Sabah erken saatlerde işe gitmeyi seviyordu Ali. Güneş doğduktan sonra biraz yükselip etraf aydınlanmaya ve ısınmaya başlayınca Diyarbakır halkının başlayan yeni güne yetişebilmek işin koşuşturmasını izlemek hoşuna gidiyordu. Bu saatlerde trafik hala çok yoğun olmaz. Erken kalkanın işinin bereketli olacağını bilen esnaf tezgahlarının başında müşterilerini bekliyor olurdu.
Ali, sabahın bu sessizliğinde kendi düşüncelerine dalmayı da severdi. Şehrin tarihi dokusunu, dar sokaklardaki taş evleri, eski hanları ve surları izlemek ona huzur verirdi. Güneş ışınlarının surların üstünde dans edişi, Ali’ye hem bu kadim şehrin gücünü hem de zamanın durmaksızın akışını hatırlatırdı. İşte bu sabahlar, Ali’nin gün boyunca karşılaşacağı zorluklara hazırlanması için bir tür meditasyon gibiydi.
Okula vardığında, bahçedeki çocukların cıvıltısı henüz başlamamış olurdu. Öğrenciler yavaş yavaş gelmeye, okulun giriş kapısında topluca ders zilini beklemeye başlarlardı. Ali, öğretmenler odasına geçip masasının başına otururken sınıfta nasıl bir gün geçireceğini düşünür, ders planlarını gözden geçirirdi. Öğrencilerinin yüzleri, onların hayalleri ve belki de hiç açığa vurmadıkları endişeleri aklından geçerdi.
Bugün, yine Esra’nın dersini düşünüyordu. Onda gördüğü potansiyel ve aynı zamanda yaşadığı zorluklar Ali’nin zihnini meşgul ediyordu. Esra’nın inatçı tavrı, zaman zaman derslerdeki ilgisizliği, ama bir yandan da içinde barındırdığı derin acı ve karmaşa… Ali, ona nasıl yardımcı olabileceğini düşünüp dururken, kapının aralanmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Öğrenciler sınıfa dolmaya başlamıştı ve yeni bir gün, tüm belirsizlikleriyle birlikte başlamıştı.
Esra dünden kalan neşesi ile yeni güne başlayınca hala çok iyi olduğunu düşünüyordu. Geleceğine bir adım daha yaklaştığını ve bunun çok güzel olacağını hayal ediyordu. Bir an önce okula gitmek, Ali’yi arkadaşlarını görmeyi çok istiyordu. Dünün değerlendirmesini yapacaktı. Bunun onu nasıl mutlu ettiğini, ne kadar güçlü olduğunu ve Ali’ye karşı yeni tavrında başarısını kutlayacaktı bir nevi.
Derya ve Nurettin Bey, Esra’nın mutlu olduğunu sabah uyandıklarında hazır olan kahvaltıdan anladılar. Derya ablasının kucağına atlayarak “ Günaydın canım ablam.” diyip boynuna sarıldı. İki kardeş birbirlerini sarılıp dönmeye başlıyor, bu durum düşünceye kadar devam ediyordu. İkisi yere yığılınca baba da yanlarına uzanıp onlara ayak uydurmaya çalışıyordu.
Okula doğru giderken Esra bu halinden çok memnundu. Artık güçlü biriydi ve önüne çıkan engellerin onu yenmesine izin vermeyecekti. Acılarını içine hapsetmektense üstüne üstüne gidecek. Onlarla yüzleşme cesaretini gösterecekti.
Esra, bu sabah farklıydı. İçinde bir güç, bir cesaret hissetti; sanki uzun zamandır beklediği bir dönüm noktasına ulaşmış gibiydi. Ali’ye karşı olan yeni tavrının işe yaradığını ve bu durumun ona nasıl bir özgüven kattığını düşündükçe yüzünde bir gülümseme belirdi. Dün, Ali’nin dersindeki o kısa ama anlamlı bakışmaları, söyledikleri birkaç cümle bile Esra’nın içinde umut tohumları yeşertmişti.
Okula doğru yürürken Esra, hayatının kontrolünü eline aldığını düşünüyordu. Bugüne kadar yaşadığı zorluklar, babasının ihmali, annesiz büyümenin getirdiği acılar, hepsi onu güçlendirmişti. Artık ne olursa olsun pes etmeyecekti. İçinde biriken öfkeyi, hayal kırıklığını kendi lehine çevirmeye kararlıydı.
Etrafında cıvıl cıvıl çocuklar, işine gitmekte olan insanlar vardı; ama Esra’nın aklı tamamen geleceğine, yapacaklarına ve Ali ile arasındaki bağa odaklanmıştı. Hayat ona ne sunarsa sunsun, bundan sonra sadece ilerleyecekti. Başarısızlık korkusunu geride bırakacak, her zorluğun üzerine cesaretle gidecekti. Bugün, bu kararlılıkla dolu adımlarıyla okula vardığında, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissediyordu.
Esra, sınıfa girdiğinde gözleri hemen Ali’yi aradı. Onun varlığı, bu yeni Esra’nın ilk sınavıydı. Kendi içindeki değişimi ona gösterebilmek, belki de onu gerçekten etkileyebilmek için sabırsızlanıyordu.
Nilay, üçüncü bir seçeneğinin olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu. Yapacaktı bunu, o Kazım denen aşağılık adam bunu görecekti. “ Yapacam. Evet bunu yapacam. Kesinlikle onu öldüreceğim.” Cümleleri ağzından çıkıyor. Sanki birilerinden önce kendini bunu yapabileceğine inandırmaya çalışıyordu. Korktuğunu hissediyordu bunu inkar etmiyor. “ Korkunun ecele faydası yok” kimden duymuştu bunu. Bu fikir içini rahatlatmıştı. “Öleceksem de ölürüm ama bunu Kazım’ın yanına bırakmam” diyerek cesaretleniyordu. Birilerinden yardım mı alacaktı yoksa tek başına mı yapacaktı. Kazım, sürekli belinde silah taşırdı. “ Onun silahı ile vuracam pisliği. Sonra da intihar etti diye düşünürler” duraksadı yaptığı plan aklına yatmamış gibiydi. Son zamanlarda kendisi için en çok kullandığı tabiri tekrar bağırarak söyledi :” Aptal kadın. Aptal kadın sen silah kullanmayı bilmiyorsun ki ?” Nedense güldü Kazım gibi pis bir kahkaha attı. Biri duyuyormuş gibi sesini kıstı “ Bıçaklayabilirim” hemen vazgeçti. “Bıçak ile insan öldürmek çok zor.” dedi gölgesini bakarak.
Kendinden nefret ediyordu. Akli dengesini kaybetmek üzereydi. Gece boyu çalışmıştı. Sabaha doğru ancak işi bitiyor yorgun bir şekilde eve geliyordu. Bedeninden gelen yabancı kokular onu tiksindiriyor. O kadar kötü kokuyorlardı ki bazıları. Kaç defa müşterilerin yanında kusmuştu. Üstüne ağır hakaretler işitiyordu. Mide bulantısı ve doğum kontrol için haplarını almak zorundaydı. Çantasından haplarını çıkarırken bir an hepsini kullanmayı istedi. Tüm hapları avucuna boşaltıp ağzına atmak üzereyken. “ Duuuur” diye bir ses işitti. Bu sesin içinden mi yoksa başka birinden mi geldiğine karar veremedi. “ Zehirleyebilirim” dedi. Bu o kadar rahatlatıcı gelmişti o kadar aklına yatmıştı ki. Gözünde bir umut yeşerdi. Uykusuzluktan kapanmak üzere olan gözbebekleri büyümüş sanki uyku ihtiyacı yok olmuştu. Sevinçten ne yapacağını bilemiyordu, uyku da tutmamıştı. Hemen ayağa fırladı. Genç bir kız gibi hissediyordu artık. Bunu paylaşmak istediği biri vardı. Ona anlatmalı ona hazırlanmalıydı. intikam duygunun onu canlı tuttuğunu onu güçlendirdiğini gördü. Artık daha cesurdu. Kontrolü eline almanın zamanı gelmişti. Kazım denen o aşağılık adama bunu ödettirecekti.
Hemen hazırlanıp yola çıkmalıydı. Bu yeni planını Ali’ye anlatmalı onunla geçirmek istediği bir hayatı yaşamalıydı. Evden dışarı çıkarken ilk defa kendini gizlemediğini fark etti. İnsanların bakışlarından rahatsızlık duymuyordu. Hayatı onu ilgilendirir kimseyi değil. “Onlar kim oluyor, her türlü pislik ve ahlaksızlığı yapmalarına rağmen ahlak bekçileri kesiliyor.” Trafik ışıklarında beklerken. “Eşlerini aldatanlar onlar, çocuklarına yalan söyleyen onlar…” Yeşil ışık yandı bu geçiş hakkıydı. Ama onun için bunun başka bir anlamı daha vardı. Kendi hayatına da yeşil ışık yakmıştı.
Ali, çocuklara ders kitabından bir bölüm okutuyordu. Sınıfta tatlı bir huzur vardı. Esra ile gözgöze gelmekten kaçınıyordu. Esra’nın onu dikkatlice süzdüğünü anlıyordu. Nedir Esra’nın bu ani değişi mi ? Neden bu kadar dikkatlice beni inceliyor ? Dün konuşmak isteyip istemediği mi sorduğun da neden yok demiştim ? Aklı bu sorular ile meşgul iken birden kapı çalındı. Ali :” Gir” dedi soğuk kanlı bir şekilde. Sınıflarda ders işlenirken bu ani kapı çalmaları alışık bir durumdur. İçeriye giren Nöbetçi Öğrenci: “Hocam sizinle görüşmek isteyen biri var. Acil olduğunu söylüyor. “ İşte bu beklenmedik bir durumdu. Müdür olamazdı çünkü öğrenci bunun yerine “ Müdür Bey sizi çağırıyor” derdi. Anne-Babası olabilir miydi ? Geçen telefonda iken Ali’yi ne kadar çok özlediklerini söylüyorlardı. Sürpriz yapmış olabilirlerdi. Uzak bir ihtimal gibi geldi. “Onlar olsa haber verirlerdi. Hem okulu bilmezler.” Diye içinden geçiriyor bir yandan bütün ihtimalleri değerlendiriyordu. Dersi bırakıp gitmek doğru olmazdı. “ Acil “ kelimesi onu tedirgin ediyor ve korkutuyordu.
Bu beklenmedik ziyaretçi Ali’nin değil sınıftaki bütün öğrencilerin de merakına neden oldu. “ Kimdir acaba? Bu kadar acil olan ne ?” Soruları işitilebiliyordu. Öğrencilerden ve Ali’den daha çok meraklanan biri daha vardı, Esra. Esra yüzündeki ifadeyi gizleyemiyordu. Bu gizemli misafirin kim olduğuna dair içinde tek bir ihtimal vardı, Nilay.