Ali ve Nilay, Diyarbakır’da onları bekleyen tehlikeden habersiz bir şekilde, beraber vakit geçirmenin tadını çıkarıyorlardı. Erzurum, karlara teslim olmuş, yeni gelin gibi beyazlara bürünmüştü. Gün boyunca yağan kar, yüksek tepeleri tamamen ele geçirmişti. Ali, Nilay’ın karanlık geçmişini merak ediyor, ancak ona sormadan kendisinin anlatmasını istiyordu.
Nilay ise, Ali’ye yaşadığı hayatın karanlık yönlerini anlatıp anlatmama konusunda hala kararsızlık yaşıyordu. Nasıl bir insan olduğunu anlatsa mıydı? Ali, anlayışla karşılar mıydı? Birbirlerine karşı duydukları hislerin bir adı var mıydı? Aralarındaki ilişkiye bir isim verebilmek için Ali’nin onu tanıması gerektiğini biliyordu. Bu sırlarla dolu hayatını nereye kadar saklayabilirdi? İnsanlar tatlı yalanlardan hoşlanıyorlardı, kendilerine karşı dürüst olan kişileri değil, onları iyi olduğuna ikna edenleri daha çok seviyorlardı. Nilay, o kadar çok insanla birlikte olmuştu ki, erkekleri tanıdığını düşünüyordu. Kaç yıl oldu, her gece birlikte olduğu erkeklere yalanlar söyleyip onların berbat olduğunu yüzlerine haykırmak isterken, bunun yerine onlara gülüp aslında aslan gibi olduklarını, çok tatmin edici olduklarını söylemiyor muydu? Çoğu yalancı değil miydi? Gerçeği bal gibi bildikleri halde bundan kaçıp yalanlara sarılıyorlardı. Gerçekler acıtıyordu kalbini, ama yalanlar, yalanlar nasıl da rahatlatıcıydı. Kendini en mutlu hissettiği anlarda, yalanlar ile kurmuş olduğu iç dünyası değil miydi? Sabah kahvaltısını yapmak için otelin restoranına inerken zihni bu tür sorularla meşguldü. Ali ile ilişkisini geliştirmek, ilerletmek istiyordu ve bunun için hayatının bir kısmını anlatacaktı.
Restoranın kapısının önünde Ali’yi onu beklerken buldu. Karların parıldayan ışığı camlardan içeri girmiş, farklı renklerdeki eşyaların üzerinde dans ediyordu. Ali, tüm bu renk cümbüşü içinde kalbindeki güzellik yüzüne vurmuş gibiydi. O an, içinden Ali’ye doğru koşup kucağına atlamayı, boynuna sarılmayı çok istiyordu. Bunu engelleyebilecek hiçbir güç yoktu. Yapabilirdi, yapmalıydı, yapması gerekiyordu. Ama tek engel olabilecek güç kendisiydi. Ali’ye karşı gizlediği hayatının vermiş olduğu sorumluluk onu köşeye sıkıştırıyor, bunun altında eziliyordu.
Ali, Nilay’ı görür görmez çok heyecanlı bir şekilde ona doğru ilerledi. "Günaydın." Bu kelimeyi kurarken çok sade gelmişti. Önüne, arkasına bir şeyler daha katmak istiyordu. Ancak nasıl olabilirdi? Nilay’ı çok önemsiyor, ona çok değer veriyor, onunla birlikteyken çok mutlu oluyordu. Ona aşık olduğunu düşünüyor, onun için tehlikelere giriyordu. Ancak Nilay’a açılabilmek için gerekli cesareti kendinde bulamıyordu. Nilay kapalı bir kutu gibiydi.
Nilay, "Günaydın Ali," diyebilmişti, heyecanını bastırmaya çalışarak, sesindeki sıcaklığı ve titremeyi gizleyemeyerek. Kalp atışlarının nasıl hızlandığını duyabilirdi Ali, ancak Ali de heyecandan bunu duyamıyordu. Açık büfeden kahvaltılıklarını alırken ikisi de halinden çok memnun görünüyordu. Cam tarafında, arka masalarda kendilerine bir yer seçtiler, karşılıklı oturup bir yandan birbirlerine bakıyor, bir yandan camdan dışarıyı izliyorlardı. Nilay, ömrünün hiçbir döneminde bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Nefret ettiği hayattan uzaklaşmanın verdiği bir rahatlık mı, yoksa Ali ile baş başa geçirdiği zamanın verdiği bir lütuf muydu? Ali, Nilay’a bu kadar yakın olmanın heyecanıyla yaşadıklarına inanamıyordu. Artık bir şeyler olmalıydı; aralarında bir isim koymalıydı bu ilişkiye. Nilay camdan dışarıyı izlerken, Ali gözlerini Nilay’dan alamıyordu. Ali, Nilay’a bakarken onun yüzündeki detaylara dikkatle odaklandı. Gözleri, Nilay’ın yüz hatlarında dolaşırken zaman yavaşlamış gibi hissetti. İlk olarak, Nilay’ın kaşlarına takıldı; ince ve zarif bir kavisle yüzüne oturmuştu. Kaşlarının arasındaki hafif çizgi, onun zaman zaman düşündüğünü ya da endişelendiğini belli ediyordu. Ali, bu çizginin neden orada olduğunu merak etti; acaba hayatında ne tür zorluklar yaşamıştı ki bu izler yüzüne kazınmıştı?
Nilay’ın gözleri, Ali’nin en çok dikkatini çeken yerdi. Gözlerindeki derinlik, sanki içinde sakladığı sayısız hikayeleri barındırıyordu. Bir an göz göze geldiklerinde, Nilay’ın iç dünyasına kısa bir yolculuk yaptığını hissetti. Ancak, o derinlikte bir şey vardı; açıklanamayan bir hüzün ya da belki de saklanan bir sır. Ali, bu gözlerin arkasında yatan gerçekleri öğrenmeyi ne kadar istese de, Nilay’ın kendiliğinden anlatmasını beklemek zorundaydı.
Ali'nin bakışları, Nilay'ın burnuna kaydı; yüzünün tam ortasında belirgin ama ince hatlarla çevrelenmişti. Burnunun ucundaki hafif kavis, ona yumuşak bir zarafet katıyordu. Burnunun bu zarif yapısı, Nilay’ın genel görünümüne bir uyum sağlıyordu, sanki onun narin kişiliğini yansıtıyordu.
Sonra dudaklarına baktı; ince ama dolgun dudakları, Nilay’ın her gülüşünde başka bir anlam kazanıyordu. Dudaklarının kenarındaki küçük çizgiler, onun sık sık güldüğünü gösteriyordu. Ali, Nilay’ın gülüşünün altında yatan gerçek hisleri merak etti; bu gülüşler gerçekten mutlu muydu, yoksa sadece bir maskeden mi ibaretti? Nilay’ın dudaklarına dikkatle bakarken, onun ne kadar çok şey sakladığını düşündü. Belki de bu dudaklar, gerçeği söylemekle susmak arasında gidip geliyordu.
Ali, Nilay’ın yüzündeki her detayı incelerken, onun hayatının ne kadar karmaşık ve gizemli olduğunu daha iyi anlamaya başladı. Nilay’ın güzelliği, sadece fiziksel değildi; içinde sakladığı ve Ali’ye henüz açmadığı sırlarla derinleşen bir güzellikti. Bu detaylar Ali’yi daha da meraklandırdı, ama aynı zamanda Nilay’a karşı hissettiği duyguları da güçlendirdi. Nilay’ın yüzüne baktıkça, onu daha iyi tanımak ve hayatının her yönünü öğrenmek istediğini fark etti. Ancak, Ali'nin gözlerinden kaçmayan bu detaylar, Nilay'ın sakladığı sırların ağırlığını da hissettiriyordu. Ali, Nilay’ın yüzünde yaptığı bu dikkatli gezintiden derin bir nefes alarak ayrılabildi. Gözlerini ondan ayırmak zorunda kalsa da, içinde ona karşı duyduğu yoğun hisler dinmiyordu. Nilay’a karşı dayanılmaz bir çekim hissediyordu; onu daha yakından tanımak, nefesinin sıcaklığını ve teninin yumuşaklığını hissetmek istiyordu. Bu istek, her geçen dakika daha da güçleniyor, Ali’yi karmaşık duygularla sarıyordu.
Bir an yüzünün kızardığını hissetti. Kalbinin hızla attığını fark edince gözleri hemen önüne düştü. Nilay’ın fark edip etmediğini bilmediği bu an, Ali’yi utandırmıştı. Kendini, bu duygularını kontrol edemediği için suçladı. Nilay’ın yanında güçlü ve soğukkanlı görünmek istiyor, ama ona olan ilgisi bu duvarları birer birer yıkıyordu. Ali, başını hafifçe sağa sola salladı, sanki bu düşünceleri kafasından kovmaya çalışıyormuş gibi.
Ali’nin sessizliği, Nilay’ın içindeki endişeyi artırıyordu. Gözlerinde bir sorgu vardı sanki, sormak istediği ama diline dökemediği sorularla doluydu bakışları. Nilay, Ali’nin aklından geçenleri tahmin edebiliyordu. Eğer Ali bu soruları sormaya başlarsa, ona ne cevap vereceğini hala bilmiyordu. Gerçekleri anlatmak mı yoksa bir kez daha dolambaçlı yollara sapmak mı? Bu belirsizlik, Nilay’ın içinde büyüyen bir korkuya dönüştü.
Ali’nin yüzünde beliren hafif bir tereddütle göz göze geldiğinde, Nilay hızlı bir karar aldı. Ali’ye sorularını sorma fırsatı vermeden, onun dikkatini başka yöne çekmek istiyordu. İçindeki korkuyu bastırarak gülümsedi ve hafif bir sesle, “Dışarı çıkalım mı?” diye sordu.
Ali, Nilay’ın bu ani teklifi karşısında şaşırmıştı. Ancak, Nilay’ın yüzündeki gülümseme ve sesindeki tatlı davetkarlık, tüm tereddütlerini bir anda dağıtmıştı. Nilay’ın yanında olmanın verdiği huzur, Ali’yi hemen etkisi altına almıştı. Kendi içinde bir an önce cevap bulmak istediği soruları unutur gibi oldu.
“Tabii, neden olmasın,” dedi Ali, Nilay’ın teklifini kabul ederek. Hızla üzerindeki düşünceleri bir kenara itti ve Nilay’ın ardından dışarıya doğru yöneldi. Nilay ise, içinden bir rahatlama hissetti. Ali’nin sorularından kaçmayı başarmıştı, en azından şimdilik. Ancak, bu gerilimin ne kadar süre daha sürdürülebileceğini bilmiyordu.
İkili otelden çıkarken, soğuk havanın yüzlerine çarpmasıyla derin bir nefes aldılar. Kar taneleri, hafifçe yere düşerken, Erzurum’un beyaz örtüsü altında huzurlu bir atmosfer yaratıyordu. Nilay, Ali’yle birlikte dışarıya adım attığında, etraflarındaki bu beyaz güzelliğin büyüsüne kapıldı. Ama bir yandan da içinde, Ali’ye karşı gerçeği saklamanın verdiği yükü taşıyordu.
“Biraz yürüyelim,” dedi Nilay, Ali’nin koluna hafifçe dokunarak. Ali, onun bu isteğine içten bir gülümsemeyle karşılık verdi. Birlikte karla kaplı yolda yürürken, Nilay bir yandan Ali’yi oyalamak, bir yandan da içindeki karmaşayı yatıştırmak için sohbeti canlı tutmaya çalışıyordu. Ancak, Ali’nin her an sorabileceği soruların gölgesi, Nilay’ın üzerine kara bir bulut gibi çökmeye devam ediyordu.