@pesimistyazar
|
Nilay, söylediklerine kendisi bile inanmakta güçlük çekiyordu. Ali ile yaptığı bu konuşma, onun gerçek yüzünü ortaya çıkarmasını engelleyebilirdi. Belki de Ali, onu bu hayattan kurtarabilecek tek kişiydi. Ali'nin yüzüne baktığında, ondaki saflığı ve masumiyeti görüyordu. İçinden, "Bir insan gerçekten bu kadar saf ve masum olabilir mi?" diye geçiriyordu. Ancak şimdi Ali'nin gözleri, bir zamanlar içindeki masumiyeti yansıtan o bakışlarını yitirmişti. Artık bir şahinin keskin bakışlarına benziyordu; dikkatli, tetikte ve hedefe odaklanmış.
Yaptıkları tatil, her ikisi için de unutulmaz anılarla doluydu. İkili, birbirlerine daha da yakınlaşmıştı. Ali, artık Nilay'la bir gelecek kurabileceğini düşünüyordu. Önce Nilay’ı Kazım denen o aşağılık adamdan kurtarmak istiyordu. Sonra Nilay’a duygularını açacak ve onu yaşamak istediği hayatın bir parçası yapacaktı. Ancak bunun için erken olduğunu, Nilay’ın henüz hazır olmadığını düşünüyordu. Karar vermenin rahatlığı ve cesareti Ali'nin yüzüne yansımış, onu daha önceki tedirgin ve çekimser hallerinden uzaklaştırmıştı.
Dönüş zamanı geldiğinde, ikisi de gitmek istemiyordu. Nilay, Kazım’dan ve Diyarbakır’dan ilk defa bu kadar uzaklaşmıştı. O ikisinin varlığı, Nilay’ın kalbini sıkıştırıyor, uykularının kaçmasına neden oluyordu. Artık yalnız olmadığını içten içe hissediyordu. Ali, onu koruyacaktı ve bunun için elinden geleni yapacaktı. Ancak Kazım’dan kurtulmak için sadece kaçmanın yeterli olmadığını biliyordu. Kaç genç kız, kaç kadın, kaç anne ondan kaçmayı denemiş ama başaramamıştı. Her kaçış hikayesi, daha kötü bir sonla noktalanmıştı. Nilay, Diyarbakır’a dönecek ve Kazım ile yüzleşecekti. Ancak hâlâ ondan nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Ali’nin yardımı tek başına yeterli olmazdı; başka planlar da gerekiyordu.
Nilay, Ali’yi gerçekten sevip sevmediğinden emin değildi. Ancak bir şeyden emindi: Ali’nin varlığı, ona güç vermişti. Uğruna mücadele edecek bir neden bulmuştu. Nilay’ın bakışları, Ali’nin yüzüne kayarken, kaşlarının yay gibi gerilmiş olduğunu, kirpiklerinin ise adeta bir ok gibi saplandığını gördü.
Otelden ayrılıp Diyarbakır’a doğru yola çıktıklarında, Nilay sessizliği bozdu. "Bir şeyler yapmamız gerek, Ali. Kazım şimdi her yerde beni arıyordur."
Ali, sessizliğini bozarak, "Senin için güvenli bir yer bulmalıyız. Kazım sana ulaşmamalı. Onun hakkında yeterli delil topladıktan sonra polisle işbirliği yapmamız gerek," dedi.
Nilay, Ali’nin ne kadar ciddi olduğunu anladı. Ona söylediği yalanlar yüzünden kendinden utanmaya başladı. "Ne kadar kötü biriyim," diye mırıldandı. "Hem yalanlar üzerine bana güveniyor, hem de bir sonumuz olduğunu sanıyor zavallı Ali."
Nilay, “Kazım sadece beni değil, seni de arıyordur.”
Ali şaşkınlıkla sordu, “Beni, bizi biliyor mu?”
Nilay, tereddütle, “Emin değilim, ama her karşılaşmamızda beni kaçışımın olmadığına dair tehdit ediyordu,” dedi.
Ali, “Biz uzun süre birlikte olmadık. Doğru dürüst vakit bile geçirmedik. Beni bildiğini sanmıyorum. Seni ailemin yanına bıraksam, kabul eder misin?” diye önerdi.
Zaten Ali’yi yeterince zora sokmuştu, şimdi de ailesine zarar gelsin istemezdi. "Beni Şanlıurfa’ya bırak," dedi Nilay. "Sen Diyarbakır’a gittikten sonra durumu gözlemleriz. Duruma göre gelip gelmeyeceğime karar veririz."
Ali, itiraz edercesine, “Seni o kadar uzakta tutmak istemiyorum,” dedi.
Nilay, Ali’nin içindeki endişeyi hissedebiliyordu, ancak bu karışıklığın içinde mantıklı bir yol bulmak zorundaydılar. "Merak etme, Nilay. Senin için her şeyi yapacağım," dedi usulca, gözlerini pencereden dışarıya çevirirken. Yol boyunca ikisi de sessizliğe büründü. Arabanın motor sesi, içlerindeki fırtınayı bastırmaya yetmiyordu. Ali, direksiyonu sıkıca kavrarken zihninde binbir düşünce dönüp duruyordu. Nilay’a nasıl yardım edebilirdi? Kazım’ın onu bulmasına nasıl engel olabilirdi? İçindeki karmaşa, gittikçe büyüyordu. Nilay ise camdan dışarı bakarak düşüncelerine dalmıştı. Ali’nin yanında güvende hissediyordu ama yalanlarının ağırlığı omuzlarını çökertiyordu. İçten içe, Ali’ye daha fazla zarar vermek istemediğini biliyordu.
Bir süre sonra Ali, sessizliği bozdu. "Nilay, Şanlıurfa’da kimin yanında kalmayı düşünüyorsun? Güvendiğin birileri var mı?"
Nilay, gözlerini camdan ayırmadan, "Bir tanıdık var, eskiden tanırdım ama yıllardır görüşmedik. Yine de orada kalacak bir yerim olur diye düşünüyorum," dedi. Sesi titremişti. Hem yalan söylüyor, hem de Ali’ye daha fazla yük olmak istemiyordu.
Ali, ona dönüp dikkatlice baktı. Nilay'ın sesindeki tedirginliği hissediyordu ama üzerine gitmedi. "Eğer bir şey olursa, bana haber ver. Ne olursa olsun, seni yalnız bırakmayacağım," dedi kararlı bir sesle.
Nilay, içten bir gülümseme ile karşılık verdi. Ali’nin bu kadar dürüst ve koruyucu olması, içinde bir yerlerde saklı duran umut ışığını yeniden canlandırmıştı. Ama aynı zamanda Ali’ye karşı duyduğu suçluluk duygusu da büyüyordu.
Saatler süren yolculuğun ardından Şanlıurfa’ya vardıklarında, hava kararmıştı. Ali, arabayı eski bir mahallenin dar sokaklarından birine çekti.
"Burada seni bırakıyorum, ama unutma, her an ulaşabileceğin bir telefon uzağındayım," dedi Ali, Nilay’a bakarken. Telefon dediği anda Ali’nin aklına günlerdir kapalı olan telefonu geldi. “Telefonlarımızı açalım mı ?” Nilay” Ben açmak istemiyorum. Eğer Kazım peşimde ise yerimi tespit edebilir” Ali “ Haklısın “ diyerek kendi telefonunu açtı. Peş peşe mesaj bildirim sesi geliyordu. O kadar çok bildirim geldi ki ikili tedirgin oldu. Ali gelen mesajlara baktı. Anne-Babası, Aile üyeleri, arkadaşları, tanımadığı numaralar, Müdür Cengiz’in aramaları, Tahir Hoca’nın ve en sonda da en çok arayan bir numara daha vardı. Ali: “Bunlar pek iyiye işaret değil,Nilay.Bir şeyler ters gitmiş olmalı.” Anne ve babasının mesajları şöyleydi” Oğlum nasılsın iyi misin seni merak ettik.” … “ Müsait olduğunda ara… Mesajımı görünce bana dön…” Bu mesajların içerisinde onları tedirgin edecek bir şey var mıydı hızlıca bakıyordu Ali. “ Hocam, ben Esra…” Ali, mesajları okurken içini bir ürperti kapladı. Esra'nın mesajı, sıradan bir endişeden fazlasını yansıtıyordu. "Tehlikedesiniz," diye yazmıştı. Ali'nin aklında yüzlerce soru dönüyordu. Ne olmuştu? Diyarbakır'da işler neden bu kadar karışmıştı?
Nilay, Ali'nin yüzündeki gerginliği fark etti. "Ne oldu? Kötü bir haber mi var?" diye sordu, sesi titrek bir merakla doluydu.
Ali, derin bir nefes alarak Nilay'a baktı. "Esra bana mesaj atmış. Sadece beni değil, seni de ilgilendiren bir şey var gibi görünüyor. 'Tehlikedesiniz' demiş."
Nilay, irkildi. "Tehlike mi? Ne demek bu? Kazım mı? Yoksa başka bir şey mi?"
Ali, telefonunu bir kez daha gözden geçirdi. Esra'nın mesajlarını hızla okudu. "Hocam, burada tuhaf şeyler oluyor. Çok dikkatli olun. Tehlikedesiniz," diyordu. Bu, basit bir uyarı değildi. Daha derin bir şeyler vardı.
"Esra sadece Kazım'dan bahsediyor olabilir ama bu kadar belirsiz bir mesaj atması... Anlamadığım bir şey var," diye mırıldandı Ali. Düşünceleri hızla toparlamaya çalışıyordu. Esra'nın sessizliğinin ve belirsizliğinin arkasında ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.
Nilay, ellerini sıkıca birbirine kenetledi. "Ali, ne yapacağız? Eğer Kazım peşimizdeyse buradan hızlıca uzaklaşmamız gerekmez mi?"
Ali bir an durdu. Düşünceleri karmakarışıktı. "Evet, haklısın. Burada kalmak riskli olabilir. Ama neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmeden de hareket edemeyiz. Esra’ya ulaşmamız gerekiyor. Onun ne demek istediğini anlamadan hareket etmek çok tehlikeli olur."
Nilay, derin bir nefes alarak başını salladı. "Tamam, ne yapmamı istersen onu yaparım. Ama lütfen dikkatli ol, Ali. İkimiz de bu durumdan sağ çıkmak zorundayız."
Ali, Esra'nın mesajlarını bir kez daha okudu. "Tamam," dedi sonunda. "Önce Esra’ya ulaşalım. Sonra durumu değerlendireceğiz. Eğer gerçekten tehlikedeysek, o zaman harekete geçeriz."
Telefonunu eline alarak Esra'yı aramaya başladı. Çalan her zil sesi, içindeki endişeyi daha da büyütüyordu. Bekledi, ama cevap yoktu. "Esra, lütfen aç telefonu," diye mırıldandı.
Nilay, Ali’nin yüzündeki gerilimi izlerken, içindeki korku daha da derinleşti. Kazım’ın gölgesi her geçen saniye daha da yaklaşıyordu gibi hissediyordu. Esra’ya ulaşamamaları, işler gerçekten kötüye gitmeden önce çözmeleri gereken bir düğüm gibiydi.
Ali, telefonu kapattı ve derin bir nefes aldı. "Esra cevap vermiyor. Ama hemen pes etmeyeceğiz. Biraz bekleyip tekrar arayacağım. Bu arada, başka bir güvenli yer bulmamız gerekebilir."
Nilay, Ali’ye baktı ve hafifçe başını salladı. "Sana güveniyorum, Ali. Ne yaparsan yap, beni yalnız bırakma."
Ali, Nilay’ın gözlerine bakarak kararlılıkla başını salladı. "Bunu birlikte atlatacağız, Nilay. Ne olursa olsun, pes etmeyeceğiz."
Sessizce beklemeye başladılar, kalplerinde büyüyen korkuyu bastırmaya çalışarak. Diyarbakır'da neler olduğunu öğrenene kadar ne yapacaklarını bilemediler. Ancak bir şeyden emindiler; bu, sadece Kazım'la değil, geçmişleriyle de yüzleşecekleri bir mücadele olacaktı.
Nilay, derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. Ali’ye gerçekleri söylemek zorundaydı ama ne zaman? Kendi içinde bu sorularla boğuşurken, Kazım’ın gölgesi yeniden üzerine düşmeye başlamıştı. İntikam peşinde olan Kazım, Nilay’ın attığı her adımı takip ediyordu ve bu sefer onu bulduğunda hiçbir kaçış yolu kalmayacaktı. |
0% |