Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm: Sessi̇zli̇k

@peteichor_

"Benim içimdeki duyguların sesi, Sarp'ın içindeki acıların sesiyle karışıyordu ve biz bu seslere rağmen aramızda bir sessizlik olduğunu savunuyorduk."


15.BÖLÜM: SESSİZLİK


"Özür dilerim, özür dilerim Poyraz."


"Dileme Akasya."


Poyraz'ın gözleri gözlerime çok geç dercesine bakıyordu. Sanki artık geri dönüşü olmayan bir yoldaydık ve ben o yolu bile isteğe yürüyordum. Kumsal evine gelişimin ardından Poyraz üzerime kuru kıyafetler verip şömineyi yakmıştı ve ortamdaki en belirgin ses şöminenin içinden gelen odunların tutuşma sesiydi. Saatlerdir ikimizde tek kelime etmemiştik neredeyse sabah olmak üzereydi.


"Bu beni affettiğin anlamına mı geliyor?"


Bu umut dolu sesim aslında biliyordu. Poyraz hala bana deli gibi kırgındı.


"Affedilecek bir şey yok. Akasya ben gördüm. Gözlerini gördüm, bana korkuyla bakan gözlerini, adımlarımdan kaçan adımlarını gördüm. Yapamam be Akasya'm o korkmuş gözlerine rağmen devam edemem. Asıl sen beni affet."


Bunun nasıl bir özürü olabilirdi? Hayır öyle bakmadım desem inanır mıydı bana? Koca bir saçmalıktı. Sözlerin yalanı olurdu ama bakışların yalanı olmazdı.


"Poyraz... Gitme benden lütfen..."


"Ben senden gidemem Akasya. O yüzden sen benden gideceksin-"


Poyraz'ın sesine eklenen bir başka ses kapının sesi olmuştu. Poyraz kapı çaldığında benim aksime şaşırmamıştı. Bana kısa bir bakış atıp kapıya ilerledi. Kapıyı açtığında gördüğüm yüz tanıdık bir yüzdü. Alp gelmişti yüzünde değişik bir ifade vardı.


"Akasya, güzelim hadi."


Alp'in sesiyle Alp'i buldu bakışlarım. Poyraz'ın eli kapı kolunu tutuyordu ve gözleri yerdeydi. Dişlerini sıkıyordu. Bu ne demekti? Bana gitmemi mi söylüyordu? Gözlerimden yaşlar birer birer süzülmeye başladı.


"A-Anlamadım? Ne hadi?"


Sesimdeki çaresizliği duysanız hıçkıra hıçkıra ağlardınız. Hala bir Umut kal demesini bekliyordum.


"Gidiyoruz Akasya hadi."


"P-Poyraz beni göndermez ki. Ben burada kalırım bugün. Dimi Poyraz, göndermezsin beni. Dimi? Alp sen annemleri idare edersin bugün-"


"Hoşça kal Akasya."


Adımlarım usulca Poyraz'a doğru yöneldiğinde kapıya ulaştım ve gözlerimi gözlerime bakmaktan kaçan adamla buluşturdum. Titreyen ellerimle bir elini sardığımda yeniden bakışlarını çevirip elini elimden çekti hızla. O an yaşadığım Hayal kırıklığıydı. Gözlerimdeki korku yerini saf bir hayal kırıklığına bırakmıştı.


"Bitti mi Poyraz? Beni bu kadar zor bulmuşken, bu kadar kolay mı vazgeçeceksin?"


Poyraz'ın bakışları gözlerimi buldu. Kaşlarını çatmıştı oldukça sinirli bakıyordu gözlerime. Belkide ilk defa sinirlenmişti bana.


"Bizi bitiren ben değilim. Senin gözlerime korku dolu bakan gözlerin bizi bitirdi. Bir suçlu arıyorsan aynada onlara bak."


Diyecek ne kalmıştı? Göz yaşlarımı serçe sildim ve Alp'in önünden geçerek arabaya ilerledim hızlı adımlarla. Nefesim daralıyordu ağlamak hiç bu kadar bünyeme ağır gelmemişti. Arabaya biner binmez hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kendimi durdurmayacak derecede ağlıyordum. Poyraz asıl şimdi sulayarak büyüttüğü Akasya'sını kopartıp atmıştı. Asıl şimdi Akasya köksüz kalmıştı.


"Akasya! Kendine gel bana bak!"


Alp telaşla titreyen bedenimi sardı kollarıyla.


"Şşşt geçecek. Biz neleri atlatmadık be güzelim. Sakinleş hadi."


Alp hafifçe saçlarımı okşarken ağlamam yavaşlamıştı. Bedenim ağlamaktan yorgun düşerken koltuğa sindim iyiyce. Bacaklarımı kendime çekerek başımı cama yasladım ve bu kez göz yaşlarımın sessizce akmasına izin verdim.


"Nereye gidelim? Sana ne iyi gelir?"


"Hiç bir yere gidelim."


Sesim fısıltıdan farksızdı.


"Tamam küçük hanım. İstikamet hiç bir yer!"


Alp kendini gülmeye zorlarken onunda bu durumdan oldukça etkilendiğini farkındaydım. Yaşadıklarım hala ağır geliyordu. Poyraz beni kovmuştu. Poyraz beni sadece evinden değil kalbinden, aklından da kovmuştu. Poyraz gözlerimi bu dünyaya ilk açtığımdan beri baş ucumdaki o adamdı. On üç sene ayrı kaldığım o adam. Yıllarca beni bulmasını beklediğim o adam. Önce beni buldu sonra... Sonrasını benden daha iyi biliyorsunuz öyle değil mi? Alp'in bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark ediyordum ancak kulaklarım sesinden cümleler çıkartamayacak kadar sağır olmuştu. Titreyen elim canımın açma düğmesine gitti ve camı sonuna kadar açtım. Gözlerimi kapattım ve rüzgarın tenimle ve saçlarımla buluşmasına izin verdim. Nefesiniz yanınızda yoksa nefes yaratmak zorundaydınız. Bende camı açtım. Nefes almak İçin camı açtım. Daha önce bu kadar çaresiz kaldınız mı? Nefes almak İçin camı açmak zorunda kalmak ne denli bir çaresizlikti?


"Akasya... Hadi inelim."


Çatık kaşlarla arabayı durduran Alp'e döndüm.


"Nereye geldik?"


"Hiç bir yere."


Alp göz kırparak arabadan indi. Ardından indiğimde bir kumsala geldiğimizi anlamam uzun sürmedi. Güneş yavaş yavaş doğmaya başlarken usulca Alp'in arkasından ilerlemeye başladım.


"Neden buradayız?"


Alp ellerini cebiyle buluştururken omuz silkti.


"Hiç bir yere gitmek istedin ben de seni hiç bir yere getirdim. Denize baksana koca bir hiçlik. Sonu yok gibi görüyorsun dimi ileriye bak şimdi bir şey var mı? Yok dimi? Sadece deniz. Bundan daha iyi hiç bir yer olur mu?"


Alp'in sözlerle bakışlarım denizi buldu. Pardon hiç bir yeri buldu. Öylesine derin ve sonsuz duruyordu ki hayranlıkla baktım bir kez daha her gün sıradan baktığım bu denize.


"Ben hiç bir yere gitmek istediğimde kendimi hep burada buldum. Babam annemi aldattığında, annemin hamilelik haberi hemen ardından geldiğinde, Birce'nin her sevgilisi olduğunda, tokatında... Hep hiç bir yere geldim ben. Buraya geldim. Sen beni özle bölgene aldın sıra bendeydi. İşte şimdi ödeştik."


Göz yaşlarım gözlerimden usul usul akarken gülümsedim. Özel bölgen derken demek istediği çatımda. Gülümseyerek Alp'in beline sardım kollarımı. Hemen ardından Alp'te sıkı sıkı sarıldı bana dostça. Alp öyle bir dosttu ki ona sahip olduğum İçin kendimi hiç olmadığı kadar şanslı hissediyordum. O gün o kumsalda Alp'le saatlerce dertleştik, saatlerce ağladık. Evet birlikte ağladık. Birimiz ağlarken diğerimizde başladı ağlamaya. Denizi izledik uzun uzun. Sonra geldiğim yer yine ev oldu. Evim tarafından kovulduğum İçin bu kez eve gelmiştim yeniden. Ve ağlamaktan yorgun düşmüş bedenimi hızla yatakla buluşturdum. Gözlerimi sıkıca kapattım. Uzun zaman sonra yattığım en huzursuz uyku olacağı kesin olan bir uykunun kollarına bıraktım bedenimi.


***


"Canım istemiyor Lal."


Sonunda tatil bitmiş okula gelmiştik. Poyraz'la ayrıldığımız günden bu yana her günüm yatağın içinde ağlayarak, bir sağa bir sola dönerek ve uyuyarak geçmişti. Annem ve babam ne kadar sebebini sorsada ağzımı bıçak açmamıştı. Bir kaç gündür annem ve babamda zorlamayı bırakmıştı. Bugün ise uzun zaman sonra beni en heyecanlandıran gündü. Gözlerim sürekli kapıdaydı. Bir Umut o kapıdan Poyraz'ın girmesini bekliyordum.


"Kuzum daldın gittin yine. Bak süzülmüşsün bir lokma ye sana getirdim Ya!"


Lal'in sinirlenmeye başladığı sesinden belli oluyordu. Evde bana sandviç yapıp getirmiş ve yemem için son on dakikadır ısrar ediyordu.


"Lal..."


"Lal falan yok Asya. Şu sandviçi yiyorsun hemen."


Nefesimi kuvvetlice dışarı vererek Lal'in elindeki sandviçi hızla alıp pes ederek dudaklarıma götürdüm. sandviçi kocaman ısırıklarla yemeğe başladım.


"Seninki geldi."


Lal'in sesiyle ağzımdaki sandviçle dondum kaldım. Ne demişti o öyle? Seninki gelmiş mi? Gözlerim kapıyı bulduğunda ağzım hala doluydu. Poyraz her zamanki çekiciliğiyle kapıdan usulca girmişti. Gözleri sınıftaki herkeste dolanmıştı. Ben dışında... Sıramın yanındaki çantayı alıp masaya koydum. Poyraz'ın gözleri çok kısa yanımda ki boşluğa kaysada yanıma oturmak yerine yanı benim dışımda boş olan tek yere oturdu. Hayal'in yanına... Hayal kırıklığıyla başımı iki yana salladım. Önümde yarım kalan sandviçi sararak çantama koydum.


"Ne oluyor? Neden yanına oturmadı?"


Lal ön sıramdan merakla gözlerime bakıyordu. Dolu dolu olmuş gözlerime...


"Biz ayrıldık."


"Ne!"


Lal'in dudakları şaşkınlıkla aralanırken sesi yükselmişti. Ellerimi masamın üzerine birleştirip başımı kollarımın üstüne yasladım.


"Ders başlayacak Lal sınıfına geç hadi."


"Bu konu kaynadı sanma. Konuşacağız."


Başımı salladım yatağım yerden. Gözlerimi kapattım. Poyraz'a kızmam hata olurdu ama benimde bir suçum yoktu. Bakışlarımı kontrol etmeyi her şeyden çok isterdim ama yapamazdım. Bakışlar kontrol edilemezdi. Tıpkı duygularımız gibi... tıpkı korku dolu bakışlarıma rağmen kalbimden gelen fısıltıları susturamadığım gibi.


"Arkadaşlar bir saniye bakar mısınız?"


Bu ses müdür yardımcımıza aitti. Başımı kaldırmadan yatmaya devam etmiştim. Şu an başımı sıradan kaldıracak gücüm bile yoktu.


"Arkadaşlar yeni arkadaşınızla tanışın. Sarp Akın. Kendinisi okulumuza yeni nakil oldu. Sarp istediğin yere geçebilirsin. İyi dersler arkadaşlar."


Yeni gelen çocuğun kim olduğu, ne olduğu, neden geldiği bile umrumda olmamıştı. Tek istediğim günlerdir yaptığım gibi uyumaktı.


"Burası müsait mi?"


Daha önce duymadığım bu sesin sahibi yeni gelen çocuk olmalıydı.


"Hey? İyi misin sen?"


Sarp denen çocuk benimle konuşuyordu anlaşılan. Başımı kollarımın üzerinden kaldırım gülümsemeye zorladım kendimi.


"İyiyim. Evet, burası boş."


Sarp hafifçe tebessüm ederek başını salladı ve ardından yanıma oturdu usulca. Sarp mavi gözlü, uzun boylu, kumral bir çocuktu. Beni ne kadar ilgilendirmese de oldukça yakışıklı bir çocuktu. Her neyse! Sarp'ın önümde uzattığı eliyle afalladım.


"Sarp."


Usulca elimi uzattım bana uzattığı eline.


"Akasya."


Neden akasya dediğimi bilmiyordum. Sanki Poyraz'ı bulduktan sonra artık daha çok Akasya olmuş gibiydim. Asya geride kalmış gibiydi.


"İsmin güzelmiş. Sevdim."


Sarp'a cevap vermeden derse çoktan başlamış olan Türkçe hocasına döndüm. Gözlerim kısaca Poyraz'a takıldığında Sarp'a gözlerinden ateşler saçarak baktığını fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü bastırmaya çalıştım. Anlaşılan Poyraz beni evinden kolayca kovduğu gibi kalbinden kovabilmiş değildi. Derste tek yaptığım dakikaları saymak olmuştu. Sonunda ders bitmişti. Öğle arkasındaydık ve sınıfta sadece bir kaç kişi kalmıştık.


"Sen hep böyle misindir?"


Sarp'ın sorusuyla çatık kaşlarla Sarp'a döndüm.


"Nasıl?"


"Sesiz. Hiç konuşmuyorsun."


Omuz silktim. Hep böyle değildim. Üzgünken, mutsuzken ağzımı bıçak açmazdı.


"Konuşmalı mıyım?"


"Konuşmalısın çünkü benim burada hiç arkadaşım yok ve ilk arkadaşım sen olacaksın."


Karşımdaki emin gözlerle buluşturdum gözlerime. Arkadaş olacağımıza nasıl bu kadar emin oluyordu? Umursamadan omuz silktim yeniden. Sarp bir anda ayağa kalkarak bana doğru döndü.


"Pek iyi görünmüyorsun. Hava almaya ne dersin?"


Omuz silkerek ayağa kalktım. Sanırım hava almaya ihtiyacım vardı. Poyraz'ın sert bakışları Sarp'ı bulduğunda umursamadan Sarp'la kapıya ilerledim. Beni evinden, hayatından kovan kendisiydi. Arkadaş edinmemin hiç bir sakıncası olamazdı.


"Hikayen ne senin suskun kız."


Sarp'ın sorusuyla yürürken yeniden Sarp'a döndüm.


"Bir hikayem yok."


Sarp cevap vermeden adımlarını hızlandırdı ve bahçeye ulaştık sessizce. Bahçedeki banklardan birine oturduğumuzda gözlerim sınıfımızın camını buldu. Poyraz çatık kaşlarla bizi izliyordu ve gözlerimiz buluştuğu halde gözlerini kaçırmamıştı. Onun aksine gözlerini kaçıran kişi ben olmuştum. Sarp'ın telefonu çaldığında Sarp aceleyle telefonunu açtı. Sanki her an tetikte bekliyormuş gibiydi. Sanki o telefon her an beklediği bir telefondu.


"Alo? ... Ne?... G-Geliyorum."


Sarp'ın gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Hızla ayağa kalktı.


"B-benim gitmem lazım."


"Ne oldu?"


Merakıma yenik düşerek Sarp'a döndüm. Nedense onu böyle göndermek istemiyordum. Oldukça üzgün duruyordu.


"Annem... Hastaneye kaldırılmış."


"N-Nası?"


Sarp bahçe kapısına yöneldiğinde hızla arkasından ilerledim. Normalde yapacağım bir şey değildi ancak Sarp'a yalnız bırakmak istemiyordum.


"Sarp!"


"Gitmem lazım Akasya, sonra."


Sarp arabasına bindiğinde hızla yanındaki koltukta yerimi aldım.


"Tamam gidelim."


Sarp titreyen elleriyle arabayı çalıştırdığında hızla okulun önünden ayrıldık. Neden geldiğimi bile sormamıştı. Ağzını bıçak açmamıştı yol boyunca. Ona ayak uydurarak sustum. Çok geçmeden Akın Hastanesi tabelalı hastanenin önüne ulaştık. Kulaklarıma Sarp'ın soyadı dolduğunda bu hastanenin onların hastanesi olduğunu anlamam çok sürmemişti. Sarp hızla arabadan inip hastaneye doğru koşmaya başladı. Hemen ardından bende Sarp'ın peşinden koşmaya başladım. Sarp ezbere bildiği katları ikişer ikişer çıktı ve 126 numaralı odanın kapısından içeri girdi hızla. Peşinden çekingen adımlarla ilerlediğimde gözlerim yatakta baygınca yatan kadını buldu. Yüzü yorgundu. Saçları, kaşları... Yoktu. Anladığım kadarıyla Sarp'ın annesi kanser hastasıydı. Sarp hızla baygın yatan, yorgun kadının elini elleri arasına alarak dudaklarına götürdü ve koklayarak öptü. Gözlerim dolduğunda usulca Sarp'ın oturduğu yere ilerleyerek bir elimi Sarp'ın omzuna çıkarttım.


"İyi misin?"


Sarp'ın gözleri gözlerimi bulduğunda gözlerime uzun uzun baktı. Cevap vermektense gözlerime bakmayı tercih etti. Sanki sadece gözlerine bakıp onun nasıl olduğunu anlamamı bekler gibiydi. Gözleri dolu doluydu ama yaşlar akmamak için direniyordu.


"Sarp bey?"


İçeriye ellili yaşlarında bir doktor girdiğinde Sarp hızla ayağa kalktı.


"Annem nasıl?"


"Son Evre Sarp bey. Elimizden geleni yapacağız ancak annenizi hastaneye yatırmak en iyisi olacak. Biraz izin verirseniz Anneniz dinlensin. Yatış işlemlerini daha sonra detaylıca konuşuruz."


Sarp başını sallayarak annesinin yanına adımladı ve dudaklarını annesinin saçsız olan başına bastırdı ve geri çekildi. Doktora cevap vermeden odadan ayrıldığında yeniden kendimi Sarp'ın arkasından yürürken buldum. Sarp hastanenin bahçesine çıktığında ardından ilerleyip önünde durdum.


"Sarp benimle konuşmayacak mısın?"


"Teşekkür ederim. Beni önemseyip peşimden geldiğin için. Ama şu an tek isteğim susmak."


Anlayışla başımı salladım.


"Öyleyse susalım. Bir yere gidip saatlerce susalım."


Sarp dolu gözleriyle başını sallayarak arabaya ilerledi ve sol koltukta yerini aldı. Sarp boş yollarda ilerlerken nereye gideceğimizi sorma zahmetinde bile bulunmamıştım. Ellerim sessizliği bozmak istercesine radyoyu buldu.


"Ne bir arada ne de yalnız olamayan insanlar gibi. Denedin durdun bu çelişki içinde boğuldun."


Tanıdık şarkı sözleri kulaklarıma dolarken gözlerimin önüne gelen gözler Poyraz'dan başkasına ait değildi. Bu şarkı ne kadar bizdi öyle değil mi? Ne bir arada ne de yalnız olamayan insanlar gibi diyordu şarkıda. Bizde böyle değil miydik? Bir arada olamadığımız gibi yalnızca olamıyorduk. Ve tıpkı şarkıda geçtiği gibi çelişki içinde boğuluyorduk. Poyraz bir bakışımla beni kendinden kovmuştu. Sanki yıllarca birbirimizi aramamışız gibi, özlemimizden deliye dönmemişiz gibi bir bakışımla bırakmıştı beni, aşkımızı... Gözümden akan bir damla yaşla gözlerim kapattım. Hayat bazen hiç olmadık anlarda olmadık sürprizlerle kapınızı çalıyor ve yine hiç olmadık anlarda, olmadık acılarla dünyanızı başınıza yıkıyordu. Poyraz'ı bulduğumdan beri hayatın başıma yıktığı bir enkazın altından yeniden kalkmaya inanmıştım. Taki enkazın kendisi olana kadar. Araba durduğunda merakla Sarp'a döndüm.


"Burası neresi?"


"Öylesine bir yer."


Araba İstanbul'un bir tepesinde durmuştu. Tüm manzara ayaklarımızın altına serilmişti. Tüm İstanbul gözlerimizin önündeydi şimdi. Arabanın içinde fısıltıdan farksız çıkan müziğin sesiyle karşımızdaki uçsuz bucaksız İstanbul manzarasını izliyorduk. Hala gözleri dolu dolu olan Sarp'a döndüm merakla.


"Nasıl ağlamadan durabiliyorsun?"


"Zamanında çok ağladım. Annem iyileşmedi bende ağlamayı bıraktım."


Sarp'ın sesi tıpkı küçük bir çocuk gibi çıkıyordu.


"Annen iyileşecek Sarp. Ben inanıyorum..."


"Bende inanmak istiyorum... Biliyor musun Akasya? Şu an bok gibi hissediyorum."


Dudaklarımı birbirine bastırarak elimden gelen hiç bir şey olmadığı halde Sarp'a döndüm.


"Keşke senin için bir şey yapabilsem."


Sarp gülümseyerek başını yasladığı koltuktan bana doğru döndürdü başını.


"Yapmadığını mı sanıyorsun? Sen saatlerdir yanımdan ayrılmadın. Hayatımda ilk defa biri sorgusuzca yanımda durdu. Sen bugün buraya benimle susmaya geldin. Nereye gittiğimizi bile sormadan susmaya geldin. Şimdi sakın bana benim için bir şey yapmadığını söyleme."


Ne diyeceğimi bilemezken önüme döndüm. Sarp'la saatlerce sustuk. O tepede saatlerce sustuk ve sonunda oradan ayrıldık. Sarp'a evimi tarif ettiğimde hızla yola çıktı. Lal arabadayken beni aramıştı. Ona yaptığım kısa açıklamam sonucu okulda kalan eşyalarımı almıştı. Yol boyunca yeniden sessizlik hakim oldu arabada. Sessizlik ne garip bir kelime öyle değil mi? Şu an arabada bir ses çıkmadığı için sessizliğin olduğunu savunuyorduk ama şu an büyük bir gürültü vardı arabanın içinde. Benim içimdeki duyguların sesi, Sarp'ın içindeki acıların sesiyle karışıyordu ve biz bu seslere rağmen aramızda bir sessizlik olduğunu savunuyorduk.


"Geldik."


Dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimi cama çevirdim. Evime...


"Yarın görüşürüz."


"Görüşürüz Akasya."


Arabadan indiğimde Sarp'ın kapısından ses geldiğini duydum.


"Akasya!"


Sarp'ın sesiyle bakışlarım sarpı buldu. Sarp hafifçe tebessüm ediyordu.


"Biriyle tanıştığıma ilk kez bu kadar memnun oldum."


Gülümseyerek önüne döndüm ve adımlarımı hızlandırarak bahçeden içer girdim, arkamda Sarp'ın gözlerini bırakırken. Anahtarımla eve girdiğimde hızla içeriye seslendim.


"Anne! Ben geldim!"


Annem mutfaktan çıktığında gülümseyerek yanımda durdu.


"Hoş geldin güzel kuzum. Hadi masaya geç misafirlerimiz var."


Afallayarak montumu askılığa astım.


"Kim geldi?"


Annem cevap vermeden masaya adımladığında arkasından ilerledim hızla. Gözlerim masadaki yüzleri bulduğunda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Annemin bahsettiği misafirlerimiz Poyraz ve ailesiydi.


BÖLÜM SONU

_____________________________


Loading...
0%