Yeni Üyelik
18.
Bölüm

-18.Bölüm-Kefaret-

@persephone

her yapılanın bir kefaret bedeli vardı elbet, yalnızlığın yok oluşu kasırga yaratırdı rol yaptığımız yaşantıda. keskin darbeler vuran geçmiş bulduğu her boşlukta yaratırdı bir emare, unutturmazdı bana. her yaşadığımızı gizler, her izin üstünü kapatmaya çalışırdık, yaralarımızı görmesinler diye. şu acınası yaşantıda bile adımlarımızı gizlemeye çalışırdık. kimden çekinirdi insanlar, senin çekindiğin de senden çekiniyordu. bir canlı için yaşamayı bırakalı çok olmuştu, aslında yaşamayı bırakalı çok olmuştu. seveni, sevilen sevmezdi. önceden uçuşan kelebeklerin yerini cenazeler aldı. ağlayarak gömdü o kız çocuğu, değer vererek beslediği kelebekleri. yas tuttu ve bir daha inanmayacağına, inanılmayacağına ant içti.

🕯️geçmişten kesit🕯️

Kadın, uzun dalgalı saçlarıyla beyaz deniz köpüklerine benzer bir renkte elbise giymiş. Elbiselerinin etekleri hafifçe rüzgarla oynuyordu. Kadının elindeki mürekkep mavisi bir kalemle, karşısındaki devasa bir resim tuvaline odaklanmıştı. Tuvalde ise sonsuz bir mavi okyanus manzarası görülüyor; turkuaz renkli suyun üzerinde nazlı nazlı yüzen renkli balıklar ve kuşlar çizilmişti adeta. Kadının yüzünde bir huzur ve mutluluk ifadesi var, sanki tam da içinde kaybolduğu bir dünyayı resmediyor gibi. Adam ise zıt bir şekilde, karanlık ve vahşi bir görünüme sahipti. Kadın karnındaki bebeğiyle birlikte gülümseyerek yukarıya, gökyüzüne doğru baktı. Yüzünde bir sevgi ve umut doluydu. Gözlerinde geleceğe dair büyük bir umut parıldıyordu. bunun tek nedeni ise karnında taşıdığı o küçük bedendi. İçten içe, karnındaki bebeği kucağına almak dışında hiçbir şey istemediğini fısıldadı. Ancak ansızın savaş Karadağ aklına karanlık düşünceler gibi zihnine doğru yerleşti. Bu düşünceler kadının yüzünde anında bir gölge oluşturdu ve tebessümü sönük bir hal aldı.

Riva'ydı bu kadının adı, daha genç yaşında ilk ve son aşkım dediği adamdan hamileydi, ama savaş Karadağ, Riva'nın sevgisine değecek bir adam değildi. Riva çok geç anladı bu acı gerçeği, söylemedi savaşa hamile olduğunu. daha hamile olduğunu söylemeye giderken öğrendi savaşın onu aldattığını. işte ilk umutları o zaman yıkılmıştı.

eliyle okşadı şişkin karnını "annecim, güzel kızım benim" bu söylediklerine içen içe sırıttı "babanda seni seviyor annecim" puslu bir tebessüm belirdi yüzünde. tekrar mavi irislerini gökyüzü ile buluşturdu. yüzü acıyla kasıldığında bakışları karnına indi, bebeğinin attığı tekmeler son anları daha dayanılmaz kılıyordu, onun için her şeye değer, dedi sessizce. hava soğumaya başladığında hırkasını alarak küçük kulübesinin içine adımladı. dışarıda başlayan fırtına huzur veriyordu rivaya, koltuğa oturduğunda bacaklarını uzattı ve sarı ışığın odaya olan hakimiyetini izledi. cama vuran yağmur damlaları şiddetini arttırırken, sadece geçmişi düşündü, bebeğinin babasını onun ihanetini ve terk edilişini. 'kefaret' dedi Riva içten içe bebeğimi görmezse bu onun cezası olur dedi ama en büyük cezayı kendine kestiğinden habersizdi.

🕯️şimdiki zaman🕯️

savaş yerde kanlar içinde kalırken, kurşun sol omuzuna isabet etmişti. savaşın adamları bana silahlarını doğrulturken Serkan koşarak savaşın yanında yer aldı. savaş bayık gözlerle bana bakarken sanki kırgın gibiydi, canı acıyor gibi. lafügüzaf yansıtırdın pencereme ey dildar.

yaptığımla birlikte ifadesizce baktım. o iptilası olduğum gözlerine, yüzünün kaslarına, meltem ile savrulan saçlarına. o sevdiğim adam değil bana acı verendi, ama bunu kabullenmek en acıtandı.

söylesene cefapişe, kalbi seninle tutuşan dildade'ye bunu mu reva gördün?

içim mahzun bir şekilde isyan ederken, kalbimde kor bir alev yanıyordu.

korumalar kollarımı tuttuğunda çırpındım. "bırakın beni" ellerinden kurtulduğumda soluğu denizin yanında aldım. aralık kalan mavi gözleri, morarmaya başlamış dudakları.

deniz ölmüştü.

adamlar savaşı kaldırdığında siyah arabaya yerleştirdiler. ben denizin gözlerini kapatırken kollarımda el hissettim. "bırakın beni, hemen." çırpınmaya çalıştım ama başarısızdı. bedenimi arabanın içine savurduklarında, gözlerim denizin cansız bedenine kaydı. kapı kapandığında ellerimle cama sert vursam da kırılmıyordu. denizin yanına ilerlediler.

benim olduğum arabada benden başka biri yoktu, savaşın tedavisini diğer araçta yapıyor olmalılardı. diğer adam elinde benzin şişesi ile ilerlediğinde varilin kapağını açtılar. "yapmayın n'olur yapmayın" haykırışlarım arabanın içinde yankılanırken onlar beni duymuyordu.

"hayır, denizim. yapmayın n'olur yapmayın" denizi verilin içine koyduklarında, benzini boşalttılar içine.

Serkan eline çakmağı aldı ve gözlerimin içine baktı sanki kaplamalı camdan beni görebiliyor gibi.

"hayır" çaresiz sesim nafileydi, elindeki çakmağı varile attığında alevler yükselmeye başladı.

"hayır, hayır, hayır" camı kırmaya çalışsam da olmuyordu, kapıyı açmaya çalıştığımda sonuç başarısızdı. "açın şu siktiğimin kapısını" kapıyı tekmelemeye başladığımda, kapının kenarlarını çatlatmıştım. "açın kapıyı dedim" gür sesimle birlikte sivri viski şişesini kırarak cam parçası aldım ve koltukları parçalamaya başladım, camları çizdiğimde sıra tavana gelmişti. araba artık hurdaya dönmüştü. ama acımı yansıtamıyordu.

ağlayarak camın dibine oturduğumda yanan varile baktım. "Neden" acı isyanım perde çekti geleceğime. "dayanamıyorum, dayanamıyorum!" tekrardan koltukları tekmelemeye başladığımda varil yavaştan sönüyordu.

dizlerimin üzerine çöktüğümde bedenim acıyla sarsılıyordu. bunu neden yaptın Karadağ.

arabanın kapısı açıldığında savaşı göğüsü koluna kadar sarılmış bir şekilde koltuğa oturttular. baygın bakışları üzerimde ve ifadesizdi. gözlerini teker teker arabanın içinde gezdirdi. parçalanmış koltuklar, çizilmiş camlar, hasar almış kenarlıklar. ardından gözlerime baktı, o bakınca kendimi çırılçıplak hissetmiştim.

"sen Karadağ, sen bana hayatını cennet gibi gösterip hapishanesine alan bir gardiyansın" cümlelerimin ardından ifadesizliği devam ediyordu. hissiz bakışları bir parça bile duygu barındırmıyordu. ne düşündüklerini anlamak Helin'i geri getirmek gibi çok zordu.

"ne zaman söylediklerimden döndüğümü gördün" sözleriyle birlikte ifadesiz kalmaya çalıştım. o kadar umursamaz ve bencil görünüyordu ki, keşke ona kanmasaydım. sen nasıl kandın ona, o tunç gibi o kadar can yakıcıydı ki.

"uyuşturucu mu kullanıyorsun savaş" sözlerim ortaya çığ gibi düşmüştü. yumdu gözlerini sanki bir açık vermiş gibi, "sus Riva" tahammül edemez gibi bir hali vardı.

" sus mu! neye susacağım ben Karadağ, sen benim kardeşim dediğim kişiyi öldürdün, sen katilsin. ama sen bir tek denizin değil, Helin'inde katilisin. Nefret ediyorum senden!" bağırışlarım haykırışlarım durmazken o sadece sessizce izliyordu beni.

"kendimi kaybettim Riva, ben Helin'in katili değilim ne saçmalıyorsun." bu muydu gerçekten? avuntusu bu muydu? o bir can almıştı, bende de devasa bir yara açmışken kendisini böyle teselli edebiliyordu. Karadağ yine gaddarlığını vicdanının önüne koymuştu.

"ne bekliyorsun sen, seni teselli edip sarılmamı mı?! keşke ölseydin Karadağ, en azından mezarına çiçek koyabileceğim bir vasıf olarak kalırdın gözümde!!"

sözlerimle birlikte dakikalarca baktı bana ama gözlerine cam kırıkları vardı sanki, acıtıyordu karşısındakini ama kendini de zehirler gibiydi. onu ne kadar sevsem de artık o gözle bakamazdım ona, defalarca yaktı canımı bir kere bile geriye dönüp bakmadım şimdi ise benden merhamet bekliyordu.

kızarmış gözlerim, sönmeye başlamış varile çevrildi. "deniz artık yok mu" kabullenemez sesim arabaya sinerken "deniz hayır olmaz gel" hırçınlığım yavaştan geçince, denizin yokluğunu, öldüğünü yeni kavrıyordum. bakışlarım yanımdaki boş koltuğa çevrildiğinde, annem yanımdaydı. "anne sen mi geldin?" elim yavaşça annemin solgun yüzüne çıktığında, dokunamadım. "anne deniz bırakmaz beni değil mi anne" fısıltıyla karışık çaresiz sesim. "deniz neredesin!?" etrafa bakınmaya başladığımda göremediğim her saniye acıma acı katıyordu. "denizim ben daha yaralına merhem olamadım" arabanın kapısı açıldığında bakışlarım savaşa çevrildi, çaresizce bakıyordu. nefret dolu iğrenmiş bakışlarımı ona gönderdiğimde indim arabadan sert esen rüzgarla birlikte güneş batmıştı. "deniz neredesin" etrafa bakındığımda yoktu, denizim yoktu. savrulan saçlarım gözyaşlarından dolayı ıslanmış yüzüme yapışıyordu.

"seni hiç bırakmayacağım pamuk şekerim" dedi gülerek.

"beni hiç bırakma deniz kaptanı, yoksa ben sensiz yapamam ki" sarılmıştık hiç ayrılmamak üzere.

"hani hiç bırakmayacaktın beni!" çocuksu fısıltımla birlikte dizlerimin üstüne çöktüm. "deniz bak pamuk şekerin saçlarını kesti, kızmayacak mısın?"

"Tanrım azalt acımı nolursun" başımı puslu gökyüzüne kaldırdığımda fırtına başlamıştı, hızlı yağan yağmur sanki bana üzülmüşte yas tutar gibi. "neden her şeyi ben hak ediyorum tanrım"

kumsala yattığımda cenin pozisyonu aldım. arkamda bir beden hissettim "git yanımdan" sadece hırçın denizi seyrediyordum o dalgaları. ısrarla arkamda duruyordu, yorgunca kalktım ayağı dikildim karşısına.

"bir anne için bunu söylemek çok zor ama belki de Helin yaşasaydı beni suçlardı, babası olarak seni seçtiğim için, umarım Karadağlı bana yaşattığın acının mislisini yaşasın. umarım çocuğun olmaz, hiç bir çocuk senin gibi bir babayı hak edecek bir günah işlememiştir, sen anca o çocuk için hayat sınavı olursun." derin bir nefes çektim içime "umarım, sende çocuğunu ellerinle gömmenin acısını tadarsın. ahım üzerinde olsun Karadağ" sözlerimle birlikte herkes büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. savaş Karadağ tekrar sarsıldı.

"Riva uyuşturucunun etkisindeydim" ona en aciz varlıkmış gibi baktım. "öyle mi" acılı bir tebessüm, kandan oluşuyordu. elimi sargısına attığımda derince bastırdım. acıyla inlediğinde sadece yok olmasını ve bir daha karşıma çıkmamasını diledim. "ah bende ne yaptığımın farkında değilim şuan kusura bakma" alaylı çıkan sesim ardından kahkahaya dönüşmüştü. ardı arkası gelen kahkahamın ardından korumalar birbirine bakıyordu. "hey" dedim Serkan'a doğru, "sen gece yastığa başını koyduğunda nasıl uyuyacaksın? sen bunu bilerek yaptın, bilerek yaktın denizi!?" sinirli tavrım anında değişip tekrar kahkaha atmaya başlamıştım. yerden gelen melodi ile sesim kısıldı. denizin telefonu yerde çalışıyordu, elime aldığımda. ekrandaki yazı kanımı dondurmuştu.

ANNEM (7) cevapsız arama.

Nejla teyze arıyordu, derince yutkundum defalarca "Al!" telefonu sertçe savaşa uzattım "Al aç anlat annesine biricik oğlunu nasıl katlettiğini, al hadi." çenesini sıktığı kasılan kaslarından çok belliydi. sığınacak tek limanım denizden ibaretti, şimdi ise fırtınanın içinde okyanusa atılmış gibiydim. savaş yüzündeki duygu parçalarını temizleyip tekrar tepkisizliğine büründü. "götürün rivayı" sağanak yağış hızlandığında sırılsıklamdım. yanıma gelen korumaları elimi kaldırarak durdurdum. "kendim giderim" savaşa baktım, ve tam önünde durdum. burunlarımız birbirine değiyordu.

"ikimizde o kadar kirliyiz ki, annem beni görse utanır, baban seni görse utanırdı. sen ve ben Karadağ, bu dünyaya gelmiş lanetli tohumlardan biriyiz."

hızlı adımlarla arabaya bindiğimde koltuğa yerleştim. geçmiş yakamı bırakmıyordu. zihnimde denizin sesini duymamla koltukta cenin pozisyonu aldım.

"neredeymiş benim pamuk şekerim, ben ona en sevdiği pastayı aldım ama"

"yeter!"

"sen ağlama Riva'm ben sana anne ve baba da olurum"

"Yeter!"

"güzelim karnın ağrıyor diye bitki çayı yaptım ister misin?

"Yeter!"

"Riva aynı yaramaz kız çocuğu gibisin daha yeni temizledim mutfağı"

"Yeter!"

"güzelim, hadi film izleyelim. sen böyle depresyonda kalırsan Nejla teyzen yolar valla seni"

nefes almadan ağlıyordum. yumruk yaptığım ellerimle yerlere vuruyordum sanki acımı hafifletecekmiş gibi. arabanın kapısı açıldığında savaş kolundaki sargının izin verdiği kadar hızla yanıma ulaştı. "Riva'm iyi misin" endişeli sesi bana neredeyse kahkaha attıracaktı.

"dokunma bana" hızla ondan uzaklaştığımda değişik bir ifade ile baktı. "uzak dur benden" hırsla ona baktığımda, ellerini teslim oluyor gibi kaldırmaya çalıştı. "tamam güzelim" dedi yatıştırıcı tonuyla.

sakince koltuğa oturduğunda, benden uzak kalabilmesi için koltuğun en sonuna gitmiştim. Cenin pozisyonunda kaldım, nefes almak istemedim, gözlerimi açmak istemedim, ben hiç bir şey istemedim.

🕯️🕯️🕯️🕯️

araba durduğunda geldiğimizi anladım. hızla otel odasına doğru ilerlediğimde, etraftaki insanlar bana bakıyordu. kolumdan bir el tuttuğunda, savaş olduğunu anladım. gözleri üzerimde gezindiğinde alev çıkıyordu. hızla ceketini bana giydirdiğinde, bu hareketlerini anlayamıyordum. "ne yapıyorsun ?" dedim bıkkınlıkla. "üstün ıslak sütyenin gözüküyor" sözlerinin ardından gözlerimi devirdiğimde tekrardan odaya hızlı adımlar attım. savaş ardımdan geldiğinde kapanan kapının sesini işittim. "beni yalnız bırak yüzünü dahi görmek istemiyorum" derin nefes aldığını işittim. "Riva" sesi sanki battığı bataklıktan çıkmak istiyor gibiydi, ama beni o bataklıkta kendisi elleriyle boğmuştu, unuttu demek.

"sesini de duymak istemiyorum Karadağlı! bilirsin sevdiğim canımın öncesinde gelir ama eğer ben onu kalleş bellersem, işte o zaman yağmurlu hava da su yok demektir."

kollarımı birbirine bağladığımda şehrin ışıklarını izliyordum. arkamdaki bedenin nefes alışları hızlanmıştı. iki taraf vardı içimde, ona canını verecek kadar bağlı olan ve onu saniyesinde öldürecek kadar cani bir taraf. işte bu ikilem çok acıtıyordu.

adım sesleri işittiğimde kapı açılıp kapandı. "neden hala sığınıyorsun ona, o kendine kurban arayan bir katil" fısıltım isyan eder gibiydi bir nevi, seslendim içimdeki küçük kız çocuğuna.

balkona çıkıp aşağı baktığımda, göz göze geldik. hızla arabasına binip uzaklaştı. lavaboya girip kapıyı kilitledim. odada konuşursam kapıdaki korumaların duyma ihtimali vardı.

cebimden denizin telefonunu çıkardığımda hızla Büşra'nın numarasını girdim. "lütfen aç Büşra" ısrarla çaldırıyordum.

odadan gelen tıkırtı sesleri ile daha çok strese giriyordum. umutlarım sanki teker teker okyanusa gömülüyordu. "alo" tam o sırada gelen ses tekrar bir umut yeşertti içimde.

"alo deniz, bir sorun mu var?" Büşra'nın meraklı sesi sayesinde mutluluktan göz yaşı döküyordum.

"alo Büşra, ben Riva hiç bir şey yolunda gitmiyor yardım et" feryat eden sesim daha çok ağlamama sebep oluyordu. "Riva'm yaşıyorsun, bulacağız seni dayan. neredesin?!"

Büşra'nın gür sesi korku dolu çıkıyordu, etrafındakiler benimle konuştuğunu öğrenmiş olmalı ki hayret sesleri ve mutluluk bağırışları geliyordu. o sırada bir serzeniş duydum.

"Mehlika'm yaşıyor mu?" korku dolu bir ses tonuyla sorulmuş bir soruydu sanki alacak cevaptan korkar gibi. "yardım edin lütfen" gözlerim kapıya yöneldiğinde kapının zorlandığını gördüm. "kapıyı açıyorlar, savaş Karadağ kaçırdı beni yurt dışındayız yardım edin." sessiz kalmaya çalışsam da iç çekişlerim izin vermiyordu. "dayan güzelim, yaşadığını biliyorum ya ölsem de bırakmam seni onun eline". tam o sırada bir ses duydum. tuvaletin kapısı kırılmıştı. "kiminle konuşuyorsun sen!" Serkan'ın gür sesi odada yankılanıyordu. "sanane" bağırışımla birlikte elimdeki telefon yere düşmüştü, kolumdan tutup odaya fırlattığında alçıdaki bacağımın üzerine düşmüştüm. "Yardım edin n'olur!? İmdat!" acılı bağırışlarımı telefondakilerin duymasını umdum. "kes sesini Riva, savaş senin gibi bir kadında ne buluyor anlamıyorum zaten!?" bakışlarım ona yöneldiğinde bana tiksinerek baktığını gördüm. "ne diyorsun sen haddini bil!?"

"savaş benim kardeşim gibidir Riva ve inan ona yaptıklarını mislisiyle ödeyeceksin!?" bacağımdaki ağrı arttıkça acı daha da beni hırçınlaştırıyordu. gür bir kahkaha attım, "ne kadar acizsin, şunu görmüyorsun ki savaş benim için senin gözünün yaşına bile bakmaz!"

"kendini bu kadar önemseme Karanlı" alayla baktı yüzüme. "ben kendimi önemsemiyorum doğruları söylüyorum, sen olsan olsan anca savaşın köpeği olabilirsin" sözlerimle birlikte gözlerinden adeta alev çıkmıştı, hızla yanıma gelip saçımı tuttuğunda kafamı yukarı kaldırdı. "ne o gerçekler canını mı acıttı?! senin gibi itlerin gücü anca yaralı hayalleri olan kadınlara yeter dimi dur düşüneyim kesin baban seni böyle yetiştirdi."

yanağımda hissettiğim tokatla birlikte dudağımdan sıcak bir sıvı aktı. "hadi öldürsene beni, ama doğru ya patronun emir vermedi sana" defalarca gelen Tokat'ın ardından baygın bakışlarım yerdeydi. yerde uzanan bedenim acıyla kıvranıyordu ama dışarı yansıtmıyordu. Serkan eline bir viski şişesi aldığında kan olan yüzüme damlatmıştı. yaralarıma değen alkol daha çok yanmaya sebep oluyordu. gözlerim, boydan boya ayna olan duvara değdiğinde yüzüm kan içindeydi, dudaklarım ve kaşım patlamış, burnum kanıyordu. gözümün altındaki morluk fazlasıyla acıtıyordu. ama Riva Karanlı her yaptığı çöküşten tekrar doğardı.

otel odasının kapısı kırılır gibi açıldığında savaş ve adamları hızla içeri girdi.

"ne yapıyorsun ulan sen?!" yerde kıpırdamadan yatıyordum, bedenimin acısı dayanılmayacak gibiydi. Serkan elime bastığı için büyük ihtimal kırılmış olan serçe parmağımda ölümcül bir ağrı kol geziyordu.

adamlar Serkan'ı kollarından tuttuğunda, Serkan çırpınmaya başladı "denizin telefonundan gizli gizli savcı kadını aramış savaş?!" Serkan'ın söyledikleri ile birlikte, savaşın gözleri yerdeki gözlerimle buluştu. çatılan kaşları durumun ne kadar kızıştığını gösteriyordu. sinirden belirginleşmiş damarları ve sıktığı elleri fazlasıyla sinirlendiğini belirtti ama yumruklarını sürekli açıp kapatıyordu, sakinleşmeye çalıştığı barizdi. "yine de!" nefes alışları sıklaşmış ve gözleri kızarmıştı. "kimse benim kadınıma böyle bir şey yapamaz, kendi ailem olsa bile canıyla ödetirim. sen kimsin de, söz konusu Riva iken seni kayıracağımı düşündün!?" adeta kükremiş olan savaştı, ve bu bana adeta zevk veriyordu. ama canım fazla yanıyordu. "götürün bizim bölgeye, cezasını biliyorsunuz ." gaddar ifadesi ile birlikte, Serkan'ın korktuğu gözlerinden belliydi.

zavallı Karadağ, sana diyemem ki Serkan'ı ben kışkırttım, sırf onun sende olan değerini ve bana olan takıntını bildiğim için. Serkan öfkesine yenik düştü ve sende gelecekte nefret edeceğin bir kadın için şimdiden sevdiklerinden ilk kişiyi kendinden soğuttun, yalnız kalacaksın Karadağlı benim gibi yalnız kalacaksın sende.

"savaş yapma, kışkırttı beni kanma şu kadına!" Serkan'ın çaresiz haykırışları savaşa etki etmiyordu. "Karadağlı, beni ölüme mi teslim etmeye karar verdin?" sorumla birlikte bakışları hızla yerdeki bedenime yöneldi. "Riva'm" hızla yanıma geldiğinde tek hamle ile kucağına almıştı, acıyla inlediğimde, hareleri kan içinde kalan yüzümde oyalandı ve baktıkça çenesi daha fazla seğiriyordu. öfkeli sureti adamlara döndüğünde başıyla işaret verdi ve odadan çıktılar. bedenimi yatağa yatırdığında kahkaha atmaya başladım

"ah Karadağ, hani senin yanında güvendeydim? sen daha beni kendinden koruyamıyorsun, dışarıdan nasıl koruyacaksın?" alaylı sorumla birlikte çenesi kasılmaya başladı "Riva, kes sesini ve bana cevap ver Büşra'yı aradın mı?!" sorusuyla birlikte odada telefon aramaya başladı. lavabonun kapısı sertçe çarpıldığında bulduğunu anladım. "bu ne?!" bağırışıyla birlikte yerimden sıçramıştım. "sesine dikkat et" ne kadar korksam da belli etmemeye çalışıyordum. "senden kurtulacağım" savaş kahkaha atmaya başladığında elindeki telefonu parçalıyordu. "sen benden kurtulamazsın karanlı, bu imkansız. sen sadece benimsin anla artık" takıntılı sözleri ile birlikte olduğum yere çakıldım. demek canımı yakıyordu. tek ben yanmamalıydım.

"Nilay niye sessiz Karadağ, deden niye ablanı sevmiyor?" ifadesizlikle baktım ama sanki savaş bir ip ucu arıyormuş gibiydi. yavaşça gülümsedim.

"ne diyorsun Riva?" çatık kaşları ona açıklama yapmam gerektiğini anlatmaya çalışır gibiydi. tam o sırada savaşın telefonu çaldı. "savaş bey, Serkan için söylediklerinizi yaptık, bedenini ortadan kaldırdık" ifadesizliğimi korurken savaş gözlerini yüzümden ayırmıyordu. "tamamdır" telefon konuşmasını sonlandırdığında ciddiyetle bana döndü.

"sana dedim Karadağ, sen bana ne kadar zarar verirsen, ben sana mislisini yaşatırım. beni çözemezsin." derin nefes aldığında saçmaladığımı düşünür gibi alaylı bir hali vardı ama ben bu tepkisine gülümsedim. "beni yıkamazsın karanlı sen en büyük darbeyi vurdun zaten" başımı yavaşça sağ sola salladım. "hayır Karadağ, ben daha sana darbelerimi vurmadım"

"Nilay niye sessiz Karadağ? Serkan niye benden nefret ediyordu?" sorularımla birlikte kafası karışmış gibi hali vardı. "niye" sorarken sanki biraz şüpheli gibiydi. tekrar gülümsememi sundum ona.

"çünkü Serkan, Nilay'a yani ablana tecavüz etti." dakikalarca boş duvara baktı, sindiremedi, kabullenemedi, isyan etti. en sonunda nefes alamıyormuş gibi gömleğinin düğmelerini açtığında. terasa çıktığında uzun bir süre manzarayı izledi. o süre zarfında yüzümdeki yaraların enfeksiyon kapmaması için pansuman yaptım. içeri dolan adım sesleri ile birlikte bakışlarım o tarafa döndü. "sen bunu bilirken bana söylemedin mi karanlı" öfkeli bakışlarıyla karşılaştım.

"savaş Karadağ, bu benim suçum değil . dedenin, abinin ve senin suçun siz koruyamadınız. yani hoş adam el kızını koruyamamış ablasını mı koruyabilecek?!" o sırada yanağımda keskin bir acı hissettim, savrulan saçlarımı yana attığımda elimi acıyan yanağıma koydum ve savaşa baktım. gülümsedim o sırada yeni pansuman yaptığım yaralar tekrar kanamaya başladı. "bana çektirdiklerinin yanında az bile" savaş yüzümü sertçe avucumun içine aldığında gözlerinden alev çıkıyordu. "bilerek yaptın değil mi?!" adeta tıslamıştı yüzüme. "evet, ablanın intikamını alamadan basit bir şekilde öldürdün onu, bu acı sana bir ömür boyu yeter. ama daha yer bırak çünkü sırada bekleyenler var." düşündüğümden daha çok hasar almıştı Karadağ, ama bilmiyordu ki, bu ona yapacaklarımın ve yaptıklarımın en hafifiydi. yavaşça yaklaştım bedenine, kulağına dudaklarımı değdirdiğimde irkilmişti. "sana dedim Karadağ, kaybedecek hiç bir şeyi olmayan kadından kork, çünkü o zaman vicdanını ve merhametini kaybeder dedim ama dinlemedin beni" acıyla kasıldı yüzü.

"hayır Riva bedel veya ceza böyle olmaz!" ilk defa nefret gördüm bana bakan gözlerinde. acıtmadı ama, bir ukde kaldı içimde.

"nasıl olur Karadağlı malum sen daha iyisin bu işlerde!!"

🕯️19.08.2022🕯️

uçurumun kenarında sert esen dalgalar uçuşturuyordu saçlarımı hırçın bir şekilde. "anne, bebeğim gitti. tunç aldı onu benden. ellerimde kan var anne bebeğimi ben kendim gömdüm!!?" üstümdeki lacivert saten elbise, bu bedene yakışmıyordu sanki. dizlerimin üzerine çöktüğümde sert taşlar çıplak bacaklarıma batıyordu. "anne, savaş beni sevmiyormuş, aldattı beni. ben ona hamile olduğumu söyleyecektim" bağırmıyordum. fısıltı gibi çıkan sesimle uçsuz bucaksız denize içimi döküyordum.

"her ne olursa olsun babasıdır dedim anne, söylemeye karar vermiştim. ama tunç beni sakladı anne gidemedim söyleyemedim savaşa. şimdi de diyor ki onunla evleneceksin. tunç o gün beni saklamasaydı biz mutlu olabilirdik anne." derin bir nefes çektim içime. "ama belki de en doğrusu bu çünkü savaş, Helin'e iyi bir baba olamazdı anne. ben sevgimden görememişim. canım yanıyor. ama bitti anne yanına geliyorum." adımlarım uçurumun kenarına ulaştığında, derin derin baktım sonsuzluğa.

"savaş Karadağ, sen benim hayatımın kara lekesisin. senden nefret etmeme rağmen neden senin için ağlıyorum neden bunu yapmasaydın keşke diyorum. çünkü lanet olası herif benim bu hilekar kalbim hala sana aşık. ama olmaz savaş artık bizden olmaz, ama bizsiz de olmaz. benim tek dayanağım sendin. şimdi hakkın mıydı ki beni bu enkazda bırakıp gittin?"

kollarımı açtım iki yana, kaldırdım başımı göğe "geliyorum annem, geliyorum güzel kızım" arkadan gelen sesle birlikte hızla arkama döndüm. gözlerim etrafta gezerken görünürde kimse yoktu. "kim var orada" ortalığı yokladığımda kimse olmadığını fark ettim. ve gülümsedim "kim senin için gelir ki aptal, herkes gözlerinin içine öl diye bakıyor" gözlerim dolunayla buluştu. "beni dolunayda hatırla Karadağlı" bedenimi boşluğa bıraktım. kafama gelen sert darbeyle bilincim donuklaşmıştı. serin suyun içinde batan bedenim. bulanık gözlerim bana yaklaşan bir beden gördü. kollarıma sarılan eller, beni suyun içinde yönlendirirken, arafta gibiydim. ıslak bedenime çarpan soğuk rüzgar bile hissettirmiyordu eskisi gibi.

"sana kul köle olabilecek bu adamı fark etmeden gidemezsin Riva Karanlı"

🕯️🕯️🕯️🕯️

gözlerimi araladığımda, hastane odasındaydım. "yine mi" bir damla düştü gözümden. kapı açıldığında tunç girdi içeri. "bizi yalnız bırakabilir misiniz kızımla, doktor bey" dışarıya verdiği tedirgin baba imajı çok gülünesi duruyordu. ama çok da gerçekçi, ben hariç kimse fark edemeyecek kadar gerçekçi. doktor odadan çıktığında Tunç'un öfkeli bakışları benimle buluştu. söyleyecekleri yine kanatacaktı içimi biliyordum.

"ne yaptığını sanıyorsun sen!!?" tıslarmış gibi çıkan sesi her an beni boğabilecek gibi gösteriyordu. gülümsedim "ölmeyi bile beceremiyorum değil mi Tunç?" gülerken ağlamaya başladığımda, Tunç bakışlarını cama çevirdi. belinde olan elleri ritim tutmuştu sinirden. "Tunç Karanlı ne bu öfken stresin ah yoksa kızının ölmesinden mi korktun?" kahkaha attığımda garip bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. "yanlış anlamışım ölmedim diye üzüldün değil mi, ama inan bende üzüldüm." ifadesizliğini koruyordu.

"bitti mi kendini acındırman riva, sende tek değerli şey soyadın anla artık şunu, bir baksana magazinlere, haberlere!?! 'iş dünyasının en başarılı iş adamlarından biri olan tunç karanlının kızı, Riva karanlı'nın intihar ettiği söyleniyor. durumu henüz belli değil' bu ne Riva! görüyor musun nelere sebep olduğunu."

"sen benim kızımı öldürdün piç kurusu!" haykırdığımda, nefretle üzerime doğru geldi. yanımdaki sehpadan aldığım vazoyu ona fırlattığımda kenara geçerek kaçmayı başarmıştı." hışımla yanıma geldiğinde yüzümü avucunun içine aldı "sen ne kadar benim kanımdan olsan da, kızım değilsin anla riva. ve şu çocuksu hallerine son ver, hastaneden çıkacağın zaman ki cezanı düşün!?" yüzümü yana doğru sertçe bıraktığında. üstünü düzeltti ve sahte tebessümünü taktı yüzüne. odadan çıktığında, ben ve kaçamadığım düşüncelerim kaldı.

🕯️şimdiki zaman🕯️

savaş odadan çıkalı bir saat olmuştu. düşündüm, sadece yaşadıklarımı düşündüm. denizim gitti, bana iyi gelen bir kişi daha gitti. deniz aklıma gelince gözyaşlarım tekrar dökülmeye başladı pınarlarımdan. "özür dilerim denizim" ne kadar yakarışlarda bulunsam da sesi gitmiyordu kulaklarımdan.

"hadi ama Riva, bu depresif halinle tam kış uykusundan uyanan yavru bir ayıcığa benziyorsun".

"benimle dalga geçme deniz!" fırlattığım yastığı hava da yakalamıştı. "hadi mantarlı pizzam kalk ya"

"susun artık yeter!" hızla lavaboya girdiğimde elimi yüzümü soğuk suyla yıkadım, ama ne fayda. deniz aynadan bana bakıyordu. "deniz yapma n'olur" fısıldayan sesim ve titreyen ellerim. gözlerim ağlamaktan kızarmış vaziyetteydi. kapı çaldığında aynadaki görüntü gitmişti. yüzümü kurulayıp kapıya yöneldiğimde, hızla kapıyı açtım.

Kaya Miranlı tüm endamıyla karşımdaydı. koridordaki bağırışlara bile sağır olmuştum. "kaya" inanamadım burada oluşuna. yüzüne dokunduğumda gözünden bir damla yaş düştü. "Riva'm" hızla bana sarıldığında vücudumdaki yaralar acısa da ses çıkarmadım. çünkü buna ihtiyacım vardı. "kaya gerçekten sen misin?" ona dokunduğum halde gerçek olduğuna inanmıyordum. kaya şüpheyle baktı yüzüme, ilk yaralarıma sonra sargılarıma. "Riva'm, güzelim evet geldim senin için geldim." hıçkıra hıçkıra ağlarken boynuna sarıldım sıkıca. evet o bina yıkıldı ve ben enkazda gibiydim. nefes almadan ağlıyordum, denizime, içimde kapanmamak üzere açılan yaralara ve nicelerine. kaya, sendeleyen bedenimi hızla kucağına aldığında, iç çekişlerim kalmıştı. "Riva!" savaşın sesini duymamla birlikte irkilmiştim. "ben kurtulamayacağım bu esaretten" zorlukla kayanın kucağından indiğimde savaşa baktım. öfkeli gözlerini kayaya yöneltmişti. "işte orada dur savaş Karadağ" arkadan gelen sesle birlikte herkesin bakışları oraya dönmüştü.

kemal Sönmezoğlu bütün adamlarıyla buradaydı. "bu sefer torunumu benden almaya kalkarsan kökünü kurutur, bu binayı kana bularım." gür sesi ile birlikte silahlar birbirlerine doğrultulmuştu. etraftaki insanlar korkuyla kaçarken. geriye doğru sendelediğimde kaya ve adamları benim önümde siper olmuştu ve kemal beyin adamları kollarımı tutarak ayakta durmama yardımcı oluyordu. kasıklarıma keskin bir sancı girdiğinde tiz çığlığım herkesi susturmayı başarmıştı. sancıların ardı arkası kesilmezken kıyafetim kan içinde kalmıştı. kaya endişe ile bana bakarken bir yandan da beni korumaya çalışırken kemal Sönmezoğlu gelip beni kucağına almıştı. donuklaşan bilincimin son hatırladığı. savaş Karadağ'ının yenilmiş haykırışlarıydı.

Loading...
0%