Yeni Üyelik
11.
Bölüm

-11.Bölüm-Beyaz Orkide-

@persephone

ilk önce sordum kendime 'acaba bunları aşabilecek, dayanabilecek miyim?' ama sonra anlaşılıyor ki içine düştüğümüz bu çukurda bize uzanan ele ihtiyacımız yok, sadece aradan sızan bir gün ışığı görsek onu bile umut ederek içimizde filizlenen fidanı büyütebiliriz. benim düştüğüm bu çukurda uzanan el'e değil ama bana vuran küçük bir gün ışığına umut tutundum ben. bu kitap benim umutlarımın ve hayallerimin başlangıcı oldu. içimdeki hisleri okuyup direk yeni bölüme başlamayan sevgili okurum. yalnızlığıma ve düşüncelerime ortak olduğun için teşekkür ederim.

zaman her şeyin ilacıdır derler. birde bu düşünceyi Oğuz Atay gibi düşünmekte var

Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi? -Oğuz Atay

 

🕯️🕯️🕯️🕯️🕯️

 

"abi" dedi savaş ve Ferit aynı anda.

"e bir hoş geldin yok mu? bu nasıl karşılama faslı" dedi ayaz. ben hala şaşkınlıkla ortadaki duruma bakıyordum. bildiğim kadarıyla ayaz Karadağ yurt dışındaki holdingle ilgileniyordu.

"oğlum" diye bir ses yükseldi arkadan. İştar hanım hızlı adımlarla Ayaz'a doğru ilerlediğinde ona sıkı sıkı sarıldı. bedenimi sarmalayan boşluk kendini hissettirircesine zihnime işledi. dolu dolu olan gözlerimle savaşa baktığımda, ne hissettiğimi anlamış olacak ki yanıma gelip sıkı sıkı sarıldı bedenime. kafamı kaldırıp ona baktığımda kulağıma yaklaşıp fısıldadı "ben her zaman yanındayım" dedi. ve bakışmamızı nokta gibi bölen ses Ferit ten başkasına ait değildi.

"Allah şimdi benim iki abimde burada" dedi ve etrafa bakındı. biz ona çözemeyen bakışlar atarken "ee benim çikolatalı kekim nerede niye gelmedi o"

"bizimle, çikolatalı kekinin ne alakası var Ferit" dedi savaş salağa bakar gibi ferit'e bakarken.

"abi biz üçüncü dünya savaşı çıkmadığı sürece neden hep birlikte toplanalım" dedi bize cevap istiyormuş gibi bilmiş bilmiş bakarken. kapıya yürümeye başladığında ayakta zor durduğu barizdi

"nereye ferit" dedi savaş bıkkınlıkla

"ööf sen bi dur be, çikolatalı kekime gideceğim " dedi kelimeleri uzatarak ve ardından bana döndü

"yengelerin güzeli, bir tanesi, Harry Winston'daki en değerli mücevherim" dresuar'a yaslanıp Ferit'in övgülerine tebessüm ettim.

"söyle bakalım ferit ne istiyorsun" dedim gülerek.

"yengelerin gülü, diyorum ki sen yarın kahvaltıya Zeynep'i mi çağırsan?"

"ay ferit, bu muydu zeynep yarın gelecek zaten, çağırmıştım onu" dediğimde ferit bana koşarak kolları arasına aldı ve döndürmeye başladı

"ay ferit dur başım döndü" dediğimde savaş "höst ulan, bırak karımı gevşek herif"

beni feritin kollarından aldığında, ayaz tebessüm ederek bana bakıyordu.

"evet, yenge hanım bir tanışmaya fırsatımız olmadı. ama şimdilik o faslı yarınki kahvaltıya bırakıyorum malum saat geç oldu, gerçi eve geldiğimde böyle bir karşılama beklemiyordum ama" dedi gülerek.

herkes odalara dağıldığında, bizde odamıza çıkıyorduk savaşla. odadaki loş ışık insanın yorgunluktaki ruhunu okşayacak şekilde bir etki bırakıyordu. savaş terasa geçip dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarasının ucunu ateşledi. paketine uzanıp bende dudaklarımın arasına bir sigara yerleştirdiğimde bakışları bana döndü, eli dudağımdaki sigaraya ulaşacağı sırada başımı çevirdim

"Riva bırak o sigarayı, ilaç kullanıyorsun bu kadar sorumsuz olma" dedi kızgın ses tonuyla

"bana emir vermeye devam edersen dilini keserim. bir de bunu bana günde iki paket bitiren adam mı söylüyor" dedim alaylı bir ifadeyle. "senle ben aynı değiliz Riva, hem komadan yeni çıktın hatırlatırım" dedi ciddiyetle. tekrardan sigarayı almaya yeltendiğinde kaçtım.

birinin bana karışmasından nefret ettiğimi iyi bilirdi.

"sabrımı zorlama savaş Karadağ" beni delirtmek için elinden geleni yapıyor gibiydi.

"yarın Büşra geliyor, Zeynep'le birlikte onu da çağırdım, yalnız Büşra sana acayip takmış durumda. pençelerini batırırsa karışmam" dedim. ellerimi teslim olur gibi kaldırırken.

Büşra benim orta okuldan beri en yakın arkadaşımdı. koyu kahverengi ve hafif kıvırcık saçlarıyla, tarzını belirgin hale getirmeye bayılırdı. peşinden koşturduğu kişilerin haddi hesabı yokken. kendine uygun birini asla bulamıyordu. bunu iki nedeni vardı

1- fazla özgürlükçü

2-fazla kendine düşkündü

yani sonuçta ikisi de aynı yere çıkıyordu, Büşra kendine bayılırdı. ama geçmişte yaşadığı bir olaydan dolayı affetme duygusu, güvenme duygusu ile İstanbul boğazının derin sularına gömülmüştü.

sigaramın zehirli dumanını derince içime çektim. "çocukken uzaktaki ışıkların orada mutlu hayatlar olduğuna inanırdım" boğazıma oturan yumru, yutkunmalarıma rağmen gitmiyordu

"camdan baktığımda çok özenirdim. çocuğum işte kaptırmışım kendimi bir hayale. malum yaşanmayan şeylerin hayallerini kurup ona tutunuyoruz" dedim iç çekerek. normalde kolay ağlayabilen biri değildim, ama son zamanlar dayanılmaz hale geldiği için binlerce toz tanesi arasında kaybolmuş bir toz tanesi gibi hissediyordum.

"babam öldüğünde zor toparlandım" dedi savaş kendinden bir konu açarak. "bilirsin sen, babama çok düşkündüm"

"biliyorum savaş, senin kadar ali amca da sana düşkündü" dedim gözyaşımı silerken

titreyen sesime inat konuştum.

"en azından az da olsa baba sevgisi tattın savaş. ben ne yapmış olabilirim de babam sevmedi beni" dedim çocuksu bir sesle. bunca zamana dik durmuş bir kadın olarak, yıkılma noktasına hissediyordum.

savaş yanıma gelip sıkı sıkı sarıldığında tekrar o soruyu sordum

"bunu yapanı bulabildiniz mi?" gözlerine baktığımda adem elması hareketlendi. yutkunuşu ile birlikte gözlerini kaçırdı

"bir sorun mu var savaş" bu hareketleri fazla şüpheli gelmeye başlamıştı.

"hayır bir sorun yok, geç oldu uyuyalım. hem hava soğuk hasta olacaksın" dediğinde içeri doğru ilerledik.

yatağa uzandığımda, ışıklar kapandı ve belime sarılan kollarla uykuya dalmaya geçtim.

"kokunu çok özlemişim" dedi bir ses kulağıma fısıldayarak.

ve sonrası karanlık.

🕯️🕯️🕯️🕯️🕯️🕯️

sabah uyandığımda savaş tişörtünü çıkartmış bir şekilde yüz üstü yatıyordu. tam kalkacağım sırada bir el bileğimi tuttuğunda yatağa geri düştüm

"günaydın müstakbel karıcım" dedi savaş serseri bir şekilde gülümserken

"beni bırakırsan kalkacağım savaş, ay affedersin müstakbel kocam" dedim kusar gibi hareket yaparken kocam ne ya yılışık yılışık. savaşa ters bir bakış atarken yataktan kalktım. telefonun çalmasıyla makyaj masasına yöneldim. arayan kişi Büşra'ydı.

"efendim gülüm"

"kız sen niye nefes nefesesin, ayy yoksa yanlış zamanda mı aradım" dedi gülerek. büşra ve fesat düşünceleri..

"ne alaka, aklın fikrin nerede lan" dedim gülerek. savaşta konuşma seslerimizi duymuş olacak ki sırıtıyordu

"ay tamam geldim az kaldı"

"ben sana konum atmadım kimden aldın" dedim düşünürken

"Zeynep'ten aldım, ey gidim ey akıl nerelerde acaba" dedi ima da bulunarak

"Büşra çıldırtma beni amına koyayım"

"bana ne koyuyorsun savaş enişteye koy" dedi kahkaha atarken

"sapık karı" dedim telefonu kapatırken. savaşa döndüğümde "onun gülerek konuştuğuna bakma. ne kadar anlatsam anlamayacaksın o yüzden yaşayıp görmen gerek" dediğimde giyinme odasına yöneldim. deri pantolon, bordo büstiyer, üstüne deri ceket ve botlarımla kombinimi tamamlamıştım. saçımı arkaya doğru topuz yaptığımda bordo rujumu da sürerek savaşa döndüm.

"hadi hazırsan inelim aşağı" dediğimde kafasını onaylar şekilde salladı.

aşağı indiğimizde herkes sofrada yerini almaya başlamıştı.

"oooo yengelerin gülü uyanmış" dedi yeşim önümde referans yaparak. gülümseyerek elini tuttuğumda, tek eliyle sandalyeyi çekerek oturmamı sağladı. masanın bir başına agah bey öteki başına ise ayaz oturmuştu.

"ee bu ani gelişen evlilik işi-" derken kapı çaldı

kapı açıldığında ilk önce Zeynep'in sesini duydum, sonrada Büşra'nın

zeynep gri paraşüt pantalonu ve deri ceketiyle birlikte siyah şal takmıştı.

"merhaba" dediğinde hızla masadan kalkarak sıkı sıkı sarılmıştım

"hoş geldin birtanem" dedim gülümseyerek

arkadan topuklu ayakkabı sesi geldiğinde bakışlar kapıya çevrildi

"Büşra" dedim heyecanlı sesimle, onu o kadar özlemiştim ki. içeri girdiğinde üstünde siyah bleazer ve siyah beyaz çizgili kumaş pantolonu ve stilettoları vardı. kıvırcık saçlarını geriye doğru salladığında taktığı halka küpeler onu Barbie bebeğe benzetmişti

"rivaamm" dedi hızlı adımlarla bana gelirken. yanıma geldiğinde sıkı sıkı sarıldım. o benim dert ortağım, kardeşim her şeyimdi

"çok özledim" dedim içtenlikle

masaya doğru yöneldiğimizde "merhaba" dedi Büşra sevecen sesiyle fakat bakışları savaşa değince buz gibi bir bakış fırlattı ve gülümsemesini sildi.

ayaz'a bakışlarım kaydığında gözlerini Büşra'dan ayırmıyordu. göz göze geldiğimizde imalı bir gülümseme gönderdiğimde gözlerini kaçırdı ve masadaki yerlerimize oturduk.

masadaki sessizliği bozan iştar hanımın sesi oldu

"savaş, düğün organizasyonuna başlamalıyız ama ondan önce magazine sen duyur evleneceğinizi" dedi. beni görmezden gelerek "ben bize yakışan bir gelinlik seçtim, riva d denesin bedenine olan ölçüleri yaptıralım"

tamam sabrım bitti sıra sende Riva hadi

"seçtiğiniz gelinliğe gerek yok iştar hanım, malum düğün benim düğünüm hem onu geçtim ben hala savaşla evleneceğimi söylemedim. lütfen haddiniz olmadığı halde adıma karar vermeyin"

dediklerimle öfkeyle baktı bana, bakışlarına aynı karşılık verdiğimde büşra söze atıldı

"rivanın da dediği gibi onun düğünü sonuçta siz nesi olarak onun adına karar veriyorsunuz" dedi alaylı sesiyle bu kıza bayılıyordum

"rivacım, biraz konuşalım mı" dedi Büşra cevap ister gibi

"olur güzelim, gel"

birlikte mutfağa gittiğimizde hızla bana döndü iki eliyle ellerimi tuttuğunda

"bana doğruları söyle güzelim, seni zorluyorlar mı bu evliliğe, savaşın sana olan takıntısı biliyorum. eğer istemiyorsan hiç bir güç durduramaz beni çıkarırım seni buradan" dedi güven verircesine. tam konuşacağım sırada savaş içeri girdi

"kimseyi zorla tuttuğum yok Büşra, rivanın aklını bulandırma" dedi öfkeli sesiyle

gözlerimi yumduğumda her şeyin bitmesini umdum

"kimsenin aklını bulandırmıyorum, zaten Riva seni seviyorsa aklı bulanmaz değil mi, neden şüpheye düştün savaş. sakın unutma karşında Türkiye'nin en başarılı savcısı duruyor. eğer rivayı rehin tuttuğuna dair tek bir sinyal alırsam bir daha yüzünü dahi göremezsin" dedi ciddi ses tonuyla. bu konuda ona güvenim tamdı. Büşra dediğini yapardı

"güzelim biri buna kalkışsa tabiki sana söylerim, hem bu evliliğe olumlu baktığım yanı, birliyorsunki içimdeki intikam ateşi harlanıyor. demek olur ki mantık evliliği yapıyorum benim hayatımda aşka yer yok." dediklerimi savaşa bakarak söylemesemde ona çarpıtmaktı amacım

"hayatımda bana ihanet eden, annemin katiliyle yüzsüzce ortak olan ve bana olan kıskançlığına yenik düşüp arkadaşımla tek gecelik ilişki geçiren bir adamla aramda bir bağ olmaz, şahsen o kadar midesiz değilim." dedim hiddetle, ölümüne seviyordum onu lakin güç elde edebilmem için içimdeki ateşi sevgi diye yansıtmam gerekirdi.

savaşın omuzuna çarparak mutfaktan çıktığımda, telefonumun çalma sesiyle duraksadım, rehberimde kayıtlı olmayan biri arıyordu

masadakilerin bakışları bana dönünce aramayı cevapladım.

"alo" dediğimde karşı taraftan ses gelmiyordu. büşra ve savaş içeri geldiklerinde bana odaklandılar.

"alo, orada mısınız. kimsiniz" sonunda bir ses duydum.

-"aynı beyaz orkideye benziyorsun" dedi. lakin sesi mikrofonda değiştirilmişti. boğuk gelen sesi ile kime ait olduğunu ayırt edemiyordum.

tam o sırada kapı çaldığında ayşe kapıya yöneldi, ardından salona giriş yaptı

"riva hanım, bu çiçek size gönderilmiş efendim" şaşkınlıkla gözlerimi açtığımda olanları bağdaştırmaya çalışıyordum.

savaşın sinirden alnındaki damarları belirginleşmişti.

"alıyım ben onu" elime aldığım beyaz orkidenin üzerinde not vardı

sen yürürsün, ben gölgen olurum. yaralanırsın, yara bandın olurum. boğulursun, nefesin olurum. herşeyin olurum, ama senin kokun yeter benim her derdime. -K.M-

okuduklarımla şok olurken, savaş hışımla yanıma geldiğinde notu elimden alarak okudu.

"kim lan bu" dedi haykırarak.

mektubu gönderen kişi ve çiçeği gönderen kişi aynıydı.

"amına koyduğumun piçine bak lan sen KİMİN KARISINA ÇİÇEK GÖNDERİYOR BİR DE SONUNA K.M YAZMIŞ" savaş gür bir kahkaha atarken mektuptan nasıl behsedeceğimi bilemedim. ama şimdilik savaşı sinir etmek muhteşem olurdu

"ben çiçeğe koyacak bir yer bulmalıyım" dedikten donra yukarı çıkarken savaşında yukarı çıktığını duydum. odaya girip kapıyı kapattığımda hışımla açtı kapıyı.

"o siktiğimin çiçeği çöpe atılacak" dedi bağırarak. benim şalterler atar ama

çiçeği masaya koyduğumda savaşın yakalarına yapıştım

"BİR DAHA BANA SESİNİ YÜKSELTECEK OLURSAN, SİKERİM SENİN SES TELLERİNİ ANLADIN MI, SANA NE YA SANA NE, PİÇ KURUSU SANA MI KALDI BANA GELEN ÇİÇEK. SEN METRESLERİNLE GÜNÜNÜ GÜN EDERKEN. BEN ÇOCU-"

sesim kesildiğinde, gözlerini kıstı iyice.

"NE DEDİN SEN" dedi şüpheyle.

"siktir git diyorum savaş oldu mu" dedim gözyaşlarımı silerken.

"NE METRESİ LAN NE METRESİ" dedi çıldırmış gibi

"EVET O SİKTİĞİMİN AKŞAMI YEDİM BİR BOK AMA ONDAN SONRA TEK BİR KADINA GÖZ UCUYLA BİLE BAKMADIM BEN" inanadırmak istercesine

"ne düşündün ki sen, evlenince mutlu mesut yaşayacağımızı mı." dibine girdiğimde burunlarımız birbirine değiyordu "bana dokunabileceğini mi sandın, NE SANDIN SAVAŞ NE SANDIN. BEN GİTSEM BAŞKA BİR ADAMIN KOYNUNA GİRSEM YİNE DE EVLENİR MİSİN BENİMLE"

"KES O SESİNİ, O PİÇ KİMSE ADINI DAHİ AĞZINA ALAMAZSIN" dedi tıslarcasına

"İŞTE SİZ BUSUNUZ KENDİNİZ HER BOKU YİYİN SONRA AF İSTEYİN AMA BİZ CÜMLESİNİ BİLE KURAMIYORUZ". sakince nefes aldım "anca rüyanda görürsün"

hızla terasa çıktığımda ellerimle şakaklarımı ovuşturdum.

tam o sırada malikanenin önünde siyah bir araç belirdi. arka kapıyı açtıklarında feriti yere atıp hızla ortadan kayboldular. HER YERİ KAN İÇİNDEYDİ.

"FERİİİİTTT" dedi Zeynep. sonrası kargaşa...

Loading...
0%