@persephone
|
acıttı ve için için kanıyordu yaram. kimse sarmadı kimse görmedi, belki de kendi vazgeçişimi kendim yarattım. belki, dedi kadın içten içe. 'belki de ben acı çekerek ders için yaratılmışımdır.' ince beline sarılan ellerle birlikte. silik silik duyduğu bağırışlara bile tepki veremiyordu ve tamamen karanlığa hapsoldu. nabız cihazının ritimle öten sesi bilincini aralamasına yardımcı oluyordu. ama içindeki bir boşluk vardı. neydi bu boşluğun sebebi? gözlerini araladığında hastane odasının loş ışığı karşılamıştı mavi irislerini. ağızında takılı olan hava cihazının verdiği yoğun buhar. gözlerini etrafta gezdirdiğinde yoğun bakım camından onu izleyenleri gördü. herkes buradaydı.. Riva Karanlı'dan camdan izleyenleri gördüğümde afallamıştım. herkes buradaydı. Büşra, Zeynep, Kaya, Kemal bey ve tanımadığım bir çok insan. ama deniz yok. boğazıma oturan yumru ile birlikte gözyaşlarım gözlerime hücum etti. deniz yoktu ve bunlar bir rüyadan ibaret değildi. elimle solunum cihazını çıkartmak için hareketlendim ama hareket edecek gücümü kendimde bulamıyordum. doktor ve hemşireler içeri girdiğinde tetkikleri yapmaya başladılar. "nasıl hissediyorsunuz Riva hanım" çok yorgundum, hissizdim ama bir o kadar da yıkıktım. "yorgunum" tarazlı sesim odaya yayılırken, söylediğimi doktorun duyduğundan bile şüpheliydim. "ağır bir ameliyat geçirdiniz riva hanım, tam tamına 3 gündür uyutuluyorsunuz." doktorun sözleri kaynak su gibi başımdan aşağı dökülmüştü adeta. "ne dediğinizin farkında mısınız siz!" sesimin yükselmesiyle odanın kapısı açıldı. "ne ameliyatı!" hızla üstümdeki pikeyi çektim. kasıklarımda sargılar vardı. bakışlarım kapıdan giren Kaya'ya çevrildi "hayır, hayır, hayır olmaz! kaya yalan değil mi?" ufacık bir umutla baktım Kaya'ya ama bakışlarında acı vardı. "ilerliyordu Riva eğer bu ameliyat gerçekleşmese ölecektin, zorundaydık." acıyla yumdum gözlerimi, sinirden kasılan çenem öfkeyi dışarıya yansıtıyordu. tepki vermedim, veremedim. kaya dizlerimin yanına oturdu. "savaş nerede kaya?" savaşın adını anmamla birlikte gözümden bir yaş süzüldü. "tutuklandı Riva ama Karadağlıları biliyorsun kolları uzun, savaş çıkacak en yakın zamanda." bilmez miydim ben celladımı. ama neden bana yara olan adamı kalbim yar eylemişti? "orada ne yaşadın Riva?" kayanın koyu hareleri yüzümü inceliyordu. bir soru ne kadar derinden sarsabilirse o kadar sarsıldım. deniz öldü diye defalarca bağırmak geldi içimden, sahi telefonda denizin öldüğünü söylemiştim ama kimse neden onun derdine düşmüyordu? "kaya, deniz yok, öldü. gözümün içine baka baka öldürdüler!?" sarsılarak ağlamaya başladığımda kayanın kollarını omuzumda hissettim. "Riva sakin ol" öfkeyle baktım yüzüne "deniz öldü diyorum! öldürdüler onu!?" doktor ve hemşire içeriye girdiğinde Kaya'ya, ne olduğunu sorar gibi bir bakış attı. "sanırım kabus gördü ve onu gerçek sanıyor" bana inanmıyorlardı. kimse bana inanmıyordu. yattığım yataktan sargımı destekleyerek kalktım. bir elimde ise serumum vardı. bacaklarıma saplanan keskin acı, varlığını yitiren parçamı hatırlatıyordu bana. "NİYE BANA İNANMIYORSUNUZ?! öldü diyorum öldü, öldürdüler denizimi" güçsüz düşen bedenimi son anda kaya yakalamıştı. annem yine haklıydı, insan denize düştüğü zaman tanımadığı insanlara karşı, tanıdığı cellat da olsa yine tanıdığını seçerdi. annem hep haklıydı. "çek ellerini dokunma bana" kalan gücümle Kaya'yı ittirdim. "kimseyi görmek istemiyorum" "ben savaşı görmek istiyorum ona sığınmak istiyorum" dedi kız çocuğu. 'sus' diye bağırdım içten içe. sanki her yere yabancıydım ama bir ona sahip. kaya odadan çıktı. "bebeğim, Helin'im güzel kızım. özür dilerim koruyamadım seni". Kapı açıldığında içeri Büşra girdi. üstündeki savcı cüppesi ona tam layıkıyla yakışmıştı. "Büşra, Büşra yardım et kimse anlamıyor beni" "Riva, yanındayım sana söz verdiğim gibi seni korumak için buradayım haklı olduğunu gösterip sesini duyurmak için" sözleriyle birlikte gözyaşlarım salmıştı kendini. "Büşra düştüm yardım et" dedi küçük kız çocuğu. sarı saçları boynunun hizasına geliyordu. yedi yaşında olduğu için elleri küçük kalmış, taşlar tahriş etmişti. Büşra kıvırcık saçlarını geriye atıp koşarak Riva'nın yanına geldiğinde, Riva'yı ellerinden tutarak kaldırdı. aralarında üç yaş olmasına rağmen en iyi arkadaş onlardı. "iyi misin?" dedi Büşra korkuyla, Riva çocuksu kıkırtısını bıraktı ortaya "iyiyim akıllım, ilk önce kim parktaki oturduğumuz banka ulaşırsa o kazanır" Riva sözlerinin ardından hızla koşmaya başladı, Büşra da gülerek onun arkasından koşmaya başladı. iki mutlu kız çocuğu, toz pembe gördü dünyayı. oysaki dünya karanlığını hazırlıyordu onlara karşı. toprak oldu siper, nefret etti gökyüzü. ve denklem hiç kurulamadı, karanlık daha ağır bastı. bir daha mutluluk karanlığın izini örtemedi. sadece astar olabildi. Riva ve Büşra nefes nefese banka oturduğunda kana kana suluklarındaki suları içtiler. "Büşra bir şey soracağım" Büşra bakışlarını Riva'ya çevirdiğinde bakışları saçlarında oyalandı daha fark etmemişti bile. "saçlarına ne oldu Riva?" Riva'nın ürkek bakışları hakimiyet kurduğunda anlamıştı. bu işte tunç vardı. "babam kesti" Riva'nın gözünden bir damla yaş süzüldü yanağına doğru. "ama beni sevdiğini böyle göstermek istiyordu değil mi?" Riva'nın masum sorusuyla birlikte Büşra hiç bir şey söyleyemedi. "evet öyle baban seni sevdiği için yapıyor, çünkü kısa saç sana çok yakışıyor" Büşra bu sefer gerçekleri söyleyemedi çünkü gerçekler onun boğazında bir yumru oluşturmuştu. "ben babama bir şey söyledim Büşra, ama haklı olduğum halde inanmadı bana." Riva çöken gözleriyle birlikte karşısını izlemeye başladı. "ben buradayım Riva, büyüyünce savcı olacağım ve senin haklı olduğunu gösterip sesini tüm dünyaya duyuracağım söz" Riva bakışlarını can dostuna çevirdi ve anladı ki ondan başka kimsesi yok. "yanımdasın" sesim fısıltı gibi çıkmıştı, konuşmaya bile mecalim yoktu. "Büşra, deniz öldü" ne kadar söylesem de nefesim daralıyordu kabullenemiyordum. "Büşra, deniz öldü!?" ellerimi boğazıma götürdüm. "nefes alamıyorum!" Büşra aceleyle doktor çağırdı. biter miydi acı? bitmezmiş. doktor bana yaklaştığında hızla, yatakta geriye doğru çekildim. "uzak tutun o ilacı benden?!" dışarıdaki herkes içeri girmişti. kaya yanıma geldiğinde ellerimi sıkıca tuttu. yanaklarıma dökülen gözyaşlarım çenemden aşağı damlıyordu. hızla elimi çektim. "uzak tutun o ilacı benden!? siz rahatsız oluyorsunuz diye ben duygularımı bastırmayacağım?!" haykırışım odada yankılandığında, kemal beyin yanında ağlayan bir kadın gördüm, annemin gözlerine benzeyen Gözleri benimle buluştu. doktor ve hemşireler bana doğru geldiğinde iğneyi zorla yapacaklarını anladım. "Hayır!?" bağırışımla birlikte yüksek bir ses daha işittim. "doktor, dışarı çıkabilirsin." bakışlarım sese döndüğünde o kadın olduğunu anladım. doktor ve hemşireler dışarı çıktı. bakışlarım odadaki herkeste gezindi. "kimsiniz?" şüpheli sesimle birlikte gözlerine derin bir hüzün yerleşti. "Ben, Ayşe Sönmezoğlu. Senin büyük annenim." sözleriyle birlikte şaşkınlık sarstı. "dayıcım, güzelim sakin ol" bakışlarım bana seslenen adama döndü. elimi kaldırdım. "yaklaşmayın?!" geriye adımladım. her şey çok fazlaydı, hem de kaldıramayacağım kadar. "neden şimdi çıkıyorsunuz ortaya!? neden! yıkıldım yıkılacağım kadar zaten. artık kimseye ihtiyacım yok, bırakın nefes alayım" sesim adeta yalvarır gibi çıkmıştı. "herkes odadan çıkabilir mi?" sessizliği bölen sesle herkesin bakışları o tarafa döndü. bunu söyleyen Banu Sönmezoğlu'ydu. herkes odadan çıktığında onunla baş başa kalmıştık. sapsarı saçları ve maviye çalan irisleri ile dik duruşu kendinden ödün vermediğini gösteriyordu. yıkılmaz bir duvar gibi. peki bu kadar sarsılmaz bir aile neden annemi koruyamadı? "Riva" adımı söylemesiyle birlikte düşen omuzları ve anlam barındıran gözleri bedenimde geziyordu. "sus lütfen" sessizliğe ihtiyacım vardı, belki de bağırarak ağlamaya. canım yanıyordu. "deniz yok, bana denizi getirebilir misin" ayaklarının önüne çöktüğümde ellerimle bacaklarını tuttum. "yalvarırım, nolursun getir onu bana, dayanamıyorum." bacaklarına sarılan ellerimi çözdüğünde o da yere oturdu. göz pınarlarından dökülen damlalar hafif kırışıklıklarında ilerliyordu. eli yanağımda dolaştı. hıçkıra hıçkıra ağlarken bedenimi kendisine çekti. kokusu anneme benziyordu. "güzel kızım benim, özür dilerim koruyamadım seni" bakışlarım gözlerine tırmandı. o benim teyzemdi. diğerlerini tam çözememiştim ama sanki o hep yanımdaymış gibi sığınmıştım ona. "çok canım yanıyor" sıkı sıkı sarıldım bedenine, "biliyorum güzel kızım" eli saçımı okşadı. savaştan ve Deniz'den başka kimse okşamamıştı saçlarımı. kasıklarıma derin bir sancı girdiğinde acı bir feryat yankılandı odada. "Riva! iyi misin kızım" korkuyla bedenimde elleri gezen kadın ne yapacağını bilmiyor gibiydi. "doktor!" elime gelen kanla birlikte dikişlerimin hasar aldığını anlamıştım. o sırada etrafta ağaçlar vardı, gök gürültüsü ve sağanak yağış. üstümdeki kanlı hastane elbisesi, rutubetli duvarlar. "kızım, Helin neredesin annecim" etrafta kimse yoktu, sesler vardı ama Helin yoktu. "teyze" kadının ürkek bakışları bana döndü. "teyze, çok yağmur yağıyor, kızımı buraya gömdüm teyze. bu ellerle." titreyen bedenim ve bana korku içinde bakan gözler. "yok bir şey güzel kızım ben yanındayım" sıkıca bedenime sarılan elleri varlığını hissettirmeye çalışır gibiydi. adeta felç inmiş gibiydi vücudum. hareket edemiyordum. "gitmek istiyorum" o sırada kapı açıldı. bakışlar kapıya çevrildiğinde cüsseli bir gölge gördüm. savaş kaya ve diğer adamlar hızla kapıya atıldı. "durun!?" bakışlar benim üzerimdeydi. olduğum yerden kalktığımda, yavaş adımlarla Karadağ ailesinin önünde durdum, ardından savaş Karadağ'ın. gözleri eskisi gibi aşkla veya tutkuyla bakmıyordu. evet onu ne kadar reddetsem de onun için canımı verirdim. ister hastalık desinler ister takıntı. "bugün her şey belli olacak" anlamaz bakışlarım yüzünde oyalandı. ve dudaklarından çıkan kelimeler kurşundan farksızdı. "Tunç Karanlı'yı buldum, elimde. kararını seç Riva. ya benimle ol intikamını al, senin için dünyayı yakayım yada onlarla git aldığın ahlar üzerine kalsın" biraz daha yaklaştım savaşa. "bana seçenek sunma Karadağlı. seçenekler masumlara sunulur. ben iyilerin dostu kötülerin düşmanı değilim sen yanlış anlamışsın. ben istersem bu odadaki herkes! emrime amade ki sen de öylesin. söylesene Karadağ? şuan biri bana vurmaya kalkışsa ve teklifini reddetsem, görmezden mi geleceksin? tutamayacağın teklifler sunma. yeri gelecek kızımın intikamını ellerimle alacağım, yeri gelecek! annemin intikamını alacağım ve yine yeri gelecek bana ihanet edenleri ve bu zamana kadar arkamda durmayanlardan intikam alacağım. ama sakın unutma Karadağ, sen ölene dek benden vazgeçemezsin." dudaklarım kulağının hizasında yer aldı. "sen ölene dek benden uzaklaşamazsın." sarsılmaz Karadağ tek sarsılışları ben tarafından oluyordu. "sen Riva Karanlı, istesen de benden başkasının olamazsın" "Tunç'u bana ver Karadağlı" keskin bakışlarıma aynı şekil karşılık veriyordu. "yapma savaş bu kadarını reva görme bari. o adam benim hayatımı çaldı, annemi çaldı, arkadaşlarımı, geleceğimi, çocuğumu, aşkımı Her şeyimi çaldı." bakışları bir şeyi fark edermiş gibi derinleşti. ve ilk defa dudaklarından ince, naif bir kelime döküldü. "kızım, benim kızımı öldürdü" işte o zaman sıkı sıkı sarılmak istedim savaşa. o kadar hasret kalmıştım ki, tarifsiz. bakışlarım teyzeme döndü. aslında tam tanımıyordum bile ama, anneme çok benziyordu. "teyze gidelim mi, lütfen." bakışlarım Sönmezoğlu ailesine değdi, hepsi kırılmak üzere olan bir cam misali bakıyordu bana. "tamam güzelim gel, gidelim." ben yavaşça teyzemin yanına ilerlediğimde herkes garip bakıyordu. "sena, Riva'nın eşyalarını unutmayın. biz önden baş başa gidelim konağa. ama yarın gideceğiz Riva. müşahede altında kalmalısın". 🕯️🕯️🕯️🕯️ devasa bir bahçenin içinde durdu araç. yavaşça arabadan indiğimde kasıklarıma giren sancıyla sendeledim. "Riva dur!" kaya hızla yanıma geldiğinde bedenimi kucağına aldı. "kaya ne yapıyorsun" bakışları beni buldu "dikişlerin tekrar hasar görebilir, hem de" yüzündeki garip ifade beni daha çok meraka sürüklüyordu. "hem de" devamını getirmesini işaret ettiğimde devam etti. "hem de iyileşene kadar Miranlı konağında yani benim konağımda kalacaksın, sonra Sönmezoğlu konağına gidebilirsin." ağızım şaşkınlıkla açılmıştı. "kaya ne saçmalıyorsun, herkese Sönmezoğlu konağı diyerek çıkarttın hastaneden. şimdi aileler tekrar karışacak. yapma." dudaklarındaki sırıtış genişledi. "karışsın Riva, bundan sonra senin evin burası. herkes kabullenecek, şayet kabullenmeyen bedelini canıyla öder bu saatten sonra." tam ilerleyeceği sırada gür bir ses duyuldu. "o zaman canımı alman gerekir Miranlı! hiç bir güç! beni kadınımdan alıkoyamaz! ve sonrasına gelirsek, benim olana dokunan o eller cayır cayır yanacak" savaş Karadağ ve öfkesi, ucu bucağı gözükmeyen bir okyanus kadar tehlikeli ve ıssızdı. "kaya indir beni, lütfen" kaya yavaşça beni yere indirdiğinde bakışlarım savaşa çevrildi. gözlerinden adeta alev çıkıyordu. "benim kadınıma, çocuğumun annesine el uzatacak kadar mı adamlığını yitirdin" iki adamın sinirden her an birbirini öldürme ihtimali vardı. "yanıma gel Riva'm" bakışlarım savaş ve kaya arasında gidiyordu, savaşın arkasından gelen araba sürüsü. savaşın düzinelerce adamı arkasında yer aldığında, kaya ise savaş ile arasındaki rekabeti yarıştırıyordu. ve derin sessizlikte bir cümle yankılandı. "karımı ver Miranlı, kan dökülmesin." kayanın bakışları bana döndüğünde, bende şaşkınlıkla savaşa bakıyordum. Savaş Karadağ gücünü tekrar göstermişti. elindeki nüfus cüzdanını havaya kaldırdığında dünya durdu, zaman durdu, saniyeler tıkandı. "vermiyorum, Riva'yı sana vermiyorum" kayanın gür sesinin ardından konaktan onlarca adam çıktı. iki adamın savaşı, ama bir ölüm olmadan bitmeyecek gibiydi. "YETER!" tüm gözler üzerimdeydi, ama anlamıyorlardı ki yorulmuştum. savaşı affedemezdim ihanetini görmezden gelemezdim, Kaya'yı affedemezdim, adıma kararlar verilmişti. "yeter artık! ben sizin savaşınızın galibiyet sonucu değilim. kumarlarınızı oyunlarınızı üzerimden oynamayı kesin." bunları söylerken bile nefes nefese kalmıştım. "savaş" bakışlarımız buluştuğunda sanki devasa bir uçurum vardı. "savaş beni Tunç'a götür" tekrar kaya'ya döndüğümde başını ikin yana sallıyordu. "üzgünüm kaya" fısıltım rüzgara karıştı, gökyüzünü kapatan gri bulutlar yağmurun habercisiydi. "riva" gür bir ses daha duyuldu. "hiç bir yere gidemezsin, bırak kızım artık yeter. biz bakacağız çaresine" güldüm, ama içten içe haykırdım. bakacaklardı çaresine demek. "demek çaresine bakacaksınız, bu arada adınız neydi. tanımadığım bir adam neyin çaresine bakacak?" sessizliği bıçak gibi böldü. "ben Alp Sönmezoğlu senin dayınım, yapma güzelim gel evimize gidelim." acı bir tebessüm sundum bana uzattığı eline bakarak. "neyin intikamını alacaksın SEN! neyin çaresine bakacaksın!" titreyen kollarımı öne uzattım. "bu eller gömdü benim bebeğimi! bu eller sardı arkadaşımın kanlı gömleğini. neyin çaresine bakacaksın" gözlerimden akan damlaları sildim. "gidelim Karadağlı" savaşı es geçerek siyah minibüsün içinde yerimi aldım. kasıklarımdan gelen derin sancıyla yüzüm buruştu. karşımdaki koltukta annem vardı. "hayır sadece halüsinasyon" gözlerimi ovaladım ama gitmiyordu. "yapma lütfen çok canım yanıyor." gözlerimi tekrar açtığımda yoktu, ama tekrar açtığımda da vardı. ama elinde bir bebekle. "Helin" ellerimi öne uzattım ama tutamıyordum. "kızımı bana mı getirdin anne?" gülümseyerek anneme baktığımda o da hafif tebessümle bana bakıyordu. "çok özledim annem." arabanın kapısı açıldığında, annem yoktu kızım da yoktu. ellerim boşlukta sallandı, bir damla daha yaş düştü. "Riva" savaşın koluma dokunmasıyla kendime geldim. hışımla savaş döndüm "ne bu evlilik cüzdanı!" sözlerimin ardından yüzünde mimik dahi oynamadı. "sana demiştim. zorlama diye ama dinlemedin beni. sınırlarımı zorladın, bizi epey zorladın Riva. ama artık sadece benimsin. senin için herkesi, her şeyi yakarım yok ederim. "benim rızam yokt-" elini kaldırıp sözümü kesti. "bundan sonra senin rızanla değil, sana ait olan kararları ben vereceğim. böylesi daha iyi." sözleriyle birlikte kaşlarım çatıldı. "halüsinasyon görüyorsun, tedavi görmen lazım" ben deli değildim, hayır bunu da yapamazdı bana. "seni her defasında affetmek için siktiğimin nedenlerini arıyorum! ama sen her defasında düşüncelerimi tekrar yıkıyorsun. ben deli değilim." tam dokunacağı sırada geri çekildim. "beni affetmeyi mi düşündün." gözyaşlarımı tutamadım ama yüzümde bir hareket de yoktu. "sen 'biz' olabilme ihtimalini Helin'in yanına gömdün Karadağlı, unut." araba durduğunda otomatik kapı açıldı. kasıklarımı tutarak yavaşça araçtan indiğimde karşımdaki depoya baktım. ilk önce gözlerim şaşkınlıkla kısıldı. bu depo Tunç'un bebeğimi benden aldığı depoydu. "sen beni ne kadar affetmesen de, ben o gömdüğün 'biz'i o topraktan çıkarmasını da sevdiğim kadının ve çocuğumun intikamını da almasını iyi bilirim Riva karanlı."bu ses savaş Karadağ'ın gölgesiz tarafının sesiydi, iyi tanırdım.. |
0% |