Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@pesimistyazar


Nilay ve Ali, okuldan ayrıldıktan sonra sessizce yürüyerek Nilay’ın evine gittiler. Hava Kasım ayının soğuğunu hissettirmeye başlamıştı, ancak ikisi de içlerindeki mutluluktan dolayı üşüdüklerini fark etmiyorlardı. Nilay’ın evine vardıklarında, kapıyı açıp içeri girdiler.

Nilay, “Önce bazı eşyalarımı toplamam lazım,” dedi. Ali sessizce başını salladı, onun hazırlığını izlerken düşünceler içindeydi. Bu kaçışın sadece bir süreliğine mi yoksa kalıcı olarak mı olacağını bilmiyordu, ama Nilay’ın yanında olmak, onu güvende hissettirmek istiyordu.

Nilay, birkaç kıyafet ve kişisel eşyalarını çantasına koyarken bir an duraksadı. “Ali, kimsenin bizi bulamayacağı bir yere gitmek istiyorum. Bir süreliğine her şeyden uzak kalmak... Sadece seninle olmak istiyorum.”

Ali, Nilay’ın bu isteğini anlıyordu. “Merak etme,” dedi. “Birlikte kaçabileceğimiz bir yer var. Erzurum’a gideceğiz. Orada kimse bizi tanımaz, hem kasım ayında kayak sezonu başlıyor, biraz da olsa rahatlayabiliriz.”

Nilay, Ali’nin bu fikrine sıcak baktı. “Erzurum… Evet, güzel bir fikir. Bir süre her şeyi unutmak, sadece seninle olmak iyi gelecek.”

Eşyalarını toparladıktan sonra Nilay ve Ali, Ali’nin evine doğru yola çıktılar. Ali’nin de birkaç parça eşyasını alması gerekiyordu. Yol boyunca Nilay, Ali’ye bakarak gülümsedi. “Bunu gerçekten yapıyoruz değil mi? Sadece ikimiz, kaygılarımızdan uzakta.”

Ali, Nilay’ın bu sözleri karşısında hafif bir tebessümle başını salladı. “Evet, Nilay. Sadece ikimiz. Her şeyden uzak, sadece anın tadını çıkaracağız.”

Ali’nin evine vardıklarında, Ali hızlıca birkaç parça giysi ve ihtiyacı olan şeyleri bir çantaya yerleştirdi. Ardından ikisi birlikte tekrar yola koyuldular. Şehirden çıkmadan önce, Ali bir araç kiraladı ve uzun bir yolculuk için hazırlıklara başladılar.
Ali ve Nilay, Diyarbakır’dan ayrılıp Erzurum’a doğru yola çıktıklarında, şehirden uzaklaştıkça manzara yavaş yavaş değişmeye başladı. Diyarbakır’ın sarımtırak taş evleri, geniş tarlaları ve düzlükleri, yerini dağlık bir coğrafyaya bıraktı. İlk başta hafif tepeler ve taşlık alanlar, yer yer kuru otlarla kaplıydı. Toprak rengiyle karışmış dağlar, ufukta sıralanmıştı. Bu dağların zirvelerine yaklaştıkça hava daha da serinledi, gökyüzü bulutlanmaya başladı.

Yol boyunca gördükleri manzaralar, hem Ali’yi hem de Nilay’ı büyüledi. Terkedilmiş gibi görünen küçük köyler, köylerin hemen dışında, ineklerin otladığı geniş meralar vardı. Rüzgâr, sararmış otların üzerinde hafifçe esiyor, etrafa sessizlik hâkimdi. Zaman zaman yolda karşılarına çıkan, tarlalarında çalışan köylüler, uzaktan görünüyordu; el sallayan çocuklar, köy okullarının önünde oyun oynuyordu.

Yolculuk ilerledikçe, ufukta yüksek dağlar belirginleşmeye başladı. Dağların tepeleri, karla kaplıydı ve hava gittikçe daha da soğuyordu. Dağlar arasında dar geçitlerden geçerken, yol kenarındaki derin vadiler ve aşağıda akan küçük nehirler dikkatlerini çekti. Buz gibi soğuk su, vadilerin arasından kıvrılarak akıyordu. Yol kenarında birkaç küçük çam ağacı, bu yüksek rakımlı bölgenin doğasının bir parçası olarak karşımıza çıkıyordu.

Karşılaştıkları manzaralar arasında en çarpıcı olanı, dağların arasındaki geniş platolardı. Bu platolar, bir zamanlar buğday tarlalarıyla kaplıymış gibi görünüyordu, fakat şimdi yer yer karla örtülmüş, çıplak bir doğa tablosu gibiydi. Yavaş yavaş kar yağmaya başladığında, beyaz kar taneleri, gri bulutların altında süzülerek yere iniyordu. Ali ve Nilay’ın aracının farları, bu kar tanelerinin arasında küçük bir ışık gibi parlıyordu.

Erzurum’a yaklaştıklarında, kar kalınlaşmaya başlamıştı. Artık yollar tamamen beyaza bürünmüştü. Karlarla kaplı dağlar, yolun iki yanında yükseliyordu. Yoldan sapıp bir süre karla kaplı ağaçların arasından geçtiler. Bu ağaçlar, kışın tüm ihtişamıyla karlar altında ağırlaşmış, sessizce duruyordu.

Erzurum’a vardıklarında, şehir karlar altında uyuyormuş gibi sessiz ve huzurluydu. Çevredeki dağlar, beyaz örtüyle kaplanmış, şehir ise bu soğuk ve beyaz manzaranın ortasında adeta bir mücevher gibi duruyordu. Ali ve Nilay, bu manzaraların huzuruyla dolup, kaygılarından biraz olsun uzaklaşmışlardı. Kasım ayının soğuk havası, Ali ve Nilay’ın yüzlerine vuruyor, ama bu onları rahatsız etmiyordu. Aksine, bu soğuk hava onları daha da birbirine yakınlaştırıyordu. Otellerine yerleştikten sonra kayak pistlerine doğru çıktılar.

Pistlerde kayak yaparken, ikisi de geçmişin ağırlığından uzaklaştıklarını hissediyordu. Nilay, Ali’nin yanında kendini daha güvende ve özgür hissediyordu. İkisi de bu anın tadını çıkarıyor, kaygılarından uzakta, sadece birbirlerine odaklanıyorlardı.

Gün boyu kayak yaptıktan sonra, otelin sıcak salonunda birer kahve içip sohbet ettiler. Nilay, Ali’nin gözlerine bakarak, “Böyle kalabilir mi her şey?” diye sordu.

Ali, hafifçe gülümsedi. “Belki de kalabilir. Şu anın tadını çıkaralım, yarın ne olacağını düşünmeden.”

Nilay, Ali’nin bu sözleriyle rahatladı ve birlikte geçirdikleri bu anın değerini bilerek, gelecek endişelerini bir kenara bırakıp, sadece birbirleriyle olmanın tadını çıkardılar. Erzurum’un karla kaplı dağları, onların bu geçici ama değerli kaçışlarına şahitlik ediyordu.
Günün yorgunluğunu atmak ve biraz olsun dinlenebilmek için odalarına çıkıyorlardı. Resepsiyondan anahtarlarını alırken göz göze gelmemeye çalışıyorlardı. Ne zaman Ali’nin eli Nilay’a değse yada teninin kokusunu hissetse damarları çekiliyor kan akışı hızlanıyordu. İçindeki bu arzuları bastırmak zorundaydı Ali. Bu onun gözünde doğru değildi.
Ali, odasına girdikten sonra, pencerenin önüne geçti. Dışarıda kar hâlâ yağıyordu. Beyaz örtü, bütün kasvetli düşüncelerini bir süreliğine örtermiş gibi geliyordu ona. Ancak, Nilay’la ilgili düşünceler zihnini meşgul ediyordu. Onunla geçirdiği zamanın huzur verici olduğunu fark etse de içindeki belirsizlik duygusunu bastıramıyordu. Nilay’ın gizemli yapısı, geçmişi hakkında çok az şey bilmesi Ali’yi huzursuz ediyordu.

Nilay ise kendi odasında yatağa uzanmış, gözlerini kapatmaya çalışıyordu. Ama düşünceleri bir türlü durulmak bilmiyordu. Ali’nin yanında olmak ona güven verse de, içinde bulunduğu durumun farkına vararak tedirgin oldu. Ali’nin dindar ve gelenekçi bir ailede büyüdüğünü biliyordu. Eğer geçmişini öğrenirse, Ali’nin ona olan yaklaşımının değişeceğini, hatta aralarındaki bu kırılgan bağın tamamen kopabileceğini biliyordu.

Nilay, yatakta döndü durdu. Düşünceler kafasında dönerken, kendini daha da sıkışmış hissetti. Gerçekte kim olduğunu bilmediğini bilmek, içindeki korkuyu körüklüyordu. Bu ilişkinin nereye varacağını, Ali’nin gerçeği öğrenirse nasıl bir tepki vereceğini düşünmekten kendini alamıyordu.

Ali ise odasında duaya durdu. Dua ederken, içinde huzur bulmayı umuyordu, ama duaları bile Nilay’ı düşünmekten alıkoyamıyordu. Onunla geçirdiği vakitlerde hissettiği sıcaklık ve güven, zihnini karıştırıyordu. Nilay’ın hayatında bir şeylerin yanlış olduğunu hissetse de, bunu dile getirmekten çekiniyordu. İçindeki bu karışıklık, ona, Nilay’ın hayatında çözülmemiş bir sır olduğunu hatırlatıyordu. Ali, dualarını bitirdiğinde, içindeki bu rahatsızlık duygusuyla yatağına uzandı, ama uyku bir türlü gözlerine gelmedi.

Nilay, sonunda yatağından kalktı ve odada dolaşmaya başladı. Bir an Ali’nin odasına gitmeyi düşündü, ama bu düşünce onu daha da rahatsız etti. Ali’nin ona ne kadar değer verdiğini biliyordu, ama bu değer, onun gerçek kimliğini öğrenene kadar mıydı? Nilay, içindeki bu karmaşa ile mücadele ederken, kendine bir söz verdi: Ne olursa olsun, Ali’ye gerçeği söyleyecekti. Onun ne kadar dürüst ve temiz kalpli biri olduğunu biliyordu, ama kendi karanlık geçmişini saklayarak ona haksızlık ettiğini de fark ediyordu.

Gece boyunca her iki odada da ışıklar söndü, ama uyku bir türlü gelmedi. Ali, Nilay’a karşı hissettiklerinden dolayı kafası karışıkken, Nilay ise geçmişi ve Ali’ye karşı hissettiği dürüstlük duygusu arasında sıkışıp kalmıştı. Gece boyunca her iki taraf da uyuyamadan, sabahın ilk ışıklarını bekledi. O sabah, her ikisi de, artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını fark ettiler. Bir karar vermeleri gerekiyordu, ama bu kararın ne olacağı konusunda henüz bir fikirleri yoktu.

 

Loading...
0%