@peteichor_
|
"Beni mutluluktan hüngür hüngür defalarca ağlattı, dansıyla içimi titretti, kulaklarımdaki fısıltısı bana en güzel müzikten bile daha dinlenesi geldi." 18.BÖLÜM: DOĞUM GÜNÜ Akasya Balca'nın Ağzından: Gözlerimi yatağımda açtığımda afallayarak etrafıma baktım. En son arabada gözlerimi kapattığımı hatırlıyordum. Anlaşılan uyumuştum... gözlerimi odam da gezdirdim bir süre. Perdemden sarkan led ışıklarımda, çeşit çeşit kitap olan kitaplığımın raflarında, kitaplığımın en tepesinde tozlanmış kar küresinde, masamın üzerindeki çerçevede, bir süre gözlerim tüm odamı ayrıntısıyla izledi. Uyandığımdan beri koca bir hiçliğin ortasında kalmış gibiydim. Büyük bir bataklığın içine çekilmiş, yalnız bırakmış gibi. Kaza anını hafızam red ediyordu. Gözlerimi açtığımda aklıma bir fotoğraf karesi gelmişti ama şu an o fotoğrafın ne olduğunu bile hatırlamıyordum. Kendimi zorlayarak ayaklandığımda yavaş adımlarla kapıya ilerledim. Kapıyı açtım. Adımlarım yavaştı, temkinliydi. Merdivenlere ulaşmam bir günümü almış gibiydi ama ulaşmıştım. Sanki yeni adım atmayı öğreniyordum ve düşmekten korkuyordum. Merdivenleri de aynı hızla indim. Salondan Poyraz'ın annemin ve babamın birbirine karışan sesleri geliyordu. Kulaklarım birbirine karışan cümleleri seçemezken dudaklarımı araladım. "Anne?" Sesimle herkes kapıdaki bedenime dönmüştü. Herkes korkuyla birbirlerine bakarken onlara anlamsız bakışlar atıyordum. Beni görmek onları panikletmişti. "A-Akasya?" Poyraz çatık kaşlarla hızla kapıya yaslanmış bedenimin yanında durdu. Babamın bakışları yumuşaktı ve her zamankinden farklıydı. Annem bir anda lafa atladığında yüzünde istemsiz olduğu belli bir gülümseme vardı. "Musa hadi biz çıkalım. Çocuklar biraz yalnız kalsın. Alp herkesi toplamış birazdan burada olurlar." Babamın, annemin bu teklifini reddedeceğine emin gibiydim ama babam beni şaşırtarak annemin teklifini kabul etmişti. "Olur Handan. O zaman size iyi eğlenceler çocuklar." Ben şaşkınlıkla babamı izlerken hızla yanıma gelip bedenimi kolları arasına aldı. Bir eli saçlarımda, sıkıca sarıldı güçsüz düşmüş bedenime. Çok geçmeden babamdan ayrılıp bu kez dolu dolu gözleriyle gözlerimin içine bakan anneme sarıldım. Annemin elleri saçlarımda gezindi bir süre ve hemen arından çalan kapıyla bedenimden ayrıldı. Poyraz bu sırada telefonuyla ilgileniyordu. Aldırış etmeden annemin kapıyı açmasını izledim. Kapının ardındaki tanıdık yüzlerle yüzüme bir gülümseme oturdu. Gülümsemeyi yeni hatırlıyormuş gibi dudaklarım titriyordu. Birce, Alp, Lal, Barış ellerindeki çeşit çeşit çiçek buketleriyle içeri girdiler. Gülümseyerek yavaş adımlarla annemle selamlaşan arkadaşlarımın yanına ilerledim. Önce Alp sarmıştı bedenimi kollarıyla. "İyi misin fıstık?" Başımı sallayarak Alp'den ayrıldım. Bu kez bakışlarım dolu gözlerle gülümseyen Lal'i buldu. "Gittin sandım..." Lal kollarını hızla boynuma dolayıp ağlamaya başladığında benimde ellerim Lal'in sırtına çıkmıştı. Göz yaşlarım istemsizce gözlerimden akarken çok sevilmenin verdiği ağlamaklı his tüm bedenimi ele geçirmişti. Komada yattığım için ağlamamıştım, ağrım olduğundan ağlamamıştım, geçmek üzere olan derin yara izlerimde ağlatmamıştı beni. Ama Karşımda gördüğüm bu insanlar, biriyle bile kan bağım olmayan bu koca yürekli insanlar beni sevildiğim için hıçkıra hıçkıra ağlatmışlardı. Ben bu insanların sevgisinin verdiği güçle ağlıyordum. Şu evin içinde bir kişi bile kanımdan değil ama çok daha ötesiydi. Annem babam arkadaşlarım Poyraz.... Her biri bana kan bağıyla değil kalp bağıyla bağlılardı. Gülümseyerek tüm arkadaşlarıma tek tek sarıldım. Yorulmadan sıkılmadan hepsine uzun uzun sarıldım. Size yemin ederim neredeyse bir saatim sevdiklerime sarılmakla geçmişti ve yaşadığım en güzel bir saat, bu bir saatti. Annemlerin gidişinin ardından yirmi dakika geçmişti ve her birimiz salondaki koltuklarda oturuyorduk. Herkesin gözleri benim üzerimdeydi . Poyraz sık sık telefonunu ve kapıyı kontrol ediyordu. Bu hareketine anlam veremesemde arkadaşlarımı dinlemeyi sürdürüyordum. Ben yokken okulu, konuştukları her şeyi birer birer anlatıyorlardı. Gökyüzündeki kuşa kadar her detayı anlatıyorlardı. Onların sesine duyduğum Özlem yeni yeni kendini belli ediyordu. Ben hepsini oldukça özlemiştim... Birden çalan kapıyla Poyraz ayaklanırken şaşkın bakışlarım Poyraz'ı buldu. "Birini mi bekliyorduk?" "Yok Akasya'm bekle geleceğim." Cevap vermediğimde Poyraz usulca ayağa kalktı ve dudaklarını saçlarıma bastırarak hızlı adımlarla kapıya ilerledi. Aklım Poyraz'da kalırken Alp'in sesiyle yeniden keyifle sohbet eden arkadaşlarıma döndüm. "Sonra salak Barış düştü yere! Lal Barış sanki ölmüş gibi davranıp ambulansı arıyordu, zor aldık telefonu elinden." Herkes gülmeye başladığında bende istemsizce gülmeye başlamıştım. Nedense Lal'in yaptığı şeye hiç şaşırmamıştım. Hatta ambulans gelse yinede şaşırmazdım. Poyraz'ın kalkmasının üzerinden geçen on dakikanın sonunda odanın kapısında elinde koca bir pastayla Poyraz göründü. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken oturduğum koltuktan destek alıp ayağa kalktım ve Poyraz'a doğru ilerlemeye başladım. Poyraz'da bana doğru ilerlerken çok geçmeden karşı karşıya gelmiştik. Aramızda bir pastalık mesafe vardı. Durup pastanın üzerindeki küçük nota baktım. "İyi ki yeniden doğdun Akasya'm. İyiki yeniden doğduk..." Yazıyı okuduktan sonra yeniden bakışlarım Poyraz'ın dolu gözlerini buldu. "Ben öyle süslü cümleler kurabilen bir adam değilim. Ama iyi ki yeniden doğdun Akasya. Bugün hayatın bana sunduğu ikinci mucize. İlki senin doğumundu ve ikincisi de senin yeniden doğumun. Senin her doğumun benim için bir mucize. Seni seviyorum Akasya." "Muma gerek yoktu. Sen yanımdasın, sizler yanımdasınız başka ne isteyeyim ben bu yanan mumlardan?" Gözlerim pastanın üzerinde yanan mumlarda gezindi bir süre. "Yine bizi iste. Daha fazla bizi iste. Öyle bizi isteki bir dakika ayrı kalamayalım." Gülümseyerek gözlerimi kapattım. Kapanan gözlerimden iki damla yaş yanaklarımdan süzülmeye başladı. Dileyebileceğim tek dileyi diledim. 'Annem, babam, Poyraz, Alp, Lal, Birce, Barış... Hayatım bu insanlardan ibaret ve ben bu insanlardan sadece birini bile kaybetsem yarım kalırım. Lütfen, lütfen hepsi her zaman hayatımda, yanımda olsun. Başka bir Dilek hakkım olsa yine onları dilerim. Bana verilen, verilecek tüm Dilek haklarımı onlarda kullanacağım. Lütfen allahım, bizi hiç ama hiç ayırma...' dileğimi dileyerek gözlerimi açtım ve mumları birer birer üfledim. Gözlerim bu ana şahitlik edip, alkışlayan arkadaşlarımı bulurken hepsinin gözleri dolu doluydu. Bir anda Lal kumandayı eline alarak bir süre oyalandı ve odayı tanıdık bir müziğin güzel melodisi doldurdu. O sırada Alp'te boş durmamıştı. Poyraz'ın elindeki pastayı almıştı. Poyraz bir elini bana doğru uzatırken gülümsüyordu. "Bu yeniden doğuşunun ilk dansı olsun mu?" Dolu dolu olmuş gözlerimle başımı sallayarak elimi Poyraz'ın elinin içine bıraktım. Poyraz'ın bir eli elimdeyken diğer eli belindeydi. Benimde bir elim Poyraz'ın omuzunda diğer elim elindeydi. Poyraz hafifçe saçlarıma yaklaştırdı büyük elini. Beni yormaktan korkarcasına belimden destek veriyordu. Poyraz şarkıya destek vermek istercesine dudaklarını araladı. "Beni seçmesen de "Yok" desen de güneş doğardı yine. Ama gülmeyi bilmezdim şimdiki kadar." Dansımızı yavaş yavaş hızlandırmaya başlamıştık. Poyraz'ın mırıltıları dudaklarıma çarpıyordu. Dudaklarımız değmiyordu ama dudaklarının sıcaklığı dudaklarıma vuruyordu. Yeniden araladı dudaklarını. Şarkıya Eşlik etti yeniden, fısıltısının güzel melodisi. "Birden geldin aklıma, yakıverdin ışıkları. Hayret ettim kalbime bazen mutluluktan." Gülüşüm büyürken Poyraz defalarca sayıklarcasına tekrarlamıştı şarkında geçen sözcükleri. Dansımıza alınlarımızı yaslayıp devam ettik. Hayatımda ettiğim en gerçek danstı, en gerçek, en temiz, en saf andı bu an. Ellerimde Poyraz'ın sıcak eli, saçlarımda küçük dokunuşları, dudaklarıma milimetrik uzaklıkta, bir erkek için oldukça dolgun dudakları, burnuma çarpan güzel burnu... Poyraz'ı, Poyraz'ın duygularını iliklerime kadar hissediyordum. Tıpkı şu an birbirine karışan göz yaşlarımızı hissettiğim gibi. Bir insan sizi sözleriyle ağlatabilirdi, sizi aldatıp ağlatabilirdi, yalanlarıyla ağlatabilirdi. Bu çok alışılmış bir ağlatma olurdu. Bunu Belkide herkes kolaylıkla başarabilirdi. Ama bir insanı mutluluktan ağlatacak kadar mutlu etmek zordu. Herkes yapamazdı. Herkes dans ederken bu denli duygulu bir dansı başaramazdı. Sizi mutluluktan hıçkırıklara boğamazdı. Ama o yaptı. Beni mutluluktan hüngür hüngür defalarca ağlattı, dansıyla içimi titretti, kulaklarımdaki fısıltısı bana en güzel müzikten bile daha dinlenesi geldi. O bunu başardı işte. Bu aşk mıydı? Başka bir açıklaması var mıydı bu hissettiklerinizin? Eğer varsa bunun adı aşktan da öte bir şeydi. Eğer bu hissettiklerimin başka bir adlandırması varsa aşk boşunaydı. Bu aşktan da öteydi. Alkış sesleri tüm odada yankılandı müzik tamamlanırken. Herkes oturduğu yerden dolu gözlerle dans eden bize bakıyordu. Poyraz'ın yanağına duygu dolu bir öpücük bırakıp koltuktaki boş yere bıraktım kısa bir danstan bile etkilenerek güçsüzleşmiş bedenimi. O sırada eksikliğini yeni yeni fark ettiğim Barış ve Birce ellerinde tepsilerle geldiler. Pastaları dilimlemişlerdi. Gülümseyerek Lal kalktı ayağı ve tabakları herkese dağıttı. O sırada Barış'ın elindeki içecekleri de Alp dağıtıyordu. Poyraz'da kumandayla müzik listesinde geziniyordu. Bende boş gibi gözüken duygu dolu gözlerimle onları izliyordum. Bugün günlük yazmak İçin parmaklarımda güç yoktu. Bende ona içimden seslenecektim. Beni duymasını Ümit ederek seslenecektim. 'Sevgili sırdaşım, ne çok uzak kaldık, ne çok ayrı düştük seninle. Beni özlemiş olmalısın. Ben seninle dertleşmeyi çok özledim ama sana bugün Farklı bir şeyle geldim. Bu gün senle derdimi değil derdimi alan insanları paylaşacağım. Kan bağımın olmadığı kalp bağımın olduğu kocaman ailemi... Bugün benim doğum günümü kutladık sırdaşım. Ama hayır, bugün benim doğum günüm değildi. Bugün benim zaferim, yeniden bu dünyaya gözlerimi açtığım gün. Poyraz bugünün doğum günüm olmasını istedi. Bende kabul ettim. Bugün bizim doğum günümüz sevgili sırdaşım. Sende iyiki doğdun...' *** "Günaydın kızım." Başımı yastığımdan kaldırdım usulca. Yeni yeni uyanıyordum. "Günaydın anne." "Hadi hazırlan güzelim, kahvaltı hazır." Bugün hastaneden çıkalı on gün olmuştu. Doktorun bahsettiği gibi ara ara önemsiz şeyler aklımdan çıkıp gidiyordu ama önemli bir şey olduğu söylenemezdi. Bugün haftalardır ilk defa okula gidebilecektim. Heyecanla yerimden doğruldum ve dolabıma ilerledim. Bugün okula geleceğimden kimsenin haberi yoktu. Onlara da sürpriz olacaktı. Genelde herkes on gündür, okuldan sonra bizde toplanıyordu. Benim yokluğumda epey gelişme yaşanmıştı. Demir denen çocuk yeniden hastaneye yatırılmış, hayal ise zorla yurt dışına götürülmüştü. Yavaş yavaş hayatımız düzene gidiyordu ve biz bize kalıyorduk tamda istediğim gibi. Düşüncelerimin arasında üzerimi giyinip aynadan epeyce kilo vermiş bedenimi süzdüm. Yinede abartı zayıf değildim ancak kaza iştahımı fazla etkilemişti. Saçlarımı düzeltip gözlerime maskara, dudaklarıma nemlendirici sürdükten sonra son kez saçlarıma ve bedenime baktım. Üzerime baharlık kot ceketimi giyerek dünden hazırladığım çantam ve son anda hatırlayıp cebime koyduğum telefonumla odamdan ayrıldım. Aşağı indiğimde babam her zamanki gibi gazetesiyle meşgulken annemde televizyondan sabah programları izliyordu. Gülümseyerek masaya oturduğumda ikisininde gözleri gözlerimle buluştu. Kazadan bu yana davranışları farklıydı. Evet korkmuşlardı ama farklılıktan kastım bu değildi. Benden bir şey saklıyorlarmış gibi davranıyorlardı. Ama onlar benden bir şey saklamazdı. Tüm kalbimle inanıyordum. "Günaydın prensesim. Hadi ye bakalım bir şeyler, ben bırakacağım seni okula." Gözüm pencereyi bulduğunda perdenin arından sızan güneş ve dışarıdan gelen tatlı kuş sesleri yürümemi tetiklemeye yetmişti. "Ben yürüsem bugün? Lütfen baba hava almaya ihtiyacım var." Babam ve annem düşünceli bir şekilde bakışırken annem uzunca gözlerini kapattı. Babam tereddütle bana dönerken istemeye istemeye dudaklarını araladı. "Pekala ama telefonun açık olacak ve okula geldiğinde. Haberim olacak?" Babam tek kaşı havada sorarcasına yüzümü incelediğinde hevesle başımı salladım ve annemin kahvaltı İçin hazırladığı çeşit çeşit yiyeceğe gömüldüm. On beş dakika kahvaltı yapmam İçin yeterli bir süre olmuştu. Yerimden kalkıp çantamı suratıma taktım ve önce babamı sonra annemi öptüm. Evden ayrıldığımda gözlerim etrafta gezinmeye başladı. Ağaçlardaki yeşeren yapraklar, istekle etrafı ısıtan güneş, arabaların üzerinde yatıp güneşlenen sokak kedileri. Aldığı sıcak eklemlerle fırından çıkan insanlar. Havada ötüşen kuşlar... gözlerimi bir kaç kez huzurla kapatıp açtım. Özlem duyduğum Bahar tam karşımda beni selamlarken bir süre okul yollarında yürüdüm. Ama bir şeyi farkına varamamıştım. Yürüdüğüm yollar okul yolları değildi. Okul yollarım bu yollarla epey alakasızdı. Ne kadar yürümüştüm? Gözlerim telaşla telefonumdaki saatime kayarken evden çıkalı iki saat olduğunu farketmemle panikle etrafı incelemeye başladım. Bir kumsal vardı biraz ileride. Peki Ya burası hangi kumsaldı? olduğum yerin neresi olduğunu anlamaya çalışıyordum ama anlayamıyordum. O sırada şaşkınlıkla telefonuma baktım. Uzun zamandır kulaklarımda yankılanan bu ses telefonumdan geliyordu. Şaşkınlıkla telefonu açıp kulaklarıma götürdüm. Bir saatten fazladır kulaklarımda yankılanan ses telefonumdan geliyormuş. Kendimi tam bir aptal gibi hissediyorum. Telefonun ardından Poyraz'ın endişeli sesi yükseldi. "Akasya! Neredesin?" "Bilmiyorum..." Göz yaşlarım gözlerimden süzülmeye başlarken acizlikten ölmek istiyordum. Nerede olduğumu bilmiyorum telefonumun şarjı azalmıştı. O kadar çalmıştı ki zaten az olan şarjım dipleri görmüştü. Ne yapacaktım? Beni nasıl bulacaklardı? Panikle ağlamam hızlanmıştı. Poyraz durumu anlamış gibiydi. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Ağlama güzelim. Bulacağım ben seni tamam mı? Şimdi söyle bana, olduğun yeri anlat." Göz yaşlarıyla buğulanan gözlerim etrafta bir süre gezindi. "deniz var, kumsal var... Ama hangi kumsal bilmiyorum. "Tamam Akasya şimdi-" Telefonum bir anda kapandığında korkuyla ilerideki kumsala doğru yürümeye başladım. Etrafta tek bir insan bile yoktu. O an gözlerim birini buldu. Uzakta çaresiz küçük sarı bir kediyi. Buruk bir gülümsemeyle bilmediğim bir yerde bir tanıdığımı görmüşçesine kucakladım yerde duran kediyi. Kedi titriyordu benim gibi tir tir titriyordu... Oldukça küçük bir kediydi sanki yeni doğmuş ve terk edilmiş gibiydi. Anlaşılan Oda benim gibi terk edilmişti. Oda benim gibi yaralı başlamıştı yaşamaya. "Sende mi kayboldun? Seni de mi bıraktılar?" Miyavladığında göz yaşlarım arasında gülümseyerek kumsala biraz daha ilerledim. Dalgaların ulaşamadığı bir kısma oturdum kucağımdaki küçük kediyle. "Senin adın ne? Benim Akasya..." Kedi yeniden miyavladı. Göz yaşlarımın arasında yeniden güldüm. "Adın miyav mı? Bula bula bunu mu buldun kedi?" Kendi kendime göz devirdim. Şu an nerede olduğumu bilmediğim bir yerde, tek bulduğum canlı olan küçük kediyle denizi izlerken sohbet ediyordum. Ona adını bile sormuştum! Adını sorduğumda miyav demişti. Bende üstüne ona kedi diye seslenmiştim. İkimizde oldukça yaratıcıydık. "Sana bir isim vermemiz gerekiyor kedi. Ama ne? Ne olsun ismin?" Yeniden miyavladığında tüm bu yaşadıklarımı unutup kıkırdadım. "Sende ne inatçı çıktın? Miyav diye isim mi olur? Senin ismin mucize olsun mu? Sende hayatın bana getirdiği mucizelerden birisin. Senin adın mucize olsun... Adını beğendin mi?" Kucağımdaki kedi partilerini göğsüme koyarak hevesle miyavladığında gülümsedim. Evet bu miyavlamanın hevesli olduğuna kendim karar vermiştim. Ne Yani kedilerde heveselenemez miydi? Bence heveslenirlerdi ki şu an bir kedinin heveslenmesinden daha garip olan benim kaybolduğum bu kumsalda mutlu mutlu kucağımdaki kediyle sohbet etmemdi. Kumsalda ne kadar oturduğumdan habersizdim ama artık kalkmam gerektiğini de biliyordum. Bir şekilde yolumu bulmak zorundaydım. Beni çok merak etmiş olmalılardı. Kucağımdaki kediyle, ah hayır! Demek istediğim, mucizeyle birlikte yerimden kalktım ve geldiğim yöne doğru adımladım. "Evet mucize, şimdi yolumuzu bulma zamanı. Seninle birlikte kaybolduğumuz tüm yollara inat yolumuzu bulacağız. Bizi kaybetmeye çalışan bu hayat bizi kaybedemeyecek. Biz bir şekilde yolumuzu her zaman bulacağız. Söz veriyorum Mucize, bizi bıraktılar ama biz birbirimizi hiç bırakmayacağız." BÖLÜM SONU |
0% |