Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Yüksek Dağlar

@pekbiafiliyalnizli

5 Yıl önce Diyarbakır

''Fırtına! Selam dur!''

Şef'in emriyle hepimiz hazır ola geçtik. Herkes yaprak gibi titriyordu.

''Omzunda bordo bere değil mi lan?'' diye sordu Kâzım hevesle.

''Yanlış bir şey yapma Kasap, adam deli deli bakıyor.''

Haklılardı, keskindi bakışları.

''Feyyaz haklı,'' dedi Zümra, ''Herkes düzgün davransın.''

Kâzım kolumu dürttü, ''Duydun mu lan? Dikkatli ol. Koskoca bordo bereli duruyor karşında. Sen gerçi ne bileceksin anasını satayım.''

İmalı bir şekilde gülümsedim, '

''Susun lan!'' diye uyardı Şef, ''Albay geliyor.''

Gelip tam karşımızda durdu. Gerisinde iki subay daha vardı. Keskin bakışlarını hepimizin üzerinde tek tek dolaştırdı.

''Ben Ali Demirsoy, hoş geldin Fırtına. Seni bekliyordum.''

''Sağ ol!'' dedik aynı anda.

Ardından Şef'le selamlaştılar.

''Fırtına'yla biraz sohbet edelim diyorum Şef'im. Uygun mudur sana?''

Orhan şef konuştu hemen, ''Ne demek komutanım çocuklar çok heyecanlandılar zaten sizi gördüklerine. Ne yaparsanız yapın, eti sizin kemiği benim.''

''Bana etleri kemikleri değil, karakterleri lâzım.'' dedi amcam Kâzım'a dik dik bakarak.

Bir kez bile ona anlatmamama rağmen burada yaşadıklarımı bildiğini biliyordum. Annem, babam, amcamlar bizden habersiz olmazlardı. Görev yaptığımız yerdeki yemek menüsüne kadar her şeyi bilirlerdi.

''Yorgun musun Fırtına?'' diye sordu amcam.

Tek ses cevap verdik, ''Hayır komutanım!''

''Tabii yorgun olmayacaksınız, daha kaç yaşındasınız lan! Ne yorgunluğu.''

Amcamın tavrına dudaklarım kıvrıldığında Kâzım kolumu dürttü, ''Ne gülüyorsun gevşek herif. Adam ayağından asacak seni.''

Amcam çoktan duymuştu bu söylediğini, ''Bir şey mi dedin?''

Kâzım ondan uzun herkesin karşısında olduğu gibi diklendi, ''Arkadaşa sizin karşınızda daha dik durması gerektiğini öğretiyordum komutanım.''

Amcan bana baktı, ''Gayet dik duruyor, senin oradan mı yamuk göründü?''

''Evet komutanım!''

''Belki sen yamuksundur,'' dedi amcam bir elini Kâzım'ın omzuna koyarak, ''Belli mi olur?''

''Haklısınız komutanım.'' diye bağırdı Kâzım.

Biz erkek adamız, bizde yamuk olmak demeye cesaret edememişti tabii koskoca Albay karşısında.

''Gidin teçhizatlarınızı bırakın, sonra sohbet ederiz.''

''Emredersiniz komutanım!''

Amcamın emriyle karakolun hangarına adımlarken bana güven verici şekilde göz kırptı. Amcamın konuşmadan bile insana verdiği güven bir başkaydı.

Timle beraber bizimkine kıyasla küçük olan hangara eşyalarımızı bıraktık. Kâzım kaskını çıkarttıktan sonra hemen söylenmeye başladı.

''Kurt varmış gibi bir duramadın yerinde, rezil ettin koca albaya bizi.''

Elimdeki silahı dolaba koyarken Kâzım'a yandan bir bakış attım, ''Çarmıha ger istersen.''

''İki dakika dik duramadın adam bana bulaştı.''

''Hak etmişsindir belki Kâzımcığım.'' diye söylendi Efe.

''Kazımcığım ne lan? Düzgün konuş.''

İsyan etti Efe, ''Bir adam nasıl her şeye karşı olabilir ulan?''

''Çek şu siktiğim kaskını öte koy.'' diyerek kaskımı itti Kâzım.

Kaskımı ittiği yere koydum,

''Ağzından bir kere düzgün şey çıkmaz mı senin?''

''Sana çıkmaz.''

''Çok üzüldüm.''

''Üzüleceğine rütbelilerin karşısında nasıl davranacağını öğren.''

''Abart amına koyayım.'' diye küfretti Efe, ''Ne yaptı lan adam?''

''Efe siktirme bana sesini.''

''Albayın yanında ağzından küfür kaçır da adam götünden kan alsın.''

Kâzım, Efe'ye vurmak için hamle yaptığında Efe arkama saklandı. Kâzım'sa ben engeline takıldıktan sonra Efe'yi boş verip bana ters bir bakış attıktan sonra uzaklaştı.

Teçhizatlarımızı bıraktıktan sonra üzerimizi düzeltirken amcamın askerlerinden Ferit geldi yanımıza.

''Albayım seni emretti.''

''Sırada güldün diye çağırıyor, bir dayak ye de gel.'' diye söylendi Kâzım.

''Belki sarılmak için çağırıyordur Kâzım.''

''Tabii birader tabii.''

Hangardan çıktıktan sonra Ferit'le sarıldık, ''İyi gördüm seni.''

''Sen de iyi görünüyorsun, yaramış amcamın yanında olmak.''

''Ali albay bir askerin en büyük şansıdır.''

Ferit'le beraber karakol binasına girdik. Amcamın odasına girip kapıyı kapattıktan sonra selam verdim.

Amcam karşımda durdu, birkaç saniye ciddiyetle izledi beni. Ardından ensemden tutup kendine çekerek sarıldı, ''Oğlum benim.''

Ben de sarıldım hemen, çok özlemiştim amcamı, ''Güzel sürprizdi amca.''

Saçlarımı karıştırdı, ''Suna baskın yapmadan bir buralara bakayım dedim.''

Annem baskın yaparsa fena yapardı, ''Hoş geldin amca.''

''Hoş mu bulduk, nahoş mu göreceğiz Dinçer.''

''Amca timdekiler bilmesinler ne olursun.''

''Bakarız.'' dedi amcam kararsızca.

Beni kolunun altına çekti, ''Ulan kocaman adamlar oldunuz hepiniz, şu boylara bak.''

''Yengemden öğrendiğimiz basketbol sayesinde.''

''Karım güzel basketbol oynar.'' dedi amcam karısını överek, ''Potayı bulamaz ama zaten öyle tercih eder.''

Yengem basket atamayınca zaten atmak istememiştim ki deyip gülümserdi.

Amcam elini uzatıp saçlarımı düzeltti, ''Sana bir sürü şey gönderdiler.''

''Gerek yoktu amca, sağ olsunlar.''

''Konu sizseniz gerek vardır Dinçer.''

''Babam turşu da gönderdi mi?''

''Geçen yıl kurdukları turşuları gönderdiler.''

Beş yaşında bir çocuk gibi heyecanla açmaya başladım paketleri. Sevdiğim her şey vardı. Sevdiğimi unuttuğum şeyleri bile ailem unutmamıştı.

''Bir çay söyleyeyim de ye kurabiyeleri.''

''Timdekiler bekler amca.''

''Daha çok beklerler.''

Amcamla beraber karşılıklı oturduk. Ben annemlerin gönderdiklerini yerken amcam da çay içiyordu.

''Öğle yemeği yemedin mi oğlum sen?''

''Fırsat olmadı.''

İmâlı bir şekilde başını salladı amcam, ''Ben de zamanında Halide'yi görmek için öğün atlardım.''

''Öyle bir şey değil benimki amca.''

''Öyle olduğunu söylemedim ki oğlum, niye alındın?''

Başımı eğip ağzıma bir kurabiye attım.

Sohbet ede ede annemlerin gönderdiklerini yemiştim. Çayımın son yudumunu içtikten sonra amcamla beraber askeriyenin bahçesine çıktık. Tentenin altında usul usul yağan yağmurun sesini omuz omuza vermiş dinliyorduk.

''Anlat bakalım,'' dedi amcam, ''Nasıl gidiyor polis özel harekat?''

''Bir şekilde gidiyor amca.''

Sıkkındı amcamın sesi, ''Ne şekilde olduğu çok önemli Dinçer.''

''Pek parlak bir başlangıç yapamadık amca.''

''Farkındayım. Gözlerin parlıyordu seni uçağa bindirdiğimde. Şimdi gözlerinde fer bile yok.'' dedi isyan eder gibi.

''Halil ağabeyden sonra geldim diye bazı sorunlar çıktı aramızda.''

Çehresini dikti, ''Allah rahmet eylesin şehidimize.''

''Amin.''

''Ne gibi sorunlar?'' diye sormaya devam etti.

Başımı salladım boş ver der gibi, ''Uzun hikaye amca.''

''Kısa hikâyelere alışık değilim zaten, anlat oğlum.''

''Atlatılacak bir şey yok amca. Kabullenemediler işte, Halil ağabeyin yerini aldım diye öfkeliler bana.''

''Öfkeden fazlasını da biliyorum Dinçer, sen anlatmak istemesen de anlıyorum ben.''

''Kolay değildir onlar için de.''

''Senin için kolay mıydı oğlum?'' diye sordu amcam öfkeyle, ''Haberi aldığında yanında ben vardım. Sen benim omzuma ağlamadın mı oğlum?''

Elini omzuma koydu, ''Bu böyledir Dinçer, şehitlerimizin yerine yeni kişiler atanır, güle oynaya gelmez. Hayat devam etmek zorundadır, o silahın arkasına biri geçer. O tetikte hep bir el olur.''

''Şehit olana haksızlık değil mi amca?''

''Değil oğlum, tem tersine mutluluk. Vatan için şehit olmuşsun ama senden sonra kimse durulmamış, mücadeleye devam etmiş. Sahipsiz kalmamış yatağın, silahın. Sahipsiz kalmamış uğuruna şehit düştüğün vatanın.''

''Fırtına böyle düşünmüyor amca.''

''O zaman fırtına değiller, kuru bir yaz rüzgârından öte de değiller.''

''En yakın arkadaşlarını kaybetmişler, acıları var.''

''İçlerinden birini bile bana savunma çocuk, her şeyi biliyorum.''

Öfkeliydi amcam. Elinde büyüdüğü çocuğa yapılan haksızlığa öfkeliydi.

''Herkes acı çekiyor bu hayatta. Şehit acısı ne çok iyi bilirim. Acı çekmek bile bir karakter göstergesidir Dinçer. Şehidin yası öyle tutulmaz. 23 yaşındaki gencecik bir polise, özel harekatı zindan ederek mi anıyorlar lan Halil'i?''

Sessizdim amcamın sözleri karşısında, o yeterince öfkeliydi. Ne desem bir kıvılcım çıkacaktı. Dengesiz bir adam değildi amcam ama gözlerindeki öfke beni susturmuştu.

''Halil ağabey derken sesi titreyen bir çocuksun sen, bunu da mı görememişler?''

Görmek istememişlerdi. Artık benim göstermek gibi bir amacım da yoktu.

Akşam yemeğinden sonra diskoda toplandık hepimiz. Bu amcamın emriydi. Onu beklerken herkes stres içindeydi, ben ise içlerinde en rahatlarıydım.

''Adamda tam hiç evlenmemiş asker tipi var.'' dedi Kâzım imalı bir sesle, ''Ondan bu kadar dinç duruyordur belki.''

Zümra ters bir bakış attı, ''Merak etme sen de hiç evlenemezsin ama albay kadar dinç olur musun bilmem. Alkolden göbek bağlarsın gibime geliyor.''

''Rakı erkek adamın suyudur.'' dedi Kâzım ağırlıkla.

''Bunu duyan H₂O şaşkın Kâzım ağabey, sana itiraz ediyorlar.'' dedi Feyyaz alayla.

''Ben sana itiraz edeceğim Feyyaz.'' diye hırladı Kâzım.

''Sustum ağabey.''

''Kâzım ağabey haklı ama bekârdır garanti.'' dedi Efe.

Zümra da katıldı onlara, ''Yüzük dikkatimi çekmedi bence de bekâr.''

''Bence evli,'' dedim. Halide yengem olsa böyle yapmamı isterdi, ''Güzeller güzeli bir karısı, iki de çocuğu vardır hatta.''

Kâzım alayla sırıttı, ''Bir kere doğru analiz yapsam şaşardım Çömez oğlan.''

''Güzel müzel deme lan evliyse duyar falan. Bordo bereliden dayak yersen iki yıl dünyayı tersten görürsün.''

Bu konuda haklıydı sertti amcamın eli.

''Albay karizmatik adammış.'' dedi Efe.

Kâzım sinirle konuştu,''Gay mısın lan?''

''Erkek adam gay olmaz değil mi Kâzım ağabey?''

''Tövbe tövbe.'' diyerek başını yana attı Kâzım.

''Erkek adamın erkek sevgilisi olur demeyecek misin Kâzım ağabey?''

Kâzım onunla dalga geçen Efe ve Feyyaz'ın enselerini sıkarken onlar gırgır yapmaya devam ediyorlardı. Kâzım'la bu kadar yıldır nasıl geçinebildiklerini anlamıştım.

O sırada yanımıza şef geldi Üniformasının cebinden çıkardığı tarakla yeni boyadığı siyah saçlarını geriye tararken etrafımızda stresle dönüyordu.

''Ulan adam koskoca albay, sözlerinize dikkat edin. Lakayt bit tavır görürsem imanıma bitiririm sizi.''

''Tamam şef,'' dedi Zümra, ''Ciddi oluruz.''

''Özellikle sen Kâzım.''

''Niye özellikle ben ağabey? Çömez'e söylesene. Bordo berelinin anlamını bilmiyordur bire bu çocuk.''

''Adamın ağzı var dili yok, sessizce durur bir köşede. Sen kendine hâkim ol.''

''Şef bana söyleme, Çömez'e söyle. Adamın karşısında sırıttı.''

''Sen de ekip arkadaşını hemen bana şikayet ettin.''

Amcam bir hayalet gibi dikilmişti karşımıza. İyi bir askerdi o, geldiğini belli etmeyecek kadar da ıssız.

Hepimiz anında ayağa fırlamıştık. Amcam tüm ağırlığıyla yanımıza gelip karşımızdaki sandalyeye oturdu. Gerisinde iki tane subay bekliyordu. Önce onlara döndü.

''Oturun çocuklar.''

İki yanına askerler de oturduktan sonra bizi bir el hareketiyle oturttu. Gözleri üzerimizde geziniyordu. Hafif çattığı kaşlarıyla inceliyordu bizi. Bu bakışına ben alışık olsam da diğerleri geriliyordu. Amcam asker üniformasının içinde başka bir adam olurdu.

''Yaş ortalaması kaç bu ekibin Orhan?''

''Hesaplamıştık da unuttuk komutanım.''

''Yaşlarınızı söyleyin bana.''

Sağ baştan Zümra, Efe, Feyyaz ve Kâzım konuştu. Sona ben kaldım.

''29, 30, 31, 29, 23.''

''Kaç ortalaması, hesaplayabilen var mı?''

Kimseden ses çıkmayınca ben konuştum, ''28 komutanım.''

''28 ne?'' diye sordu amcam hesap sorar gibi.

''28,4 komutanım.''

Başını salladı amcam.

Yanlış söylediğimi düşünerek hışımla araya girdi Kâzım, ''Siz çömezin kusuruna bakmayın komutanım, daha yeni geldi ekibe.''

''Kusurluk bir şey yapmadı ki bakayım.''

''Yanlış cevap verdi diye şey ettim ben.''

''Yanlışsa ben düzeltirdim.''

''Emredersiniz komutanım.''

''Ne kadar oldu ekibe geleli?'' diye sordu amcam bana bakarak.

Benim dilim yokmuş gibi Feyyaz cevapladı amcamı, ''Bir aydan fazla oldu komutanım.''

''Bizde yeni gelene en fazla iki hafta çömez denir. Siz yıllanmasını mı bekliyorsunuz?''

''Daha genç diye şey ediyoruz komutanım biz.''

''Fark ettim onu Kasap.''

Kâzım heyecanlandı, ''Lakabımı bilmeniz gururlandırdı beni komutanım.''

''Bilinmeyecek adam değilsin Kâzım, kulağıma geliyor icraatların.''

Kâzım gururla kaldırdı başını. Hayrandı bu adam bordo berelilere. İyi ki annem gelmemiş, kıskanırdım.

''Operasyonu Ankara'dan takip edeceğim, gözüm üzerinizde olacak. Her detayı biliyorum.''

Kâzım hevesle sordu, ''Sizin tarafınızdan izlenmek gurur komutanım.''

''İzlerken aynı gururu yaşat bana Kâzım.''

''Emredersiniz komutanım.''

''Zümra komiserim anlatsın biraz, nasıl gidiyor özel harekat komiserim.''

Zümra omuzlarını dikleştirdi, ''Karmaşık gidiyor komutanım, her zamanki gibi hareketli.''

''Özel harekat sessiz çekilmez, ses iyidir.''

''Komutanım, bir şey sorabilir miyim?'' dedi Efe merakla.

Amcam başını salladı, ''Sor.''

''Hangi takımlısınız?''

''Hangi takımlı gibi duruyorum oğlum?''

Efe kendinden emin sırıttı, ''Galatasaray komutanım.''

Pek haz etmezdi Galatasaray'dan ve koyu Beşiktaşlıydı. Amcam yanındaki askere döndü, ''Hatırlat bu çocuğu bana.''

''Emredersiniz komutanım.''

Herkes amcama bir şeyler soruyordu. Amcam kimisine cevap verip hoşuna gitmeyen sorulara dik dik bakıyordu. Sohbetin ortasında telefonu çaldı.

''Karım arıyor, çıt çıkmasın.''

Emri üzerine hepimiz sessizleştik. Amcamın bekâr olduğunu düşünenler yanılmış ve şaşırmıştı.

''Efendim güzelim...'' diyerek cevaplandırdığı telefonunda kısa bir görüşme yaptıktan sonra telefonu kapayıp bize döndü.

Yengem ne dediyse memnun bir ifade vardı amcamın yüzünde. Aslında bir şey demiş olmasa bile amcam karısının sesini duyunca mutlu olurdu. Çok aşıklardı birbirlerine.

''Kaç yıllık ekipsiniz siz?''

''En eskimiz sekiz komutanım.''

''En yeniniz de Dinçer.''

''Evet komutanım.'' dedi Kâzım.

Dik dik konuştu amcam, ''Sen misin Dinçer?''

''Hayır komutanım.''

''O zaman Dinçer konuşsun.''

Kâzım, amcamın otoriter sesiyle sessizleşirken ben konuştum.

''Yeniyim henüz komutanım.''

''Akademiden mezun olduktan sonra ilk ekip zordur. Nasıl anlaşabildin mi ekibinle? İyi karşıladılar mı seni?''

Bir sessizlik oluştu. Herkes susmuştu, bakışları beni bulduğunda Kâzım hariç herkesin mahcup olduğunu gördüm. Konuşan da o oldu.

''Bir şehit verdik komutanım biz. Onun yerine geldi arkadaş, ne kadar anlaşabilirsek artık.''

''Başımız sağ olsun. Şehitlerin yeri fiziksel olarak çabuk dolar. Çünkü bir amaca hizmet eder polisler askerler. Bunu kaç yıllık polis olarak anlayamadın mı sen?''

Başı düşmüştü Kâzım'ın, ''Orası öyle de komutanım, doğru dürüst yasını bile tutamadık Halil'in.''

''Tutsaydın, engel olan mı vardı sana?''

''Kolay mı komutanım?''

Amcam bana çevirdi başını. Önündeki çayı uzattı, ''Demli bir çay getir bana, şekersiz.''

''Emredersiniz komutanım.''

Çay bardağını alarak çıktım, hızlıca doldurup geriye geldiğimde odanın içindeki yüksek ses amcama aitti. Tabii ki beni çay için göndermemişti.

''Hayatta hiçbir şey kolay değildir Fırtına!'' diye bağırıyordu amcam.

''Şehit vermenin ne olduğunu çok iyi bilirim. Hiçbir şehidimin acısını bir başkasından çıkarmadım ben. Siz daha yirmi üç yaşındaki ekip arkadaşınızdan bunun hıncımı mı çıkardınız lan!''

Kimseden çıt çıkmıyordu, dışarıya gelen tek ses amcamın gür sesiydi.

''Siz ne sanıyorsunuz lan polisliği? Özel Harekat sizin at koşturacağınız bir yer mi? Burada hiçbiriniz olmadığı gibi Dinçer de sahipsiz değil. Ne âlâ lan! En yakın arkadaşım şehit olsun, ben efendi gibi acımı yaşamak yerine bunun hıncını yeni mezun bir polisten çıkartayım! Bana bakın sizin o beyninizi sökerim. Duydunuz mu lan beni!''

Amcamın diskoyu inleten sesi her saniyede daha da artarken yanında duran askerlerden Ferit yanıma geldi, ''Çıkalım biz kardeşim.''

''Dinleseydim Ferit.''

''Gerisini duyma gel benimle.''

Ferit'le beraber dışarıya çıktık. Merak ediyordum içerideki kargaşayı.

''Amcama karşı çıkan oldu mu Ferit?''

Alayla güldü, ''Kim karşılık verebilir Ali albaya?''

''Haklısın.''

Düşünceli bir halde önüme döndüm. İçeride kargaşa bitene kadar buradaydım anlaşılan. Ferit içeriye sokmuyordu beni.

''Annem nasıl?''

''İyi, merak etme Ankara'da her şey yolunda.''

''Bende hiçbir şey yolunda değil.''

''Dinçer, sadece yeğeni olduğun için yapmıyor bunu, kaç yıldır postasıyım Ali albayın. Bunun gibi kaç ekibe gürledi. Sen amcanı benden daha iyi tanıyorsundur.''

''Amcam adaletli adamdır, yapması gerekeni yapar.''

''Aynen öyle, kendimden çok güvenirim ben Ali albaya.''

Ben de çok güvenirdim amcama, o bir şey yapıyorsa boş yere yapmazdı. Hak edene hak ettiği gibi davranmayı en iyi o bilirdi.

Amcamın çağrısıyla içeriye giden Ferit ıslık çalarak yanıma geldi, ''Albayım seni bekliyor.''

''Timdekiler nasıl?''

''Bir beton geçti üzerlerinden, nasıl olsunlar.''

Amcamın odasına adımlarken timi de merak ediyordum. Kapıyı çalıp içeriye girdiğimde amcam çok sakin görünüyordu.

''Otur karşıma.''

İkiletmeden karşısına geçtim.

''Gereken konuşmayı gerektiği şekilde yaptım. Bu timde bir daha art niyetli tek bir sorun yaşarsan seni söker alırım içlerinden.''

''Belki bundan sonra her şey iyi olur.''

''Sorun onlardı, onlar düzelecek. Polissiniz lan siz, elbette bir sürü sorun çıkacak aranızda, amirler üşüşecek kafanıza, dosya fırlatacaklar yüzünüze, hakaret eder gibi emir verecekler. Özel harekat kırmızı kaydıraklı park değil. Ama bir daha benim ülkemin polisime zorbalık yapıldığını görürsem yakarım hepsini Dinçer. Daha önce yaktıklarım gibi.''

''Biliyorum amca.''

''Annenin hakkıdır deyip onu gönderirim buraya. Bu kez ben halledeyim diye zar zor tuttuğum anneni tutmam Dinçer. Suna sever had bildirmeyi, çok da iyi bildirir.''

''Annem üzülüyor mu amca?''

''Oğlu dimdik duruyor, ne üzülecek? Öfkeli sadece. Suna'nın öfkesiyle karşı karşıya kalanı da Allah kurtarsın.''

''Ben ilk başlarda takılsam da artık umursamıyorum amca.''

''Sen de hata yapmayacaksın. Yapmazsın bilirim, ben senin içini bilirim oğlum. Kendini düşüneceksin, çalışacaksın, çabalayacaksın, tekte atacaksın o kurşunları. Üzerindeki üniformayı daha çok hak etmek için çalışacaksın.''

''Okula girdiğim ilk gün verdiğim sözde duruyorum ben amca.''

Amcam kolunu omzuma koyup kendine çekerek sarıldı, ''Sen çok güzel bir çocuktun Dinçer, şimdi de çakı gibi bir özel harekat polisisin. Dahası da olacaksın, biliyorum. Biz hep senin arkandayız, sen bizim canım evladımızsın.''

Amcamın yanından ayrıldıktan sonra Şef'in toplanma isteği üzerine toplandık. Yarınki rotamız hakkında bir saat süren toplantının ardından dağıldık. Operasyon hakkında konuşa konuşa bahçeye çıktığımızda timdekilerin bakışları farklıydı. Kâzım hiç bakmamıştı yüzüme.

Herkes bir sigara yakarken Efe paketi bana da uzatmıştı. Dumanın içinde kala kala doyuyordum sigaraya, canım çekse de reddettim. Amcamın odasının penceresinden bizi izlediğini biliyordum. İstemezdi sigara içmemizi.

Saat on ikiyi geçmiş, gökteki ayı izlerken gönlüme bir gül kokusu düşmüştü. Belçim bugün beni aramamıştı. Niye aramamıştı? Hani arayacaktı? Bir şey mi olmuştu? İyi miydi şimdi? Aklına gelmiş miydim? Geldiysem neden aramamıştı?

Mesaj atsa mıydım? Rahatsız olabilirdi. Kalabalık bir ailede yaşıyordu, evin erkekleri bu mesajı görürse zor durumda kalır diye endişe ediyordum. İlk aramayı o yapsın ben onu hep arardım. Olmadı mesajlaşırdık. Atlas'ın herkese otomatik olarak attığı kandil mesajlarından atmazdım ona, özel olarak kutlardım her gününü.

Özle gün demişken Efe'ye döndüm. Diğerleri konuşurken o sessizce sigara içerek dinliyordu. Kolumu omzuna koyup kısık bir sesle konuştum.

''Doğum günün kutlu olsun.''

Şaşkınca bana döndüğünde gülüyordu, ''Sen nereden biliyorsun?''

''Kimliğini görmüştüm geçen gün.''

Sevinçle bana sarıldığında karşılık verdim, ''Sağ Dinçer, eyvallah.''

''Hayırdır?'' diye atıldı Kâzım, ''Neyi kutluyoruz?''

''Yeni başlayan dostlukları.'' dedi Efe sigarasını içerken.

Hatırlamamalarına bozulmuştu. Hem nasıl arkadaştı lan bunlar? İnsan hatırlamaz mıydı arkadaşının doğum gününü. Belçim'in doğum günü neydi? Bilmiyordum, nasıl arkadaştım ben? En kısa zamanda soracaktım.

''Dinçer sen de gelir misin?''

Dalmış Belçim'i düşünürken Kâzım'ın sözüyle onlara döndüm, ''Nereye?''

''Hep gittiğimiz bir meyhane var, gelir misin. Rakı balık falan?''

Zoraki arkadaşlık teklifleri çok yapay duruyordu onun üzerinde, ''Rakı sevmem, size afiyet olsun.''

''Biracı tipi var ama sende.'' diye konuştu Feyyaz.

''Alkolle aram yok.''

''Derdi olanın alkolle arası olur.'' diye konuştu 21. yüzyıl filozofu.

Feyyaz uzun uzun düşündü bu sözü, ardından ''Kâzım ağabey bazen kafa sikiyormuşsun gibime geliyor.'' dedi.

Kâzım, Feyyaz'ın ensesine vurunca arkama saklandı. Kâzım benimle karşı karşıya kaldığında ilk defa ters bir bakış atmadı.

''Adamın arkasına saklanıp durmayın, asabımı bozmayın beni.''

''Dinçer'i ezip geçemiyorsun Kâzım ağabey, surların arkasına mı saklanalım.''

''Ben sana nereye saklanman gerektiğini gösteririm Feyyaz.''

''Kâzım'ın meyhane dediğine bakma,'' dedi Zümra, 'Bir lokantaya gideriz hep beraber, yeni bir başlangıç yaparız belki.''

İteklemekle de olsa vardım bu yeni başlangıca, ''Şu operasyon bitsin bakarız komiserim.''

Yarım saat kadar içine beni de çektikleri keyifli bir sohbet ettik. İlk defa yanlarında onları uzaktan izleyen adam değildim. Garip ama iyi bir histi.

Uyumak için bize verilen koğuşa geçtik. Efe ve ben tek kalıyorduk koğuşta başka da kimse yoktu. Diğer yatakta izne ayrılan askerlerin olduğu için bomboştu.

Yatağa girip yorganı üzerime çektim. Telefonum elimde siyah ekranla bakışıyordum. Bu kız beni niye aramamıştı?

''Dolunay senin burcunda, şanslı dönemindesin. Birazdan arama ihtimali yüksek.''

Başımı çevirip karşımdaki yatakta telefonuyla ilgilenen Efe'ye döndüm.

''Gerçek mi bu astroloji işleri?''

''İnanıyorsan her şey gerçek.''

''Arayacak mı sence?''

''Aramazsa gel beni s-''

''Lan siz küfürsüz konuşamıyor musunuz?''

''Alışkanlık birader.''

Önüme dönüp telefona bakmaya devam ettim. Aradan geçen on dakikada da aramamıştı. Saat iyice ilerlerken umudumu kesip telefonu yastığın altına koydum. Kollarımı başımın altına alıp tavanı izlemeye başladım.

''Dinçer.''

''Efendim.''

''Arayacak.''

''Aramadı.''

''Arayacak.''

''Umarım...''

Uykuya teslim olmaya başladığım sırada telefonumun melodisi koğuşu doldurdu. Yastığın altındaki telefonu elime aldım. Ekranda bilmediğim bir numara vardı. Efe de benimle beraber kalkmıştı.

''Hadi bana müsaade.'' Üst ranzadan atlayarak inip sigarasını alarak uzaklaştı. Gidişinin ardından telefonu açtım.

''Efendim?''

Birkaç saniye ses gelmedi, bir nefes sesi duyuyordum sadece. Atlas'ın beni işletmeleri geldi aklıma.

''Siktir git Atlas!''

Telefonu kapatacakken yumuşak bir ses çalındı kulağıma, ''Atlas değilim.'' diyen ses Belçim'e aitti.

Ulan Atlas başıma iş açıyorsun. ''Kusura bakma Belçim, yanlışlık oldu.''

''Nasılsın?''

Sırtımı duvara yasladım, ''İyiyim, sen nasılsın?''

''İyiyim, damdayım şimdi. Tarhana seriyorum.''

''Kolay gelsin, tarhanayı sen mi yaptın?'' Neden saçma sapan şeyler soruyorum ben bu kıza?

''Evet ben yaptım.''

''Seni alan yaşadı.''

''Sen al yaşa.''

Yüzümdeki gülümseme donarken o hızlıca cevap verdi.

''Şaka yaptım, ninem hep öyle der.''

''Adı Hayriye mi ninenin?''

''Hayır Döne, niye öyle söyledin?''

''Hiç, öyle aklıma geldi.''

''Sen ara deyince arayayım dedim. Aslında ilk günden rahatsız etmek istemezdim ama Pamuk ısrar etti.''

Kaşlarımı kaldırdım, ''Pamuk mu ısrar etti?''

''Evet, niye inanmıyor gibi tonluyorsun?''

''İnanmıyorum çünkü.''

''Allah Allah, ben mi sesini duymak için aradım yani? Sen ne demeye çalışıyorsun?''

''Niye aramayasın?''

''Niye arayayım?''

''Belçim şu an konuşuyoruz farkında mısın?''

''Ban sadece seninle konuşmuyorum, tarhana seriyorum.''

''Ben sadece seninle konuşuyorum.''

''İyi.'' dedi memnun bir sesle.

''Hoşuna gitti bakıyorum.''

''Hoşum yol geçen hanı benim.''

''Yolcusu olurum.''

''Yolsuz kalma da.''

''Yolsuz bırakan utansın.''

Gülümsediğini duyduğumda ben de gülümsedim.

Belçim'in sesini duymayı beklerken farklı bir ses işittim.

''Belçim!'' diye bağırıyordu gerisindeki ses, ''Döşekleri sersene!''

Sesindeki öfke hoşuma gitmemişti, ''Bir dakika amca, geliyorum.'' dedi Belçim telefonu uzaklaştırarak, sesi kısık gelmişti.

Belçim'in sesini duyana kadar hiç konuşmadım. Onun sesini ise birkaç dakika sonra anca duymuştum.

''Benim kapatmam gerekiyor, dikkat et kendine.''

''Bir sorun mu var?''

''H- hayır. İyi geceler.''

''İyi geceler.''

''Dinçer, ben seni aramadan lütfen beni arama, mesaj da atma. Olur mu?''

''Olur, merak etme.''

Düşük sesini topladı hemen, gülümsedi, ''Pamuk'a bir şey söylemek ister misin? iletirim.''

''Pamuk'a de ki; Hep yanında olmak istiyorum, şimdiden özledim seni. Dönüşümü bekle, çünkü ben seni görmek için günleri saymaya başladım bile.''

''Peki, iletirim Pamuk'a.''

''Kıvrılan dudaklarını hayal ediyorum şimdi, çok tatlısı görünüyorsun.''

''Hayalinde öyle.''

''Gerçeğini görmek için ışınlanmayı bulasım var.''

Gülümsedi, ''Sen dünyanın akışını değiştirmeden kapatalım, iyi geceler. Sağlam gittin, sağlam gel.''

''İyi geceler.''

Telefonu kulağımdan çektiğimde Efe hızla girdi içeriye. Dudaklarımdaki gülümsemeyi toparladım hızla.

''Ulan ben 'Şimdi belini kavrıyorum.' şeklinde şeyler duyarım diye kaçtım, kıza tarhana sormak ne anasını satayım?''

''Ergen miyim lan ben? Doğru konuş. Dinlemişsin bir de utanmadan söylüyorsun.''

''Ben hâlâ yapıyorum lan.''

''Arkadaşımla konuştum, saçma sapan yerlere çekme.''

''Valla ben de Kâzım ağabeye zaten hep çok tatlısın derim.''

''Her şeyi dinlemişsin. Ayıp lan.''

''Ayıbı siz yaparsınız diye bekledim, olmadı.''

''Zıbar Efe, yoksa doğum gününe mor yüzle gireceksin.''

''Tamam uyuduk.''

Kolumu başımın altına alıp düşünmeye başladım. Özel olarak onu düşünmek istemediğim anlarda bile o aklımda vardı. Aklım onda kalmıştı. Baskıcı bir ailesi vardı anlaşılan. Emir verilerek yaşanan bir evde kim mutlu olabilirdi? Belçim mutlu muydu orada?

İçimden bir ses Belçim'in içinde çok büyük bit mutsuzluğunun yattığını söylüyordu. Bu düşünceler iyice huzursuz etmişti beni. Onu kendi inandığım o aileden kopartıp almak istiyordum.

Hayat bilinmezliklerle doluydu, şimdi bunları isterken belki de gelecekte ona en büyük darbeyi ben vuracaktım. Ya aşık olup mutlu olacaktık, ya da iki yabancı.

 

Loading...
0%