Yeni Üyelik
17.
Bölüm

-17.Bölüm-Cefâpîşe-

@persephone

bu yok olası fani dünya da yaşamaya çalışıyorduk, birbirimizi ezerek, duyarsız kalarak, eziyet ederek. insan, saatlerce boş duvarı izlemesine sebep olana mı küsmeli? yoksa yaptığı hatalara rağmen affedileceğini bilip tekrar yanına sırnaşana mı? bakışlar doğruları söyler derler, ama zamanla öğreniyoruz ki, bakışlar çok iyi rol yapabilir.

sevmek zor değildi, sevilmek de değildi. ama bu hisse alışkın olmayan biri bunu anında sindiremezdi. asıl yücelik bu duyguları veren karşı taraftaki kişinin sabırla beklemesiydi. çünkü insanoğlu sevmek ve sevilmek isterdi, onların her derde devası buydu ama ilacını tam alamamış kişiler. kendi adaletini yaratmaya mahkummuş gibi hissettiler. ve kendi sevgilerini kendileri var ettiler.

yazarın anlatımıyla

savaş ant içmiş gibi söylemişti cümlelerini içinden. yavaşça dokundu Riva'sının saçlarına, önceden tarayıp ördüğü saçlara şimdi hasret kalmıştı.

Riva saçlarına değen elle birlikte kafasını yana çevirdi ve saçlarına dokunulmasını engelledi. şehrin parıldayan ışıklarından ayırmıyordu gözlerini, açık camdan içeri sızan rüzgar uçuşturuyordu ipek saçlarını.

sessizlik çığ gibi büyüyordu adeta. savaş Riva'nın konuşmasını bekledi, Riva ise savaşın gitmesini.

savaş boğuldu, öyle bir boğuldu ki sevgisizlikten, sevdiği kadının onu terk edişinden. bu hayatta aldığı en büyük darbeydi.

"yıllardır yüzüne hasret kaldım, şimdide sesine mi hasret bırakacaksın. bu kadar zalim olma be Riva'm" savaş Riva'sının karşısında ilk defa iradesiz kaldı. aktı gözyaşları pınarlarından, titreye sesiyle sordu bunları Riva'sına. içinde o kadar vicdan azabı vardı ki, keşke dedi keşke lal olsaydı dili de söylemeseydi o çirkin sözleri.

Riva tepki vermemişti, çünkü üçünde kopan fırtınalar onu harabeye çeviyor. ama sessizce her an yıkılmak üzere olan bir bina misali, onun bodrum katında ölümü bekliyor gibiydi.

"git" tek kelime, tek melodi, tek serzeniş.

🍂geçmişten kesit🍂

"anne neredesin?" koridorda yankılanan sesimle birlikte, merakla odalara bakıyordum, on beş yaşında bir kız çocuğunun babası ona neden masal okumazdı, belki de babalar çocuklara masal okumazdı ama hayır sadece Tunç Karanlı kızına masal okumazdı.

"anne çok korkuyorum neredesin?" korkuyla ağlarken masmavi irislerim kızarmıştı. herkes kısa saçlarımı ve büyük mavi gözlerimi çok tatlı bulurdu. ama bilmezlerdi ki o yakıştırdıkları saçı babasının öfkeyle birlikte makasla kestiğini.

koridorla ilerlerken, loş bir lambanın aralık kalan kapıdan koridora sızdığını gördüm, içeriden kısık sesler geliyordu.

kapıyı savaşça araladığımda acıyı iliklerime kadar hissettim, babam Berk'e masal okuyordu. özenerek baktım, acı çektim dakikalarca. tunç fark etti kapıdaki bedenimi.

"ne yapıyorsun orada Riva" tunç şaşkın halinden sıyrılıp ciddi haline büründü.

"ben uyuyamadım korktum, annem nerede?" merakla baktım yüzüne. derin bir nefes aldı.

"ilaçlarını içtin mi Riva" tunç umursamazca sormuştu, umurunda değildi çünkü.

"ilaçlarımı içmedim, çünkü onlar benim zihnimi uyuşturuyor" ona baktıkça öfkeleniyordum, çünkü içimdeki yara acıyordu. onun bakışları kezzap gibiydi.

"sana ilaçlarını aksatmayacaksın demedim mi, sonra geliyorsun saçmalıyorsun başımda" dedi baskın ve nefret dolu sesiyle.

"annem senin yüzünden öldü" baskın ifademle birlikte, nefretle bakıyordum.

"annen yok Riva, şu ilaçlarını iç ve uyu. bu kadar gevezelik yeter."

çözmeye çalıştım, gözlerinin en derinine baktım. benden neden bu kadar nefret ettiğini bulmak için.

yavaşça tebessüm ettim, elimi yanağına çıkardım. bu hareketime hazırlıksız yakalandığı için tepki veremiyordu. afallamıştı.

"ölümü gör Tunç Karanlı"

ifadesizce baktı yüzüme. "odana git Riva". arkasını dönüp koridorun sonundaki odasına ilerledi. "unutma" sesim boş koridorda yankılanırken adımları durdu.

"sen ne kadar kabul etmesen de ben senin kanındanım, bu canavarı sen yetiştirdin. senin kanından biri anca bu kadar cani olabilirdi tunç"

tunç yavaşça bana döndüğünde ifadesiz yüzü hareketlerimi izliyordu. odasının kapısından baktığını fark ettiğim berk sessizce bana bakıyordu, ama tunç onun farkında değildi.

dudaklarımdan dökülen ıslık sesiyle birlikte karanlık koridoru ay ışığı aydınlatıyordu, nefretle harmanladığım melodim dudaklarımdan dışarı sızarken, berkin köpeği merdivenleri çıkmaya başladı. tunç hala ifadesizliğini korurken, ne yaptığımı çözmeye çalışıyordu.

yanıma gelen köpek ilk önce kafasını sevdirdi, ardından sevgi dilenir gibi baktı, berk de böyle yapıyordu Tunç'a. gülümsedim. yavaşça sevdim köpeğin kafasını, ardından cebimden çıkardığım falçata ile Berk'in gözlerine bakarak köpeğin boğazını kestim.

Tunç'un yüzünde gördüğüm tek ifade şaşkınlıktı. evde Berk'in çığlığı yankılanırken ben sadece ölü köpeğin bedenine bakıyordum. gülümseyen dudaklarımla birlikte Tunç'a baktığım zaman, gözlerinde savaş gördüm, bir mücadele.

"git" dedi baraton sesiyle. arkama bakmadan, sessizce ilerledim. bahçeye çıktığımda çekirge sesleri. kanlı ellerimi unutturuyordu, bahçe kapısından çıkıp sahile ilerledim, deniz suyunda yıkadım ellerimi. "özür dilerim anne, ama ben ona benzeyerek intikam alabilirim, yoksa her zaman güçsüz, iradesiz kalırım onun karşısında. daha yeni başlıyorum."

🍂günümüz🍂

savaş sessiz adımlarla odadan çıktı. acılarım ve silik geçmişimle baş başa kalmıştım. "çok acıyor anne" sinirle odadaki camları savurduğumda gözlerim ayna da takılı kaldı. "ben saçlarımı en son ne zaman sevdim anne" gözlerimin altındaki morluklara baktım, çökmüş yanaklarıma. makyaj masasının çekmecesindeki makasa uzandı elim.

"saçlar anı biriktirir anne, benim biriktirecek anım yok" ilk tutamı kestim.

"kadınlar en çok saçlarını severmiş anne, ama ben sevmiyorum" ikinci tutamı kestim.

"en çok saçlarını sevseler de ilk vazgeçtikleri de saçları olurmuş anne" üçüncü tutamı kestim.

ardından aldığım vazoyu cama fırlattım. paramparça olmuştu ayna. "işte şimdi beni daha iyi yansıtıyor"

çenemin hizasında kesmiştim saçlarımı, yerde kalan uzun tutamlar artık acıtmıyordu. "yüktü onlar bana zaten" evet saçlarım bana yüktü.

başım hızla dönmeye başladığında sehpaya tutundum, Helin ağlıyordu. koridordan gelen bu ses kızımındı.

ellerime ve ayaklarıma batan cam kırıkları umurumda bile değildi, kızımı duyuyordum. "helin annecim" seslenerek açtım otel odasının kapısını, hışımla koridora çıktığımda, ellerimden akan kanlar bej rengindeki keten takımıma bulaşmıştı. "Helin annecim neredesin, korkma annen burada" adımlarımı daha da hızlandırdığımda, merdivenleri ikişerli üçerli iniyordum. etraftaki insanların bakışları ilk önce yarısı kesilmiş saçlarımda ve kanlı üstümde geziyordu.

resepsiyonun olduğu kata geldiğimde, ağlayan bebek sesi çoğalmıştı. etrafa bakınırken gördüğüm manzara içimi yakmıştı. "Helin" umudum da fısıltılara karıştı.

kadın, kocasıyla birlikte deli gibi ağlayan bebeği susturmaya çalışıyorlardı. koskoca hol 'ün ortasında tek başıma onlara bakıyordum. etrafta ise topluluk. adil miydi

yavaş adımlarla kadının yanına ilerledim. kadının bakışları herkes gibi saçlarımda ve kanlı giysilerim de dolaştı.

"merhaba" dedim titreyen sesimle "bir kez koklayabilir miyim?" dolan gözlerimden yaşlar akarken sessiz kalmaya çalıştım. kadın şaşkınlıkla baksa da ağlayan bebeği ona yardımcı olmuyordu. gülümsemeye çalıştı ve kollarındaki bebeği bana uzatacağı sırada ellerimdeki kana baktı. "benim kanım yanlışlıkla elimi kestim" dedim aceleyle yanlış anlayacaklarını düşünmüştüm.

"hanım efendi iyi misiniz diye soracaktım" dedi kadın naif sesiyle. sorgulanmaya o kadar alışmıştım ki.

ellerimi keten hırkama hızlıca silince, otel çalışanının elinden temiz havlu aldım. ellerimin üzerine havluyu koyunca, kadın bebeği kollarıma bıraktı. ve bebek sustu, artık ağlamıyordu. yemyeşil irislerini öylesine kırpıştırıp yüzümü inceliyordu. yavaşça kafasına yaklaşıp kokladığımda elini yüzümde hissettim.

adam ve kadın hayretle bakıyordu.

bebek aynı Helin gibi kokuyordu

kadına çevirdim bakışlarımı. "adı ne?"

"adı peri" acıyla yumdum gözlerimi, ama o benim kızım değil ki.

içim kan ağlarken, içimdeki hıçkırıklar yakarışlar durmuyordu.

"Riva" herkesin bakışları otelin kapısına döndü, savaş gelmişti.

adamlarıyla birlikte hızla yanıma geldiğinde, bebeğe son kez acı dolu bir tebessüm yolladım. ondan ayrılmak o kadar zordu ki

"Riva'm iyi misin güzelim" savaşın sorduğu soru karşısında ona gülümsedim.

"Helin'i duydum sandım. ama adı pelinmiş. aynı Helin gibi kokuyor savaş." gözyaşlarım hızlandığında bebeği annesine uzattım. "çok teşekkür ederim" sözlerimin ardından hızlı adımlarla asansöre yöneldim. alçıdaki bacağım fazlasıyla ağrı yapıyordu.

"Riva dur yavrum" savaşı duymazdan gelirken, odanın kapısını açtım ve kendimi içeriye attım. savaş içeriye girdiğinde dağılmış odayla karşılaştı, yavaş adımlarla yerdeki cam parçalarını umursamadan şehrin ışıklarına ulaşan camın yanına ilerledim. aşağıdaki mutlu insanlara baktım. hayat neden bu kadar adaletsizdi. Tunç'u hiç bir zaman baba gibi görmemiştim. sessiz mi kalsaydım olanlara karşı, kör mü olsaydım. hangisi daha hızlı unutturuyordu?. ama ben yaşadıklarımı unutamazdım. çünkü bedenimde hepsine ait tek tek izler vardı.

kim severdi ki beni, savaş mı? hayır o sadece geçmişe karşı kalan bir takıntıydı. tunç mu? hayır onun gözünde sadece annemin rahmine düşen bir lanet tohumdum. kaya mı? hayır o sadece rekabetin tadını sevmişti.

beni bu bedenimdeki yaralar, izler ve kusurlarla annemden başkası sevmezdi.

savaş saçlarıma dokundu "dokunma" dedim mesafeli ve soğuk sesimle.

"hazırlıklar tamamlanmak üzere, hastaneye yatacaksın ve en kısa zamanda rahim ameliyatını olacaksın Riva." derin bir nefes aldı sanki bunları söylemesi acı veriyordu ona. ama ben hissizdim.

"ne yaptın sen böyle kendine" dedi bedenime bakarken, onu umursamadan banyonun kapısını açtım ve savaşın önünde kıyafetlerimi çıkardım, sadece iç çamaşırlarım vardı.

boy aynasının önünde dikildim. "bu beden bana ait değil Karadağ, sadece yükten ibaret."

savaşın bakışları ellerim de ve ayaklarımda oyalanınca telefonuna sarıldı. "Serkan hemen bizim odaya doktor gönder" emir sesi, Serkan'ı şimdiden harekete geçirmişti.

"gerek yok acımıyor" gözlerim izler dolu bedenimde gezindi. ardından savaşa döndüm. "gerçekten mi savaş Karadağ" gülümseyerek devam ettim sözlerime "gerçekten bu mu" ellerimle kusurlu bedenimi gösterdim. savaş tepki vermedi.

bana adımlayacağı sırada elimi kaldırarak durdurdum, "yaklaşma" banyoya girip kapısını kapattıktan sonra kendimi soğuk düşün altına soktum. ıslak olan saç tutamlarımı elime aldım ve kesemediğim saçlarımı da kestim. ellerimdeki ve ayaklarımdaki cam parçalarını çıkartıp batikon ile pansuman yaptıktan sonra sargı bezine sardım. bornozumu giyip odaya ilerlediğimde yerdeki kanlı halının ve kırılmış ürünlerin yenilerinin geldiğini fark ettim. içki dolabı kaldırılmış ve cam ürünlerin yerine plastik ürünler koyulmuş, sade bir imaj çizilmişti.

giyinme odasına ilerleyip rafları karıştırdıktan sonra ince bir şort takım ve iç çamaşırı aldım ve giyindim. odaya geçtiğimde kapı açıldı ardından içeri savaş ve beyaz önlüklü bir adam girdi.

"doktora gerek yok kendim hallettim" ifadesiz bakışlarım üzerinde oyalanınca sargıları inceledi. doktora kafasını salladığında odada savaş ve ben kalmıştım.

"Riva" dediğinde bakışlarım ona yöneldi. "evlen benimle" bir süre sessiz kalıp savaşın ciddiyetini ölçtüm.

yüksek sesle kahkaha atmaya başladığımda gülmekten gözlerimden yaşlar geliyordu. "ilahi Karadağlı" kahkahalarım ardı ardına devam ederken gülmekten konuşamıyordum. içeri giren Serkan şaşkınlıkla savaşa bakıyordu. "duydun mu Serkan" dedim gülerken.

"yeter Riva" savaşın keskin sesi odada yankılanırken. ben umursamazca çekmeceye sakladığım bira şişesini aldım ve büyük yudumlarla içtim. savaş elimden almaya çalışsa da tepkisizdim.

"benimle evlen Riva evlen ki herşeyi eski düzenine sokayım." savaşın sesiyle birlikte gülümseyen yüzüm soldu, adımlarım duraksadı. savaşın tam önünde durdum burunlarımız birbirine değiyordu. işaret parmağımı kalbinin üstüne koydum ve ittirdim. "şaka gibisin, ölsem bile evlenmem seninle" ardından gülümseyerek koltuğa oturdum. "emin misin?" dedi alaylı sesiyle.

"eminim" dedim alaylı bir ifadeyle karşılık vererek. elindeki telefonu açtığında ekranı bana çevirdi. deniz ağzı yüzü kan içinde bir ifadeyle ekrana bakıyordu.

"evet mi? hayır mı?"

zihnimde büyüyen yakarışlar, nefes almamı zorlaştırıyordu.

"bunu yapamazsın savaş" dedim hayretle ona bakarken. o benim sevdiğim adam değildi

"ben senin için her şeyi yaparım, hem onu öldürmek çok cazip geliyor, daha kokusunu sindire sindire koklayamadığım saçları geç sana sarıldı lan o" gür sesi odada yankılandı.

"savaş kendine gel, sakin ol" titreyen sesimi ne kadar düzeltmeye çalışsam da olmuyordu.

telefonundan birini aradı "sahile getirin size dediğim gibi" savaşın söyledikleriyle birlikte korku içinde baktım. "savaş yapma" kolumu tuttuğunda sürüklercesine çekiştiriyordu bedenimi.

otelin kapısından çıktıktan sonra siyah mercedes arabasının ön koltuğunun kapısını açtı ve hışımla beni oturtturdu. sürücü koltuğuna yerleştiğinde hızla gaza bastı.

"savaş nereye gidiyoruz" korkulu sesim içimi daha çok yakıyordu.

"ne oldu Riva karanlı sabah esip gürlüyordun şimdi neden yalvarır tondasın" alayla karışık öfkeli sesi panik atağımı tetikliyordu.

"çünkü senden nefret ediyorum piç kurusu" sözlerimle birlikte araba ani frenle durdu ve yanağımda hissettiğim acı ile şoka girmiştim savaş, Riva'nın savaşı, Riva'ya tokat atmıştı

tekrardan gaza yüklendiğinde ikimizde sessizdik. ben ona nasıl aşık olduğumu sorguluyordum o ise kendini nasıl haklı çıkaracağını. direksiyondaki parmaklarını sıktıkça beyazlıyordu. bir uçurumun ve kayalıkların olduğu tenha bir sahil kıyısına geldiğimizde araba durdu. hızla arabadan indiğimde sahile doğru bakınmaya başladım.

denizi gördüğümde adımlarım durdu. sahilin ortasında ağzı yüzü kan içinde ve sandalyeye bağlanmış haldeydi. etrafındaki savaşın adamları olmalıydı.

denizin yanına koştuğumda korumalar geçmemi engelledi "çekilin sizi piç kuruları?!"

"deniz, denizim geldim" savaşa döndüğümde göğsünden ittirmeye başladım ama hiç kıpırdamıyor ifadesizce yüzüme bakıyordu. "savaş yapma nolur'sun yapma, savaş hiç mi sevmedin beni" yüzündeki yumuşayan ifade, yüzümü incelerken.

"benim için bir kere bile böyle yalvarmadın, seviyorum lan seni, seviyorum Riva. ama sen bana şans vermeyi çok gördün, lakin şu herif için ayaklarıma kapanacaksın az kaldı"

sözleriyle birlikte gözümden yaşlar döküldü, mıhlandım olduğum yere, sanki zihnim karıncalanıyordu.

"savaş, yeter kes şunu" ciddiyetle yüzüne bakarken, alayla güldü. "evet Riva, her şey son bulacak ama bu piç ölünce, biliyor musun Riva" gülmeye başladığında gözlerimi denize çevirdim. kafasını sağ sola sallıyordu savaşa bakarak

"biliyor musun Riva, bu piç kurusu sana aşıkmış" sarsıldım. ama deniz bu zamana kadar bunu hiç bana yansıtmamıştı. bakışlarım denize döndüğünde gözlerinden yaşlar aktığını gördüm. "bu piç benim kadınıma aşıkmış?!" savaşın gür sesi yeri göğü inletmişti.

"savaş bırak onu gitsin" feryat eden sesim, dalgaların arasında kaybolur gibiydi.

"hayır, ölecek. kimse, benim kadınıma bakmayı geç, 5 metre yakınına bile yaklaşamaz" koyu hareleri keskinlikle denizin üzerindeydi.

"savaş ona zarar verme, bana istediğini yap, yak canımı al hıncını" mavi irislerim kıpkırmızı olmuştu. "ne saçmalıyorsun Riva" dedi öfkeyle, "bu siktiri boktan herif için senin canını mı yakacağım, hayır Riva ben senin kılına zarar vermem"

"savaş sakın" dedim ani bir tepkiyle bedenimi denizin önüne siper ettiğimde korkuyla savaşa bakıyordum. elindeki silahın ucunu denize çevirdiğinde. çığlığım yankılandı "savaş sakin ol" yalvarmaktan başka bir şey elimden gelmiyordu.

savaş hışımla ceketini çıkarttığında kumsala fırlattı, alnında sinirden belirginleşmiş damarlar onu daha korkunç gösteriyordu. gözlerim koluna kaydı, kolundaki morluk.

bir dakika!!

savaş uyuşturucu kullanıyordu.

yanımdaki koruma hışımla beni kolumdan çektiğinde tek duyulan ses silah sesiydi. "beni affetmemenin bedelini böyle ödeyeceksin karanlı."

"HAYIR!?" ellerimi kulaklarıma kapattığım zaman, çığlığım bütün göğü inletmişti. donmuştum, deniz sandalye ile birlikte yere düşmüştü. denizi sağ tarafından vurmuştu.

dizlerimin üstüne çöktüm "hayır!!" yalpalayarak denizin yanına ilerledim. "deniz uyan"

deniz, annemin ölümünden sonra beni toparlamak için yanımdan hiç ayrılmayıp sınıfta kalmayı göze almıştı, savaş beni aldatınca yine o toparlamıştı beni. şimdi beni kim toparlayacaktı.

denizin ağzındaki bant'ı çıkardım, ellerini ve ayaklarını çözdüm "özür dilerim, koruyamadım seni" kumral saçları dağılmıştı. "ÖZÜR DİLERİM!" kafasını göğsüme yasladığımda, acı içinde akan yaşlarım üstümü ıslatıyordu. titreyen bedenim denizin kanına bulaşmıştı. "deniz hadi uyan" saçlarını elimle düzelttiğimde o güzel yüzüne bakıyordum. "deniz hadi uyan bak pamuk şekerin çok üzüldü." kalkmıyordu. başımı göğe kaldırdığımda acıyla haykırdım. hayat sevdiklerimi en acı şekilde alıyordu.

bakışlarım arkaya döndüğünde korumalar ve savaş gözlerini kırpmadan beni izliyordu. "ben Nejla teyzeye ne derim kalk deniz kalk n'olur kalk" tanrım canımdan can koparıyorlar. dayanamıyorum.

"NEDEN YAPTIN BUNU" çığlığım sindiremeyişimle harmanlandı adeta. "NEDEN YAPTIN KARADAĞ CEVAP VER" yalpalayarak ayağı kalktığımda sendeledim "sen" dedim baskın sesimle "sen benim hayatımın kara lekesisin senden nefret ediyorum SENDEN İĞRENİYORUM KARADAĞ"

"biliyor musun savaş, sen ölsen ağlamayı geç yüzüne bile bakmazdım. sen ali amcanın yüz karasısın, SEN FAHİŞE ANNENİN OĞLUSUN" bana yaklaşmaya kalktığında geri kaçtım.

yanımda duran korumaya yanaştım ve yere düşeceğim gibi yapıp aniden silahını aldığımda onlara doğrulttum.

"ilk önce bebeğimin intikamını, sonra annemin ve denizin en sonunda da hayatımın içine sıçan herkesten intikam alacağım, ama bunu Karadağ. bundan sonra savaşta her şey mübah, kardeşlerinin hatırını tanımam artık, kana kan dişe diş. canını yapmak için her şey yaparım."

sözlerimin ardından silahımdan kurşun sesi yankılandı, savaş Karadağ gömleğini kırmızıya konuk etti.

Loading...
0%