@peteichor_
|
"Bu çocuğu tanıdığımı hissediyordum. Çok yakından tanıdığımı... Sanki benim bu çocukla bir hikayem olacaktı ve bu hikaye Ya yaşanmıştı yada yaşanmak üzereydi..." 1.BÖLÜM: TANIDIKLIK HİSSİ "Akasya bak! Bu çiçekleri daha önce görmemiştik. Toplasak mı?" Sinirle Poyraz'ı durdurdum. "Poyraz o çiçekleri kopartırsan ölürler!" Poyraz bozularak bana döndü. "Ama ben sana çiçek vermek istiyorum!" Gülümseyerek Poyraz'ın omzunu sıvazladım. "Öyleyse kendi çiçeğimizi yetiştiririz olmaz mı?" Poyraz şaşkın şaşkın gözlerime bakarken gülümsedim. "Nasıl yani? Nasıl yapacağız?" Gülümseyerek Poyraz'ın elini tuttum. "Azra abla bize yardım eder. Hadi gel!" Poyraz gülümseyerek elimi tuttuğunda yaşadığımız yere, evimize, yetimhaneye doğru koşmaya başladık. "Poyraz..." Poyraz... Rüyalarımdan, hayallerimden bir türlü ayrılmayan benden iki yaş büyük çocukluk aşkım. İlk heyecanım, ilk aşkım, ilk arkadaşım, ilk umudum, kurduğum ilk hayaller... Hepsi Poyraz'dan ibaretti. Poyrazla, beş yaşımdayken beni evlat edinen ailem sayesinde ayrılmıştık. O günü hiç unutmuyordum. Gözlerimin önünden Poyraz'ın çaresiz gözleri gitmiyordu bir türlü. Ellerimi o kadar sıkı tutmuştu ki sanki ellerimizi hiç bir güç ayıramayacak gibi geliyordu. Bana 'Büyüyünce seni bulacağım Akasya.' Demişti. Onsuz geçen on üç yılımın her anı, Poyraz'ın beni bulacak olması umuduyla geçmişti. Hala inancım kalbimde varlığını koruyordu. Poyraz bir gün beni bulacaktı... Yataktan usulca kalktığımda yatağımın kenarındaki çalışma masamın üzerinde duran telefonumu aldım. Saat gece dört olmak üzereydi. Telefonumla birlikte kulaklığımı ve sırdaşımı, günlüğümü de alarak yatağımın üzerindeki battaniyeyi de üzerime aldım. odamın balkonuna çıktım. Balkonumun çatıya ulaşan merdivenlerini dikkatlice çakarak yavaş adımlarla her zaman olduğu gibi çatıda yerimi aldım. Çatı tam oturulacak gibiydi. Bazen saatlerce burada kulaklığımla ve bedenimi ısıtan battaniyemle birlikte oturur, hayatı sorgulardım. Evet hayatı sorgulamak! Ve buna tabii ki günlüğüm eşlik ederdi. Kulaklıklarımı kulaklarıma yerleştirdikten sonra her zaman olduğu gibi Çağan Şengül'ün sesinin kulaklarıma eşlik etmesine izin verdim. "Seni ararken kayboldum Söyle nerdesin? şimdi nerdesin? Seni ararken kayboldum Nerdesin? şimdi neredesin söyle?" Şarkının en sevdiğim kısmı kulaklarıma dolarken usulca gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtığımda, usulca günlüğümü açtım ve sayfalarını karıştırmaya başladım. Sayfanın arasına bıraktığım kalemi alarak yeni, temiz bir sayfa açtım. Kalbimden geçenleri bu sayfaya sığdırmayı deneyecektim. En zor şeyde bu değil midir zaten? Kalbimizden geçenleri sınırlamak... "Sevgili günlük, umarım sana böyle seslenmem seni sıkmıyordur. Ama ben sıradan bir kızım biliyorsun sırdaşım. Bugün yine sana kulaklarımdaki Çağan Şengülle, doğmak üzere olan güneşle, bedenimi saran kırmızı battaniyemle yazıyorum. Bugün bir kaç gündür ilk defa yeniden Poyraz'ı gördüm. Yani rüyamda gördüm... Zaten sadece rüyamda görebiliyordum. Bu haksızlık değil mi? Her gün onlarca insanla konuşuyorken onun sesini unutmam haksızlık değil mi? Her gün onlarca insanla yüzyüze bakarken onun nasıl göründüğünü bilmemem haksızlık değil mi? Acaba o da beni hatırlıyor mu? O da beni böyle düşünüyor mu? Onunda benim gibi uykuları kaçıyor mu? Belkide hayatına devam ediyordur. Belkide bir sevgilisi vardır, kocaman bir arkadaş grubu, onu seven bir aile bulmuştur kendine. Belkide adımı duyacak olsa o kim diyecek kadar unutmuştur beni..." Bu yazdığım ihtimalleri düşünmek kalbimde kasılma hissi oluşturduğunda hızla günlüğümü kapatarak yanıma bıraktım. Poyraz'ı hiç bir arkadaşıma, yakınıma anlatmamıştım. Poyraz bende saklıydı... Sadece benim bildiğim sırrımdı. Bir umutla geçen on üç senemin üzerine seneler eklense de umudumu kaybetmeye niyetim yoktu. Umut zor kazanılırdı. Eğer umudunuz varsa kaybetmeyin. Sıkı sıkı sarılın ona. Umudunu kaybetmiş bir insan, yaşamanın sadece nefes almak olduğuna inanan bir insandır benim için. Düşüncelerimle boğuştuğum iki saatin sonunda saat altıya gelirken okul için hazırlanmam gerektiğini hatırlayıp, ömrümü kuşkusuz geçirmek isteyeceğim çatıma veda ederek odama ilerledim. Kısa bir duşun ardından okul formalarımı giydim ve saçlarımı düzeltmeye başladım. "Güzelim? Uyandın mı?" Annemin sesiyle gülümseyerek bakışlarım kapıyı buldu. "Gel anne, uyandım!" Annem kapıdan usulca girdiğinde şaşkın bakışları gözlerimi buldu. Beni baştan aşağı süzerken dudakları şaşkınca aralandı. "Uyandın? Hazırsın... Yine mi çatı seansı?" Ne yapayım dercesine omuz silktiğimde annem gülümseyerek yanıma ulaştı ve ellerini saçlarımda gezdirmeye başladı. "Hayatta merak ettiğim ilk şey babanın futbol izlerken nasıl bu kadar keyif aldığı ikincisi de senin çatı seansların!" Gülümseyerek anneme dönüp yanaklarını sulu sulu öptüğümde annemin gülümsemesi olabildiğince büyüdü. "Boşver be anne! Fazla merak iyi değil hem!" Annem benden ayrıldığında yeni hatırlıyormuş gibi gülümseyerek kapıyı gösterdi. "Birce ve Alp geldi kızım. Okula gitmek için seni bekliyorlar." "Bu saatte?" Annem başını sallayıp kapıya ilerlerken bende hızla dudaklarımı nemlendiriyordum. "Hadi kızım gelde Kahvaltı edin." "Tamam anne! Geliyorum hemen." Hızla çantama bir kaç defter koyarak çantamı kapattım ve son kez aynaya döndüm. Görüntümden hoşnut olup odamdan ayrıldığımda merdivenlerden seri adımlarla iniyordum. Masaya ulaştığımda babam gazetesini okuyor, annem Birce'yle sohbet ediyor Alp mi? Alp şey... Masada bulduğu her şeyi ağzına tıkmaya çalışıyordu. Obur arkadaşıma göz devirdikten sonra keyifle sohbet eden annem ve Birce'nin yanında yerimi aldım. "Günaydın!" "Gonoydon konko!" Alp'e gülerek başımı iki yana salladığımda bu çocuk iflah olmaz bakışları atıyordum. Birce burnumu parmaklarının arasına alıp sıktığında yüzümü ekşittim. "Günaydın fıstık!" "Birce ya burnum bir gün kopacak ama ne zaman?" Birce sadece dokundum bakışları atarken, masadaki yiyeceklere göz atmaya başladım. Erken kalktığım için karnım epey acıkmıştı. Alp'den bana bir şeyler kalırsa karnımı doyurabilirdim! Tabağıma bir kaç şey alırken Birce'nin gereksiz heyecan dolu sesi kulaklarıma ulaştı. "Kızım bugün kim geliyor biliyor musunuz? Yeni çocuk! Asıl bomba soy adı. Çocuğun soy adı Saygın! Size bir yerlerden tanıdık gelmiştir umarım. Hakan Saygın'ın oğlu diyorlar! Yani kolejimizin sahibinin oğlu. Hakkında bir sürü söylenti var. Sanırım çocuk Bayadır yurt dışındaymış. Bizim okula yeni nakil anlayacağınız. Ay çok merak ediyorum-" "Kızım bir nefes alsana sen. Ne olmuş yeni çocuk geliyorsa?" Alp'in ciddi ses tonu sinirlendiğinin habercisisiydi. Alp senelerdir Birce'ye resmen aşıktı ama benim canım (!) arkadaşım, salak arkadaşım Alp'e kördü. Alp ne kadar belli ederse etsin ne yaparsa yapsın Birce'nin gözleri kör, kulakları sağırdı Alp'e. Alp'in gerçekten sinirlendiğini tabağını yarım bırakmasından anlamıştım. "Çocuklar hadi ben bırakayım sizi." Babam yerinden kalktığında bende hızla yerimden kalkarak etraftaki gergin havayı dağıtmaya çalıştım. "Olur baba! Hadi gidelim." Alp ve Birce'de kalktığında Alp babamın arkasından giderken bizde Birce'yle Alp'in arkasındaydık. Birce koluma girdiğinde düşünceli ses tonu kulaklarıma doldu. "Ne oluyor be buna?" "Bilmem." Bal gibi de biliyordum ama Alp'e verdiğim sözden ötürü ağzımı açamıyordum. Alp'in Birce'ye olan duygularını aylar önce tam anlamıyla fark ettiğimde, Alp'i karşıma alıp ısrarla sormuştum. Bir kaç saatlik ısrarlarım sonucunda Alp bana onlarca yemin ettirerek sonunda duygularını itiraf edebilmişti. Alp'e verdiğim onlarca söz ve ettiğim yeminler sonucu Birce'ye hiç bir şey söylememiştim. Tek istediğim Birce'nin kendiliğinden her şeyi farkında varmasıydı. Alp babamın yanına otururken bizde Birceyle arka koltukta yerimizi almış ve akıp giden yolu izlemeye başlamıştık. Arabada uzun bir sessizlik hakim olurken, çok geçmeden araba durduğunda çevreme baktım. Okula geldiğimizde hızla arabadan içerek arabanın camından babama döndüm. "Görüşürüz baba." "Görüşürüz Asya." Ha bu arada adım Asya. Yani Akasya. Ama bana Akasya diyen son insan Poyraz olmuştu. Beş yaşından beri herkes bana Asya derdi. Benimde işime gelirdi tabii. Akasya ismimi Poyraz'dan başka kimsenin ağzından duymak istemiyordum. Ben herkesin Asya'sı Poyraz'ın Akasya'sıydım... Birce ve Alp okula ilerlerken hızla arkalarından onlara ulaştım. Gözüm okulumuzun tabelasına takılmıştı. "SAYGIN KOLEJİ" Birce'nin söyledikleri kulaklarımda yankılanırken başımı hızla iki yana sallamıştım. Yeni çocuğu merak etmiyordum ve etmeyecektim. Sınıfa ulaştığımızda ben en arkadaki yerimi alırken Alp ve Birce de önümdeki sıraya oturmuştu. Çok geçmeden ilk dersimize giren Arzu hoca yani çok sevdiğim (!) ders olan matematik dersinin hocası gelmiş, kısa sürede yoklama alıp derse başlamıştı. Her zaman olduğu gibi montumu konforlu olduğuna inandığım bir şekle sokup sıramın üzerine yerleştirerek başımı yasladım. Tam uykuya dalacağım sırada bu büyülü anı bozan ses müdür yardımcısına aitti. Başımı sıradan kaldırıp önce müdür yardımcısına sonrada ona bakmıştım. Yeni çocuğa... "Arkadaşlar dersinizi bölüyorum. Efe, yeni arkadaşınız. Yurt dışından yeni geldi. Siz daha detaylı tanışırsınız tabii. Efe yirmi yaşında, liseye biraz geç başlamış. Ama birbirinize uyum sağlayacağınızdan şüphem yok. İyi dersler çocuklar." Herkes aralarında fısıldaşırken Arzu hoca gülümseyerek Efe denen çocuğu döndü. Çocukla gözlerimiz bir aradaydı. Sadece gözlerime bakıyordu, gözlerimin içine... İkimizde hipnoz olmuş gibi birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Bu çocuk bana çok farklı bir şeyler hissettirmişti. Onu gördüğümde hissettiğim duygu tam anlamıyla tanıdıklık hissiydi. Hani olur Ya birini gördüğünüzde sanki onunla tanışıyormuş gibi hissedersiniz, sanki o kişi aslında hayatınızdaymış gibi. Bu gözleri daha önce görmemiştim ama gördüğüme yemin edebilirdim. Ben bu gözleri daha önce görmüş olmalıydım. Çok yakından görmüş olmalıydım... Nihayet Efe denen çocukla gözlerimiz ayrılırken gözlerini ilk kaçıran ben olmuştum. Efe bu hareketimle Arzu hocaya dönerken Arzu hoca memnuniyetle eliyle sınıfı işaret etti. "İstediğin yere geçebilirsin Efe'ciğim." İşte o klişe ana geldik! Efe'nin ne yazık ki seçeceği yoktu. Yanında yer olan tek kişi bendim ve mecburen benim yanıma oturacaktı. Efe neredeyse gözlerime bakmaktan kaçarken hızla yanıma oturup bakışlarını tahtada, ders anlatan Arzu hocaya çevirdi. Tepki vermeden yeniden başımı montuma yasladığımda bu kez uyuyabilecek gibi değildim. Bu çocuk bana uzun zaman sonra çok farklı hissettirmişti. Yanlış anlamayın sakın! Hoşlanmak yada aşık olmak değildi hissettiğim. Bu çocuğu tanıdığımı hissediyordum. Çok yakından tanıdığımı... Sanki benim bu çocukla bir hikayem olacaktı ve bu hikaye Ya yaşanmıştı yada yaşanmak üzereydi. Kolay kolay böyle hislere kapılan ya da hisleriyle hareket eden biri değildim. Hatta aksine, neredeyse her konuda mantığımla hareket eden biriydim. Bunun değişme ihtimali bile beni korkutmaya yeterken, hızla gözlerimi kapattım. 'Saçma sapan düşüncelere kapıldın yine! Nereden tanıyacaksın sanki? Hem çocuk yurt dışından gelmiş. İmkanı yok. Birine benzetmişsindir... Evet evet! Kesin birine benzettin. Ama kime? Ah! Her neyse kimse kim? En iyisi uyumak.' İç sesimle olan tartışmamıza son vererek gözlerimi sıkıca kapatıp uykunun beni kollarına bir an önce almasını diledim. *** "Asya! Kalkasana kızım! Hadi Ya bak Lal geldi." Lal'in ismini duyduğumda usulca gözlerimi açmıştım. Yanıma baktığımda kimse yoktu. Efe gitmişti. Omuz silkerek yerimden doğrulduğumda Birce'ye döndüm. "Nerede şimdi?" "Barışla kantindeler. Alp'de yanlarına gitti. Hadi bizde gidelim." Usulca başımı sallayarak yerimden kalktım ve Birce'nin koluna girerek merdivenlere ilerledim. Çok geçmeden aşağıda bulunan kantine ulaştığımızda Lal, Barış ve Alp'in oturduğu masaya ilerledik. "Günaydın uyuyan güzel." Bu sesin sahibi Barış'dı. Barışla aramızda herkesten Farklı bir bağ vardı. Her zor zamanımda yanımda olurdu. Onun zor zamanında ise ben onun yanında olurdum. Birbirimize her zaman koşulsuz güvenirdik. "Günaydın..." Barış gülümseyerek önündeki kahvelerden birini önüme ittirdiğinde Barış'a memnuniyetle gülümsedim. Ve kahveyi dudaklarıma götürdüm. Teneffüsümüz makara yapmakla, Kısa sürede geçtiğinde hep birlikte yeniden sınıfımızın olduğu kata ulaşmıştık. Alp, Birce ve ben aynı sınıftaydık. Lal ve Barış'da yan sınıfımızdaydı. Onlardan ayrıldıktan sonra bizde sınıfımıza ilerledik. Arka sıraya baktığımda Efe'nin orada oturduğunu fark ettim. Avuç içlerim sebebini bilmediğim bir şekilde terlerken, başımı iki yana sallayıp sırama ilerledim. Efe başını duvara yaslamış ve kulaklarında kulaklık vardı. Ben cam kenarında oturduğum için Efe'nin bana yer vermesi gerekiyordu. Efe oradan çıkmadan yerime geçemezdim. Sırama ulaştığımda Efe'nin gözlerinin kapalı olduğunu fark ederek göz devirdim. Al işte! Ne yapacaktım şimdi? Of Ya of! Bir şekilde konuşmam lazımdı yoksa ayakta böyle dikilmeye devam edecektim. Parmağımla hafifçe Efe'nin omzuna dokunduğumda Efe'nin gözleri usulca açıldı. Beni fark ettiğinde kaşlarını çatmış soran gözleri üzerimde geziniyordu. Efe, ne var manasında başını sallarken göz devirmemek için kendimi zor tutuyordum. Ne olabilirdi acaba? Tabii ki derdim, yerime oturmaktı! Elimle yerimi işaret ettiğimde yeniden başını iki yana sallamıştı. Allah Allah derdimi neden anlatamıyordum ben! Bey efendi kulaklığını çıkartsa insan gibi iletişime geçecektik ama nerede? Anca böyle beden dilimle anlatmaya çalışıyordum. Bir kaç kez daha aynı şeyi yaşadıktan sonra sinirle kulaklığını kulağından çektim. "Yerime geçeceğim." "Tamam geç." Hiç bir hareket göremediğimde sinirle kollarımı birbirine bağladım. "İzin verirsen geçeceğim zaten." "İzin veriyorum?" Efe tek kaşını kaldırıp sorarcasına gözlerime baktığında sinir tüm hücrelerimi ele geçirmişti! İlla mala anlatır gibi anlatacaktım değil mi? Birde izin veriyorum diyor! Çatlayacağım şimdi. "Üzerinden mi atlamamı bekliyorsun?" "Sen böyle geç gelip her defasında beni kaldıracak mısın?" "Gerekirse evet. Çok mu zor geldi?" "Bir dahakine daha erken gelmeyi dene." "Emredersin." Efe ayağa kalktığında hafifçe onu itip yerime oturdum. İki dakikada sinirlerimi bozmuştu bu çocuk. Birde erken gelecekmişim öyle mi? Neymiş beyefendinin rahatını bozmuşum. Çattık arkadaş! Ben bu çocuğu tanıyor olamam evet. İç sesim kesinlikle haklı. Böyle bir çocuğu nereden tanıyabilirim ki? Sinirle bakışlarımı cama çevirdiğimde gözlerim bulutlara takılmıştı. Aklıma Poyrazla Yetimhanenin bahçesine oynadığımız oyun geldiğinde gülümsedim. "Bak bebeğe benziyor! Değil mi Akasya?" Heyecanla poyrazın elini uzatıp gösterdiği yere baktım. "Evet! Bak şurada da bir tavşan var!" Bu kez ben elimle karşımdaki Tavşana benzer bulutu gösterdiğimde, Poyraz gülümseyerek tavşana benzeyen buluta döndü. "Evet! Akasya bak şurada da bir ev var." Başımı iki yana sallayıp Poyrazla olan anımıza bir süre ara verdiğimde çoktan içeriye adımlamış Türkçe hocasına döndü bakışlarım. "Herkes buraya bakabilir mi çocuklar? Öncelikle yeni arkadaşımız, Efe, hoş geldin. Size geçen hafta söylediğim gibi proje ödevi vermiştim öyle değil mi? Bir kişi tek kalmıştı yanlış hatırlamıyorsam." Keşke yanlış hatırlıyor olsaydı... Bilin Bakalım hocanın tarif ettiği, tek kalan kişi kimdi? Tabii ki bendim. Ben bu tür grup ödevlerini tek yapmayı tercih ederdim. Aslında tek yapmak yasaktı ancak benim eş olabileceğim kimse kalmadığı için hoca anlayış göstermişti. "Tek kalan arkadaşımız kimdi acaba?" İstemeyerek elimi havaya kaldırdığımda Hoca memnuniyetle gülümsemişti. Tabii memnun olursun herkes grup tabi kına yak şimdi! Böyle klişe olaylar benim başıma gelmek zorunda mıydı? Ben lanetli miydim acaba? Aynen lanetiydin Asya, lanetin adı da Klişe olaylar laneti! İç sesimle tartışmama ara verip dikkatimi karşımda memnuniyetle gülümseyen Türkçe hocasına verdim. "Asya'cığım öyleyse sende yeni gelen arkadaşımızla olabilirsin. Hem onunda grubu yok. Sizi de bir grup olarak yazıyorum." "Ama ben tek-" "Asya biliyorsun ki grup ödevlerini gruplu yapmanızdan yanayım. Lütfen zorluk çıkartma. Sizin Şairiniz Cemal Süreyya olacak. Şiir getirmeyi de unutmayın. Sen ödevi arkadaşına anlatırsın." Sadece şansımı denemiştim... Efe'nin gözleri bana dönerken benimde gözlerim Efe'ye dönmüştü. Başa gelen çekilir öyle değil mi? Bizde çekecektik ne yapalım? BÖLÜM SONU |
0% |