yanımda mısın?'' diye sordum avcunun içini öperek.

''Yanındayım.'' dedi sıkıca sarılarak. O gece yılların özlemiyle sarıldık, öpüştük, acı çektik... Kof olmaya koca bir adım daha attık.

 

Bölüm sonu derken hikayenin sonuna da geldik.

Finali yazmadığım için net bir şey söyleyemem ama çok az kaldı.

Sizlere sorum, nasıl bir sonu yakıştırıyorsunuz, sizce hangi sonu hak ediyorlar?

Gelecekte görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın.

 

Loading...
0%