Yeni Üyelik
10.
Bölüm

-10. Bölüm-Kifayetsiz Kelimeler-

@persephone

ebedi uyku mırıldanırdı ninni, sessiz sessiz işlerdi beynime. ezilirdi ruhlar, kırılırdı kalpler, yok edilirdi gururlar. peki insanlık neydi aslında gerçeklik sadece bedenimi içerirdi var olan evrende

görünmez miydi çırpınan bedenler, halbuki çırpınanda insandı, çırpınanı görmeyen de insan. sanki duymamaya ve görmemeye ant içmişler gibi adeta

ses duyurmak gerekirdi bazen. bize lal olan dilleri sökmek, kör olan gözleri açmak gerekirdi.

düşünceler yargılar insanı, cümleler ise verir idamını

ey sağır ve kör olan insanlar. açın gözlerinizi, kulaklarınızı eğer kapalı tutmaya devam ederseniz insanlığın acizliği içinde kaybolursunuz

 

yavaşça gözlerimi araladığımda, arafta kalan ve iki yoldan sadece birini seçmeye çalışan biri gibi hissetmiştim. baygın gözlerimle etrafa bakınmaya başladığımda, herkes birbirine sarılıp kahkaha atıyordu. tekrar tavana baktığımda, hastanenin loş aydınlatması karşıladı mavi gözlerimi. uyandığıma ilk defa pişmandım. ölmekten deli gibi korkan kız, şimdi ölüme bir adım daha atamadığı için üzgündü, "kavuşacağız anne" dedim fısıldayarak boğazım kurumuştu adeta

kapı aniden açıldığında, gözlerim kapıya yöneldi. savaş gelmişti. gözlerinin altında mor halkalar vardı, tükenmiş gibi omuzları çökük üstü başı dağınıktı

"Rivam, şükürler olsun Allahım" dedi. o sırada gözünden bir yaş düştü.

"savaş" dedim kalkmaya çalışarak. canım acısa da çabalamıştım. yanıma geldiğinde ellerimi tuttu yavaşça, sanki kırılmak üzere olan bir cama dokunur gibiydi dokunuşu. "gerçekten uyandın mı" dedi inanamıyormuş gibi. gözlerimi odadakilere çevirdim. Nilay, Deniz, Agah bey, İştar hanım, yeşim, Ferit ve Zeynep vardı ve hepsi dolu gözlerle bakıyordu. bir dakika ben Ferit ve Zeynep mi dedim.

"Ferit, Zeynep.. siz.. ne zaman geldiniz" .dedim şaşırarak "ben ne zamandır bu haldeyim en son vurulduğumu hatırlıyorum"

savaş yatağa oturarak alnımı öptü "rivam, güzelim benim" dedi üzüntüyle başımı beklentiyle sallarken konuşmaya devam etti "1 haftadır komadasın" dediğinde şaşkınlıkla etrafa bakınmaya başladım. "ne" dedim fısıldayarak. ayağa kalkmaya çalıştığımda zorlanmaya başlamıştım. "acele etme güzelim, yavaş yavaş kalkacaksın şimdi uzan" dedi savaş. ve ardından bakışlarım Zeynep'e döndü. dolu gözleriyle bana bakıyordu "Zeynep, hoş geldin canım arkadaşım" dedim ve kollarımı açtım. Zeynep koşarak yanıma geldiğinde sıkı sıkı sarıldı "yavaş olun" dedi savaş endişeli sesiyle. "ne yani ben arkadaşın değil miyim konuşmuyorum seninle Riva" dedi deniz çatık kaşlarıyla.

"saçmalama deniz, gel buraya" dedim ona dönerek, gülümsemeye çalışsam da içimden gelmiyordu gülmek istemiyordum. yaşadıklarımı bedenime ağır gelirken, ruhum can çekişme evresindeydi.

denizle sarıldığımızda, doktor odaya girdi. "Riva hanımı muayene etmem gerekiyor müsaadenizle" kontrol ederken çıkardığı sonuçları anlatmaya başladı "Riva hanımın tetkikleri sağlıklı lakin bir haftalık bir fizik tedavi görmesi uygun olur" dedi. savaş doktora dönerek "ben fizik tedavi işi ile ilgileneceğim ama eşimi eve götürüp orada istirahat etmesi daha uygun olur" diyerek savaş son noktayı koydu.

Zeynep dolaptan eşyalarımı çıkarıp valize dizerken bana bakarak gülümseyip göz yaşı döküyordu. savaş ise arkamdaki yastığı düzeltmekle meşguldü. ama odadaki eksiklik kalbimi kül edercesine kor alev düşürdü içime. benim tarafımdan bir tek Zeynep vardı burada. babam yoktu yanımda, annem yoktu...

içimdeki yalnızlık hissi büyürken, bir damla yaş düştü yanağıma. ben ne yapmıştım ki benden bu kadar nefret etmelerine sebep olacak kadar, daraldı nefesim, kesildi soluğum, şu yaşadığım zamana kadar canımı en çok acıtan yalnızlık olmuştu. oysaki ben yalnızlıktan çok korkardım.

12 sene önce

yatağımda dönerken, yorganı kafama kadar çekip cenin pozisyonu aldım. şiddetli gök gürültüsü vardı dışarıda, annem olsaydı şimdiye gelmişti yanıma. annem öleli 1 sene olmuştu 11 yaşımda olmama rağmen çok korkuyordum gök gürültüsünden. yataktan kalkmaya yeltendiğimde şimşek çaktı ve odanın içi aydınlandı. yavaş adımlarla korka korka çıktım odadan, babamın odasına ilerlediğimde, korktuğum halde tıkladım kapıyı.

"baba, çok korkuyorum yanında yatabilir miyim"

"korkacak bir şey yok, git odana ve uyu Riva" dedi ters bir bakış atarak

içimdeki nefret korkumun önüne geçmeyi başarmıştı. ben hiçbir zaman düşündüklerimi içime atan bir çocuk değildim, olamayacaktım da ben annemin kızıydım.

"inşallah ölürsün baba, keşke annem yerine sen ölseydin. en azından bu kadar üzülmezdim, sen dünya üzerinde bana verilmiş, İNSAN KILIKLI BİR ŞEYTANSIN, NEFRET EDİYORUM SENDEN"

dediklerimin üzerine yataktan kalktı, ve beni kolumdan tutup sürükleyerek alt kata indiriyordu "bırak kolumu" dedim sert bir ses tonuyla. sahiden 11 yaşındaki bir kız çocuğunun sesi ne kadar sert çıkabilirdi.

bodrum kata indiğimizde karanlık koridoru yürüdük uzunca rutubetli duvarların yanı sıra şiddetli rüzgar uğultusu ve gök gürültüsü arkadaşlık ediyordu adeta.

koridorun sonuna geldiğimizde köşedeki odanın kapısı araladı, küçük bedenimi fırlatırcasına attı yere.

" burada kal aklın başına gelsin, belki elindekilerin kıymetini bilirsin" dedi ve benden iğrenircesine bakış attı.

kare şeklinde camı olan odanın içini sadece bulutların arkasında kalan sisli ay ışığı aydınlatabiliyordu, yağdı yağmur benim için ağlarmış gibi. çıkıp kapıyı kilitledikten sonra uzaklaştı adım sesleri. yalnızlık tekrar titretti bedenimi. bana sarılan eller kendiellerimden başkası değildi.

duvarın en köşesine oturdum. "hani kız çocukları sırtlarını babasına yaslardı, ben neden duvara yaslıyorum sırtımı anne" dedim isyan eden sesime göz yaşlarım eşlik etmişti.

"neden bıraktın beni anne neden, bak canım yanıyor. hani sen ağlamama kıyamaz gelirdin nerede olursan olsun. öyle demiştin bana, sen gelemiyorsan söyle annem ben gelirim yanına, şimdi neden gelmiyorsun bak, ben sen yokken her gün ağladım ama gelmedin anne"

kapanan gözlerime rağmen, isyan eder gibi aktı gözyaşlarım. titriyordu vücudum. sertçe vurdu yağmur damlaları cama, esen rüzgarın fısıltısı karıştı ahenkle. toprak kabardı kabul etti yağmuru içine. bataklıkta battı ruhlar tek bir cümle ile kesildi yaşam nefesleri.

şimdiki zaman

içimdeki çocuk, 11 yaşındaki Riva ağlıyordu zihnimin içinde, onun gözyaşlarına eşlik etti göz yaşlarım. o sırada savaşın bakışları bana kaydı

"Riva'm ne oldu güzelim, iyi misin, ağrın mı var?" dedi kaşlarını çatarak.

tebessüm ettim ona karşı, ama ölü birinin tebessümünü andırırdı benimki. savaş endişelenmeye başlayan yüz ifadesi ile bakmaya başladı

"Riva korkutma beni güzelim hadi söyle ne oldu yavrum" dedi. o konuştukça gözlerim daha fazla yanmaya başladı. zor tuttuğum göz yaşlarım konuşursam sel gibi akardı. savaşın sesiyle herkesin bakışları bana döndü. içimdeki acının haddi hesabı yoktu.

Zeynep ve deniz endişeli bir halde yanıma çöktüler ellerimi tutarken. korkuları yüzlerinden okunuyordu

"güzelim, Riva bana bak lütfen" dedi Zeynep benden tepki beklermiş gibi. gözlerimi savaştan ayıramıyordum, biliyordum onun suçu yoktu. ama neden gelip beni kurtarmadın diye vurmak istiyordum göğsüne.

"bizi yalnız bırakın" dedi savaş gözlerini benden ayırmazken. odadan çıktıklarında baş başa kaldık

yüzümü aldı avuçlarının içine "sen yokken, gözlerinin içindeki o maviliklerde boğulmak istedim" dedi gözünden bir damla yaş düşerken. lal olan dilim çözüldü

"canım acıyor" dedim titreyen sesimle.

"neden güzelim, söyle de derman olayım kanayan yarana" dedi baş parmağı ile göz yaşımı silerken

"kimsesizim savaş, görmüyor musun gelen herkes senin tarafından, ne o babam olacak adam burada ne de annem "

öylece kaldı karşımda, edemedi tek kelime. yumdu gözlerinde

"öldürdüler savaş, öldürdüler ruhumu, içimdeki o çocuk susmuyor" dedim hiddetle

"sana söz" dedi kararlı bir şekilde "o çocuğun da senin de yaralarını tek tek saracağım" sıkı sıkı sarıldı, sanki bıraksa gidecekmişim gibi.

"eve gidelim mi" dedim ağlamaktan tarazlı olan sesimle

"gidelim güzelim, Mert'e söyleyeyim ayarlasın çıkış işlemlerini". deyip ayağa kalktığında savaşın kolunu tuttum, bakışlarını bana çevirirken merak ettiğim o soruyu sordum

"bu saldırıyı düzenleyen, beni vurduran kişi kim savaş?"

bakışları sorumla birlikte, ilk önce donuklaştı ardından öfkeyle harmanlandı.

"daha bulamadık, yakında bulacağız güzelim" dedi gözlerini benden kaçırırken. nefes alamıyormuş gibi açtı gömleğinin yakalarını ve hızlı adımlarla odayı terk etti

kapı yavaşça açıldığında Zeynep girdi içeri. temkinli adımlarla yanıma yanaştı ve izin ister gibi baktı. hayatımda gördüğüm en ince fikirli biri olabilirdi.

"gel Zeynep, birlikte hazırlayalım çantaları" dediğimde hızlı adımlarla geldi ve sıkı sıkı sarıldık. işte o zaman tuttuğum göz yaşlarımı serbest bıraktım.

"geçti bir tanem geçti, ben hep yanındayım. hem Büşra ya haber verdim yolda geliyor, yalnız şunu belirtmeliyim kendisi savaşa çok öfkeli, gelince ortalık karışacak" dedi kıkırdayarak.

"ben bir kahve alıp geleyim sende o sıra beni bekle sonra çantaları hazırlayalım" dedi ve odadan çıktı. çok bunaldığım için tutunarak lavaboya gittim ve elimi yüzümü yıkayım, kafamı kaldırdığımda karşımdaki ayna ile karşılaştım. yüzüm fazlasıyla çökmüştü, güneşi anımsatan sarı saçlarım şimdi ise o eski ışığını kaybetmiş solmuştu, dudaklarım çatlamış göz altlarım morarmıştı. 1 haftada 3 kilo vermiştim.

odaya döndüğümde valizi almak için yere eğilirken komodinin üstündeki zarfı gördüm, bu zarf az önce burada yoktu

yavaşça zarfı açtığımda içinden ikiye katlanmış bir mektup çıktı

maziler bırakmaz yakayı, sürükler ruhu peşinden alınan her nefesin ahı kaldı üzerimde, varlığın yakarken ruhumu yokluğun kavurur yüreğimi, bunun tek dermanı, ilacı sensin sevgili...

mektupta yazanlar beni şoka uğratırken, kapı açıldı ve odaya savaş girdi. "güzelim çıkış işlemleri tamamlandı, biz çıkalım mert ve Ayşe alacaklar eşyaları" bakışlarım savaşa döndüğünde "sen iyi misin, yüzün bembeyaz olmuş" dedi şüpheli bir sesle.

"sorun yok, hadi çıkalım"

arabalara binip yola koyulduğumuzda, kafamı cama yasladım. mektubu düşünüyordum, savaşın okunmasıyla irkildim "geldik güzelim, gel inelim" arabadan indiğimizde savaş beni kucağına aldı. yürümeye bile mecalim yoktu.

eve girdiğimizde savaş hızlı adımlarla odaya yöneldi, bu süre zarfında onun kokusuyla cebelleşiyordum "çok özlemişim" fısıldadım. duymadığını düşünmüştüm

"benim kadar olamaz Riva'm" yatağa oturttuğunda ayakkabılarımı çıkartmaya başladı

"duş almak istiyorum, yardım eder misin?"

"ederim güzelim"

banyoya yöneldiğimizde, savaş sıcak suyu açtı ve üstünde sadece boxer kalacak şekilde soyundu bense sadece iç çamaşırlarım kalacak şekilde üstümdekileri çıkarttım, banyonun içine girdim yavaş adımlarla, ben girdikten sonra savaşta girdi. yanıma geldi ilk önce sarıldık birbirimize ardından savaş eline aldığı şampuan ile saçlarımı köpüklemeye başladı.

sıcak su mayıştırmıştı bedenimi, savaş saçlarımı duruladıktan sonra vücudumu köpüklemeye başlamıştı. sıra sırtıma gelince durdum, durdu. durduk

sessizlik çığ gibi büyüdü aramızda, sessizliği ilk bozan ben oldum

"18. yaş günümde oldu" dedim. artık ağlamıyordum dövülme anılarıma, ağladıklarım tek ve aciz kaldığım anlarımdı.

"kemer izi mi bunlar" dedi sert tonla

"evet" dedim kısaca bundan sonra kimseden saklamayacaktım, ben yandım, ezildim, hor görüldüm. artık sıra onlardaydı

savaş yutkundu, "nasıl koruyamadım ben seni, nasıl" dedi kendiyle konuşurcasına. 'korunmaya ihtiyacım yok' diyebilirdim ama diyemedim çünkü beni koruyan bir babam bile yokken ben korunduğumun hissi nasıl olacak diye çok merak ederdim, yumdum gözlerimi belki diner diye ama dinmedi içimdeki yağmur.

"olan oldu üzülmenin kimseye faydası yok savaş"

"peki saçların riva, çok uzundu onlar ne oldu saçlarına" dedi. savaş ağlıyordu..

"19. yaş günümde kestim makasla"

savaşa döndüğümde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı "NASIL KORUYAMADIM BEN SENİ NASIL YA NASIL" isyan eder gibiydi bağırışları. sıkı sıkı sarıldım "geçti ki savaş, artık acımıyor eskisi kadar" dedim.

elini yumruk yaptı, ısırdı "bunu yapanın vücudu tanınmaz hale gelecek Riva'm, hem" dedi duraksayarak "hem beni affetmezsen hakkındır" onun sözleriyle bende ağlamaya başladım.

elime aldığım şampuan ile savaşın simsiyah saçlarını köpürtmeye başladım. duruladıktan sonra vücudunu da halledip bornozlara sarınarak banyodan çıktık. giyinme odasına girdiğimde saten beyaz pijamalarımı ve beyaz iç çamaşırı takımını alıp banyoya geri girdim üzerimi değiştirdikten sonra banyoda çıktım ve kendimi yatağa attım.

"öyle hasta olursun yavrum"

"bir şey olmaz ya" dedim ve yorganı üzerime çekerek uyuma pozisyonuna geçtim. tam o sırada yanıma savaş geldi "kalk Riva hadi" gözlerimi açıp ona baktığımda elinde tarak ve kurutma makinası vardı. yavaşça yatakta doğrulduğumda savaş saçlarımı taramaya başladı bir yandan da kurutuyordu

"savaş"

"efendim yavrum"

"benim saçlarımı annemden sonra kimse taramamıştı"

savaş saçlarımı kuruttuktan sonra kafasını boynuma gömdü "artık her anın benimle olacak her şeyin ilkini birlikte tadacağız" dediğinde aramızdaki kasvetli havayı dağıtmayı amaçlamıştım

"yaaa" dedim sırnaşarak "her şeyin ilkini mi" dediğimde dudaklarımı dudaklarına sürttüm. sava gür bir kahkaha attı sonra beni bir hamlede altına aldı ve yoğun bir şekilde bakmaya başladı.

"bunu şuan yapmak istemezsin Riva karanlı, yoksa Karadağ olduğun gün hiç acımam beni zor durumda bırakma" dedi ardından yoğun bakışlarını dudaklarıma odakladı, ve dudaklarını yaladı. ve artık aramızda mesafeler yoktu dudakları dudaklarımla buluşmuştu. karşılık vermeye başladığımda savaş daha da tutkulu öpmeye başladı dakikalar nasıl geçti bilmiyorum ama, ayrıldığımızda dudaklarım zonkluyordu.

savaş kendini yanıma attığında yorganı üzerimize çektik uykuya tam dalacağımız sırada aşağından gelen ses ile gözlerimizi açtık

"Al sevgilim kır kalbimi, Yine paramparça kalsın. AH BE AH NEDEN BENİ SEVMEDİN ÇİKOLATALI KEKİM

bu sesin sahibi Ferit'ti, sarhoş olduğu için kelimeleri tam söyleyemiyordu "valla dayak yiyecek bu çocuk" diyerek yataktan çıktı savaş onunla birlikte bende çıktım aşağı indiğimizde ferit aynayla konuşuyordu

"merhaba yakışıklı sende kimsin" dedi aynaya karşı ve tekrar kendi yanıtladı tabi kafa bir milyon "ben ferit asıl sen kimsin yakışıklı"

"aaa bende Ferit şansa bak" dedi şaşırmış bir şekilde aynaya bakarken

"oğlum sen nasıl bir salaksın lan" dedi ve ensine tokatı bastı savaş

"noluyor lan" dedi Ferit şok olmuş bir şekilde "hayırdır oğlum sen kimsin de Ferit Karadağ'a vuruyorsun lan"

"Ferit gözlerini aç" dedi savaş sabır çekercesine. Ferit gözlerini açtığında şaşkın bir şekilde etrafa bakıyordu

"abi neden önceden açmadın ışıkları, hem az önce bana vuran lavuk kimdi" dedi ve etrafa bakınmaya başladı. savaş ensesine bir daha şaplak attığında "bendim Ferit sen bana lavuk mu dedin lan, hem ne bu hal hör kütük sarhoşsun" dediğinde

"çok fena aşık oldum abi sırılsıklam" dedi şiir okurcasına.

"ne oluyor burada" duyulan sesle hepimizin bakışları kapıya çevirildi

"abi" dedi savaş ve Ferit

gelen kişi ayaz Karadağ'dan başkası değildi

Loading...
0%