Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23. Bölüm: Annemi̇z

@peteichor_

"Hayat inandığınız yerde başlıyordu. Ne kadar inanırsak o kadar karşılığını alıyorduk. Mucizeler istiyorsak önce mucizelere inanmalıydık."


23. BÖLÜM: ANNEMİZ


Yanıma aldığım olmazsa olmaz kırmızı battaniyemi bedenime sararak parmak uçlarımda ilerleyerek sessizce çadırdan çıktım. Saat gece 3, herkes uyuyordu. Bugün kampın son gecesiydi. Poyraz'dan aldığım, 'gelsene özledim.' Mesajıyla kendimi burada bulmuştum. Etraftaki tek ses gecenin sessizliğiydi. Poyraz'ı elleri cebinde, arkası dönük, hafifçe sallanırken fark ettiğimde gülümsedim. Yavaş adımlarla arkasından yanına ulaşıp kollarımı beline sardım. Yanağımı Poyraz'ın suratına dayadığımda gözlerim istemsizce kapanmıştı. Poyraz'ın da elleri ellerimi kavrarken çok geçmeden kollarımı ondan ayırmadan önüne geçtim. Poyraz'la dudaklarımız oldukça yakındı. Yanaklarımın ısındığına hissederken arsızca parmaklarımın üzerine yükselerek gülümsedim.


"Çok mu özledin?"


"Bilmem, çok mu özledim?"


Poyraz'ın bir eli belimdeki yerini diğer eli yanağımdaki yerin alırken parmakları yanağımda usul usul geziyordu. Dokunuşları vücudumda titremeye yol açarken Poyraz'ın dudakları yavaş hareketlerle dudaklarıma kapandı. Dudakları dudaklarıma kapandığında hareketleri hızlandı. Dudakları dudaklarımda olabildiğince tutkuyla hareket ediyordu. Dudaklarının tadı hiç bıkmayacağım bir tattı. Poyraz'ın öpüşü hızlanırken dudaklarımız ayrılmadan çaprazımızdaki ağaca doğru bedenimi döndürerek ağaca yasladı. Parmaklarım Poyraz'ın ensesinde oyalanırken Poyraz dudaklarımı daha hırslı öpmeye başladı. Çok geçmeden dudaklarım Poyraz'ın dudaklarından ayrıldığında ikimizde nefes nefeseydik. Poyraz'ın nefesi dudaklarıma çarparken benimde nefesim onun dudaklarındaydı.


"Akasya... Akasya'm. Seni seviyorum demek istiyorum ama yetersiz. Yetecek başka kelime, başka ifade arıyorum ama yok. Ben şimdi ne diyeyim sana? Nasıl göstereyim kalbimdeki seni sana? Keşke görsen. Keşke bendeki seni görsen de anlasan."


Poyraz'ın sesi öyle titrek çıkmıştı ki... dudaklarımı hafifçe araladım.


"Sesin titriyor."


"Sesim, dizlerim, nefesim senin sevgin beni tir tir titretiyor Akasya."


Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde gözlerim yerdeki kırmızı battaniyeyi buldu. Öyle tutkuyla öpüşmüştükki omuzlarımdan yere düşen battaniyeyi bile fark etmemiştik. Elimle yerde duran battaniyeyi işaret ettiğimde Poyraz'ın da gözleri gösterdiğim yere değdi.


"Kör olmuşuz."


Poyraz'ın alaylı sesiyle başımı salladım.


"Hemde nasıl."


Önden ilerleyerek kırmızı battaniyeyi aldım. Poyraz arkamdan gelip elimi kavradığında dereye inen yola doğru sessizce yürüdük. Dereye yakın bir yerde durduğumuzda en müsait yere oturduk. Poyraz'la dizlerimiz birbirine değerken üzerimdeki geniş battaniyeyi Poyraz'a da sardım. Her zamanki gibi kırmızı battaniye ikimizi de ısıtmaya yetiyordu.


"Anlatsana Poyraz, bunca sene ne yaptın?"


Poyraz nefesini kuvvetlice dışarı verdi. Daha sonra bakışlarını önümüzden akan dereye sabitledi. Dudaklarını usulca araladı.


"Sen gittikten sonra yetimhane bana dört duvardı. Öyle çok üzülüyordum ki. Aileme olan merakım bile kalmamıştı. Çünkü benim asıl ailem gitmişti... O an bana ailemi tanıma şansı mı yoksa senin geri gelmen mi diye sorsalardı ben seni seçerdim. Ama sormadılar. Seçmeyeceğim bir seçenek zaten karşıma çıktı. Sonra her şey hızlıydı. Ailem on yaşındayken beni aldı oradan. Sonrası büyümeyi beklemekle geçti. Hep diyordum kendime. Önce büyüyeceğim sonra onu bulacağım. Ben seni hep o beş yaşındaki halini hatırladım. On dokuz yaşına geldim ama ben hala senin o beş yaşındaki hallerinin hayalini kurdum. Sonrasını biliyorsun senin ölüm haberin... her neyse Akasya. Yaşamak zordu. Anlatmak daha da zor..."


Elimin tersiyle gözlerimden akan yaşları silerek burnumu çektim.


"Nefret ediyorum ağlamandan."


"Poyraz..."


"Akasya ağlama. Kalkar giderim."


Başımı salladım hızla. O an fark ettimki Poyraz'ın da sesi ağladığını ele veriyordu. Elimle Poyraz'ın kendime çevirmeye çalıştım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı.


"Sen neden ağlıyorsun? Ne oldu Poyraz?"


"Sen ağlayınca benimde ağlayasım geliyor."


Hafifçe gülerek Poyraz'ın göğüsüme yasladım başımı.


"Tamam sustum."


"Sen anlat. Gittikten sonra ne yaptın?"


Poyraz'ın sorusuyla bu kez nefesini dışarı veren bendim.


"Senden gittikten sonra her gece rüyalarımla buluştuk. Birlikte bulutlardan şekiller çıkarttık, Çiçek yetiştirdik, gece kaçıp salep içtik, sen kalp çizdin bende içini boyadım. Pikniğe gittik... bir sürü şey yaptık seninle. Sen bilmiyorsun ama biz seninle çok vakit geçirdik."


Poyraz dudaklarını alnıma yerleştirdiğinde dudaklarımı yeniden araladım.


"Sonra ilk okula başladım. Bir tane salak her gün eve gitmek istiyorum diye ağlıyordu. Derste teneffüste sürekli ağlıyordu. Sonra gidip ona çikolata almıştım. Ağlamazsan sana veririm demiştim o da bir tane daha verirsen ağlamam demişti. Alp... İlk tanıştığım senden sonraki ilk arkadaşım, kardeşim... Daha sonra Lal'le tanıştık. Barış ve Birce'de sitemizden arkadaşımızdı. Sonrasında o dört kişiden başka hayatıma kimseyi almadım. Bir ailem birde bana aile olan o insanlar. Kimseyi ne sevmek istedim ne de kimse tarafından sevilmek. Beni biri sevecekse o sen olmalıydın. Sonra bundan aylar önce bir tane çocukla tanıştım. Sürekli benim yerime kararlar almaya çalışan, sonrasında onun kararlarına uyduğumuz bir çocuk. Kalbim Belkide ilk defa heyecanla attı. Kendimden nefret ettim. Bana ihanet eden kalbimdende... Halbuki benim kalbim sadece senin için atmalıydı. O aralar kendimle oldukça kavgalıydım. Ve sonra aslında kalbimin yine gidip doğru insan İçin attığını öğrendim. Senin için kendini saklayan kalbim seni arayıp buldu ve yeniden senin için atmaya başladı."


Poyraz'ın gözlerinden dökülen göz yaşları saçlarıma karıştığında gözlerimi kırpıştırarak yerimden doğrulmaya çalıştım ancak Poyraz'ın kolları doğrulmamı engelledi.


"Kalkma. Hep burada yat. Keşke daha derinlere inebilsen. Keşke seni kalbime saklayabilsem."


"Ben zaten orada saklanıyorum."


O saatten sonra ne Poyraz konuşmuştu ne de ben. Tek yaptığımız yaldızları izlemek ve sessizliği dinlemekti. Poyraz'ın sessizliği duyduğum en güzel gürültüleri bastırıyordu. Hayat asla sandığımız gibi değildi. Çoğumuz mucizelere inanmazdık. Bu çoğunluğa bende dahildim. Mucizeleri saçmalık bulurdum. Eğer bir yetimhaneye doğduysanız. Ne bir mucizeniz olurdu ne bir umudumuz. İşte tam tüm umutlarımı kaybetmişken karşıma, on üç sene sonra yetimhaneyi dört duvar olmaktan çıkartan o altı yaşındaki çocuk çıktı. Ama artık ne o altı yaşında umutsuz bir erkek çocuğu ne de ben beş yaşında mucizelerden bir haber kız çocuğuydum. O karşımda on dokuz yaşında bambaşka genç bir adamdı. Bende onun karşısında son gördüğünün aksine bambaşka on sekiz yaşında bir kızdım. O beni ilk tanıdığında ben Akasya'ydım. O Poyraz. Sonra bir daha tanıştık bu kez ikimizde biz değildik. Ben Asya'ydım. O Efe. Sonra öyle bir şey oldu ki. O yeniden Poyraz oldu ben de yeniden Akasya. Ve biz yine bir araya geldik. Umudunuzu kaybetmeyin. Mucizelere inanın. Hayat inandığınız yerde başlıyordu. Ne kadar inanırsak o kadar karşılığını alıyorduk. Mucizeler istiyorsak önce mucizelere inanmalıydık.


Son gece Poyraz'la yıldızlar eşliğinde o dere kenarında saatlerce oturduk. Sonrası çok hızlı gelişti. Sabah oldu. Servise bindik, okula geldik ve sonra eve döndük. Şimdi ise odamda kucağımdaki Mucize'yle yatağımda uzanıyor beyaz tavanı izliyordum. Kamptan döneli saatler olmuştu. İki günün yorgunluğunu kavuştuğum sıcacık yatağımın sayesinde atmaya başlamıştım. Telefonuma gelen bildirim sesiyle heyecanla yerimden doğrulup telefonuma baktım. Kesin Poyraz uyanmıştı! Mesajı gördüğümde önce kaşlarım istemsizce çatıldı sonra... Sonra kaza günü aklımda canlanmaya başladı. Bir fotoğraf. Ama hangi fotoğraf? Ah! Düşüncelerimi bir kenara bırakarak Sarp'ın haftalar sonra attığı mesaja baktım.


"Akasya. Bir saat sonra sahilde seni bekliyor olacağım. Sizin siteye yakın sahil. Lütfen gel."


Mesajı okuduktan sonra hiç bir şey söylemeden telefonu yatağımda yanıma bıraktım. Saat akşam yediye geliyordu. Sarp neden beni çağırmış olabilirdi? Ve bir mesaj sesi daha sardı boş odayı.


"Lütfen kimseye bir şey söyleme."


Aklım iyice karışmış bir şekilde yatağımdan kalktım ve dolabımın önünde durdum. Dolaptan çıkarttığım eşofman, hırka ve Tişörtle hızla giyinmeye başladım. Neler olduğunu anlamamıştım ama meraklanmıştım. Sarp kazadan sonra ne okula gelmişti ne de aramıştı. Ona fazlasıyla kırgındım. Biz iyi bir arkadaştık ve aramaması beni kırmıştı. Düşüncelerimin arasında merdivenlerden hızla indiğimde annemin sesiyle kapı kolundaki kolumu durdurdum. Dudaklarımı birbirine bastırarak dudaklarıma yerleştirdiğim telkin edici gülümsemeyle anneme döndüm.


"Nereye kızım?"


"Şey... Lal'le yürüyeceğiz de. Evet Lal!"


Ah salak Akasya! Artık oturup yalan söyleme antrenmanları yapacaktım. Resmen yeni karar vermiş gibi söylemiştim. Annem beni kısaca baştan aşağı süzdükten sonra pek ikna olmamış gözlerle gözlerime baktı.


"Geç kalma."


"Tamam! Seni seviyorum."


Annemin yanaklarımı öperek evden çıktığımda adımlarımı sahile yönelttim. Poyraz'a haber verip vermemem gerektiğini bilmiyordum ama Sarp özel olarak kimseye söylemememi söylediğine göre şimdilik bende kalabilirdi. Hem Poyraz'ın uykusunu bozmamış olurdum hemde endişelenmemesini sağlardım. Sıkıntıyla iç çekip gözlerimi önünde durduğum denizin üzerinde gezdirdim. Bir süre denizin berrak suyunu izledikten sonra Sarp'ın paramparça bedeni göz hizama girdi. Göz altları mosmordu. Son gördüğüme göre oldukça zayıflamıştı. Saçları darmadağındı. Endişeli gözlerle bir kez daha Sarp'ı süzdüm ve sesimin şaşkınlıkla yüksek çıkmasını engelleyemeyerek dudaklarımı araladım.


"S-Sarp? Ne bu halin? Ne oldu sana?"


Hiç bir şey söylemedi. Dolu gözlerle cebindeki resmî çıkarttı ve titreyen elleriyle bana doğru uzattı. Çatık kaşlarla kendimi zorlayarak fotoğrafı Sarp'ın elinden aldığımda başımın döndüğünü hissediyordum. Bu fotoğraf... Oydu. O gün olanlar aklımda bir bir hayat buldu. Eşyalarımı Sarp'ın annesi ve babasının odasına bırakmam, odadan çıkarken takı kutusuna çarpmam, takı kutusunda bulduğum resim ve koşarak oradan ayrılmam. Elim başımın üzerine giderken Sarp telaşla kolunu sıkıca belime sardı.


"İyi misin?"


Sarp geldiğinden beri ilk defa dudaklarını aralamıştı. Başımı sallamakla yetindim. Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. göz yaşlarım o günü hatırladığımda kendini birer birer gözlerimden bırakmaya başladı. Sarp az ilerideki Banka doğru belimden destek vererek ilerlettiğinde nazikçe oturmamı sağladı. Oysa benim tek yaptığım elimdeki fotoğrafa bakmaktı. Fotoğrafıma bakmaktı...


"Öldü Akasya. Annemiz Öldü."


Elimdeki fotoğraf yere ulaşırken ellerim olduğu yerde kalmış tir tir titriyordu. Dudaklarımı zar zor aralayacak gücü bulduğumda nefesimin titrediğini hissediyordum.


"Annemiz? An-annemiz? Ne dedin sen?"


Sarp çatık kaşlarla serçe burnunu çekti ve gözlerini gözlerimle buluşturdu.


"Annemiz. Aysel Selvi. Öldü. İki gün önce öldü. Kapına geldim. Sana her şeyi anlatmaya geldim. Anneni son kez görmek isteyeceğini düşündüm. Ölüyordu Akasya! Öleceğini biliyordu. Öleceğini bende biliyordum! Geldim Ya geldim! Ailene, Poyraz denen o çocuğa her şeyi anlattım. 'İyi olmadığını ve bunu bilmemenin sana sıkıntıdan başka bir şey getirmeyeceğini' söylediler. Gittim Akasya o gün gittim. Annem öldü. Eridi gözlerimin önünde. Ama artık dayanamıyorum. Bu acıyor tek başıma kaldıramıyorum. Akasya sen benim kız kardeşimsin... Orada acılar içinde kıvranarak ölen kadın seninde annendi."


Ayağa kalktığımda sendelemeye başladım. Kulaklarım uğulduyordu. Gözlerim bulanık görüyordu. Tüm bedenim tir tirtitriyordu. Söylediklerini ne duymak ne anlamak istiyordum. Sarp adımı haykırırken tek yaptığım şoktan bilincini kaybetmiş bedenimi Sarp'ın kolları arasına bırakmak olmuştu.


Aysel Selvi 10 Ocak 2005 ;


Kucağımdaki bebekle kıvrana kıvrana hiç istemediğim o binaya ilerliyordum. Kucağımdaki bu bebek günahımın tohumuydu. Bu bebek benim aşkımın günahıydı yalnızca. Sevdiğim adamdan olan güzel bebeğimi kalbimdeki acıyla karşımdaki binaya bırakmaya gidiyordum.


Sevdiğim asıl aşık olduğum adam, Ferman...Bizi ayıran hayat olmuştu bizi ayıran babam olmuştu. Beni zengin bir adamla evlendirmiş hayatını kurtarmayı dilemişti. Evliliğimin üzerinden geçen iki yılın sonunda sevdiğim adamla son kez buluşmak için dağ evine gitmiştim. Her zaman buluştuğumuz o eve... Ve hiç beklenmedik olaylar kendiliğinden gelişmişti. O gün yalnız girdiğim o evden, karnımdaki kız çocuğuyla dönmüştüm. Çaresizdim. Onu aldırmazdım, öldüremezdim. Onu kalbimde büyüteceğime söz vermiştim. Taki zorla evlendirildiğim adam, Ahmet'in şüpheyle üzerime yürüdüğü güne kadar. Son zamanlarda hareketlerim tavırlarım onun aklını iyice karıştırmış Ve ettiğimiz büyük kavgaların arından karnımdaki bebeğimin DNA testi için doğmasını bekliyordu. Ve biliyordum ki eğer o test istemediği bir sonuç verirse ne kızımı elimde bırakır nede evde beni bekleyen bir yaşındaki oğlumu. İçimdeki acıyla kalbimdeki sızıyla doğduğu gün götürdüm onu. Tek yapabildiğim doğarken öldüğünü söylemek oldu. Çaresizce gittim o binaya. Kapısının önüne bıraktım güzel bebeğimi. Tek bir isteğim vardı. Adı Akasya olmalıydı.Adı gibi yaşamalıydı. Dünyalar güzeli bir çiçek olarak yaşamalıydı. Gözlerim bir kez daha pusetin üzerinde duran not kağıdını buldu. 'Adı Akasya' yazıyordu yalnızca. Kalbim daha fazla bu görüntüyü kaldıramazken son kez fısıldadım.


"Özür dilerim bebeğim. Yanlış anneye doğdun..."


Göz yaşlarım ve hıçkırıklarım eşliğinde bebeğimi bırakıp o kabusum olan binadan koşarak uzaklaştım. Karnımdaki sancı bile engel olamadı koşmama. Kalbimdeki acı karnımdaki sancının önüne geçmekle meşguldü. O gün o binaya sadece bebeğimi bırakmakla kalmamıştım kalbimi de bırakmıştım. Sevdiğim adamdan olan ilk ve tek çocuğu oracıkta bırakıp gitmiştim....


Aysel Selvi 10 Ocak 2009;


"Doğum günün kutlu olsun güzel kızım."


Beyaz binanın demirliklerinden içerideki kıza bakıyordum. Yanındaki çocuğun ona Akasya diye seslenişi tüm sır perdelerini aralamıştı. Uzun uğraşlar sonucu bu yetimhanede yalnızca bir kız çocuğunun adının Akasya olduğunu öğrenmiştim. Bugün ise güzel kuzumun doğum günüydü. O bilmiyordu ama o bugün doğmuştu. Onun doğumu benim ruhumun ölümüyle sonuçlanmıştı. O an anlık karanlıkla çıkarttığım fotoğraf makinesinden bir kare yakaladım. Kızıma dair yalnızca bir fotoğraf karesini bile hak etmediğimi düşünsemde engel olamadım kendime. O fotoğrafla, yüreğimdeki tazeliğini koruyan acıyla oradan öylece ayrıldım...


Aysel Selvi 11 kasım 2023; 


"Anne yapma! Umutsuz olma yapma dayanamıyorum."


Gözlerim ağlamamak İçin direnirken baş ucumda kavranan oğluma döndüm. Ölmek üzere olduğumu öylesine farkındaydım öylesine farkındaydım ki oğluma telkin edici de olsa bir kaç kelime söylemekten acizdim.


"Oğlum, kardeşini bul..."


Sarp anlamsız gözlerle gözlerime bakarken yerimden hafifçe doğruldum. Hastalık bedenimi iyiden iyiye ele geçirmişti.


"Ne kardeşi anne? Kayıp değiller evdeler zaten."


Sarp anlamamıştı. Yüz ifadesi sabitken gözlerime bakmayı sürdürdü.


"Akasya... yeni soyadıyla Akasya Balca. Bul onu, kardeşini bul."


Dudaklarımdan dökülen kelimeler Sarp'ın yüzünün donmasına sebep oldu. Onu daha fazla çaresiz bırakmamak adına başımdan geçen her şeyi dinlene dinlene anlattım ona. Her şeyi oğluma hıçkırıklarla anlattım. Sarp anlattığım onca şeye rağmen hiç bir şey söylemeden odadan çıkıp gitmişti. Bildiğim bir şey varsa o da Sarp'ın Akasya'yı ne yapıp edip bulacak olmasıydı.


Aysel Selvi 10 Mart 2023;


"Bitti Sarp... Bittim... Sarp son bir kez göreyim kızımı. Ölüyorum sarp. Son kez..."


Cümleler güçlükle dudaklarımdan dökülürken Sarp çaresizce baş ucumda tek tel saç olmayan başımı okşuyordu. Burnunu sertçe çekerek dudaklarını elime bastırdı.


"Söz annem, söz getireceğim onu sana. Bir dahakine Kardeşimle geleceğim sana söz."


Sarp daha fazla bir şey söylemeden hızlı adımlarla yanımdan ayrıldı. Umuduma sarılıp onu beklemekten başka bir çare bırakmamıştı bana. Tek isteğim kuzumu son kez görebilmekti. Ölürken gözlerimi huzurla kapatmaktı... Onu göremesem bile biliyordum. Mutluydu benim aksime iyi bir ailesi vardı. Sarp bana Akasya'yla tanıştığını her detayını anlatmıştı. Bu heyecan bile yetmişti bana. Kızımın kardeşiyle geçirdiği tek bir dakika bile yetmişti huzura kavuşmama... O günden sonra Umutsuz bir bekleyiş içinde günler günleri kovalıyordu Sarp çaresizdi. Ne bir şey söylüyordu ne de avutacak bir kaç cümle çıkmıyordu ağzından. Sanki susmuş ve ölümümü bekliyorduk. Akasya gelmemişti. Kızımı son kez görememiştim. Ama olsun dedim kendime. Sen zaten onu görme hakkını onu bıraktığın ilk an kaybettin... kendimi daha Farklı avutamazken çektiğim vicdan azabı, eriyen ruhum, kaybolan umutlarımla gözlerimi sonsuza dek kapattım...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%