@peteichor_
|
"Artık sorularım karşılığını en güzel cevaplarla buluyordu. Artık soru soran tek kişi ben değildim. Artık merak ettiğim kadar merak da ediliyordum." 21.BÖLÜM: LAL'İN KALBİ Lal'in ağzından; Aşk, aşk neydi bilmiyorumdum. Fedakarlık mı yoksa bencillik mi hiç bir fikrim yoktu. Taki Barış'ı tanıyana kadar. Küçük, asi o yedi yaşında çocukla tanıştığımda bedenimde atan küçük kalbim alışılmışın dışında hızlanmıştı. Tabii o zaman çocuktum. Bilmiyordum bu kalp hızlanmasının sebebini. Büyüdükçe gördüm. Aşkı gördüm. Barış'ın gözlerindeki aşkı gördüğümde tanıdım aşkı. Barış'ın gözlerinde gördüğüm aşk ne yazık ki benim için değildi. Ne yazık ki Barış'ın hızlanan kalbi benim için hızlanmamıştı hiç. Akasya için hızlanmıştı her zaman. Benim kalbim onun İçin hızlanırken onun kalbi başkası İçin hızlanıyordu. Her şeyiyle kabullenmiştim Barış'ı. aşkıyla, umursamazlığıyla, sevgisizliğiyle kabullenmiştim. Şimdi ise elimde ki nefret ettiğim filtre kahveyi usul usul dudaklarımla buluşturuyordum. Barış'ın benim rengarenk dünyamın aksine siyah beyaz bir dünyası vardı. O sert kahveler severken ben en şekerli kahvelere bile şeker atardım. O sadece yağmurlu havalarda, simsiyah giyinip dışarı çıkarken ben en güzel havalarda renkli elbiselerimle çıkardım. O geceyi severken ben gündüze aşıktım. Ama aşk öyle bir şeydi ki onun sevdiklerini sevmek için kendimi parçalıyordum. Onun İçin gece gökyüzünü saatlerce izliyordum, içtiği kahveleri içiyor, yediği yemekleri yiyordum. Daha fazla konuşacak konumuz olsun diye elimden geleni yapıyordum. Dinlediği her müziği duyar duymaz listeme ekliyordum, kitaplığında gördüğüm kitapları defalarca okuyordum ama bir sorun vardı, büyük bir sorun. Barış gözüne soka soka yaptığım halde hala beni görmüyordu, duymuyordu. Biraz önce 'kafamı ütüledin' diyerek kalkmıştı masadan. Kafasını ütülemek için verdiğim çabadan habersiz arkasına bile bakmadan çıkıp gitmişti. Akasya da arkasından gittiğinde umursamazca bakıyordum. Derse gitmem, dersin bitmesi, okuldan çıkmam ve eve gelmem... her şey sanki saniyeler içinde gelişmiş gibiydi ama uzun saatler geçmişti. Hala aklımda sadece Barış vardı. Yatağımdan usulca kalkarak üzerime sarı montumu ve eşofmanımı giydim. Telefonumu ve kulaklıklarımı da alarak önce odamdan sonra evden ayrıldım. Biraz yürümek iyi gelebilirdi. Adımlarım beni sahile çıkarttığında kulaklıklarımı kulaklarıma taktım ve her zamanki gibi Barış'ın dinlediği şarkılardan birini başlattım. "Günü gelir. Seni de yakar bir söz ya da bir göz Anlamadın." Şarkı kulaklarıma dolarken dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. O, bu şarkıları başkası İçin dinlerken ben onun İçin diniyordum. Şarkı sözleri kulaklarıma dolarken gözlerimin önündeki tek görüntü Barış'ın gözleriydi, ara sıra dudaklarına uğrayan gülümsemesiydi, biçimli kaşları, yüzüne yakışan güzel burnu, her zaman dağınık duran saçlarıydı. "Güzel şarkı." Arkamda duyduğum sesle hafifçe arkamı döndüm. Uzun boylu sarışın bir çocuk ardımdan gülümseyerek bakıyordu. Tek kulağında kulaklık vardı. O an fark ettim ki benimde kulaklık sadece tek kulağımdaydı. Öyle dalgındım ki kulaklığımın birini düşürdüğümü bile fark edememiştim. "Dalgınım da biraz. Her neyse teşekkür ederim-" Kulaklığa uzandığımda karşımdaki yabancı kendini geri çekti. Anlamsız gözlerle ona bakıyordum. "Kulaklığımı alabilir miyim?" "Bir şartla.." Kaşlarım istemsizce çatılırken karşımdaki yabancıya bakıyordum. Benim kulaklığımı bana vermek için şart koşuyordu. "Anlamadım? Ne şartı? O zaten Benim kulaklığım." "Onu düşürdün ve ben buldum. Bu durumda sana getirmeyede bilirdim, öyle değil mi? Merak etme senden isteyeceğim büyük bir şey değil. Yalnızım ve seninle yürümek, müziklerini bende dinlemek istiyorum. Tabii izin verirsen." Bir eli ensesine giderken gözlerini kaçırdı utanarak. "Aslına bakarsan istemesen de zaten kulaklığını geri vereceğim... Ben sadece-" Başımı salladım hafifçe gülümseyerek. Bu halleri şey... Bu halleri tatlı gelmişti! Neden tatlı gelmişti bilmiyordum ama o an bende ne kadar yalnız olduğumu ve aslında yalnız olmak istemediğimi fark etmiştim. Barış'ın müziklerinin aksine kendi müziklerimden birini açarak yürümeye devam ettim. Can Ozan'ın kalbimden tenime şarkısı kulaklarımıza dolarken yüzümde oluşan gülümsemeyle devam ediyordum yürümeye. Onun şarkılarını dinlerken gülmeyen yüzüm kendi şarkılarımla gülüyordu. Belkide onun şarkılarını onsuz dinlemek üzüyordu beni. Şu an yanımdaki tanımadığım bu çocuk benim şarkılarımı dinlemek istemişti. Barış benim hakkımda en ufak bir şey merak etmezken bir yabancıyla Yanyana yürüyor, benim sevdiğim şarkıları dinliyorduk. İkimizde sessizdik. Ara ara birbirimize attığımız kaçamak bakışlar dışında sadece etrafımızı izliyor ve yürüyorduk. Bu hissi sevmiştim. Yalnızlığa alışan ruhum bir süreliğine yanında birini bulmuştu kendine. Barış'a olan hislerime o kadar alışmıştım ki başka birinin yanımda yürümesi bile afallatmıştı beni. Neredeyse bir saat. Bir saat boyunca bir yabancıyla uzun zaman sonra ilk defa kendi sevdiğim şarkıları dinleyerek yürümüştüm. Yorulduğumu ve saati fark ederek yanımdaki yabancıya döndüm. "Ben artık gideyim. Kulaklığımı alabilir miyim artık?" "Almasan..." "Anlamadım? Ne yapacaksın tek kulaklıkla?" Karşımdaki çocuk oldukça utangaçtı. Bu halleri neden tatlıydı bilmiyordum ama yanaklarını sıkmak istediğim kesindi! "Biri sende diğeri bende olacak ve her gün yalnızca bir saat burada buluşup birlikte müzik dinleyip yürüyeceğiz. İstersen on dakika bile olur... Yani istemezsen kulaklığını geri vereceğim." Kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Bu isteğinin sebebini anlayamıyordum. "Neden? Neden yapıyorsun bunu?" "Yalnızım. Seninle yürümeyi sevdim... Müziklerini de." Bana dair bir şeyleri seven biri vardı. Karşımda benimle yürümek için, Belkide günde on dakika yürümek için çabalayan biri vardı. Gülümsedim. Bu gülümseme dudaklarıma istemsizce yerleşmişti. Yerleşmesine rahatsız olmadığım bir gülümsemeydi. "Kaçta?" "Aynı saatte, hep aynı saatte." "Tamam. Kulaklığıma iyi bak." Başını salladı. Dudaklarını birbirine bastırırken gözlerinden geçen parıltıyı fark ettim. "Görüşürüz o zaman." Karşımdaki yabancı arkasını dönüp giderken adını bilmediğim aklıma geldi ve hızla öne atıldım. "Hey! Adını söylemedin!" Durdu. Olduğu yerde durdu ve hafifçe yana döndü. Yarım ağız bir gülümsemeyle dudaklarını araladı. "Egemen." "Bende Lal." Gülümsedi. Gülümsedim ve gitti. Neye uğradığımı şaşırmıştım bu yabancı karşısında. Yanıma gelmişti, düşen kulaklığımı almış benimle şarkı dinlemişti, yürüyüşüme eşlik etmiş yetmemiş gibi benimle her gün müzik dinlemek istediğini ve yürümek istediğini söylemişti. İlk defa tatmıştım bu duyguyu. İlk defa biri için çabalamamıştım o çabalamıştı. Güzel bir duyguydu bu. Benim hak ettiğim bir duyguydu. Bunca zaman aksini yaşasamda... Eve ulaştığımda sebepsiz heyecanım ellerimin terlemesine sebep oldu. "Lal?" Annemin sesiyle terleyen ellerimi umursamadan salona ilerledim. Annem ve babam karşılıklı Türk kahvesi içiyordu. Gülümseyerek bedenimi annemin yanına bıraktım. "Efendim annem! Afiyet olsun, Türk kahvesi keyfi demek. Hemde bensiz..." Alt dudağımı sarkıtarak tıpkı bir çocuk gibi kollarımı birbirine bağlayıp arkamı yaslandım. "Bir büyütemedin şu kızı Şermin." "Aman Fırat! Büyümesin ne güzel küçük kalsın benim bebeğim." Annem ve babam aralarında gülüşürlerken kendimi tutamayıp annemin göğüsüne yatmıştım. Annemin eli hiç beklemeden saçlarımla buluşurken gözlerim huzurla kapandı. Gözlerim kapanırken her zamanki gibi gözlerimin önüne Barış'ın siyah gözlerinin gelmesini bekledim. Ama aksi oldu. Hiç beklemediğim gözler geldi gözlerimin önüne. Bugün tanıştığım masmavi gözler. Kaşlarımı çattım istemsizce ve hızla kalktım annemin göğüsümden. Hayır diye diretiyordum kendime. Sen Barış'a aşıksın! Sinirle yerimden kalktım. "Ben yorgunumda biraz dinleneceğim. Size afiyet olsun." Annem endişeyle yerinden doğruldu. "Anneciğim bir sorun mu var?" "Y-Yok. Dinleneceğim. İyi akşamlar..." Annem başını salladığında hızlı adımlarla merdivenlere ilerledim. Sinirim kendimeydi, öfkem kalbimeydi. Başımı iki yana sallayarak hızla odama girdim ve kapıyı kapattım. Kapanan kapıya sırtımı yasladığımda nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim. Of Barış... Ne yaptın sen bana? Kalbim neden başkası İçin atmak istemiyor? neden kalbim sen dışında bir şey için attığında suçlu hissediyorum? Afallamış bedenimi yatağıma bıraktığımda hızla gözlerimi kapattım. Tek istediğim uyumaktı. Saatlerce, günlerce uyumaktı. Gözlerim kapandıktan tahmini bir kaç dakika sonra uyku beni kollarına almıştı. *** "Akasya ve Poyraz nerede? Neden gelmediler?" Alp dudaklarındaki kahveyi masaya bırakırken ilgiyle gülümsedi. "Onlar Işık'ı görmeye gittiler. Uzun zamandır fırsat bulamıyorlardı." Başımı salladım. Işık küçük yaşta hayata yenilmiş bir kız çocuğuydu. Bir ara Akasya'nın dilinden düşmemişti hiç. Şimdi ise onun yanında olmaları içimi huzurla dolduruyordu. Bugün hafta sonuydu. O gün üzerinden bir hafta geçmişti. Tam bir haftadır eksiksiz her gün bir yabancıyla müzik dinleyerek yürüyordum. Şimdi ise her zaman olduğu gibi Alp, Birce ve Barış'la birlikte Limon kafede oturuyorduk. Sık sık telefonumdaki saate bakmam Birce'nin dikkatini çekmiş olacak ki meraklı gözlerle beni süzüyordu. Başımı ne oldu dercesine iki yana salladım. "Hayırdır Sarışın? Ne alıp veremediğin var saatle?" Omuz silktim. Sesimdeki heyecanı dizginliyemeyerek araladım dudaklarımı. "B-Bir arkadaşımla buluşacağım da..." Onlara o arkadaşın kim olduğunu söyleyemezdim. Çünkü henüz hende tam olarak kim olduğunu bilmiyordum. "Bak sen, senin bizden başka arkadaşın mı var? Kimmiş o arkadaş?" Alp'in korumacı abi tavrıyla ellerim Alp'in yanaklarını buldu. İki yana sıkmaya başladım gülerek. "Oy sen beni mi merak ettin? Oy! Sen beni kıskandın mı?" Alp yalandan yüzüne kondurduğu sinirle yanaklarını ellerimden çekti. "Kardeşimsin kızım sen benim. Söyle bakayım kim bu arkadaş?" "Bir ara anlatırım." Bu sohbetten acil kaçmam gerekiyordu. Telefonuma bir kez daha bakarak ayağı kalktım. Bu sırada sessizliğini koruyan ancak çatık kaşları üzerimde gezen Barış beni gülümsetmişti. İlk defa sinirle de olsa bana bu kadar uzun süre bakmıştı... Acaba kıskanmış mıydı? Salak Lal! Sen kimsin ki Barış seni kıskanacak? Başımı iki yana sallarken kafenin çıkışına ilerledim. Kapıyı açan elimi durduran Barış'ın sesi olmuştu. "Ben bırakırım seni. Zaten işim vardı." Hevesle başımı salladım. Acaba işi olmasa yine de beni bırakır mıydı? Hayır, hiç sanmıyordum... Barış'la Barış'ın arabasına ilerleyerek sağ koltukla yerimi aldım. "Senin ne işin var Barış?" "Eve gideceğim." Gülümsedim "Ne yapacaksın evde." "Ne kadar çok soru soruyorsun Lal. Evde ne yapılır? Dinleneceğim işte. Seni nereye bırakayım?" Yine kırılmıştım. Ama tabii belli etmemem gerekiyordu. Zaten kırıldığımı belli ettiğimde de umrunda olmuyordu. Ne fark ederdi? "Sahile." Hangi sahil olduğunu iyi biliyordu. Bize en yakın olan sahilden behsediyordum. Daha fazla soru sormadı. Bende sormadım. Bakışlarımı cama çevirip yol boyu dışarıyı izledim. Çok geçmeden sahile geldiğimizde arabayı sahilin başında durdurdu. "Sağ ol-" "Kiminle buluşacaksın?" Heyecandan dudaklarımın titrediğini hissettim. Barış bana sormuştu, kiminle buluşacağımı sormuştu! Barış ilk defa benim hakkımda bir şeyi merak etmişti. "Merak mı ettin?" Barış gözlerini kaçırarak önüne döndü ve kaşlarını çattı. Sinirlenmiş miydi? "Hayır. Öylesine sordum neden merak edeceğim ki? Hadi git buluş arkadaşınla." Başımı sallayarak dolan gözlerimi kırpıştırdım ve arabadan ayrıldım. Bu kadardı işten Barış'ın merakı, ilgisi bu kadardı. Ellerimi hırkamın cebine sokup sahile giden yolda ilerlemeye devam ettim. Saat altıya geliyordu. Her zamanki gibi aynı saatte geç kalmadan burada olmuştum. Hep buluştuğumuz banka doğru ilerlemeye başladığımda bankta oturan tanıdık bedenle yerimde durdum. Benden önce gelmişti. Beni beklemişti. Belki basit geliyordu bu heyecanım. Daha önce sevmeyi tadıp sevilmeyi tatmadıysanız en ufak bir ilgi heyecandan ellerinizi titretirdi. Buna şaşırmak olanaksız olurdu. Dudaklarımdaki gülümsemeyi bastırmaya çalışmadan ilerideki banka ilerledim. Bedenimi Egemen'in yanına bıraktığımda bakışları beni buldu. Gözleri dolu doluydu. Endişeyle bir elim Egemen'in omzuna çıktı. "İyi misin?" Başını salladı. "İyiyim diyeceğim ama inanma olur mu?" Gözlerim dolmuştu. Egemen iyi fakan değildi. İyiyim diyerek kestirip atsana buna inanmayacaktım. Her zamankinin aksine özensizdi, darmadağın olmuştu. Sarı saçları alnında özensizce dağılmıştı. "Egemen..." Ne diyebilirdim? Sorsam anlatır mıydı derdini? Yada sorularımla onu sıkar mıydım? Belkide Barış haklıdır. Çok sorularım onu boğuyordur, sıkıyordur, bıktırıyordur... Bakışları denize döndü. Öyle içli bakıyordu ki. Sonra dudaklarını araladı. "Denizler cinayet işlemezler, aslında kimseyi istemezler..." Anlamaz gözlerle bakıyordum Egemen'e ne demek istemişti? Bikinisinde astronomi şarkısının sözlerinden birini mırıldanmıştı. "Anlamıyorum seni.Sorun ne? Eğer anlatmak istersen dinlerim. Yani tabii istemeyede bilirsin. Sonuçta yeni tanıştık-" "Yedi yaşındaydım. Annem Sedef'i bana emanet edip büfeye gitmişti. Bizde Sedef'le şuradaydık." Eliyle karşısını işaret etti. Sedef dediği kız kardeşi olmalıydı. Korkarak dinlemeye başladım hikayenin devamını. "Tam şurada. Gözlerim telefondaydı hep. Sürekli oyun oynar dururdum. Sedef yanımda oturuyordu. Nereden bile bilirdim ki bir anda denize atlayacağını? Her şey bir anda olmuştu. Sedef denize düşmüş çırpınıyordu. Bende öylece kıyıda ağlıyordum. Yüzme bilmediğim için bir korkak gibi atlayamadım denize. Annem geldiğinde Sedef çoktan ölmüştü. Ben o gün katil oldum. Kardeşimin katili oldum." Burnunu çektiğinde benimde gözlerimden çoktan yaşlar akmaya başlamıştı. Egemen hayat dolu görünen aslında daha çocuk yaşta yaralanmış kendine katil diyen bir çocuktu. "O günden sonra denizlerden nefret ettim. Taki seninle nefret ettiğim bu denizin kıyısında müziklerinle yürüyene kadar. Teşekkür ederim Lal. Bana bu denizleri bir kez daha sevdirdiğin için. Galiba deniz benden aldıklarını başka şekillerde geri vermeye çalışıyor bana. " Göz yaşlarımın arasında kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Şu an ne onu avutacak cümlelerim, ne de onun ağlamasını bastıracak gücüm vardı. Sadece kollarımı boynuna dolayarak destek olabildim. Ben hep buradayım diyemedim ama "yanındayım" diyebildim. Egemen o gün bana kendini açmıştı. Bana güvenmişti, yanımda ağlamıştı. Şimdi ise kollarımda ağlıyordu. Hüngür hüngür ağlıyordu. O katil değildi. O yedi yaşındayken yara almış küçük bir çocuktu. O gün Egemen'le birbirimize biraz daha bağlanmıştık. Onun yaraları, bizi görünmez bir iple birbirimize bağlamıştı. Egemen'le ilk defa o zaman numaralarımızı birbirimize vermiştik. Artık sadece sahilde yürüyen müzik arkadaşı değildik. Aynı zamanda mesajlaşmaya, telefonla konuşmaya da başlamıştık. Egemenle gerçek bir arkadaşlığın başındaydık artık. Bizi izleyen görünmez siyah gözleri saymazsak her şey gayet iyi gidiyordu. Egemen hayatıma sevgisizliği tatmış kalbimi şoka uğratmak İçin girmiş gibiydi. Artık sorularım karşılığını en güzel cevaplarla buluyordu. Artık soru soran tek kişi ben değildim. Artık merak ettiğim kadar merak da ediliyordum. Barış'ı sorarsanız bu bir hafta onda da hiç görmediğim davranışlara yol açmıştı. Benim sorularım bitmiş, onun soruları, onun merakı başlamış gibiydi. Ama yine bir sorun vardı ki bu kez benim merakım sadece bir kişi içindi. Barış'ı unutmamıştım hala aşıktım ama artık içimden ona sorduğum cevapsız bırakılan soruları defalarca sormak gelmiyordu. Belkide bu benim yeni hayatımın yeni başlangıcıydı. Belkide yeni hayatımda merak eden değil merak edilen olmak istiyordum... BÖLÜM SONU _____________________________ Selam! Yeni bölüm karşınızda. Sizi seviyorum keyifli okumalar.❤️ BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ? Oy verip yorum yapmayı unutmayın WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var aynı zamanda mesajda atabilirsiniz💙 TikTok: petrichor0_1 İnstagram: peteichor_0 ✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨ _____________________________ |
0% |