Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm: Korku

@peteichor_

"Ne ben gitme diyebildim ne de o kalabildi. O gitti ben kaldım. Poyraz gitti Akasya kaldı. Tıpkı Akasya gittiğinde Poyraz'ın kalması gibi..."


14. BÖLÜM: KORKU


Ellerim tir tir titriyordu. Ellerime birde kalbim seve seve eşlik ediyordu, ısrarla. Göz yaşlarım gözlerimde kurumuştu. Tükenmek bilmeyen hıçkırıklarım kalbimin derinliklerinden geliyordu. Gözlerimde ki kuruluk canımı yakıyordu. Acıyla kapattım gözlerimi başımı arabanın camına yaslarken. Kulaklarımda emir can iğnek'in sesi yankılanıyordu. "Bir gönül davası," diyordu Emir Can. "Anlatsam, ağlarsın." Diyerek ekledi ses tonundaki saklayamadığı acısıyla. Bugün korku duygusunu kalbimde yeniden tanımlıyordum. Ben bugün öyle bir korku yaşamıştım ki yaşadığım korkudan bile korkacak kadar büyük bir korkuydu. Karşıdan karşıya geçerken bir anda çalan korna sesi gibi, uykunun en güzel yerinde gördüğümüz kabuslar gibi değildi bu korku. Bu korku benim hayatımda korktuğum en korkunç korkuydu. Ben bugün sevdiğim adamdan korkmuştum. Ben bugün canını canım saydığım adamdan, nefes alışıyla nefes aldığım adamdan korkmuştum. Bu korkuyu size tarif etmem olanaksız. Bu korkunun hiç bir tarifi yok. Gözlerimi acıyla kapattım o an bir kez daha. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm tek görüntü Poyraz'ın gözleri oldu. Önce şefkatli bakışlarıyla karşılaştım sonra ölüm makinasını andıran bakışlarıyla. En sonda onun yüzüyle. Kanlar içinde kalmış yüzüyle. Demir'in baygın bedeniyle... Gözlerimi görmekten korktuğum bir kabusu görmüş gibi hızla açtım.


"Asya?"


Barış'ın sesiyle hafifçe başımı elleri direksiyonda olan Barış'a çevirdim.


"Efendim..."


"O çocuk kimdi? Poyraz neden bir anda-"


Ağlamaktan acı içinde olan gözlerimi kapattım sıkıca.


"Konuşmak istemiyorum Barış. Beni eve bırakır mısın?"


Barış nefesini sıkıntıyla dışarı verdiğinde usulca başını salladı. Düşüncelerim kafamın içinde boğulurken dışarıda rüzgarın etkisiyle savrulan yapraklara takıldı bakışlarım. Oradan oraya savrulan ağaç dallarına, yürürken ellerini ısıtmak umuduyla cebine sokan insanlara, duvarların kenarlarına sinmiş kedilere, rüzgarı teninde hissetmeye çalışan, ellerini gökyüzüne uzatan çocuklara. Gözlerim tek tek üzerlerinde gezdi durdu dakikalarca. Sonunda gördüm bahçe kapımızı. Rahat bir nefes almayı diledim ama olmadı. Bazen geldiğiniz yer ev değil eviniz olmalıydı nefes alabilmek için. Benim evim dünyanın en güzel kahverengi gözlerine, en acımasız gözlerine sahip o adamdı. Kapıyı usulca açtım. Barış'a döndüm gülümseye çalışırken.


"Yalnız kalmak istiyorum."


"Bir şey olduğunda ara Asya. Ne olursa olsun ara. Sen benim canımsın."


Başımı salladım usulca.


"Sağ ol Barış."


"Sen sağ ol da ben bir şekilde sağ olurum."


Hafifçe tebessüm etmeye çalıştım. Barış usulca arabanın motorunu çalıştırdı. Geçip gitti harabe bedenimin yanından. Ayaklarımı zar zor ilerletiyordum. Bahçeye girdim önce. Kapının önünde bir eli sargılı, başı kapıya yaslı bedeni gördüğümde kuruduğunu sandığım göz yaşlarım yeniden gözlerimi buldu. Adım adım yaklaştım ona. Adımlarım sakindi, çaresiz bir o kadarda güçlüydü.


"Akasya'm."


Poyraz adımı sayıklar gibi söylediğinde bana doğru bir adım atmaya çalıştı. Elim havada durdurdum onu.


"G-Git Poyraz..."


Poyraz gözleri dolarken başını hafifçe sağa yatırdı.


"Akasya benden her şeyi iste. Her şeyi... ama senden gitmemi isteme."


Göz yaşlarım gözlerimi terk etmeye başladı benden habersiz.


"Ağlama! Allah kahretsin ağlama!"


Poyraz çaresizce ağlamam İçin bağırıyordu. Poyraz bir adım bana doğru attığında ilk defa gözlerimden hiç istemediğim bir duygu geçti. Korku duygusu. Ona korkuyla baktım ona. İstemsizce olmuştu. Poyraz hafifçe kaşlarını çattığında göz yaşları gözlerinden usulca dökülmeye başladı.


"Korkuyorsun...Benden korkuyorsun..."


Poyraz sayıklıyordu. 


"Poyraz git, lütfen git..."


"Benden korkuyor musun?"


Cevap vermek istedim. Dudaklarımı defalarca araladım. Olmadı... Poyraz'a verecek cevap bulamadım.


"Benden korkuyor musun? Akasya'm... Kıyabilir miyim ben sana? Poyraz Akasya'sına kıyabilir mi? Koskoca Akasya Bahçesi olan Poyraz, sulayarak büyüttüğü Akasyalarını kökünden kopartabilir mi?"


Göz yaşlarım dur durak bilmeden akarken Poyraz'ında benden bir farkı yok gibiydi. Ancak yapamıyordum. Gidip sarılamıyordum öpemiyordum...


"Şu gözlerindeki korku var ya Akasya. Keşke ölseydim de görmeseydim o korkunu. Beni senden sadece ölüm ayırabilirdi bana korkmuş bakan gözlerini görene kadar."


"Poyraz..."


Poyraz başını salladı iki yana kırgın bir o kadar harabe bir şekilde. Ne adım atabildim ne konuşabildim. Poyraz'ın öyle bir yüzüyle karşılaşmıştım ki. Gittiğinde durduracak gücüm bile yoktu.


"On üç sene önce sen gittin benden, şimdide ben senden gidiyorum. Korkma Akasya'm korkma. Artık seni korkutmayacağım, seni ağlatmayacağım. Hoşça kal güzeller güzeli çiçeğim. Buda benim sana vedam olsun."


Poyraz burnunu çekti.


"Bir veda borcun vardı bana. Şimdi hesap kapandı."


Poyraz'ın gözlerinden yaşlar akmayı sürdürürken arkasını döndü arka bahçenin kapısına doğru. Adımlarını attı usulca. Bir adım attım zar zor ona doğru. Elimi kaldırdım. Dur diyecektim ona. bırakma beni diyecektim. Olmadı. Ne ben gitme diyebildim ne de o kalabildi. O gitti ben kaldım. Poyraz gitti Akasya kaldı. Tıpkı Akasya gittiğinde Poyraz'ın kalması gibi... dizlerimin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum o bahçede. Saatlerce dizlerimin üzerinde bağıra çağıra ağladığımı. En son soğuktan ve titremekten yere yığıldığımı ve bedenimi saran güçlü kolları hatırlıyorum. Her şey bir anda gelişmişti. Poyraz'ın gitmesi o bahçede geçirdiğim sinir krizi ve hastaneye gelişim. Evet doğru duydunuz şu an bir hastane odasında kolumdaki sakinleştirici serumla halsizce yatıyorum. Beni saran kolların sahibi, Alp odada dakikalardır volta atıyordu. Gözlerimi ara ara açsam da bir türlü tam anlamıyla açamıyordum. Ruhum bedenime küsmüş durumdaydı. Bana neden bunu yaptın? Neden bu haldesin ? Diyordu. Bedenim cevap bile verecek durumda değildi. Öyle sakince yatıyordu. Sonunda gözlerimi tüm gücümle açtım.


"Sonunda! Asya! Güzelim, iyi misin?"


Alp dolu gözleriyle endişeyle yatağın kenarına oturdu.


"Poyraz..."


Dudaklarım benden habersiz hareketlenirken Alp'in yüzü Poyraz'ın ismiyle burkuldu.


"Güzelim ne oldu? Poyraz nerede? Ulaşamıyorum ona."


Kafamın içindeki düşünceler birbiriyle çekilirken bir yandan da Neden Poyraz'ın telefonunu açmadığını düşünüyordum.


"A-Alp, Poyraz gitti."


Alp'in kaşları çatılmıştı. Yüzünde anlamsız bir ifade vardı.


"Nereye gitti?"


"Ben ondan korktum o da gitti."


Tek bir cevap verdim o an. Dudaklarım yalnızca bir cümle için hareket etti. O an Alp'in gözleri beni suçlar gibi baktı gözlerime.


"Sen şimdi bunları düşünme. Bir kendine gel her şeyi konuşacağız."


Başımı hastane yatağında hafifçe sallayıp yeniden gözlerimi kapattım. Uyumaya çok ihtiyacım vardı, çok fazla ihtiyacım vardı...


***


Tam iki hafta. İki haftadır Poyraz'dan en ufak bir haber yoktu. Okula gelmiyordu, aramıyordu hiç bir şekilde ulaşmıyordu bana. Bunun böyle olmasını kendim istemiştim. Ben Poyraz'ı bakışlarımla kovmuştum. Gitmesini anlıyordum. Ancak ona dur diyecek gücümde yoktu. Annem ve babam bir hafta önce dönmüşlerdi. Evin içinde gezen bedenim sadece bir bedenden ibaretti. Ruhu olmayan bir bedenden. Kalbimin ağırlaştığı hissediyordum. Bir insanın yokluğu kalbi ağırlaştırır mıydı? Benimki ağırlaşmıştı. Kalbime öküz oturmuş gibi bir ağırlık vardı. Sanki atarken bile zorlanıyordu. Alp'le o hastane odasından sonra bir daha konuşmamıştık. Halbuki bana bir şey söyleyeceğini söylemişti. Ancak bir şey onu vazgeçirmişti. Merak bile etmiyordum. Bundan bir hafta önce iki haftalık tatile girmiştik ve bu ikinci haftamızdı. Acaba Poyraz okula gelir miydi? Beni özlemiş miydi? Ah, hayır! Aptal Akasya! Poyraz'ın seni özlediği falan yok. Kesinlikle senin gibi öpmeyi de özlemedi! Başımı iki yana sallayarak ellerimi cebime soktum yeniden. Şu an bir sahil kenarında kulaklarımda çağan Şengül'ün sesiyle yürüyordum. Kulaklarımda Çağan Şengül avaz avaz bağırıyordu, " Terk edilmiş şehirler gibiyim." Diyordu Çağan Şengül. Bende, demek istedim. Bağıra çağıra bende Terk edilmiş şehirler gibiyim demek istedim. Ama yine dudaklarım beni şaşırtmadı. Hareket dahi etmiyordu. Telefonumdaki müziğin kesilmesi ve oluşan titremeyle gözlerim telefonumu buldu. Alp arıyordu bugün otuzbeşinci defa.


"Alo?"


"Alo? Güzelim yine bizdeymişsin. Bak sen şu işe(!) Biz neden bir türlü karşılaşamadık seninle?"


Gözlerimi devirdim gülerek.


"Alp, annemler bu saate izin vermezdi biliyorsun."


Saat gece ikiye geliyordu ve ben Alp'lerde kalacağımı söylemiştim.


"Bende vermiyorum? Of be kızım sıktın sen ama. Pes ediyorum konum at bana. Anlatacağım her şeyi."


Olduğum yerde durdum. Kaşlarım istemsizce çatılırken Alp'in ne demek istediğini algılamaya çalışıyordum.


"Ne anlatacaksın?"


"Geldiğimde konuşuruz bücürük. Kapat hadi çok yazmasın bana."


Bir anda telefon yüzüme kapandığında istemsizce gülümsedim. WhatsAppa girip Alp'e konum attıktan sonra olduğum yerdeki denizi gören banka bıraktım bedenimi. Şu an içim bu deniz kadar buz gibiydi. Donuyordum. Bu donma fizyolojik bir donma değildi. Ruhum donuyordu. Düşünsenize karların arkasındasınız. Üzerinizde sizi saran kap kalın bir montunuz var. Ama nasıl kalın... Sonra bir anda bir el o montu üzerinizden çekip alıyor ve karların arasında savunmasızca kalıyorsunuz. İşte Poyraz'dan ayrılmak ruhuma tam olarak bunu hissettirdi. Sıcağa alışmış ruhum bir anda kala kaldı Poyraz gittiğinde. Poyraz estiğinde üşürdük oysaki. Ama beni en çok ısıtan rüzgar yine Poyraz'dı...


"Güzellik? Gecenin bu saatinde ne arıyorsun burada?"


Yanımda hissettiğim iri beden ve burnuma dolan ağır alkol kokusuyla korkuyla ayaklandım ve yanımdaki sarhoş adama cevap bile vermeden hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladım. Ancak beklemediğim bir şey oldu. Adımlarımı sarhoş adamın adımları takip etti. Daha da hızlandım. Adım sesleri daha çok yükseldi ve kolumdaki kolla bir kez daha sıçradım yerimden. Kendimi geriye doğru çektiğimde korkudan ölmek üzereydim! Resmen bu sarhoş adamla baş başaydık. Ah Akasya Ah! Bir bu eksikti dimi? Tam olduk. Gözlerim etrafta birini arıyordu ama kimse yoktu. Harika değil mi? Yine çok şanslı olduğum bir gündeyim. Mutluluktan Ağlayabilirim şuan. Tabii ki şaka yapıyorum! Ağlasam ağlasam korkudan ağlarım yada şey... Poyraz'ın gidişine ağlarım. Ne alaka diyeceksiniz değil mi? Evet hiç bir alakası yok. Hani olur Ya dolarsınız dolarsınız ve bir anda hiç olmadık bir şey için ağlamaya başlarsınız. Tam olarak öyle bir şey. Siz anladınız...


"Akasya!"


Eh kahramanım geldi! Alp'in uzaktan gelen sesiyle hafifçe tebessüm ettim. Alp artık bana Akasya diyordu. Çünkü artık Akasya olmak istiyordum. Her neyse! Kolumdan sıkıca tutan adam korkuyla ne yaptı dersiniz? Beni önünde durduğumuz denize doğru telaşla fırlattı. Evet bildiğiniz fırlattı. Sahilde çığlığım yükselirken kendimi bir az önce bakıp buz gibi olduğunu düşündüğüm denizin içinde buldum. Adam hızla koştu paytak adımlarıyla. Alp şaşkınlıkla koşarak denize atladığında dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Allahım ben şu an ne yaşıyordum? Şaşkınlıktan konuşamaya zorlanırken denizin içindeki Alp'e çevirdim bakışlarımı.


"Alp? Sen neden atladın?!"


"Ne bileyim kızım panik yaptım bir an!"


İnanın iki haftadır ilk defa çok içten bir şekilde kahkaha attım o soğuk suyun içinde. Gülmekten neredeyse göz yaşlarım gözlerimden akmaya başlayacaktı. Kahkaha seslerime eklenen ses Alp'in kahkaha sesleri oldu. Gece saat iki de Şubat ayında biz buz gibi denizin içinde delirmişçesine kahkaha atıyorduk. Sanki bu suda olmama bile fazla ihtiyacım varmış gibiydi. Bir süre gülüştükten sonra Alp sudan çıkıp elini bana uzattı.


"Sudan çıkmış balığa döndüm iyi mi?"


Gülerek Alp'in bana uzattığı elini tuttum ve denizden çıktım sırılsıklam bedenimle.


"Hadi ben neyse, sana ne oluyor Ya! Beni denizden çıkartmak yerine sende atlıyorsun."


"Panik yaptım ya! Tamam sus yürü hadi dondum anasını satayım."


Gülerek Alp'in koluna girdim ve Alp'in babasından bir ton ısrarla aldığına emin olduğum arabalarına doğru ilerlemeye başladık. İkimizde hala gülüyorduk halimize. Düşünsenize saat ikide sahilde sırılsıklamsınız ve arkadaşınızla kol kola yürüyorsunuz. Düşüncelerimle başımı iki yana salladım. Bu akıl sır ermeyecek olay bir tek bizim başımıza gelebilirdi. Alp'le ıslak ıslak arabada yerimizi aldığımızda Alp hızla klimayı çalıştırarak ellerini ısıtmaya başladı. Bende Alp'e ayak uydurarak avuçlarımı açıp sıcak hava gelen klimaya doğru uzattım.


"Şu olaya bak abi! Şaka gibiyiz Ya. Bücürük senin gece sevdan yüzünden zatürreden gebereceğiz haberin olsun."


Gözlerimi devirdim.


"Kim dedi atla denize diye?"


"Tamam sus.Valla anlatacaklarım İçin kurumamızı falan hiç bekleyemem."


Alp ciddileştiğinde istemsizce ciddileşmiştim.


"Günlerdir sana söylememek için resmen sabrımı deniyorum. Bak şimdi durum şu. Poyraz'ın o şerefsizi dövdüğü gün Poyraz'ın çileden çıkma nedeni şu, Bu piç bir kaç gün önce Poyraz'a gidip seni elde etmek hakkında abuk subuk konuşuyor. Sonra Poyraz sadece uyarıyor kılına bile dokunmuyor o şizofren orospu çocuğunun. İşte sonra sizi bir kaç gün sonra öyle görünce... Anlayacağın o orospu çocuğu, şizofrenin teki Akasya. Ben sana daha önce anlatacaktım ama Poyraz engelledi. Ondan korktuğunu ve senin hayatından çıkmanın en doğru olduğunu söyledi. Gerizekalı deli gibi aşık ama bir türlü ikna olmuyor. Günlerdir arayıp duruyor Akasya nasıl diye. Deli oldu ama bir türlü gelemiyor işte."


Duyduklarım beynimde şok etkisi yaratırken Demir'in konser günü söyledikleri kulaklarıma doldu. Onun bana dokunması İçin ona yalvaracağımı söylemişti. Poyraz'a da böyle şeyler söylediyse... Sinirle Alp'e döndüm. Sinirim kendimeydi...


"Alp beni Poyraz'a götür."


"Bir kurusaydın be kızım. Yarın-"


"Alp, beni şimdi şu an Poyraz'a götür."


Alp daha fazla diretmeden hızla çalıştırdı motoru. Demek Poyraz bir anda çıldırmamıştı. O ruh hastasının planıydı her şey. Ben Poyraz'ı boşu boşuna kırmıştım... Gittiğimiz yollar tanıdıktı ama Poyraz'ın evine gitmiyordu. Merakla Alp'e döndüm.


"Poyraz nerede?"


"Kumsal evinde."


Buruk bir gülümseme geçti dudaklarımdan. Demek bunca zaman orada kalmıştı.


"Ne zamandır?"


"Senden gittiğinden beri..."


Gözlerim dolu doluyken bakışlarımı cama çevirdim. Vücudum bu klimaya rağmen üşüyor ve hala ıslaktı. Ama en çok üşüyen ruhumdu. Gözlerimi usulca kapattım. Yolun hızla geçip gitmesini istiyordum. İstediğimde oldu. Çok geçmeden araba kumsal evinde durdu. Arabadan usulca indim ve arabanın içindeki Alp'e döndüm.


"Alp iyi ki varsın. Sen varya, iyiki ya! İyiki sen varsın."


Alp gülümsedi.


"Eyvallah yer cücesi. Sende iyi ki varsın. Koş hadi daha barışıp cilveleşeceksiniz siz."


Gözlerimi devirerek arabayı ardımda bıraktım. Bir an ciddi olamıyordu bu çocuk. Usulca kumsal evin kapısına doğru yürümeye başladım. Adımlarım o kadar yavaştı ki yanıma bir kaplumbağa bıraksalar o daha kolay ulaşırdı. Her neyse adımlarımı hızlandırdım. Bir korku bizi ayırmıştı şimdi bir korku bizi yeniden birleştirecekti. Kaybetme korkusu... Yumruğumu havaya kaldırarak derin bir nefes aldım. Nefesimi o kadar derin aldım ki kumsal evini Poyraz'la birlikte içime çekebilirdim. Sonunda kapıyı çalacak gücü buldum ellerimde. Ha unutmadan. Hala paçalarımdan bile sular akıyordu! Bir... iki... üç... dört tam dördüncü dakikada kapı yavaşça açıldı ve göz hizama saçları darmadağın sakalları uzamış gri eşofmanı ve beyaz bol tişörtüyle Poyraz girdi. İlk önce gözleri gözlerimi buldu ve sonrasında baştan aşağı süzdü beni bir karış açılmış ağzıyla. E tabi çocukta beni böyle görmeyi beklemiyordu. Hatta görmeyi de beklemiyordu...


"E-Eğer tuzlu su kokmasaydım ve sırılsıklam olmasaydım şu an sana sarılabilirdim sanırım."


Eskiye ithafen söylediklerimle Poyraz dolu gözünden akan bir damla yaşla hızla sırılsıklam, soğuktan titreyen bedenimi kolları arasına aldı. Sıkıca sarıldı. Titreyen vücudum, soğuktan donan ruhumla birlikte usul usul ısınmaya başladı. Dudaklarımdan çıkan hıçkırık Poyraz'ın ellerini saçlarımda hissetmeme sebep oldu. Saçlarımı acıtmaktan korkarcasına okşuyordu. O an kendimden nefret ettim. Saçlarımı okşarken acıtmaktan korkan adamdan mı korkmuştum ben? Ağlamam o an öyle bir hızlandı ki Poyraz'la bedenlerimiz sarılırken birbirine geçti sanki.


"Sus, ağlama nolur. Yalvarırım ağlama dayanamıyorum."


Poyraz da ağlıyordu ve hala ağlamamam İçin yalvarıyordu bana.


"Poyraz..."


"Ağlama. Yemin ederim dayanamıyorum."


Ağlamamı engellemeye çalışarak bedenimi usulca Poyraz'ın bedeninden ayırdım.


"Çok özür dilerim Poyraz. Senden korktuğum için bizi yeniden ayırdığım için çok özür dilerim."


"Kalbimi yerinden çıkartsaydın daha az canımı acıtırdın Akasya."


Gözlerimi acıyla kapattım bir kez daha.


"Beni affedebilecek misin?"


Poyraz'ın gözleri hala doluyken hafifçe tebessüm etti.


"Kim bilir?"


BÖLÜM SONU

Loading...
0%