Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.Bölüm: Mutluluk

@peteichor_

"Mutluluk bu kadar basitti. Mutluluk sevdiğin insanla geçirdiğin dakikalardı, sevdiğin insanın dudaklarından dökülen sözcüklerdi, gelen bahara ayak uydurup açan çiçekler, doğmaktan bıkmayan güneşti. Mutluluk buydu, bu kadar kolaydı..."


20.BÖLÜM: MUTLULUK


"Dün gece çok güzeldi. Kurduğum hayallerden, gördüğüm en güzel rüyalardan daha büyüleyiciydi. Ben bu çatı seansı işini sevdim..."


Poyraz'ın attığı mesajla gülümseyerek yanımda, telefonuna gülümseyerek bakan Poyraz'a çevirdim bakışlarımı.


"Daha ne kadar mesajlaşacağız? Yanımdasın zaten."


Diye fısıldadığımda telefonumun da ekranını karartarak sıramın altına bırakmıştım. Çatı seansını sabaha karşı tamamlamıştık, Poyraz geldiği yoldan geri dönmüştü ve yalnızca iki saatlik uykuyla okula gelmiştik. Bu kez okula babamla gelmiştim. Beni bırakmış ve dönüş İçin Poyraz'ı defalarca tembihlemişti. Babama istemsizce hak verdiğim için sesimi çıkartmamıştım. Sınıfta yankılanan zil sesiyle rahatlayarak nefesimi verdim. Sonunda öğle arasıydı!


"Bücürük, Poyraz hadi kantine gidelim."


Alp'in enerji dolu sesiyle hevesle başımı salladım. Uykum açılmak nedir bilmiyordu. Günün ikinci kahvesi hiç fena olmazdı.


"Tamam kardeşim."


"Uyan güzelim, hadi."


Alp Birce'nin Sıraya dağılmış saçlarını hafifçe okşayarak uyandırmaya çalışıyordu. Birce saçlarındaki elleri hissetmiş olacak ki usulca kaldırdı başını sıradan.


"Geldik mi?"


Birce'nin afallamış sesiyle kendimi tutamayarak güldüm. Gülüş sesime Poyraz ve Alp'in de gülüş sesleri karışırken Alp gülüşünü bastırıp büyük bir ciddiyetle Birce'ye döndü. Bir elini omzuna koyarak başını salladı.


"Evet güzelim, geldik."


Birce etrafında gözlerini gezdirdikten sonra sinirle Alp'in omzundaki elini ittirdi.


"Geç dalganı! Salak deve."


Birce sinirle ayağa kalkıp önden ilerlerlerken Alp Birce'ye yetişerek kolunu omzuna atıp Birce'yi kendine çekmişti. Bir eli de Birce'nin saçlarına giderken saçlarını karıştırıyordu. Bu halleri beni gülümsetirken gözüm oldukça dalmıştı güzel görüntülerine.


"Hadi bizde gidelim güzelim."


Başımı sallayarak Poyraz'ın koluna girdim ve önden gülüşerek ilerleyen arkadaşlarımızın arkasından ilerledik. Biz sınıftan çıkarken Lal ve Barış'ta sınıftan çıkıyordu. Barış'ın gözleri umursamazca etrafta gezerken Lal her zamanki hevesiyle Barış'a bir şeyler anlatıyordu. Neredeyse nefes almadan konuşmasını sürdürüyordu. Barış ara sıra kısa cevaplar verirken Lal bozuntuya vermiyordu. Gözlerinden geçen acıyı okuyabiliyordum halbuki. Lal'in gözleri umursanmamaktan acıyla parlıyordu. Görülmemekten acı çekiyordu. Her şeyi farkındaydım ama engel olamıyordum bu acısına, dindiremiyordum. Lal ve Barış önümüzden ilerlediklerinde Lal bizi farketmemişti bile. Kısa sürede Kantine ulaşarak her zamanki masamıza oturduk.


"Dimi Barış? Kamp çok güzel olacak!"


Barış'ın gözleri etrafta gezinirken başını salladı. Sanki Lal'i dinliyormuş, hak veriyormuş gibi her söylediğinde başı aşağı yukarı hareket ediyordu. Hevesle Lal'in lafına atladım.


"Ne kampı sarışınım?"


Lal kırılan hevesiyle bana döndürdü gözlerini. Kendini Hafifçe gülümsemeye zorlamıştı.


"Bahar Kampı. İki Nisanda. Okul düzenliyor, gideriz değil mi, bebeğim?"


Lal'in dağılan hevesine karşı büyük bir hevesle başımı sallayarak gülümsedim.


"Evet! Tabii kaçırır mıyız? Poyraz, gideriz değil mi, sevgilim?"


Poyraz'ın dudakları şaşkınlıkla aralanırken gözleri büyümüştü. Ona ilk defa Sevgilim diyerek hitap etmem onu heyecanlandırmış olmalıydı. Poyraz'ın gözlerinden daha önce rastlamadığım bir parıltı geçip gitmişti.


"Neyin?"


Poyraz emin olmak ister gibi gözlerime bir kez daha baktı. Ona istediğini vermek için dudaklarımı yeniden araladım.


"Sevgilim."


"Ben mi?"


Poyraz heyecandan saçmalamaya başladığında masayı yüksek bir kahkaha sesi doldurdu. Hep bir ağızdan kahkaha attığımızda Poyraz tıpkı bir çocuk gibi dudağını sarkıtarak ayağı kalktı. Arkasından kalktığımda hızla kantinin kapısına ilerleyen Poyraz'ın belinden sarılarak durdurdum.


"Sevgilim sende çok alıngansın ama."


Tekrar sevgilim dediğimde Poyraz'ın bedeninin gevşediğini hissettim.


"Öyleyim değil mi? Sevgilinim..."


Poyraz yeniden emin olmak istercesine beklentiyle sormuştu sorusunu. Yüzümde şefkat dolu bir gülümseme kendini belli ederken Poyraz'ın önüne geçerek bu kez ellerini ellerim arasına alarak gözlerine baktım.


"Öylesin. Sevgilimsin, hayatımsın, hayalimsin, dinlediğim şarkıların en güzel kısımlarısın, okumaktan en keyif aldığım kitabın satırlarısın, en güzel film sahnelerisin... sen benim her şeyimsin Efe Poyraz Saygın."


Poyraz'ın duygusallığına şaşırmayı bırakalı oldukça uzun zaman olmuştu. Göz yaşları sanki bu anı bekler gibi dökülmeye başladı usul usul. Poyraz'ın ellerinden ayırdığım ellerim göz yaşlarıyla buluştu. Pürüzsüz tenine düşen göz yaşlarını teninden arındırarak ellerimi gezdirdim, göz yaşlarında.


"Daha önce çok sevildiğimi sandığım oldu. Kimsenin sevgisi beni ikna etmedi, sevgime layık kimseyi görmedim. Şimdi diyorum ki evet, kimse sevgime layık değilmiş ve ben hiç,"


Konuşmaya zorlanıyor gibiydi. Gözlerini uzunca kapatıp açtı. Son sözleri dudaklarından döküldükten hemen sonra kollarını sıkıca bedenime sardı.


"Ben hiç sevilmemişim."


Burnumu Poyraz'ın ferah kokusu doldururken gülümsemem genişlemişti. En içten gülümsemelerimi ona sunuyordum. Poyraz'dan ayrıldığımda arkamızdan Alp'in sesi geliyordu. Alayla çıkması İçin çabaladığı duygulu sesi...


"Çifte kumrular hadi kahve zamanı!"


Poyraz dudağını hafifçe burnuma bastırarak Alp'e döndü.


"Geldik."


Poyraz'la kantine ilerlediğimizde hepimiz adına Alp siparişleri vermişti.


"İki latte, üç filtre kahve ve sıcak çikolata alabilir miyim?"


Alp siparişi verdiğinde görevli kadın hızla hazırlamaya başladı. Latte Alp ve bana aitti. Filtre kahveler ise Poyraz, Barış ve Lal içindi. Lal tatsız kahvelerden nefret eden, latte içtiğinde bile oldukça şekerli içen bir kızdı ama Barış her zaman sert kahveler içerdi. Lal Barış'la ortak bir alışkanlığı olması için ilk zamanlar kusa kusa da içse sert kahveye alıştırmıştı kendini. Hala içerken yüzünü buruşturuyordu ama umrunda bile değildi tabii. Tatlı kahve seven kız aşık olduğu çocuk için nefret ettiği sert kahvelere alışmıştı. Sıcak çikolata ise tabii ki Birce'ye aitti. Birce kahve içmekten nefret ederdi ve her defasında sıcak çikolata içerdi. Sessizliğimizi bozan ses kantincideki görevliden gelmişti. Bir tepsi üstünde altı bardağı bize uzatmıştı. Alp ve Poyraz ödemeyi yapmak için inatlaşırlarken tepsiyle masaya ilerledim. Herkes kahvesini önüne çekerken Lal'de kendini zorlayarak almıştı acı kahvesini.


"Barış bu kahve ne kadar güzelmiş! Başta sevmemiştim ama gerçekten harika-"


"Sabah sabah ne kafa ütüledin be kızım. Ben yukarıdayım başım ağrıyor çıkışta görüşürüz."


Barış son sözlerini hepimize hitaben söylerken ayağa kalkıp elindeki kahveyle çıkmıştı kantinden. Lal'in gözleri dolarken gülümseyerek gözlerini kaçırdı ve nefret ettiği kahvesini yudumlamaya başladı. Dayanamayarak ayağa kalktım. Bu kadarı fazlaydı. Lal bu kadar kırılmayı hak edecek bir şey yapmamıştı.


"Sınıfta görüşürüz biraz işim var."


Poyraz çatık kaşlarla tuttu kolumu ve endişeyle yüzümü incelemeye başladı.


"Bir şey mi oldu?"


Başımı hızla iki yana salladım.


"Hayır, zaten az kaldı derse. Tuvalete gider sınıfa geçerim."


Poyraz istemeye istemeye başını salladığında hızla kantinden çıktım, ardımda bıraktığım endişeli kahvelere rağmen... Hızlı adımlarla Barış'ın arkasından ilerlediğimde Barış merdivenleri es geçerek bahçeye adımlamıştı. Arkasından adımladığımda bahçeye ulaşmıştık. Bahçeye ulaştığımda yüzüme çarpan rüzgar ürpermeme sebep oldu.


"Barış!"


Barış sesimle bahçenin ortasında kala kaldı. Arkasından gelmeme şaşırmış olmalıydı. Barış durduğunda gitmesine fırsat vermeden önüne geçtim.


"Neden yapıyorsun bunu?"


"Ne yapıyor muşum?"


Aynı umursamaz tavırlar... sinirle nefesimi verdim.


"Lal, Barış! Lal'i daha ne kadar görmezden geleceksin? Seni sevdiğini görmüyor musun?"


Barış histerik bir kahkaha attı.


"Görmüyorum! Görmek istemiyorum! Ben sevgi kotamı doldurdum kızım. Benim kalbimde aşk denen o zırvalığa daha fazla yer yok."


"Zırvalık öyle mi? Lal'i terslediğinde dolan gözleri zırvalık, senin için alıştığı o iğrenç kahve zırvalık, sana her saniye anlattığı anılar zırvalık! Öyle mi Barış? Hepsi zırvalık mı bu olanların? Aşk zırvalık, peki ya Lal? Lal de zırvalık mı?"


Barış başını iki yana salladı. Onunda öfkeyle gözleri parlamıştı, tıpkı benim gibi.


"Neyse ne. Benim kalbim aşka da Lal'e de kapalı. Şimdi git dersini dinle Asya. Yorma beni. Zamanında yeteri kadar yordun. Artık bırak da dinleneyim."


Barış önden gittiğinde arkasından gitmemiştim. Söyleyeceklerim bitmişti, dahası yoktu. Barış'ın gözlerinin açılmayacağı belliydi. Elbet bir gün görecekti. önce Lal'i görecekti sonra da Lal'in kalbini dolup taşıran aşkını. Düşüncelerimin arasında sınıfa ulaştığımda Poyraz'ın endişeli bakışları beni görmesiyle rahatlamış, dudakları yukarı kıvrılmıştı. Poyraz'ın gülümsemesi dudaklarımda bir gülümseme oluştururken yanına ulaşmam çok uzun sürmemişti. Poyraz ayağa kalkıp geçmem için kenara geçti. Gözlerim Poyraz'ın gözlerinden ayrılmazken yanından geçerek sırama oturdum.


"Tünaydın!"


Sınıfı dolduran orta yaşlı genç matematik hocamızın sesiyle bakışlarımız tahtayı buldu. Çok geçmeden ders başlamıştı. Poyraz ilgiyle ders dinlemeye başlarken bende ilgiyle Poyraz'ı izliyordum. Bu sene son seneydi, sınav senemizdi... Ve sanki denk gelmiş gibi oldukça hareketli geçiyordu. Bu sene üniversiteye gitmeyi aklımdan çıkartalı çok olmuştu. Annem ve babamda bunu gayet açık farkındaydı. Bu yüzden bu sene iyice dersleri bırakmış seneye güvenmiştim. Seneye her şeyin Farklı olacağına inanmıştım. Sınava iki ay kala sınavı düşünmemde çok ince bir davranıştı tabii.


"Daldın gittin. Bana olan aşkını mı düşünüyorsun?"


Cıkladım sıkıntıyla.


"Sınavı düşünüyordum. Bu sene kazanamayacağım kesin."


Fısıltılarımız birbirine karışırken Poyraz'da sıkıntıyla nefesini dışarı vermişti.


"Olsun güzelim, seneye gireriz. Hatta belki aynı şehri yazarız..."


Gireriz demişti. Girersin demememişti yada boşuna avutmamıştı. Bu sene olmayacağını o da pekala farkındaydı ve seneye birlikte başaracağımızı söylemişti.


"Birlikte mi?"


Başını salladı gülümseyerek.


"Birlikte..."


Fısıltısı kulaklarıma ulaşırken gülümseyedim. Efe Poyraz Saygın. Gözlerimi bu dünyaya ilk açtığımda baş ucumda gördüğüm bir yaşında ki o bebek. İlk adımlarımda elimden tutan, her düştüğümde kaldıran, yaralarımdan öpen ve beş yaşına kadar beni büyüten, benden bir yaş büyük çocukluk aşkım. Onsuz geçen on üç yılda yaptığım tek şey onu beklemekti. Poyraz'ın ardından hayatıma giren beş canımı, annemi ve babamı saymazsam Poyraz kalbimin en büyük parçası olmuştu. Şimdi ise kalkmış bana umudumu kaybettiğim sınava birlikte hazırlanabileceğimizi hatta birlikte başaracağımızı söylüyordu. Efe Poyraz Saygın benim hikayemdeki esas oğlandı, başroldü, ilkti ve tekti...


"Haftaya görüşürüz çocuklar."


Zil çalarken herkes ayaklanmış çıkıyordu sınıftan.


"Limon'a gidiyoruz gelecek misiniz?"


Tam dudaklarımı aralamış cevap verecekken Poyraz dudaklarını aralamıştı hızla.


"Yok kardeşim. Bugün Akasya'yı kaçırıyorum."


Afallayarak Poyraz'a döndüm.


"Peki benim, beni kaçıracağından haberim var mı?"


Poyraz cıklayarak elimi elinin arasına aldı. Çantamı tek omzuma alarak kot ceketimi de koluma astım ve Poyraz'ın adımlarına ayak uydurarak önce sınıftan sonra okuldan ayrıldık. Poyraz bedenimi okulun otoparkına çekiştirirken afallamıştım.


"Araban bulundu mu?"


Şaşkınlığıma Poyraz'ın gülüşü eşlik etmişti.


"Henüz değil ama kiraladım. Şu an otoparkta bizi bekliyor."


Afallayarak devam ettim yürümeye Poyraz'la birlikte. Otoparkta gördüğüm arabayla dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Üstü açık, mavi bir Vosvos duruyordu. Gözlerim Poyraz ve kusursuz görünen vosvosda gidip gelirken hızla vosvosa doğru ilerledim ve inanmıyormuş gibi etrafında döndüm bu güzel eserin. Öyle kusursuz öyle mükemmeldi ki binmeye kıyamayacağımı düşünüyordum. Şaşkınlıktan kapanmayan ağzıma göz yaşlarım eklendi. Mutluluk göz yaşlarım...


"P-Poyraz... Gerçekten mi? Ciddi misin sen? Buna binecek miyiz?"


"Evet güzelim, buna bineceğiz."


Poyraz dudaklarıma kuş kadar hafif bir öpücük bırakarak sol koltuğa oturdu hızla.


"Atla bakalım!"


Poyraz'ın sesiyle kendime gelmeye çalışarak sağ koltukta yerimi aldım. Poyraz oldukça eski olan arabanın motorunu çalıştırdığında alışkın olmadığım ses yükselmişti otoparkın içinde.


"Ne zaman ayarladın? Nasıl..."


"Sadece anın tadını çıkar Akasya'm. Sadece bugünü yaşa. Soru sorma, yaşa gitsin. Radyo bozuk ama senin için ufak bir hoparlör aldım, çantamda. İstediğin şarkıyı açabilirsin."


Hevesle başımı sallayarak Poyraz'ın çantasındaki hoparlörü aldım ve telefonuma bağladım. Otoparktan çıktığımızda rüzgarla buluşan bedenim anlık olarak ürperse de çabuk alışmıştı rüzgara. Hava oldukça güzeldi. Güneş, esen rüzgara inat ısıtıyordu bedenimizi. Bahar ben geldim diye bağırıyordu.


"Akasya'm şarkı?"


Gülümseyerek başımı salladım. Telefonumdan spotify girerek sevdiğim listelerden birine girdim ve karışık çala basarak çıkacak şarkıyı bekledim heyecanla.


"Tam benlik birisi var. Bir tutam yaz gülüşü var Kocaman egosuyla. Olmasa da olur, olmasa da olur..."


Şarkı başladıktan sonra çok geçemeden Poyraz'la şarkıya eşlik eden seslerimiz birbirine karışmıştı. Poyraz ormanlık bir yola çıkmış yolları ezbere bilirmişçesine sürüyordu, bu arabayla ne kadar hızlı olunabiliyorsa o kadar hızlı... öyle mutlu öyle huzurlu hissediyordum ki bu heyecanım bu mutluluğum içime sığmamıştı. Koltuktan hafifçe dizlerimin üzerine yükselerek kollarımı iki yana açtım ve şarkının gelen nakarat kısmını bağıra çağıra söyledim.


"Ne yaz ne kış, o tam bahar ki ne bahar.Bir gün yağar, bir gün açar. Sevdirir kendini, şeytan tüyü var. Yoksa da hayat kurur, yanar."


Sesim, nasıl göründüğüm, rüzgardan birbirine karışan saçlarım umrumda bile değildi. Kendimi göklerde hissediyordum. Sanki tam şu an mutluluktan uçacaktım. Poyraz halimi kahkahalarla izlerken bir yandan da dikkati yoldaydı. Kahkahalarda devam ettim açtığım kollarımla yükselmeye...


"Poyraz! Uçuyorum değil mi? Uçuyor muyum!?"


Rüzgar sesimi bastırırken ısrarla bağırıyordum.


"Uçuyorsun Akasya'm. Uçuyorsun!"


Poyraz'ın da sesi eğlendiğini belli ederken çok geçmeden bir yola sapmıştık. Poyraz patika yollardan ilerlerken dengemi sağlamak zor gelmişti. Kendimi koltuğa bıraktığımda merakla Poyraz'a döndüm.


"Nereye geldik Poyraz?"


"Seni kaçırdığımı söylemiştim."


Sessizliğimi koruyarak etrafıma bakmaya başladığımda çok geçmeden cennet denebilecek kadar güzel bir yerde durmuştu araba. Güzel bir piknik alanıydı. Bir gölün kıyısıydı. Masalar yoktu ama örtü serilmeye müsait oldukça bakımlı çimler vardı. Yazı bekleyen yada burayı henüz keşfetmemiş insanlar tarafından boş bırakılmış bu yeri değerlendirmek bize kalıyordu. Koca alanda sadece biz vardık. Poyraz arabadan indiğinde hızla bagaja ilerledi ve bir sepetle geri döndü.


"Şaka mısın sen?"


Poyraz göz kırparak boşta kalan kolunu omzuma attı ve kendine çekti bedenimi. Güzel, bakımlı çimler üstünde usulca ilerideki göle doğru ilerlemeye başladık.


"Seninle hiç piknik yapmamıştık. Bu ilk olacak, güzelim."


Saçlarımda hissettim dudaklarla gülümsedim.


"Poyraz gerçek misin sen? Yani ne bileyim... değilmişsin gibi."


"Öyle mi?"


Poyraz elindeki sepeti yere bırakırken kaşları havalandı ve olduğu yerden bana döndürdü bedenini.


"Gerçek değil miyim?"


Dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve yavaş yavaş öptü. Uzun öpüşü sonlanırken biraz önceki ses tonu fısıltıya dönmüştü.


"Değilmişim gibi. Öyle mi?"


Bir kez daha dudaklarını dudaklarıma bastırarak yavaş yavaş öptü. Yeniden dudaklarımdan ayrıldığında sarhoş olmuşçasına fısıldadım. Fısıltı dudaklarımdan istemsizce dökülmüş gibiydi.


"Gerçeksin..."


Poyraz gülümsedi ve burnumu öperek yeniden sepeti eline aldı. Diğer eliyle de elimi sarmıştı.


"Evet, tabii gerçeğim."


Gölün biraz gerisinde durarak sepetteki örtüyü çıkarttık ve yere serdik. Beyaz geniş örtü yerde kusursuzca seriliyken Poyraz ayakkabılarını çıkartarak örtüye yerleşti.


"E hadi gelsene."


Başımı sallayarak ayakkabılarımı çıkarttım ve Poyraz'ın yanına oturdum. Poyraz sepete uzandığında merakla izliyordum. Anlaşılan örtü getirmekle de kalmamış örtüyü doldurmayı da akıl etmişti. Sepetten iki sandviç, iki meyvesuyu, iki çikolata ve ev yapımı kek çıkarttı.


"Bu keki sen yapmadın herhalde. Kim yaptı?"


Poyraz kaşlarını çatarak alayla sandviçi gösterdi önce.


"Bu sandviçleri,"


Sonra keki işaret etti.


"Bu keki,"


Ve en sonunda iki şişe meyvesuyu elinde tutarak salladı.


"Ve bu meyvesuyunu. Hepsini ben hazırladım. Çikolatayı hazır aldım ama kusura bakmayacaksın artık."


Poyraz göz kırptığında şaşkınlıkla bir kez daha baktım örtüdeki yiyeceklere.


"Anlaşılan evlenince yemekleri sen yapacaksın."


Ne! Akasya sen ne söyledin? Evlenince mi! Umarım yer yarılırdı ve içine girerdim. Yanaklarım resmen yanıyordu ve bu yanma sıcaktan değildi.


"Evlenince?"


Sus Poyraz lütfen sus. Ne yapacaktım şimdi? Saçmalamanın tek kurtuluş yolu daha fazla saçmalamaktı. Evet kesinlikle öyleydi!


"Yani biz evleniriz diye demedim. Sen karına yaparsın diye... yani şey, karın-"


"Anlaştık. Evlendiğimizde yemekleri ben yaparım."


Poyraz'ın net cevabı iyice kızarmamı sağlarken hızla önümdeki sandviçi açıp dudaklarıma götürdüm ve ağzımı tıka basa doldurdum. İşte bu! Artık konuşamayacaktım.


"Nofos olmos."


Konuşmaya zorlanırken konuşmamı kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırarak tüm sandviçi saniyeler içinde ağzıma tıkmıştım. Akşama kadar o gölün kıyısında Poyraz'la susmak nedir bilmeden sohbet etmiştik, müzik dinlemiştik, küçükken oynadığımız oyunu yeniden oynamış bulutlardan şekiller çıkartmıştık, Poyraz dizimde yatmıştı, saçlarını sevmiştim, öpmüştüm... Bugün Poyraz'ı doya doya yaşamıştım. Hayat bana en güzel yüzünü gösteriyordu artık. Hayat benden aldıklarını misliyle geri veriyordu. Önce aldığı ailemi vermişti sonra Poyraz'ı. Sonra benden aldığı mutluluğu geri vermişti. Misliyle her şeyimi geri almıştım. Mutluluk bu kadar basitti. Mutluluk sevdiğin insanla geçirdiğin dakikalardı, sevdiğin insanın dudaklarından dökülen sözcüklerdi, gelen bahara ayak uydurup açan çiçekler, doğmaktan bıkmayan güneşti. Mutluluk buydu, bu kadar kolaydı...


BÖLÜM SONU

_____________________________


Loading...
0%