@pekbiafiliyalnizli
|
⚫ Günümüz Yer Yüksekova, iki aydır sat dağlarının güneyindeyim. Saat beşe çeyrek var. Gözlerim ağrıyor, gram uyku uyumuyorum, nasır tutmuş elimin tek görevi tetiğe basmak. Ne mutluluk, ne huzur var içimde. Zorunluktan aldığım nefesler can damarımı delip geçerken; çektiğim o acıdan zevk almayı öğreneli beş yıl olmuştu. Hak edilmiş acılar insana zevk veriyordu. Kuruyan dudaklarımın arasındaki bitik sigarayı yine aynı kayanın üstüne basarak söndürdüm. Saniyesi geçmeden yenisini ateşledim. Dört adım solumda birbiriyle şakalaşan ekip arkadaşlarımın sohbeti geliyordu kulağıma, susmuyorlar geceden beri. Bu kadar konuşacak neyi olur ki insanın diye düşünüyordum bazen. Benim konuşacak tek kelimem yokken susmuyor adamlar. ''Talih?'' ''Emredin komiserim?'' diyerek geldi yanıma. Yirmilerindeydi daha, ilk görev yeri Hakkari diye Talih demiştik lakabına. Nasıl umutlu geleceğe dair, ilk maaşıyla annesine bilezik alacağından bahsediyor. Diyemiyorum ki 'lan oğlum öleceksin, ne bileziği?' Çocuğun yüzüne bile bakmadan kendimi atmak istediğim dağ manzarasına çevirdim kafamı. İçtiğim sigaralar bu dağda en büyük eşlikçim, ''Sus,'' dedim sadece. Saatlerdir konuşmadığım için bunu söylemek bile zül gelmişti. Konuşmak hep zor geliyordu zaten. ''Anlaşıldı komiserim.'' Selam verip mevzisine döndü. Açmadı bir daha ağzını, sessizliğimi yine kazanmıştım. Saatler ilerlerken son sigaramı söndürdüm, yine o boşluğa attım izmariti. Kayalarda söndürdüğüm sigaralarının izmaritlerini bu dağı terk ederken temizleyecektim, aynı bu şehri pisliklerinden temizlediğim gibi. Keskin nişancı tüfeğimi kurarken Şef geldi yanıma, ''Bu açıyı beğenmedim, yukarıya çık biraz.'' ''Siktir git sen çık, açı benim açım.'' ''Şefinim lan ben senin!'' Tüfeğin dürbününü ayarlarken şefime baktım. Sermet otuz beşlerinde tek işi çoluğa çocuğa artistlik olan vasıfsızın tekiydi. Son operasyonuydu. Üst üste yönettiği başarısız operasyonların ardından ipini çekeceklerdi. Bunu şimdilik bilmiyordu. ''Çömezlere yap artistliğini, geçtim ben o dönemi.'' ''Ulan dua et işime yarıyorsun, dua et şu hayattaki tek vasfın nişancılığın diğer türlü yakmıştım çıranı.'' ''Mevzi al gebereceksin, kanın bana sıçrayacak bir de üniforma yıkattırma bana.'' ''Puşt herif!'' ''Siktir lan!'' Herkes mevzi almış avını bekliyordu. Kulaklığıma gelen telsiz seslerini susturmak için iç kulaklığımı çıkardım. Bu yaptığım çok geçmeden fark edilmişti. ''Ulan bir varalım karakola o kulaklığı zarının içine dikeceğim duydun mu lan beni!'' Ağzıma attığım kürdanla oynarken Sermet'in sesine küfür edip serçe parmağımla kulağımı kaşıdım, ''Ayık olun lan gelen var.'' ''Toplansınlar, kaçmalarına fırsat vermeden indiriyoruz. Anlaşıldı mı?'' Diğerleri onaylarken ilk kurşunu sıktım. Sermet'in adımı bağırıp ettiği küfürleri susturan kurşun sesleri oldu. Çömez bir polisken bile ıskalamadığım kurşunların aradan geçen beş yılda daha da sağlamlaşmıştı. Polislik yapamadığım, hatta yaşamadığım 11 ayın ardından mesleğim sarılabileceğim tek varlığım olmuştu. Hayatımdaki tek anlamlı şeydi üzerimdeki üniforma, onun haricinde kof bir adamdım. Yarım saattir çatışıyorduk. Benlik bir sıkıntı yoktu da timin çömezleri ayak bağı oluyordu, ''Talih, kafanı yerine sok gelip ben sokacağım şimdi!'' ''Mermim azaldı komiserim!'' ''Kayaya ver sırtını, kal orada. Çıtını çıkarma, hatta nefes de alma lan!'' ''Emredersiniz!'' Çatışmanın ardından yaptığım ilk şey özenle tüfeğimi toplamak oldu. Ardından da Talih'in yakasına sarılıp mevzi aldığı kayaya fırlatmak, ''Bir daha kendini hedef yaparsan gebertirim seni, anladın mı lan!'' ''Anladım komiserim!'' ''Siktir git şimdi!'' ''Emredersiniz.'' Öfkeyle burnumu çektim, sabah soğuğu genzimi yakmıştı. Cebimdeki sigaraya davrandığım sırada Efe geldi yanıma. Yıllardır da yanımdaydı. Fırtına sayesinde tanışmıştık ama Fırtına gibi yalan olmamıştık. 'Lan oğlum zordayım.' demem yetiyordu, devamında söyleyeceğim her şeyi göze alır, ne dersem yapardı. Hastanede yatarken kalkmama yardım etmek için uzattığı elini tuttuğum nadir kişilerdendi. ''Acıktım ben.'' ''Sigara iç, geçer.'' dedim başımdaki miğferi kolumun altına alarak. ''Sigara ağzında öleceksin.'' ''Fark etmez ağa, ölelim de yeter.'' ''Helikopter bizi almak için kalkmış.'' Kayalıkların ucuna yürümeye başladım, ''Gidiyor muyuz?'' ''Bir ay olacak, bıkmadın mı dağdan?'' Sigaramı içerken dağı seyrediyordum, güneşin doğuşunu, ötedeki kayalıkları... Şu dağa vur kendini deseler yapardım, ''Bıkmadım.'' ''Karakola dönünce yemeğe gidelim mi?'' ''Yok, işim var.'' ''Ne işin olur senin?'' ''Var işte Efe, uzatma.'' İşim, gücüm, aşım, kederim, çektiğim nefes bile oydu yıllardır. Her geçen gün daha iyi anlıyordum, hayatta bir kez hata yaptığınızda hayatınız da bitiyordu. İkinci şans, ihtimaller, umut kocaman bir yalandı. Hatalar yalan duygularda başlıyor, doğru olan her şeyi silip atıyordu. Beni de silmişti, doğru bir adam olmadığım için kırgın değildim. Hak etmiştim. ''Sermet müdüre şikayet edecek seni.'' Uzayan, birbirine giren sakallarımı kaşıdım, ''Umurumda mı Efe?'' ''Beni şahit yaz, saygısızlık etti falan derse reddederim.'' ''Şu herifin lafıyla sorguya çekilecek polis değilim.'' ''Keşke sen kadar güvensem polisliğime.'' ''Güvendiğimden değil, kaybedecek bir şeyim yok giderse rozet de gider, kim gitmedi zaten?'' ''Haybeye kaybetme mesleğini, kolay gelmedin bu günlere.'' ''Bu günlere geldiğim o yolu yokuşu sikeyim.'' ''Helikopter geliyor toparlan inişe geçer şimdi.'' Küllük saydığım kayalıklardan izmaritleri toplamaya başladım. Ekip de toplanmış hevesle helikopterin inişe geçmesini bekliyordu. Görevden geriye dönme hissi eskiden olsa mutlu ederdi beni, şimdi ise huzursuz ediyordu. Kalabalık karakoldan da, gereksiz insan sesinden de nefret eder olmuştum. Aynada her sabah karşılaştığım o yüzden de nefret eder olmuştum. Hayattan nefret eder olmuştum. Helikopter uygun alana iniş yapmıştı. Sayımın ardından herkes tek tek geçti helikoptere. Kayalıklara bakarak son kez bir sigara yaktım. Sene bitmeden bir kez daha gelecektim bu kayalıklara, ya görev için ya da kendimi atmak için. ''Davetiye mi bekliyorsun komiserim?'' Helikopterden inip karşıma dikilen Sermet'e hiçbir şey söylemeden sigaramı işaret ettim. ''Siktirme sigaranı, geç şu helikoptere. Bırakır giderim lan!'' ''İşime gelir.'' ''Delirtme beni! Bir aydır on sayfa şikayet yazdım adına, dönelim müdüre ilk onları vereceğim. Sabır bırakmadın lan adamda!'' ''Lan biraz az konuş.'' Ben helikoptere binerken arkamdan konuşmaya devam etmişti. Her zamanki yerime oturdum, timdekiler döndüklerinde neler yapacaklarını konuşurken ben sadece yapacaklarımdan ne hissedeceğimi düşünüyordum. Bu hislerin bedenimde yaratacağı zararı, içimde meydana gelecek yıkıntıları. Bunlar aklıma geldiğinde gülümsedim, berbat günler önümde diziliydi. Hak ettiğim de buydu. Günler sonra görev yaptığımız polis özel harekat merkezine gelmiştik. Gün daha aymamıştı. Sıralı sualin ardından istirahat emri ile dağıldık. Ev tutanlar evlerine giderken ben tek kişilik odamın yolunu tuttum. ''Günaydın, nihayet geldiniz.'' Beni karşılayan tek kişiye baktım. Bizim ekipten bir kızdı bu, adını hep unutuyordum. ''Öyle oldu.'' ''Yorgun görünüyorsun.'' ''Öyleyim.'' Odama seri adımlarla yürürken bana yetişmeye çalışıyordu, ''Kuzgun!'' Kuzgun... O gece beni benzettiği kuzgundan almıştım adımı. Kimse onun gibi seslenemiyordu bana, kulağımda çınlıyordu Kuzgun deyişi. Adımlarımı durdurdum sıkıntı ile, ''Ne?'' Karşıma geçti, elinde sıkıp durduğu beresi buruşmuştu, ''Operasyonu kutlayacaktık akşam, katılırsın değil mi?'' ''Katılmam.'' ''Neden hep uzaksın ekipten? Silah arkadaşıyız biz, bu yaptığını kişisel algılayacağım.'' ''Sizlik mesele yok kızım, hadi iyi kutlamalar sana.'' ''Senden başka biri bana kızım dese yumruğu gömerdim suratına.'' ''Eee?'' ''Anlamıyorsun değil mi?'' ''Eyvallah.'' diyerek sözünün devamını kestim ve odama girip kapıyı yüzüne kapattım. Banyo yaptıktan sonra temiz temiz geçtim Halil ağabeyin karşısına. Odamdaki duvarda asılı duran fotoğrafının tozunu alıp tekrar astım karşıma, yıllardır değişmezimdi bu adamla dertleşmek. ''Selamünaleyküm Halil ağabey, ben geldim. Tek parçayım ha, valla yırttık yine kefeni. Şükretmiyorum buna, keşke ölebilsem diye çıkıyorum her operasyona, en büyük şahidimsin.'' İç çekerek baktım yüzüne, ''Yıllardır bana benden yakınsın, dile gelsen bana bir şey söylesen ne iyi olurdu. Yolumu kaybettim, bulasım da yok sen bilirsin. Lime limeyim yıllardır, parçalandım, bölündüm. Bunların hepsini de hak ettim.'' Halil ağabeyin gözlerine bakmaya çok alışmıştım, her iç döküşüme bir cevap verir gibi bakıyordu. Özlemden kafayı yediğim geceler, 'geçecek,' diyen de oydu, onu sokak sokak ararken, 'Bulacaksın bir gün.' diyen de. O günü bekliyordum özlemle. Dışarıya çıkıp insanlarla muhatap olmamak için konserve yiyeceklerle besleniyordum. Ne kadar az insan, o kadar huzurdu benim için. Konservenin boş kutusunu çöpe atıp ayaklandım. Yanıma uçları kopmaya yaklaşmış spor çantamı alarak odamdan ayrıldım. Uğradığım yerlerden birisi de spor odasıydı. Ağzıma bir sigara koyup özel harekat binasına bitişik spor salonuna adımladım. Beni görenler hakkımda konuşmaya başlamıştı bile. Aynı yıllar önceki gibi. Ama şimdi ne kadar ezik olduğumu değil de ne kadar yabani, arıza, manyak bir adam olduğumdan bahsediyorlardı. Değişmiştim, olumsuz anlamda olsa da değişmiştim. Spor salonuna kendimi kapatıp aylardır uzak olduğum sporuma başladım. İnsanoğlu zihnini bir şeyle oyalamayı öğrenmezse kafayı yerdi, belki de çoktan yemiştim ama yine de ayakta kalmaya çalışıyordum. Kulaklığımda çalan şarkıların hepsi ona dairdi, şu an nefes alıyor olmam bile ona dairdi. Her şarkıda, her türküde onu buluyordum. Gözümü kapattığımda, açtığımda hep onu görüyordum. Saatlerce kaldığım spor odasından herkes uykudayken ayrıldım. Spor çantamı omzuma atıp bir sigara yaktım. Özel harekatın bahçesinde sigara keyfi yaparken gecenin karanlığına sırtımı vermiştim. Yine o adını bilmediğim ekip arkadaşım geldi yanıma. ''Spor yapıyorsun ama sigara düşmüyor dudaklarından.'' Konuşmadan içmeye devam ettim. O ise ekibe dair bir şeyler anlatmaya başladı. Onu götürmediğimiz için ne kadar kırgın olduğunu, bugün neler yaptıklarını, ekiptekilerin arkamdan neler dediklerini... Benim iyi birisi olduğumu söyleyene kadar bir anlamı vardı anlattıklarının. O cümlesinden sonra anlattıkları zerre kadar umurumda olmamıştı. ''Müdür yarın sabah seni sorguya alacakmış, savunmanı hazırla derim.'' Saçlarındaki tokayı çıkartmıştı, görüş alanıma giren saçlarından anlamıştım bunu. Gerçekten bu kızın yüzüne doğru dürüst ne zaman baktığımı bilmiyordum bile. Belki de hiç bakmamıştım. Dakikalardır karşılıksız anlattıkları atık sinirlendirmişti onu. ''Kuzgun, tek bir şey soracağım.'' dedi sabırla, sor der gibi salladım sigaramı tuttuğum elimi, ''Taş mısın sen bana?'' ''Belki.'' dedim yüzüne bakmadan. ''Aylardır tanıyorum seni, bir kere bile adam gibi konuşmadın benimle. Şu ekipte seni gerçekten sayan ikinci kişiyim. Bu mu değerim, bu mu aldığım karşılık?'' Biten sigaramın izmaritini avcuna bıraktım, ''Benden alabileceğin tek karşılık bu kızım, var git yoluna.'' Odama adımladım, arkamdan küfrediyordu yüksek ihtimal. Etsin, ona göre hak ediyordum. Varsın nefret etsin, aramızda başka duyguya yer yoktu. Millet akşam yemeğini yemişti, kimisi en mantıklı olanı yapıp tuttukları evlerine gitmişti. Kimisi yeni tanıştığı sevgilisiyle buluşmak için çıkmıştı, kimisi de kafeteryada kahve sigara yapıyordu. Bense hiçbirisi değildim. Özel harekatın arka bahçesinde sol omzumu ağaca vermiş son okuduğu kitabı okuyorum. Kaçıncı okuyuşum bilmiyordum ama okuyorum işte. Altını çizdiği yerleri özellikle okuyorum, elinin değdiği yerlerde, gözünün değdiği yerlerde gezinmek bile canımı acıtıyordu. ''Komiserim!'' Kitabın arasına işaret parmağımı koyup kapatarak polise döndüm, ''Ne var lan?'' ''Ziyaretçiniz var.'' ''Kaç yıldır buradayız lan biz seninle?'' ''İki oldu komutanım.'' ''Ne zaman ziyaretçiyle görüştüm de şimdi görüşeceğim?'' ''Israr etti komiserim, bilemedim.'' ''Benden izinsiz padişahın oğlu da olsa içeriye alırsan başına gelecekleri biliyorsun.'' ''Kim diye sormadınız bile komiserim.'' ''Bana ne oğlum kim? Geri gönder, karşıma çıkarma, hadi git şimdi.'' ''Emredesiniz komiserim.'' Memurun yanımdan ayrılması üzerine nizamiyeyi görebileceğim bir yere geçtim. Çok uzaktan da olsa kimin geldiğini gördüm, bu kez gelen Demir'di. Sırrımı ilk onunla paylaşmıştım. Vicdan azabından ölürken yatağımdan kalkıp onun yanına gitmiştim, bir çare bul diye yalvardığım adam bana hesap sormuştu. Dünyadaki herkese karşı adaletli olmak mıydı iyi insan olmak, yakınım uzağım demeden herkese doğru davranmak mıydı? Daha yakın biri olsa, mesela kardeşin olsa onun acısını duyduktan sonra yine adalet, hak diyebilir miydi insan? Demir demişti. O günden sonra anlamıştım ki bu adamın bakışına göre babası da aynı adaleti hak ediyordu, hiç tanımadığı adamın teki de. Çok düşünmüştüm, eğer zorda kalan ben değil de Atlas olsaydı, ya da Yaz. Onlara da bana davrandığı gibi mi davranırdı? Beni diğerlerinden daha az sevdiği için mi hiç anlamak istemeden suçlamıştı. Bilmem, Demir'i ya da diğerlerini sorgulayacak kadar ak hissetmiyorum kendimi. Bakmayan ben ailenin en karasıydım. Kendi ellerimle karaya boyadığım hayatımda anlamsız mevsimler geçiyordu. Onsuz beş yıl geçirmiştim, sadece dört yılını yaşadığımı hatırladığım. Bana sorsanız bir saniyesini bile yaşamamıştım. Onsuz hayatım alt üst olmuştu. Mutlu olmam için dünyadaki tüm olasılıklar artık yoktu. Mutsuzluktan ölmeyi yanıma bırakmış gitmişti. Gittiği yola onu ben ittiğim için kızamıyordum da, sadece keşke diyordum kendime, keşke böyle olmasaydı lan. Sen kötü bir adam değildin, neden yaptın? Sevmek her şeyi beyaza çeker sandım, aşk için yapılan yanlışlar can acıtmaz sandım, hayatımda ilk defa bencil oldum, orada da yere çakıldım. Geçirdiğim her saniye, her dakika, her saat bu düşüncelerle boğuşuyordum. Neredeydi şimdi? Nasıldı? Kim vardı yanında? Mutlu muydu? Ne iş yapıyordu? Diş hekimliği okumuş muydu? Sevmiş miydi mesleğini? Var mıydı yanında birileri? Kimsesizim derdi hep, ben kimsesi olmuştum onun, şimdi kimdi kimsesi? Forması nasıl yakışmıştır benim sevgilime, ne de güzel bir diş hekimi olmuştur. Işıldıyordur gözleri, hastane koridorlarında savuruyordur kıvırcık saçlarını, mutludur yaşadığı hayattan. Beni iltihaplı yara gibi kesip atmıştır, unutmuştur Dinçer kim, benim hayatımı nasıl mahvetti, nasıl aldı ağabeyimi elimden, gözlerinin içine baka baka ne yalanlar sustuğumu unutmuştur... Unutmuştur, değil mi? Beni unutup mutlu olmasını çok istiyordum, zor olmuştu bu düşünceyi kabul etmek ama kabullenmiştim çoktan. Beni kazımışsa hayatından ve mutluysa, mutlu olurdum. Ben ölene dek unutamayacaktım onu. Benim yüzümden mahvolan evliliğimizi, ona yaşattığım hayal kırıklığını, yaptığım adiliği unutmayacaktım. En çok aşkını söküp atamayacaktım kalbimden. Atmayacaktım da, çok aşıktım ben o kıza, çok başka seviyordum, çok başka yerdeydi benim için, çok başka yakmıştım canını. Düşünce denizinde boğulurken bahçe birden kalabalıklaştı. Herkesi sima olarak bilsem de kimseyle tek kelime ettiğim yoktu. Onlara göre yabaninin teki olmak eskiden üzerdi beni, şimdiyse bu yabaniliğimden dolayı kimse yaklaşamıyordu yanıma, bu iyiydi işte. Kendi kurduğum o yalnızlıkta yaşayıp gidecektim. Bir fazlasını hak etmiyordum. ''Ziyaretçin olay çıkarmış.'' diyerek Efe geldi yanıma. Tabii ki olay çıkartacaktı, Demir kimseye yanlış yapmadığını düşünürdü, ona da saygısızca davranılması delirtirdi onu. Hak etmiyorum ben bunu derdi, bilirdim onu. Demir'i çok iyi tanıdığım için neye delirir en iyi ben biliyordum. ''Normal.'' ''Adam koskoca cumhuriyet savcısıymış Kuzgun!'' ''Bilgi için eyvallah.'' ''Kimleri kimleri kapıdan çevirdin, hala geliyor adamlar.'' ''Onlar da beni çevirdi,'' dedim sigaramı yakmadan hemen önce, ''şimdi beni anlıyorlardır.'' ''Kuzgun, özlemiyor musun lan?'' Sigaramı ateşlerken öfkeyle baktım Efe'ye ''Sana ne Efe, lan git işine gece gece sikme kafamı.'' ''Özlüyorum desen daha az anlardım özlediğini.'' ''Boş konuşma Efe.'' ''Ailen onlar senin, canın, kanın. Değer mi lan bir kız için düştüğün hallere? Kız seni unutmuştur, aldığı parayla yaşıyordur hayatını.'' Yakasına yapışıp arkadaki duvara ittim, etrafımıza toplanan polisleri umursamayacak kadar öfkeliydim, ''Bir daha bu konu hakkında ağzını açmayacaksın, bin kere uyardım seni! Zor zamanımda yanımdaydın diye zaafımı ağzına sakız edemezsin. Kalbini kırar atarım Efe!'' ''Tamam, çek elini kolunu. Müdür çıkacak bir yerden.'' Yakasını bıraktım, polisler Efe'nin başına toplanırken bahçeden ayrıldım. Dağlık alana kurulan merkezin dağlarında dolanıyordum. Telefonum çalmaya başladı, görmezden gelemeyeceğim birisi arıyordu. ''Efendim amca.'' ''Nasılsın evlat?'' ''İyiyim bir sıkıntı yok.'' ''Annenlerle konuştun mu?'' ''Görevdeyken konuştuk, merak etme.'' ''Hafta sonu geliyorlar yanına.'' Özlemiştim ikisini de. Ne kadar kırgın olsak da birbirimize, vazgeçemiyorduk. Babamı amcama yaptıklarından vurmuş olsam da bir gün karşılık vermemişti bana, anneme 'ben senin oğlunum, askerin değilim!' diye diklendiğim zamanlar yaşamıştık. Onlar beni yargılamıştı, çoğu zaman acımasız olmuştu annem, 'Ben olsam beterini yapardım sana.' bile demişti hatta. Bir süre sonra yaşanan tüm tartışmalar özlemin yükünde kayboluyordu. ''Özledim.'' ''Onlar da seni.'' ''Amca, Demir'le görüşmedim, kızma bana.'' ''O Demir'le arandaki muhabbet, benim kızmaya hakkım yok. Kardeşin o senin, sonsuza kadar kaçacak değilsin.'' ''Bir insan sonsuza kadar kaçabilir mi amca?'' ''İsterse kaçar,'' diyordu amcam, ''Kaçmaktan kolay ne var lan?'' ''Amca, biliyor musun yerini?'' ''Dinç sus.'' ''Amca...'' ''Her arayışımda bir iz bulmaya çalışma. O konuyla alakalı benden bir şey duyamazsın. Sen benim evladımsın, kıyamam sana, ama kimseye de kıydırmam. Söz verdik, seninle bu konu hakkında konuşmayacaktık.'' ''Başka bir konum mu var amca benim? Yatıyorum o, kalkıyorum o.'' ''Başa çıkmayı öğrenecektin, böyle anlaştık seninle.'' ''Sen Serkan amcadan haber almadığın günler alışabildin mi amca?'' ''Serkan başka.'' dedi konuyu kapatır gibi, ''Yarın geleyim mi yanına? Konuşalım biraz.'' ''Yok amca, iyiyim ben. Kusura bakma, sen daha güçlü yapıyorsun beni. Sağ ol.'' Ali amcamla aramız hep iyiydi. Onun gidişini izleyenlerden değildi, o sıralar ülkede bile değildi. Eğer olsa da diğerleri gibi vedalaşmazdı, biliyordum. Bu süreçte beni anlar gibiydi, konuşmaları da davranışları da bana güç vermişti. Bazen suratıma çakmıştı yumruğu, bazen sarılmıştı, bazen rakı masasından yaka paça kaldırmıştı, cumaya götürmüştü. Benim için uğraşmıştı. Gökyüzüne çevirdim kafamı, bir yıldız kaysa da dileğim o olsa diye geçirdim içimden. Ne yıldız vardı, ne de benim dileğim kabul olurdu. Efe geldi yanıma, Nereye gitsem beni bulduğu gibi şimdi de bulmuştu. ''Birader kusura bakma,'' dedi, ''Haddimi aştım ama senin iyiliğin içindi.'' Bundan emin olmasan yakınımda barındırmazdım bu adamı, uzun dilini kesmek istiyordum bazen, ''Bakacağım kusuru biliyorsun, bir daha yapma, kötü olacak.'' ''Tamam hadi uzatmayalım.'' diyerek yanıma oturdu, ''Yarın gece rakı masası kurduruyorum, sen ben ve dertlerimiz, var mısın?'' ''Bakarız.'' ''Bak tatlım.'' ''Tatlım deme lan bana!'' ''Şekerim nasıl?'' ''Onu hiç deme.'' Yanağımdan makas alacakken eline vurdum. ''Git zıbar yarın hesap vereceksin, yalan söylerken destekli salla bana da haber ver ağzımız bir olsun.'' ''Müftü torunuyum diye geziniyorsun ortada, benden çok yalan konuşuyorsun lan.'' ''Müftü olan dedemdi, bana ne oğlum.'' İyi geceler dileyip uzaklaştı. Rahatça sohbet edebildiğim tek adamdı Efe, kahrımı çekiyordu, bir zaman sonra o da bıkıp gidecekti nasılsa. Onun ardından bende çok durmadım. Odama girdim, yatağın altındaki valizden temiz bir şeyler aldım. Kapı kolu bozuk banyoya girdim. Üzerimdeki tişörtü çıkartıp yarısını kırdığım aynaya baktım. Yaralar, izler, kesikler hepsine alışmış gözüm, gördüğümde yadırgamıyordum. Tek alışamadığım kalbime yakın kurşun yarasıydı. Benden gittiği gece açılmıştı bu yara, sanki o sıkmıştı kurşunu. Kalbime yakın yerden vurmuştu beni kurşunla. Kalbimden vurmuştu tek bakışıyla. Sıcak akıyordu gözyaşım, derecesini ölçecek kadar alışmıştım acıyla ağlamaya. Keşke demeye, kendime bela okumaya, günlük rutinim buydu. Duş alıp altıma bir eşofman giydim. Tek elimi başımın altına aldım, görevdeyken doğru dürüst uyuyamadığım için uykuya ihtiyacım vardı. Uyku diye yatıp kabuslarla uyanacak olsam da denedim. Onsuz bir gün daha bitmişti, onsuz her gün bitmeye devam ediyordum. Umarım bir yerlerde iyisindir sevgilim, senin iyi olmana çok ihtiyacım var. ⚫ ''Sen koskoca özel harekatı çocuk oyuncağı mı sanıyorsun!'' ''Hayır müdürüm.'' ''Ne oğlum o zaman! Derdin ne senin?'' ''Derdim yok, işimi yapıyorum.'' ''Sürekli sorun çıkartıyormuşsun.'' ''Sorun var ki çıkartıyorum.'' ''Dik dik konuşma benimle!'' ''Cezam neyse yaz müdürüm, tim bekler.'' ''Ulan sendeki göz şu harekatta kimde var, görmeden hislerinle kurşun sıkmış adamsın sen. Bu kadar başarılıyken ne diye saçma sapan şeylerle harcıyorsun polisliğini?'' Sabahın körünce keyif sigarasını bile içmeden beni odasına emreden müdürüm bu kez diğerlerinden daha kızgındı. Umursamadan sakince cevap veriyordum sorularına. Bir an önce bu odadan çıkıp bir sigara yakmak istiyordum. ''Mutsuzsun, yalnızsın, sinirlisin! Sabrın yok hiçbir şeye, bir polis sabırlı olmak zorundadır! Bir derdin varsa söyle çare arayalım, bu harekatın evladısın sen de, uğraşalım senin için. Adam gibi soruyorum sana Dinçer Demirsoy, derdin ne?'' ''Derdimin devasını bulamazsınız müdürüm. Cezam nedir?'' ''Çık dışarı!'' ''Emredersiniz.'' Arkamdan kapıya doğru bir sürü şey fırlatmıştı, benden nasıl kurtulacağına dair öneriler arıyordu. Yakında bulacaktı da, yeni sürgünüm neresi olacaktı acaba? Timin odasına girip cam kenarına bir sandalye atarak sigaramı yaktım. Camekan odada sabahın köründe mesaiye başlayıp oradan oraya koşturan polisleri seyrederken kendi çömezliğim gelmişti aklıma. Ara ara o günler de çöküyordu üzerime, lan diyordum kendime, iyi dayanmışsın, aferin. Odaya birileri yaklaşınca sandalyemden kalkıp pencerenin önüne geçtim. Gülüşerek içeriye giren polisler beni gördüğünde sessizleşti. ''Günaydın komiserim.'' demelerine arkam dökük başımı sallayarak karşılık verdim. ''Yine bu oda duman altı olmuş.'' diye söylenen o kızdı, laf sokmak için yanıma kadar gelip benimle aynı pencereden bakmaya başladı, ''Komiserim sizin kapalı alanda sigara içenlere ceza yazma hükmünüz var, içme değil.'' ''Ne kadar cezası?'' diye sordum yüzüne bakmadan. ''360 civarı.'' ''Maaş günü hatırlat.'' ''Emredersiniz.'' dedi sinirle. Biten sigaramı camdan atacakken elimden aldı ve yanımdan uzaklaştı. Göğsünde yazan soyadından ismini hatırlamıştım, Begüm'dü adı. Sırtımı duvara yaslayıp timi inceledim. Begüm hemen bilgisayarını açmış dosya işlerini yapıyordu. Talih de rapor yazıyordu. Galip yağlı su böreğini masaya akıta akıta yiyordu, Efe sırıtarak biriyle mesajlaşıyordu. ''Çok baktın, sen de buyur komiser.'' Gözlerim Galip'i buldu. Bana eski bir arkadaşı hatırlatıyordu, ''İstemez.'' ''Hayır yani bakma o zaman komiser.'' Söylenerek Begüm'ün uzattığı peçeteyle ağzını sildi. Begüm de onu her zaman sakinleştirmeye çalışan bir kızdı. ''Niye sinirlendin sen şimdi abi ya?'' ''Adam yerine konulmamaya. Bir aydır yok ekiptekiler, bir geliyorlar biz hala dosya yapıyoruz anasını satayım. Yanımıza gelip nasılsın Galip demek bile yok, şef desen ayrı dert komiserimiz desen ayrı.'' ''Kes lan!'' bağırdığımda elindeki böreği masaya bırakıp karşıma dikildi. Begüm ve Efe hemen ayaklanıp aramıza girdi. ''Kuzgun sakın.'' diye uyarıyordu Efe. Boyu omzumda bittiğinden uyarısı da benim önüme geçmesi de yetersizdi. ''Ne o komiserim, çok mu haklıyım?'' ''Bana bak sığır herif, operasyondan muafsan bunu kendin ettin.'' ''Otuz yedi yaşında olmama rağmen, yirmilerinin sonundaki adama saygısızlık ettim diye mi?'' ''Yok, komiserine saygısızlık ettin diye.'' ''Komiser olamamamızı da vur yüzümüze, sağ ol.'' ''Siktirme bana hassasiyeti, benim seninle derdim yok.'' İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım, ''Bir daha ağzını bana açma, kırarım.'' Parmağıma dik dik baktı, Begüm konuştu telaşla, ''Galip ağabey, sakin ol. Rütbe esastır, sen memursun, Kuzgun senin üstün. Hata etme, uslu uslu konuşalım.'' ''Emredersiniz,'' dedi kafa tutar gibi, ''Komiserim.'' ''Siktir şimdi.'' Efe ve Begüm'ün iteklemesiyle karşımdan çekildi. Eskisi gibi sessiz sakin bir adam değildim. Gereğinden fazla asabi olduğum için aldığım cezalar zerre kadar umurumda olmamıştı. Özel harekatta kimseyle iyi geçinmek gibi bir derdim yoktu, düşmanım da çoktu. Tökezlediğim anda üstüme gidecek çok insan vardı, tökezlememeye çalışıyordum. Açığımı arıyorlardı, benim tek açığım oydu. Öğrendikleri an hiç acımayıp oradan vuracaklardı beni. Vurulmak bir kenara da onunla vurulmak öldürürdü beni. Resmi işlerimi bitirince bahçeye attım kendimi. Görünürde bir operasyon yoktu, sıkıtıyla demir banka oturdum. Telefonuma bildirimler geliyordu, tam da bu vakitler okurdum bizimkilerin mesajlarını. Yaz yine doğan güneşin fotoğrafını atmıştı bana, Atlas aile grubundaki herkesten bir şey istiyordu, Demir onu susturmaya çalışıyordu. Mustafa Kemal ağabey sınıfındaki çocuklarla fotoğrafını atmıştı, çocuklarım diye hitap ederdi hepsine, çok severlerdi öğretmenlerini. Halide yengemse gruptaki tüm gençlere şekerim diye hitap ediyordu. Bense tüm bu mesajları sadece okuyor ve iç çekiyordum. Kırgındım hepsine, kızgındım. Biraz da hak etmiyordum onları. Karışık duygularımın toplamında onları kendime yasaklamıştım. Beş yıl geçmişti üstünden, koskoca beş yıl. Bir yılını bedenen yaşamadığım beş yıl... Çok şey değişmişti görmeyeli, onlar değişmişti bana karşı. Adaletleri bir bana işliyordu sanki, bir bendim suçlu. Adam mı öldürdüm lan sanki? Öldürmüştüm değil mi? Karımın ağabeyinin kafasına sıkıp, kırkı çıkmadan kardeşiyle evlenmiştim, koynuma almıştım kızı. Ne adi adamdım lan ben, haklıydı ailem. Psikiyatriste gitsem yatış verecek durumda olan psikolojimin sorumlusu bendim. Bankta geriye yaslanıp bir sigara yaktım. Başımı yukarıya kaldırıp ağzımdan çıkan gri dumanları izledim boş bakışlarla. Dolaylı zayiat...Bekir Atalay dolaylı zayiattı. Sıradan bir vatandaş olsa yine atlatamazdım onu öldürmeyi. Sıradan bir vatandaş olmadığı için şimdi hiç atlatamıyordum. Ölüm gerçekten şu hayattaki en garip şeydi, sağ elime baktım acı bir gülümseme ile. Bekir'i öldürdüğüm elime... Katil olarak anıyordu beni, dava açması da bundandı. Ağabeyimin katili demişti, oysa değildim ki. Ben sadece polistim, Bekir de dolaylı zayiattı. Bunu kimse anlamazdı. Bunu sadece belinde silah taşıyanlar anlardı. Şimdi karşıma çıksa ne diyecektim? Karşımda olma düşüncesi bile içimde cehennem ateşine benzer bir yangın başlatmıştı. Beş yıldır saçının teli haricinde görmemiştim yüzünü. Haram gibi yaklaşamıyordum ona. Benden iyi kaçıyordu, yıllardır da çok iyi kaçmıştı. Koynumda ilk uyuduğu eve bile gitmiştim, Bekir'i öldürdüğüm o dağ başına da, Bulabilecekmişim gibi kuzey ışıklarına bile gitmiştim, araştırmadığım diş hekimliği fakültesi kalmamıştı, mesken tutmuştum ağabeyinin mezarını, gelmemişti. Benden gerçekten cehenneme kadar kaçacaktı. Eğer onu cehennemde bulacaksam oraya gitmeye bile razıydım. Onu bir kere görmek için şimdi tutardım cehennemin yolunu. Sıkıntıyla iç çekerken Begüm gelip yanıma oturdu. Başından beresini çıkartıp ortamıza koydu. ''Yarım bırakmışsın raporları komiserim, amir istemişti onları.'' ''Hallederim.'' dedim kısaca. ''Halledip teslim ettim.'' Anlamıyordu bu kız, ya da anlamak istemiyordu, ''Yap dedim mi sana?'' sert çıkmıştı sesim, ''Emir verdim mi?'' ''Kötü bir şey yapmadım.'' ''İyilik istedim mi?'' ''Kom-'' Yanından kalktım, arkam dönük konuştum, ''Emir vermediysem benim için bir şey yapma. İlk ve son uyarım. Kendine sahip çık Begüm Arıca.'' Arkamdan 'Emredersiniz.' demişti yalnızca. Şimdi boş bir oda arayıp ağlayacaktı, böyle böyle anlayacaktı. Anlamazsa anlatacaktım. Sakinliğine defalarca sövdüğüm gün Cengiz amirin beni odasına çağırması ile hareketlenmişti. Selam verdim, ''Emredin amirim.'' ''Gel Kuzgun gel.'' Sigarasını küllüğe bastırıp karşıma dikildi, ''Sermet bir süre dinlenecek, Pençe sana emanet bu süreçte.'' ''Amirim ben-'' ''Tamam anladım, uğraşmak istemiyorsun çocuklarla, ulan senin yerinde olmak için debelenen onca adam var sana mevki beğendiremiyoruz.'' ''Amirim ben gideyim, atışımı yapayım istiyorum, emir demir işleri benlik değil.'' ''Aslında tam senin gibi adamların mekanı özel harekat, bakma timdekilere en fazla iki seneye başka şubelere kaçacaklar, sen inindesin harekatın, gözün kara.'' ''Emredin amirim.'' demek düşüyordu bana. Omzumu sıvazladı, ''Hah şöyle ol aslanım.'' diyerek görevi anlatmaya başladı. Koordinatları ve tüm bilgileri aldım. ''Amirim sadece bu görev başlarında olurum, dahasını bekleme benden.'' ''Sen hele bu operasyonu hallet gel, güzel planlarım var senin için.'' ''Emredersiniz!'' Odasından çıktığım gibi Pençe'nin takıldığı odaya adımladım. İçeriden gelen gülüşme seslerine tepki olarak kapıya tekme attım, birkaçı ayaklanmış bana bakıyordu, ''Pençe hangarda ol, beş dakikan var!'' Görev emri ile hepsi ayaklanırken Begüm ve Galip sıkıntıyla yerlerine oturdular. Yine yok sayıldık muhabbetlerine başladıklarında başlarına dikildim. ''Çay da söyleyeyim mi lan size?'' Begüm ayağa dikilirken Galip bacak bacak üstüne atmış oturuyordu, ayağımda bacağını bacağının üstünden indirdim, ''Kalk lan! Operasyonda sizde varsınız. Geç kalırsanız armaya almam lan sizi!'' Galip ayağa dikildi birden, ''Kuzgun valla mı lan?'' diye sordu salak bir ifade ile. ''Valla,'' dedim sakince, ''Hadi hayırlı olsun.' Çok geçmeden Pençe olarak hangarda toplandık. Dolaplara yeni koyduğumuz operasyon teçhizatlarımızı çıkartmaya başladık. Benim en büyük ilgim Gökçemdeydi. Daha yeni özenle bakımını yapsam da yeniden hızla temizlemeye başladım keskin nişancı tüfeğimi. Bir şafak vakti kasaturamla gövdesine yazdığım baş harfleri okşadım usulca. B.D.G... Benim kaybettiğim ailem. Yitip gitmeden toparladım kendimi, ''Hızlanın lan! Düğüne gitmiyoruz!'' diye söylendim öfkeyle, ''Şarjörler kontrol edilsin, yedek mermiler yerlerine!'' ''Emredersiniz!'' ''Begüm çok açığa çıkmayacaksın şimdiden anlaşalım.'' diye uyarıyordu Galip. ''ilk operasyon heyecanı vardır sende bilirim ama dikkat et.'' ''Anlaştık ağabey ya, ilk operasyonda ölesim yok.'' Yaz olsa bu teklifin karşısında bir sövmediği kalırdı. Begüm'ü kamuflaj boyalarıyla yüzünü boyarken görünce aklıma Yaz gelmişti. Daha dün bana gelip 'Dinç abi Atlas'a sen daha yakışıklısın dedim diye yalancıları askere almıyorlarmış şimdi ağla dedi, doğru mu?' diyen kız bugün teğmendi. Begüm'le göz göze geldiğimizde başımı çevirdim. Sırt çantamı hazırlarken kendi aralarında konuşuyorlardı. ''Operasyon içeriğini bilen var mı?'' ''Kuzgun biliyordur.'' ''Söylemez o.'' ''Doğru bilgi.'' diyerek çantamın fermuarını çektim. Hazır olduğumuzda içeriye Cengiz amir girdi. ''Pençe timi!'' ''Burada!'' dedik aynı anda. ''İyi dinleyin soru sormak yasak! Doktorların olduğu otobüs kaçırılmış. Yüksek ihtimal tıbbı yarar sağlamak için kaçırmışlar, konumları bir doktorun sayesinde elimize geçti. Şimdi gidip o doktorların beyaz önlüğüne siyah bulaşmadan alıp getiriyorsunuz. Anlaşıldı mı?'' ''Anlaşıldı!'' ''Operasyon şefiniz Kuzgun.'' Tüm bakışlar beni bulduğunda başımı salladım, ''Emredersiniz.'' Amirin bana yetki vermesi üzerine timime döndüm, ''Pençe araç bin!'' Sırayla bizi bekleyen armaya adımlarken amir önüme geçti. ''Evladım bana bak senin lafına güvendim operasyona hem Begüm'ü hem de Galip'i yazdım, tek yanlışlarında sorumluluk senin. Ölmesin çocuklar ha.'' ''Operasyon benim operasyonumsa polisimi ben seçerim amirim. Bana güvenmeyin, onlara güvenin. Ölüm gelirse bana da gelir.'' ''İyi görevler!' Armaya yerleştik. Operasyon öncesi detayları geçtim hızla. Belirlenen konuma yaklaştığımızda buraya daha önce çok kez geldiğimi anladım. Avcumun içi gibi ezbere biliyordum buraları. İnmeye yakın hangi dizilimde ilerleyeceğimizi, kimin hangi pozisyonda duracağını anlattım. ''Bana bakın lan, sivillere zarar gelmeyecek. Doktorlara dikkat edeceksiniz. Benim emrim dışında kahramanlık yapmaya çalışanın beynine kasaturamı sokarım. Anlaşıldı mı Pençe?!'' ''Emredersiniz!'' Hızla armadan inip tempoda yürümeye başladık. Kurak bir dağ başındaydık. Bu memleketin her yeri kuraktı. Belli bir mesafe ile kurulmuş çadırları incelemeye başladım dürbünle. ''Soldan beşinci merkezi çadır, diğerleri fasa fiso. Doktorlara dair bir şey gören?'' ''Yok komiserim.'' ''Hareketlilik olana kadar bekleyeceğiz, doktorlara dair iz gören söylesin.'' ''Anlaşıldı. Çatışma için doğru zamanı beklerken yağmur yağmaya başladı. ''Kuzgun ıslanıyoruz.'' ''Şemsiye mi açayım lan! Tabii ıslanacaksınız!'' ''Dolu yağar bu gidişe.'' diye söylendi Galip. ''Galip ağabey ya cünüp mü çıktın operasyona? Sensiz her operasyon güllük güneşlikti.'' ''Abdesti Kuzgun hepimizin yerine almıştır, her operasyon şahadete bir adım diyen oydu.'' ''Şehadete bir adım daha yakınım, Allah nasip etsin.'' ''Amin!'' ''Allah korusun.'' diyen Begümdü. ''Durum bildirin.'' ''Talih, sorunsuz komutanım.'' ''Begüm, sorunsuz komutanım.'' Gözlem yapıyorduk, doktorların nerede toplandığını az çok çözmüştük. Ama henüz doğru zaman değildi. ''Kuzgun, emir yok mu?'' ''Bekleyeceksin, emir bu.'' ''Sana neden Kuzgun diyorlar?'' diye soran Begüm'dü. Gülümsedim acıyla, ''Öyle bakıyormuşum.'' ''Kim dedi?'' ''Gereksiz yere operasyon hattını meşgul etmeye devam edersen anlatırım.'' ''Emredersiniz.'' ''Efe, kuzey yönüne kilitlen.'' ''Anlaşıldı Kuzgun.'' Sağanak yağmurun altındaydık, her iklimde operasyona çıktığımdan bana koymazdı ama zorlananlar vardı. Yüzüme yağan yağmuru silip derin bir nefes aldım. Doğru zaman geldiğinde yanlış zaman da beraberinde gelmişti. Ben operasyonu başlatacakken kurşun sesleri duyuldu. ''Hassiktir!'' ''Bizden değil komiserim.'' ''Ne oluyor lan içeride!'' ''Pençe ateş!'' Çatışmaya başladık, dikkatle indiriyordum önem sırasına göre. Korkup kaçmaya çalışanları sadece yaralıyordum, diğerleri ise bir daha nefes alamayacaktı. ''Kuzgun! Doktorlar açık hedef!'' ''Görüşümde,'' sakince tüfeğimi ayarlamaya başladım, teröristin teki doktorlara bomba atacaktı, pimini çektiğinde patlamasına bir saniyeden az kala ateşledim. Bomba onda patlamıştı ve tek parçasını bile bulamayacaktık, çünkü aramayacaktık bile. Çatışma yavaş yavaş sonlanıyordu, tüfeğimi bırakmam gerekiyordu, ''Yarım saate alacağım seni buradan kızım, uslu dur.'' Baş harflerimizi kazıdığım yeri öptüm. Belimden silahımı alarak doğruldum. Etrafı dikkatle süzerek olay mahalline yaklaşıyordum. Ekip doktorlarla ilgilenirken benim aklım çadırdan çıkmayanlara takılmıştı. Dolu yağmaya başladığında ekibe seslendim, ''Doktorları güvenliğini sağladığımız çadırlara alın! Gerisi bende!'' ''Emredersiniz!'' Kontrol etmediğim tek bir çadır kalmıştı. Botlarımla su birikintilerini eze eze yürümeye devam ediyordum. Beyaz çadırın muşamba kapısını namlumun ucuyla araladığımda karşımda bir çift siyah göz gördüm. Dengemi kaybettim, kanım çekildi o an, bir ateş başladı içimde. Gül kokulu bir ateş... Beş yıl sonra karşımda olabilir miydi? Sol eli titredi birden, gözlerinde gördüğüm korkusuzluktan baktım kendi yansımama. Derin bir nefes aldım, hayalse birazdan yok olacaktı daha öncekiler gibi. Onu nişan aldığım silahımı sıkıca kavradım, tetikteki parmağımı biraz daha kaydırsam ateş edecektim, o an anladım gerçek olduğunu. Belçim beş yıl sonra forması ile karşımda duruyordu.
⚫ Nasıl buldunuz? Dinçer'i nasıl buldunuz? Belçim, forma? Belçim'in nasıl bir yol izlediğini gelecek bölüm onun ağzından öğreneceğiz. Sizce neler yaptı? Gelecek bölümde görüşmek üzere.
|
0% |