Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm: Uçurum

@peteichor_

"Bu öpücük dudaklarımızla birlikte özlemden deliye Dönmüş ruhlarımızı da buluşturmuştu."


12.BÖLÜM: UÇURUM


Göğüsüm kalbime dar geliyordu. Sanki dışarı çıkmak için göğüsümde çırpınıyordu, korkuyla atan kalbim. Küçük kızımın kalbi tanımadığım bu çocuğun kucağında, minik bedeninin içinde yaşam mücadelesi veriyordu. Yaşamak istiyordu bu küçük kız. Ölüm ondan fazlasıyla uzak olmalıydı bu küçük kızın zamanı gelmemişti ölmek için. Ölüm çocuklara yakışmazdı. Onlar birer melekti ve dünyanın meleklere de ihtiyacı vardı, bunca şeytanın var olduğu bu dünyada. Düşüncelerimin arasında içinde olduğumuz taksi en yakın hastanenin önünde durmuş yanımda oturan kumral uzun boylu çocuk, kucağındaki küçük kızla telaşla taksinin kapısından dışarı çıkmıştı ücreti ödedikten sonra. Arkalarından göz yaşarımla takip ederken dizlerim giderek daha fazla titriyordu. Ve nefesim bu ana dayanamayacak kadar fazla zorluyordu ciğerlerimi. Hastaneye girdiğimizde karşımdaki çocuk kucağındaki Işık'ı sedyeye yatırıp telaşla bana döndürmüştü gözlerini. Ellerim boğazımda bedenimi hastanenin soğuk zeminine, dizlerimin üzerine bırakarak nefes almak İçin büyük bir çaba veriyordum ısrarla.


"Ne oluyor?!"


Karşımdaki çocuk telaşla dizlerinin üzerinde bedenimle aynı hizaya geldiğinde gözleri üzerimde geziyordu.


"İyi misin? Sakin ol!"


"N-Nefes a-alamıyorum a-astım."


Nefes dolmayan ciğerlerim bilincimi zorlarken çocuk hızla ellerini boğazıma götürmüş ve ellerini ellerimin üzerine koymuştu.


"Nefes al. Lütfen! hadi nefes al zamanı değil. Adın ne senin?"


"A-Akasya."


"Tamam Akasya nefes al. Hadi!"


Nefes almayı diliyor ancak beceremiyordum. İlk defa bu kadar zordu nefes almak. Bu kadar imkansız geliyordu. Bilincim bedenimi terk ederken son hatırladığım karşımdaki çocuğun bedenimi sıkıca saran kollarıydı.


"Akasya!"


***


"Işık... Poyraz..."


Dudaklarım istemsizce hareketlenirken duyduğum ses tüm korkularımı götürmeye yetmişti.


"Güzelim? Akasya'm. Buradayım birtanem."


Gözlerimi Poyraz'ın sesiyle, saçlarındaki yumuşak dokunuşlarıyla açmıştım. Gözlerimi açar açmaz yataktan fırlamış gözlerimi etrafımda gezdirmeye başlamıştım.


"Işık nerede?!"


"Şşt Işık iyi güzelim. Asıl sen iyi misin? Nasıl geldiniz buraya?"


Afallamıştım. Ne Yani Poyraz o çocuğu görmemiş miydi?


"Mısırcı çocuk yardım etti bize. Sen onu görmedin mi?"


"Mısırcı çocuk-"


Kapıdan duyduğum sesle Poyraz'la gözlerimiz kapıyı buldu.


"Akasya?"


Poyraz'ın duyduğu ses kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Sinirle ayağa kalktı ve kapıya döndü.


"Sen..."


"Vay be! Efe Poyraz Saygın."


Gözlerim Poyraz'ın eline kaydığında avucunu hırsla sıktığını fark ederek usulca ayağa kalktım.


"Senin burada ne işin var lan!?"


Poyraz karşısında ona gülerek bakan çocuğa sinirle bir adım attığında hızla önünde durdum.


"Poyraz sorun ne?"


"Evet Poyraz'cığım, sorun ne?"


Poyraz diğer yumruğunu da sıkmaya başladığında yüzü giderek kızarıyordu sinirden.


"Her neyse. Poyraz bey daha fazla sinirlenmesin öyle değil mi? Tanıştığımıza memnun oldum, Akasya-"


"Akasya'nın adını ağzına almayacaksın! Duydun mu?!"


"Hoşça kal Akasya..."


Karşımdaki çocuk ısrarla Akasya diyerek ismime baskı uyguladığında yeniden sinirden deliye dönmüş Poyraz'a döndüm.


"Şşşt Poyraz sakin ol lütfen ne oldu?"


"Bu itle konuşmayacaksın bir daha. Duydun mu beni Akasya?!"


Poyraz'ın siniri bana değildi biliyordum ama neden bu kadar sinirli olduğunu anlayamıyordum.


"Sorun ne?"


Poyraz anlatacaklarına hazırlık yaparcasına derin bir nefes aldı ve bir süre karşısındaki boş duvarda tuttu bakışlarını, sakinleşmek istercesine.


"Demir Soytürk. Klinikten. Klinikte tek yakın arkadaşım buydu. Ağır bir şizofreni vakası. O kadar manyaktır ki benim o klinikte fazladan kaldığım zamanın sorumlusu o. Tek arkadaşı ben olduğum için, iyileşmeye başladığımı fark ettiğinde bana iyi gelen ilaçları değiştirmeye başladı ve benim orada daha fazla kalmamı sağladı. Sırf yalnız kalmamak için! Nasıl yaptı bilmiyordum ama ortaya çıktığında büyük bir kavga oldu. Ailelerimiz bile girdi işin içine. Kaya'nın da ailesi oldukça güçlüydü ve sonra çocukları tam olarak iyileşmediği halde çıkarttılar o manyağı klinikten."


Şaşkınlıktan aralanan dudaklarıma büyüyen gözlerim de eklenmişti. Demir denen çocuk öyle birine benzemiyordu. Gayet normal duruyordu halbuki. Başımı iki yana sallayarak Poyraz'a döndüm yeniden. Şu an o manyaktan daha önemli olan bir şey vardı, Işık vardı.


"Işık'ı görebilir miyim?"


"Gel güzelim."


Poyraz bir az önceki sinirini bir kenara bırakarak elimi nazikçe tutup kapıya ilerlememizi sağladı. Kapıdan çıktığımızda hızla Işık'ı aldıkları odaya ilerlemeye başladık.


"Bizi nasıl buldun? Kim haber verdi sana?"


Sorduğum soruyla Poyraz bir kez daha derin bir nefes aldı. Ses tonu tüm korkularını ele veriyordu.


"Seni o kadar çok aradım ki, bayıldığında telefonun düşmüş. Bulan bir hemşire açtı ve sana ulaştım. hemen geldim Sinan'ı alıp."


"Üzgünüm haber veremedim."


Poyraz tüm korkularına rağmen anlayışla gülümsedi.


"Sorun değil güzelim. Anlıyorum gel hadi, Işık'ın bize ihtiyacı var."


Hızla başımı sallayarak kapısına ulaştığımız odaya usulca adımladık. Işık Alıştığı hastane yatağında gözleri kapalı, saçları dağılmış bir halde yatıyordu. Yatağın yanındaki koltukta Sinan oturmuş Bir eline başını yaslamış, diğer eliyle sıkıca Işık'ın elini tutmuş beklentiyle Işık'ın yüzünü izliyordu. Buruk bir gülümseme geçti dudaklarımdan. Gözlerim yanımda bir eli belimde destek vermek istercesine duran Poyraz'ı buldu.


"Güçlü olmak zorundayız. Onlar İçin..."


"Biliyorum..."


Poyraz güven vermek istercesine belimden verdiği destekle yatağa ulaşmamızı sağladı. Ellerim Sinan'ın saçlarına karşıtlığında ağlamaktan kızaran gözlerini gözlerimle buluşturdu.


"Sen ağlıyor musun? Neden ağlıyorsun? hiç yakışıyor mu bu yakışıklıya ağlamak?"


"Akasya abla Işık ölecek mi?"


"Şşt ölmek yok! Kızıyorum ama. Işık hepimizden sağlıklı olacak bir tanem, sen merak etme. Ama ağlarsan Işık çok üzülür haberin olsun."


Sinan telaşla göz yaşlarını sildi.


"O üzülmesin ben ağlamam tamam."


Dolan gözlerimin ardından gülümsedim. Kapıdan gelen sesle gözlerimiz kapıyı buldu. Doktor önlüklü orta yaşlı adamın gözleri gözlerimizle çok geçmeden buluşmuştu.


"Akasya hanım Işık sizinle gelmişti değil mi?"


Hızla başımı salladım.


"Biraz konuşalım mı?"


"T-Tabi."


Poyraz'a gülümseyerek kapıya adımladığımda Poyraz'da Sinan'ın yanında yerini almıştı. Doktorla odadan çıkıp hastanenin beyaz, uzun koridorunda ilerlemeye başladık.


"Işık'ın durumundan haberdarsınız öyle değil mi?"


"Evet biliyorum."


Doktor yerinde durup bedenini bana döndürdüğünde bende durmuştum.


"Sizinle açık konuşacağım. Işık yarına garantisi olmayan bir kız çocuğu ve hastaneden uzak olduğu her gün onun İçin daha da kritik oluyor. Hastanemizin ağır çocuk hastalarımızı kontrol altında tuttuğu ve yeterli bakımı uyguladığı bir merkezi var. Size yaşayacağının garantisini veremem ancak ihtimali artar. En azından kalp bulunana kadar bu merkezde olması gerekenden daha fazla güvende olur. Ancak biraz maliyetli bir merkez. Düşünürseniz-"


"Ne gerekirse yapılsın doktor bey. Işık benim kız kardeşim sayılır. Ben yetimhane müdürüyle konuşacağım ve bir kaç gün içinde işlemleri halledeceğim."


Karşımdaki doktor gururla başını salladı.


"Geçmiş olsun."


"Sağ olun."


Doktor yanımdan uzaklaştığında gözlerim bir süre arkasında kalmıştı. Düşünüyordum. Bu merkez Işık'a iyi gelebilir miydi? Işık kalp bulana kadar orada hayatta kalabilir miydi? Bu mümkünse her şeyi yapabilirdim,bu küçük savaşçı kız İçin. Gerekirse göğüsümdeki kalbi çıkartır onun göğüsüne bırakırdım ama o kızı yaşatırdım. Ellerim kapı kolunu bulduğunda hızla kapı kolunu indirip içeri girdim. Gözlerim içeri girdiğimde kısık gözlerle hastane duvarlarını izleyen Işık'la karşılaştı. Koşar adım Işık'ın yanındaki yerimi aldım.


"Güzelim? İyi misin?"


"İyiyim Akasya abla. Ölmemişim..."


Ellerim Işık'ın güzel, sarı saçlarının arasına karıştı.


"Tabii ki ölmedin güzelim. Sen hepimizden çok yaşayacaksın demiştim sana."


Söylediklerim Sinan'a umut olurken Işık'ın gözleri hala umutsuzca bakıyordu etrafına. Bir çocuğun umudunu yitirmesi tüm dünyanın koca bir karanlığa bürünmesi gibiydi. Çocuklar hayal kurmalıydı. Çocukların doğasında hayal kurmak vardı ancak bu beyaz hastane yatağında, umutsuzca yatan küçük kızın tek hayali yaşamaktı. Bu çaresizlik tüm çaresizliklerin en büyüğüydü. Küçücük bir çocuğun tek hayali yaşamak olmamalıydı. Düşüncelerimin arasında Poyraz'ın neşeli çıkmasına zorladığı sesi kulaklarıma doldu.


"Prenses bir kaç saat buradaki hemşire ablalarınla kalman gerekecek. Bizde Akasya ablanla evinize gideceğiz ve Serpil annenizle konuşacağız. Anlaştık mı fıstık?"


Eğer yaşadığınız yer yetimhaneyse artık orası sizin evinizdi. Işık hafifçe gülümseyerek başını salladığında Sinan'in sitemli sesi hastane odasının duvarlarında yankılandı.


"Bende kalabilir miyim burada?"


Yavaşça Sinan'ın boyuna gelecek şekilde eğilerek parmaklarımı Sinan'ın yumuşak saçlarında gezdirmeye başladım.


"Tatlım şimdilik eve gitmen gerekecek. Ama söz sık sık geleceğiz tamam mı?"


Sinan'ın gözleri odadaki herkeste gezindiğinde en sonunda yaşından büyük bir olgunlukla başını sallayarak elimi tuttu. Gülümseyerek Poyraz'a döndüm.


"Hadi Poyraz."


Poyraz başını sallayarak boşta olan elimi tutarak Işık'a el salladı ve odadan ayrıldık. Hızla Poyraz'ın arabasında yerimizi aldığımızda Poyraz ortamın havasını dağıtmak için parmaklarını radyoda gezdirmeye başladı. Poyraz'ın eli radyodan ayrıldığında arabayı Sezen Aksu'nun tanıdık sesi doldurdu.


"Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden bütün hatalarım Öğünmem bu yüzden Bu yüzden kendimi Özel önemli zannetmem."


Bu şarkıyı en son ne zaman dinlediğimi hatırlamıyordum ancak bana o yetimhaneyi hatırlatıyordu. Tam şu an Küçüğüm daha çok küçüğüm Bu yüzden bütün korkularım diyordu Sezen Aksu. Bu söz ne kadar doğru olabilirdi? Ben büyümüştüm evet ama neden korkuyordum öyleyse? Bütün korkularımı beni büyüten o yetimhane duvarlarında bırakmam gerekirken benim korkularım neden o duvarlardan ayrıldıktan sonra belli etmişti kendini? öyleyse büyümek daha mı korkunçtu? Korkularım her geçen gün giderek artmıyordu ısrarla. Şimdi en büyük korkum sarı saçlı, küçük meleğimi yaşatamamaktı.


"Güzelim, geldik."


Poyraz'ın sesiyle tüm korkularımı kısa süreliğine kalbimin derinliklerine hapsederek salladım başımı usulca. Arabadan indiğimizde Sinan'ın bir eli benim, bir eli Poyraz'ın elindeydi. Hep birlikte yetimhaneye adımladığımızda hızla soğuktan kurtulmak umuduyla sıcak yetimhaneye giriş yaptık. Bizi karşılayan Serpil ablanın merakla harmanlanmış endişeli bakışlarıydı .


"Poyraz sen Sinan'ı odalarına götürür müsün?"


"Tamam Akasya'm."


"Görüşürüz yakışıklı."


Sinan'ın yanağına bıraktığım kocaman öpücük, bir o kadar kocaman bir gülümseyle karşılık buldu.


"Görüşürüz Akasya abla. Sözünüzü unutmayın olur mu? Beni bekletmeyin."


"Tamam birtanem."


Poyraz Sinan'ın elinden tuttuğunda Sinan bana doğru el sallayarak Poyraz'la birlikte kaldığı odaya ilerledi. Bakışlarım Serpil ablayı buldu.


"Serpil abla..."


"Işık nerede?"


Serpil ablanın sıcak ellerini buz gibi olmuş ellerim arasına alarak girişteki oturma salonuna doğru ilerledim. Birlikte oturduğumuzda usulca dolu gözlerimi Serpil Ablanın endişeli gözleriyle buluşturdum.


"Işık fenalaştı Serpil abla-"


"Ne demek fenalaştı?!"


Serpil ablanın ellerimin arasındaki ellerini daha sıkı tuttum.


"Sakin ol Serpil abla durumu iyi. Doktor bir merkezden bahsetti. Hastanelerinin bir merkezinden. Bu derece ağır hasta çocuklar için bir merkez açmışlar ve Işık'ın orada daha iyi bir tedavi alabileceğini en azından kalp bulunana kadar zamanının uzanabileceğini söyledi."


Nefesimi kuvvetlice dışarıya verdim.


"Maliyeti ben halledeceğim ancak müdürün izni gerekecek evraklarda. Onları sen halledebilirsen-"


"İyi olacak mı Işık?"


"Denemekten zarar gelmez. Hiç bir şey yapmamaktan iyidir."


Serpil abla bir süre düşünceli gözlerle Yetimhanenin beyaz duvarlarını izledi ve ardından bir az önceye nazaran daha kendinden emin bakışlarla gözlerime döndü.


"Pekala. Halledeceğim Akasya. Sana güveniyorum."


Başımı sallayarak ayağa kalktım.


"Biz gidelim artık Serpil abla. Bir kaç gün içinde her şey hallolacak ve Işık o merkeze güvenle yatacak."


Serpil abla şefkatle bedenimi sıkıca sardı.


"Sağ ol güzel kalpli kızım. Sağ ol..."


"Işık sağ olsun Serpil abla. En çok Işık sağ olsun."


Serpil abla bedenini bedenimden ayırdığında akan bir kaç damla göz yaşını sildi. Arından Poyraz'la yetimhaneden ayrıldık ve yeniden arabada yerimizi aldık. Annemler hala dönmemişti ara ara konuşuyor ve mesajlaşıyorduk. Bir süre daha orada kalacak gibilerdi. Bu durum içimdeki Özlem'i arttırsa da söz konusu halamın sağlığıydı ve yapacak bir şey yoktu. Evimi yuva yapan insanların evde olmadığını bilmek o evin dört duvardan farksız olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu bana. Bir kez daha gitmek istemiyordum o dört duvarın arasına.


"Güzelim ne yapmak istersin?"


"Tüm sıkıntılarımı atmak istiyorum Poyraz. Hepsini..."


"Bana uyar."


Poyraz hızla direksiyonu kırdığında ne olduğunu şaşırmıştım.


"Ne yapıyorsun?"


"Sıkıntılarını atmak istemiyor muydun?"


"Evet ama-"


Poyraz konuşmama fırsat vermemişti.


"Sadece bekle Akasya'm."


Yirmi dakikalık yolun sonunda yüksek bir uçurumun tepesine ulaşmıştık. Uçurumun aşağısı uçsuz bucaksız bir denizdi. Fazla yüksekteydik. Bulutların arasında gibiydik. kapkara bulutlar yağmurun haberciliğini yapıyordu. Umursamadan arabadan inen Poyraz'ın arkasından adımladım. Poyraz uçuruma bir adım mesafede durdu ve gözlerini kapatarak soğuk havaya rağmen montunu çıkarttı, yere bıraktı ve derin bir nefes aldı.


"Ne yapıyorsun?"


"Yaşadığımı hissediyorum."


Hızla Poyraz'ın montunu alarak giydirmeyi denedim yeniden. Hava oldukça soğuktu ve bizde oldukça yüksekteydik.


"Üşüyeceksin."


"Üşümek istiyorum. Yaşadığını hissetmek için bazen üşümen gerekir. Tir tir titremen gerekir."


Poyraz'a ayak uydurmaya karar vererek önce Poyraz'ın montunu Poyraz gibi yere bıraktım ve arından titreyen ellerimle kendi montumu çıkartarak yere bıraktım.


"Akasya Ölmedi! Akasya yaşıyor!"


Poyraz avazı çıktığı kadar bağırdığında tüm uçurumun bedenlerimiz gibi titrediğini hissetmiştim.


"Ne yapıyorsun!?"


Poyraz gözlerini açarak hafifçe gülümsedi ne zaman akmaya başladığını anlamadığım göz yaşları arasında.


"Sıkıntılarımı atmak istiyorum dedin. Şimdi tam zamanı. Sıra sende."


Anlamıştım yapmak istediğini. Sıkıntılerını uçurumdan bırakıyordu denize ulaşması İçin. Madem öyle ayak uydurmaya devam edecektim.


"Poyraz sözünü tuttu! Poyraz beni buldu! Asya yeniden Akasya oldu!"


"Akasya Yeniden Poyraz'ın oldu!"


Sıra yeniden bana geldiğinde bu sıkıntım göz yaşlarımı gözlerimden usulca bırakmama sebep oldu. Bu sıkıntıyı atmak oldukça zor olacaktı.


"Işık yaşasın! Işık çok yaşasın! Lütfen..."


Konuşmamın sonlarına doğru kısılan sesime, bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarım eklenmişti.


"Hayır Akasya. Ağla. Bağır! ağla! Ağla Akasya!"


Ağlamamdan hoşlanmayan Poyraz şimdi bağıra çağıra ağlamamı istiyordu bu uçurumun kenarında. Sesim olabildiğince yükselirken göz yaşlarım çiseleyen yağmura karışmaya başladı. Yağmur yağdıkça sesim ve göz yaşlarım hızlanıyordu giderek. Boş uçurumda yankılanan hıçkırık seslerime Poyraz'ın sesleri de eklenmişti hızla.


"Öldün sandım! Ben bunca yıl öldün sandım!"


Poyraz'ın bir eli belimi bulurken diğer eli saçlarımı buldu. Yüzümü inceliyordu yağmurdan ve göz yaşlarından buğulanmış gözleriyle. Bakışları yaşadığımı kanıtlamak istercesine geziniyordu yüzümün her bir noktasında.


"Nefes aldığım İçin kendimi suçladım Akasya. Senin öldüğünü bilip nefes aldığım İçin kendimi suçladım."


Göz yaşlarımız hızlanıyordu git gide.


"Mutlusun sanmıştım. Belkide yeni bir sevgilin, arkadaşların vardır sanmıştım. Beni unuttun sanmıştım..."


Poyraz gülerek başını iki yana salladı. Göz yaşları aynı hızla akmayı sürdürürken dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Öpmüyordu sadece dudaklığımın bu soğuk havaya rağmen var olan sıcaklığını hissediyordu.


"Seni unutmak mı? Seni unutmak kalbimin yerini unutmak gibi ölüm çiçeği. Benim kalbim atmayı unutur ama seni unutmaz."


Yağmur hızlanırken Poyraz'ın dudaklarıma çarpan dudaklarının sıcaklığı gülümsememe sebep oldu göz yaşlarımın arasında. Ellerim Poyraz'ın yağmur ve Göz yaşlarının ıslattığı yanaklarını bulduğunda dudaklarım dudaklarındaki yerini almış ve beceriksizce hareket etmeye başlamıştı. Poyraz'ın elleri belimdeki yerini aldığında öpüşüme büyük bir Özlem'le karşılık vermeye başladı. Bu öpüşme sıradan bir öpüşme değildi. Bu öpüşme küçücük bir çocuğun en sevdiği oyuncağı kaybettikten sonra bulduğu o mutluluk kadar Özlem dolu, bir annenin bebeğini ilk kez kollarının arasına aldığı o an kadar sıcak, bir okyanus kadar derin bir öpücüktü. Bu öpücük dudaklarımızla birlikte özlemden deliye Dönmüş ruhlarımızı da buluşturmuştu. Poyraz dudaklarımı günlerce çölde susuz kalmış ve suyuna kavuşmuşçasına hasretle öpüyordu. Dudaklarımız ayrıldığında bu kez birleşen alınlarımız olmuştu.


"Sen yaşıyorsun Ya bu mucizenin ta kendisi Akasya. Bizi birleştiren bu mucize o küçük prensesi de yaşatacak. Bana güven. Başaracağız Akasya'm."


Hafifçe gülümsedim kapalı gözlerimin ardından. Poyraz verdiği sözleri kendimi bildim bileli tutardı. Ve Poyraz bugün bana o küçük kızı iyileştirme sözü veriyordu. Her şeyden çok inanıyordum bu söze. Çünkü sözü veren Poyraz'dı...


"Bugün altında ağladığımız bu yağmurun altında dans edeceğimiz günlerde gelecek."


"Söz mü?"


"Söz."


Kollarımı sıkıca Poyraz'ın boynuna doladığımda Poyraz'ında kolları sıkıca bedenimi sarmıştı. Poyraz'ın saçlarımı kokladığını hissettikçe yüzümdeki gülümseme genişliyordu.


"Biraz daha ıslanırsak yine hasta olacaksın ve bu yine şekerli çorba içeceğin anlamına geliyor."


"O zaman hemen gidelim!"


Yalandan bir sinirle dirseğimi Poyraz'ın karnına geçirdim.


"Poyraz!"


"Tamam tamam. Ama haklısın, böyle giderse hasta olacağız. şekerli çorba içmemden daha kötü bir şey varsa o da senin hasta olma ihtimalin. Hadi arabaya geçelim hemen."


Seslerimiz oldukça yüksek çıkıyordu. Bu yağmur sesi ardında birbirimizi başla türlü duyamazdık. Poyraz kollarıyla bedenimi sardığında hızla arabadaki yerimizi aldık. Poyraz ısıtıcıyı açtığında buz gibi olmuş bedenim sıcaklığın verdiği rahatlama hissiyle oldukça mayışmıştı. Arabadan çıkan motor sesi tüm arabayı doldurduğunda başımı koltuğa yaslayarak gözlerimi dinlendirme gereği hissettim. Tabii ki uyumayacaktım! Sadece beş dakikacık gözlerimi dinlendirecektim. Bence gözlerimi dinlendirmemden kimseye bir zarar gelmezdi. Zaten beş dakika sürecekti. Öyle değil mi?


***


"Oho! Kış uykusuna mı yattın be kızım. Efe senin kız uyanmak bilmeyecek anlaşılan."


Alp'in sesi umarım halüsinasyondur aksi taktirde arabadan eve bir anda ışınlanmam olanaksızdı. Gözlerimi usulca açtığımda beni karşılayan başımda ısrarla söylenen Alp olmuştu.Yerimde doğrulduğumda olduğum yerin araba değilde salonumuzda ki koltuk olduğunu fark ettim. kaşlarım istemsizce çatıldı. Sadece gözlerimi dinlendirmiştim. Üzerimdeki kırmızı battaniyeyi ittirerek oturur pozisyona geldim ve söylenmeyi bırakıp Poyraz'la muhabbete dalmış Alp'e döndüm


"Ne zaman geldik biz?"


"Üç saat oldu güzelim. Saat bir olmak üzere."


Gözlerim şaşkınlıkla büyürken Alp alayla bana doğru döndü.


"Kesin beş dakika gözlerimi dinlendireceğim diyerek yine kendini kandırdın değil mi? Alış Efe alış! Bu kız araba yolculuğunda hep aynı yalanı söyler sonrada saatlerce uyur."


Efe dudaklarını birbirine bastırdığında sinirle Alp'e döndüm.


"Alt tarafı biraz uyudum Alp ne var yani?"


"Kızma bücürük. Hadi üzerini değiştirip yerine yat. Yarın okul var saat geç oldu bende kalkayım."


Biraz önceki sinirli halimden eser kalmazken Alp'e döndüm yeniden.


"Alp nereye? Burada kalsana. Beni yalnız mı bırakacaksın?"


"Efe bırakmaz seni korkma bücürük. Ben artık gideyim. Kaç gündür buradayım zaten. Evde bebeklerim bekler."


Poyraz çatık kaşlarla Alp'e döndü.


"Bebekler?"


Gülümseyerek Poyraz'a döndüm.


"Evdeki kedilerinden bahsediypr."


Poyraz anlayışla başını salladığında Alp çok geçmeden Efe ve benimle kısaca vedalaşıp yağan yağmuru önemsemeden yanımızdan ayrılmıştı. Poyraz'la yalnız kaldığımızda konuşma gereği hissederek dudaklarımı araladım.


"Şey.. misafir odası-"


"Ben hallederim. Hadi sen yat."


Başımı salladığımda dudaklarımı birbirine bastırıyordum. Tam şu an ne denirdi? İyi geceler mi denirdi? Yoksa tatlı rüyalar falan mı? Kalbimden geçenler çok daha farklıydı maalesef. İyi geceler değil gel beraber uyuyalım demek istiyordum! Ancak büyük bir engel vardı. Utangaçlığım! Sen git çocuğu iki de bir öp sonra birlikte uyuyalım demeye utan! İç sesim yine saçmalarken iç çatışmamı bir kenara bıraktım.Gözlerim etrafımda gezinirken Poyraz'da benden farksız duruyordu.


"Şey... İyi geceler o halde."


Poyraz'ın bir eli saçlarındayken gülmemek için dudaklarımı yeniden birbirine bastırdım. Demek doğru kelime iyi gecelerdi. Pekala!


"Evet! Yani şey... İyi geceler.."


Gülme sırası Poyraz'daydı. Saçmalamayı bırakarak koşar adım merdivenlere ilerledim arkamda bıraktığım bir çift göze rağmen. Odama ulaştığımda Karnımın aç olduğunu fark ederek kendi kendime gözlerimi devirdim. Dışarıdan muhtemelen deli gibi gözüküyordum! oldukça aç olsam da yarını bekleyebilirdim. Yani bekleyebilir miydim? Her neyse! Uyusam geçerdi değil mi? Sanırım geçerdi... Üzerime ısınabileceğim peluş pijamalarımı giyip yorgun ve oldukça acıkmış bedenimi sıcak yatağıma bıraktım. Yaklaştık iki saat yatakta bir sağ bir sola dönmemin arından dayanamayarak yataktan kalktım. Saat üç olmak üzereydi. sessiz adımlarla odamdan çıktım. Bu açlık bedenime oldukça ağır gelmişti. Mutfağın ışığı yanıyordu. Sessiz adımlarla mutfağa adımladığımda Poyraz'ın mutfak masasında salçalı makarna yendiğini fark ederek kendimi göstermek için hafifçe boğazımı temizledim. Beni fark eden Poyraz aşk yaşadığı makarnasından bakışlarını alarak sonunda gözlerini gözlerimle buluşturdu.


"Bana da var mı?"


"Sende acıktın değil mi?"


Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Poyraz hızla bir tabak makarna koyarak karşısına bıraktı. Poyraz'ın karşısında mis kokan makarna tabağının yanında yerimi aldığımda hızla tabaktaki makarnaları tıpkı hiç doymayan Alp gibi ağzıma tıkmaya başladım, büyük bir hırsla. Öyle hızlı yiyor öyle hızlı yiyordum ki koca bir tabak makarna bir kaç dakika içinde bitivermişti. Son lokmamı yutup huzurla arkama yaslandığımda dudaklarımda kocaman bir gülümseme vardı. Gözlerim Poyraz'ın eline yasladığı başını bulduğunda hayran gözlerle salçalı makarnayı hunharca yiyen beni izlediği fark ederek utançla yerimde doğruldum. Tahmin edersinizki ağzım salçadan gözükecek gibi değildi.


"Keşke salçalı makarna yemek yerine sana yedirip sonrada salçadan gözükmeyen ağzını-"


Hızla öksürmeye başladığımda bu öksürüğün utançtan olduğunu fark etmeyen saf sevgilim doldurduğu bir bardak suyu hızla bana içirmeye çalışıyordu. Bozuntuya vermeden Poyraz'ın dudaklarımla buluşturduğu suyu bir dikişte içerek ayağa kalktım.


"Uyumak için üç saatimiz kaldı... yani sanırım üç saat."


"Sen hiç uyumadın mı?"


Şaşkınlıkla gözlerim büyümüştü. Poyraz kaç saattir uyumuyor muydu Yani?


"Uyku tutmadı diyelim."


Benimle uyu demek istedim ancak utancım dudaklarımı hareket ettirmeme karşı çıkıyordu. Aklıma gelen fikirle kapıya doğru dönerek dudaklarımı araladım. Sesim fısıltıdan farksızdı.


"İstersen benimle uyuyabilirsin."


Koşar adım merdivenlere ilerlediğimde hızla odama girdim ve ardından ağzımdaki salçayı temizledim. Bedenim sıcak yatağımla buluşurken Çok geçmeden kapıdaki hareketlilikle gözlerim hareketliliğin sebebine döndü. Poyraz'a...


"Yanlış duymadıysam seninle uyuyabileceğimi söyledin. Yanlış duyduysam gidebilirim."


Cevap vermektense yatakta bedenimi yana doğru kaydırarak beklentili gözlerle Poyraz'ın çekingen gözlerine baktım. Poyraz'ın çekingen bakışlarına bir de çekingen adımları eklenirken usulca yatağın ucuna bıraktı bedenini. Kolunu beklentiyle bana doğru açtığında kendimi en güvende hissettiğim kollarım arasına bıraktım. Başım Poyraz'ın göğüsüyle buluşurken gözlerim usulca kapandı. Uykunun kollarıyla buluşmadan önce son hatırladığım saçlarımda gezinen sıcak ellerdi. Huzurlu bir uykuya, huzura muhtaç olan bedenimi buluşturdum.


BÖLÜM SONU

_____________________________


Loading...
0%