Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.Bölüm: "Maşa Ve Koca Ayi"

@peteichor_

Aşık olmak cesurların işiydi. Hiç bir korkak aşık, hiç bir aşık korkak olmamalıydı. Bu iki zıtlık birbiriyle aynı cümlede yer alamayacak kadar yakışmıyorlardı. Aşk cesareti, cesurlar aşkı doğururdu ve denklem tamamlanırdı.


24.BÖLÜM: "MAŞA VE KOCA AYI"


Birce Sezer'in ağzından:


Dudaklarımla buluşturduğum kadehi sertçe yeniden masaya bıraktım ve arkama yaslandım.


"Ben aldatılacak kızmıydım? Konuşsana! Alp."


Alp dudaklarını birbirine bastırmış, kontrolsüzce eline geçen tüm kadehleri bitiren beni izliyordu. Giderek kaybolan şuurum saçmalamam için beni desteklerken, Alp kolları birbirine bağlı bir şekilde saatlerdir saçmalamamı sabırla dinliyordu.


"Hayır güzelim. Sen aldatılacak kız değilsin. Asıl aldatılacak olan kız benim.."


Alp her zaman olduğu gibi yeniden söylediklerimi desteklerken rahatlamış bir şekilde nefesimi verdim. Elimdeki kadehi kaldırıp yeni bir kadeh isteyeceğim sırada Alp elimdeki kadehi aniden çekerek cıklamaya başladı.


"Güzelim yavaş. Bak kötü oldun eve bırakayım artık seni..."


Panikle başımı iki yana sallayıp istemsizce ağzımı yayarken kollarımı birleştirip masaya doğru eğildim.


"Olmaz. Babam beni bu halde görürse bu beni son görüşün olur."


Alp nefesini sıkıntıyla dışarıya verirken bir eliyle çenesini kaşıyor düşünürken etrafını izliyordu. O sırada içimden gelen seslere kulak verip mekanın içinde yankılanan sesle yerimden ayaklandım. Elimi yumruk yapıp mikrofon olarak kullanırken gülüşüm büyümüştü. Kulaklarıma dolan şarkıları tekrar ederken Alp kahkahalarla beni izliyordu


"Hadi seni sevdim diyelim bir daha. Gözümü karartıp yeniden taptığımda."


Cümleler dudaklarımdan olabildiğince zorlukla çıkarken pes etmeyerek bu kez dans etmeye de başlamıştım. Kendimce eğleniyor ve Alp'e bakarak şarkı sözlerini tekrarlıyordum.


"Değişecek misin? Söyle Değişebilecek misin, zalim? Değişecek misin? Söyle

Değişebilecek misin, zalim?"


Alp başını iki yana sallarken hala gülüyordu. Bu kez usulca ayağa kalkıp yanıma geldi ve belimden beni kendine çekerek şarkı sözlerini tekrarlayan dudaklarımı takip etti.


"Zalim, oyunbozan, Sen de bu büyü de yalan. Gelip de bi' tanem olmaya ne hakkın var?"


Dudaklarımdan bu kez sözcükler fısıltıyla çıkarken keyifle gülmeye devam ediyordum. Bir anda içimden gelen tehlikeli sesle Alp'in omuzlarından hızla itip düşme tehlikesiyle, dönen başımı umursamadan sandalyeye çıktım.


"Kapat şarkıyı! Kapat!"


Elimdeki yapay mikrofonla sinirle DJ tarafında oturan adama seslendim. Adam bir an afallasa da müziği durdurduğunda bir kez daha araladım dudaklarımı.


"Evet! Herkes beni dinlesin!"


Bir elim havada Alp'i işaret ederken diğer elim mikrofon görevinde dudaklarımın altındaydı.


"Ben Birce Sezer!"


Alp dudaklarını birbirine bastırdığında merakla söyleyeceklerimi dinlemeye koyuldu.


"Ben Birce Sezer. Alp Soylu'ya aşık oldum. Ben Alp Soyluya deli gibi aşık oldum! Oh be rahatladım ohhh!"


Sözcükler dudaklarımdan birer birer firar ettiğinde Aylardır verdiğim en rahat nefes dudaklarımdan döküldü. Dudaklarımdaki gülümseme büyürken dönen başım, daha fazla ayakta kalmamı sağlayamadı ve kendimi bir anda Alp'in kucağında buldum. Alp'in gözlerinde gördüğüm duygu karmaşasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir anda mekandan yükselen alkış sesleriyle gözlerim etrafa kaydı. Dj tekrar biraz önceki şarkıyı devam ettirirken Alp'in kollarında sızmadan önce dudaklarımdan son dökülenler Yalın'ın sevdiğim şarkı sözleri olmuştu.


"Gelip de bi' tanem olmaya ne hakkın var?"


***


Gözlerimi zorlukla açarken bir elim başımın üzerine gitmişti. Yüzümü buruşturarak yataktan doğrulduğumda gözlerim etrafta bir süre gezindi. Ben neredeydim? Burası benim odam değildi! Burası... Burası Alp'in odasıydı! Ve ben dün gece deli gibi içtiğimi hatırlıyordum. Kim bilir neler yapmış nasıl saçmalamıştım. Ah! Gözlerim bir süre etrafta gezdirdiğimde odanın köşesindeki koltukta uyuyan Alp dudaklarımın iki yana kıvrılmasına sebep oldu. Yerimden usulca kalktığımda üzerimde hala dün gece ki kıyafetlerin olması yüzümdeki gülümsemeyi genişletti. Bir erkeği en iyi tanımanızın iki yolu vardı. Birincisi yanında sarhoş olduğunuzda, ikincisi ise ondan ayrıldığınızda. İşte o zaman gerçek karakteri gün yüzüne çıkardı. Ve ben zaten tanıdığım Alp'i bir kez daha tanıma Fırsatı bulmuştum. Usulca ayağa kalktığımda komidinin üzerinde duran telefonlarımıza gözüm takılırken Alp'in telefonunun ekranında gördüğüm mesaj anneme aitti. Merakla mesaja girdim.


"Serpil teyzeciğim. Merhaba... Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bugün Birce'nin okulda biraz morali bozulmuş. Bizde arkadaşlarla toplandık film gecesi yapmaya karar verdik. Senden izin alamayacağını düşündüğü İçin ben haber vermek istedim."


"Tamam oğlum. Dikkat edin Birce'me göz kulak ol evladım."


"Siz merak etmeyin. İyi günler öpüyorum ellerinizden."


"İyi günler çocuğum."


Mesajlardan çıkıp gözlerim dolu dolu ekranı karartarak Alp'in uyuduğu koltuğa ilerledim. Bu ince düşünceli halleri beni öyle mutlu ediyordu ki bazen Alp'i kalbimin en derin köşesinde saklamak istiyordum. Düşüncelerimin arasında Gözlerim Alp'in yüzüne kaydığında gülümsedim. Öyle güzel uyuyordu ki... Bir filmin en güzel sahnesi, en sevdiğim şarkının nakaratı, en anlamlı şiir dizesi gibiydi. Bakımlı, gür saçları alnında dağılmış, biçimli, kafisli kaşları hafif çatık, güzel dolgun dudakları aralık öylesine nadide bir tablo gibiydi. Alp'e olan sevgimi dudaklarım Alp'in dudaklarıyla buluştuğu gün anlamıştım. O gün dudaklarımdan çıkan arzu kalbimi körüklemişti. Aklım başıma oldukça geçte gelse akıllanmıştım sonunda! Fakat büyük bir sorun vardı. Mert... Mert ayrıldığımızdan bu yana günde onlarca mesaj atıyor boş tehditlerini eksik etmiyordu. Alp'e olan yakınlığımı fark etmiş olmalı ki bu kez sadece benimle kalmayıp Alp'le de tehtid etmeye başlamıştı. Kendi canımı göz arda etsemde onun canını göz andı edemezdim. Alp'e zarar gelmesindense sevgimi kalbimde yaşatmaya karar vermiştim. Taki düne kadar. Düne dair tek hatırladığım Alp'e olan aşk itirafımdı. Sevgim ikimizi yaşatmaya yetecek miydi bilmiyordum ama sevgim kalbimden taştıkça nefesimi keseceğini hissediyordum. Dolup taşan sevgim sonunda Alp'in kalbine dökülüvermişti hiç beklemediğim bir anda. Ellerim düşüncelerimin arasında Alp'in saçlarında gezinirken dudaklarımdaki gülümseme giderek daha da büyüyordu. Alp hafifçe gözlerini kırpıştırırken heyecanla saçlarındaki parmaklarımı ateşe değmiş gibi hızla geriye çektim ve heyecandan göğüsüme fazla gelen kalbimi yerinde tutabilmek için nefesimi bir anlığına tuttum. Şu an nefes almak bile kalbimi heyecandan dışarıya çıkartabilirdi!


"Uyumuş muyum Ya?"


Alp mırıldanarak yerinden doğrulduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. Ellerimi arkamda birleştirdiğimde Alp gülümseyerek heyecandan kızarmış olduğuna emin olduğum yanaklarımı seyrediyordu. Bir süre bakışmayla geçen sessizliğimizi Alp usulca ayağa kalkarak bölmüştü. Arkamda birleştirmiş olduğum ellerimi iki eliyle arkamdan alıp bırakmadan dudaklarına götürdüğünde gözleri gözlerimden bir saniye ayrılmamıştı. Hareketleri öylesine yavaştı ki onun yavaşlığı aksine kalbimi giderek daha da hızlanıyordu. Sırayla ellerime dudaklarını bastırdığında vücudum öylesine titredi ki ansızın bildirim gelen bir cep telefonu gibi hissetmeme sebep oldu. Nolur vücudumdaki bu arsız titreşimi Alp fark etmemiş olsun! Alp sağ elimi bırakıp diğer elimi avucunun arasana alarak gözlerini ve yönünü odanın kapısına çevirdi ve kapıya doğru ilerledi.


"N-Nereye?"


"Kahvaltı yapacağız. Sana sosisli yumurta yapacağım. Ve çok sevdiğin papatya çayından!"


Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken kaşlarım istemsizce çatılmıştı.


"Sen benim sosis ve Papatya çayı sevdiğimi nereden biliyorsun?"


Alp dudaklarındaki şefkatli gülümsemeyle merdivenlerin önünden yüzüme doğru dönerek diğer elini saçlarımda gezdirmeye başladı. Ah işte kalbim yine düşmanıymışım gibi hızla atmaya başlamıştı.


"Kahvaltılarda onca kahvaltılık içinde çatalının en çok sosise uzanmasından, poşet papatya çayını çantandan eksik etmeden her gittiğin yerde sıcak su isteyişinden... Birce Sezer, ben sana dair her şeyi ezberimde tutuyorum. Bakma, ezberim iyi değildir! Benim tek ezbere bildiğim şey sensin..."


Yutkundum. Zorlukla yutkundum. Benim tek ezbere bildiğim şey sensin... işte defalarda kafamın içinde yankılanan bu cümle gözlerimden süzülen yaşların sebebiydi. Ezberinde olduğum bir insanın aşkını bunca zaman görememek körlük değil aptallıktı. Göz yaşlarım daha da çoğalmak istiyordu, Alp'in göz yaşlarımın üstüne bastırdığı dudakları biraz daha istiyordu dokunuşlarını. Sonsuza kadar öpülmek istiyordu göz yaşlarım.


"Ağlama civciv. Sen ağlayınca bir tuhaf oluyorum ben. Böyle nefesim kesiliyor sanki."


"Alp... Sen çok güzelsin. Sen öyle güzelsin ki..."


Alp göz yaşlarımda usulca parmaklarını gezdirerek teker teker sildi hepsini. Dudaklarını son kez gözlerime bastırdıktan sonra yeniden elimi elinin içine hapsederek merdivenleri adım adım inmeye başladı. Adımlarım adımlarını takip ederken aklıma Alp'in ailesi geldi. Ne Yani burada birlikte olduğumuzu biliyorlar mıydı? O haldeyken eve nasıl gelmiştik kim bilir! Ah salak kafam...


"Alp dur! Şey... Annenler nerede?"


Alp yandan bir bakış attıysa da adımlarını yavaşlatmadan aynen devam etti aşağı inmeye.


"Halamlarda onlar. Bir süre ev bana kaldı anlayacağın. Utanma yani civciv!"


Alp dalga geçerek güldüğünde sinirle mutfağın önündeki adımlarımı durdurdum.


"Ne utanması? Neden utanacak mışım? Sanki ne yaptık ki? Neden utanacağım Alp söylesene Ya!"


"Eve girdiğimizde kollarımdaydın ve tüm gece şarkı söyledin civciv... Hayatımın en güzel gecesiydi!"


Vücudumdaki tüm kan yakalarıma nüksederken Alp durduğu yerde göz kırptıktan sonra mutfağa adımladı.


"Demek küçük civciv beni seviyormuş ha? Senden itiraf duyabilmek için seni sarhoş edeceğiz anlaşılan."


"Alp biraz daha konuşursan sosis yerine seni yerim!"


"Bana uyar."


Biri şu çocuğa beni utandırmaması gerektiğini ve bu kadar etkileyici göz kırpmaması gerektiğini söyleyebilir mi? Yoksa karşısında güneşte kalmış dondurma gibi eriyip kalacağım ve emin olun ki hiç zor olmayacak!


"Güzelim dolaptan salatalık çıkartır mısın?"


Harika! Alp konuyu kapatmayı seçmişti. Hızla dolabı açıp salatalık ve domatesin olduğu bölmeden bir tane salatalık çıkarttım.


"Domateste ister misin?"


Sorum Alp'e ulaştığında çarpık bir gülümsemeyle karşılık verdi.


"Yok, domates harcamayalım şimdi. Senin yanaklarını yiyelim hem ben pek bir fark göremiyorum."


Sinirle Alp'in üzerine yürüdüğümde boyunun uzun olmasına içimden bir küfür savurup söylenerek Alp'in göğüsüne yumruklamaya başladım.


"Ya sen ne uyuz, ne gıcık, ne çekilmez, ne baş belası-"


"Ne aşık..."


Alp kollarımın altından tek hamleyle tıpkı bir bebeği kaldırıyormuş gibi bedenimi havaya kaldırarak nazikçe tezgaha bıraktığında yeniden kalbimin hızlandığını hissetmiştim. Bir anda vücudumdaki tüm sinir çekilirken yerini heyecana bırakmıştı.


"Şimdi civciv sen güzelce oturacaksın bende bize kahvaltı hazırlayacağım. Al bakalım şunu da şarkı aç bize Dj'miz sensin!"


Gülümseyerek Alp'in uzattığı telefonunu alıp müzik listesine girdim. O sırada Alp buz dolabından çıkarttığı yumurta, domates, peynir, sosis gibi gereken tüm malzemeleri tezgaha dizmekle meşguldü. Müzik listesinden dünkü anılarımızı tazelemek istercesine yeni bir yalın şarkısı başlattığımda tezgahtan sarkan ayaklarım, şarkının melodisiyle uyumlu ileri geri havalanıyordu. Müzik eşliğinde Alp'i izlerken Alp doğradığı salatalıklardan bir dilimini dudaklarıma yaklaştırdı. Her hazırladığı kahvaltılıktan dudaklarıma götürüyordu. Seve seve aralanan dudaklarım midemdeki gurultuları bir süre bastırmaya yetmişti.şarkının nakaratında tezgahtan atlayıp sesimi olabildiğince yüksek tutarak Alp'i elinden çekiştirdim ve mutfağın ortasına çektim.


"Tatlıyla balla sen kes diye söz olurum. Kırmızı şalla gelirsin diye yol olurum. Beklesem burada ne az olurum ne çok olurum. Ama hiç olurum"


Bir yandan şarkıyı tekrarlıyor bir yandan dans ediyorduk. Alp beni etrafımda döndürüp kendinden biraz uzaklaştırdıktan sonra geriye çekip hafifçe arkaya doğru yatırdı. Kendine bedenimi yeniden geri çektiğinde bir eli belimde bir eli elimde yerini aldı. şarkının melodisiyle hızlanan dansımıza mutfağı dolduran kahkahalarımız eşlik ediyordu. Bir süre deli gibi enerji harcayıp dans ettikten sonra son olarak sosisli yumurtayı ve papatya çaylarımızı yaparak Alp'in hazırladığı masaya oturduk.


"Alp ben yemek yerken bir şeyler izlemeyi çok severim."


Alp çatalındaki peyniri dudaklarına götürürken ilgisini hafifçe bana yöneltti.


"İzleyelim güzelim. Ne izlemek istersin?"


"Maşa ve koca ayı!"


Alp tek kaşını havaya kaldırırken bir kolunu sandalyesinin başlığına koyarsak bilmiş bilmiş yüzüme bakmaya başladı.


"Demek maşa ve koca ayı? Biz miyiz onlar?"


Dudaklarımı birbirine bastırarak önce bir doksandan daha uzun ve oldukça iri olan Alp'i süzdüm. Daha sonra da bakışlarım bir altmış boyundaki elli kilo bedenimde gezindi. Ve başımı salladım. Daha önce aklımdan hiç geçmese de evet! Biz oldukça onlara benziyorduk.


"Aç bakalım öyleyse neymiş bu maşa ve koca ayı."


Hevesle cebimdeki telefonu çıkartarak maşa ve koca aynın sevdiğim bir serisini açtım ve masada duran sürahiye ikimizinde göreceği şekilde sabitleyip kahvaltıma geri döndüm. Bol kahkahalı didişmeli güzel bir kahvaltının ardından mutfağı tamamen toparlamış ve ısrarlarım sonucu lunaparka gitmek üzere evden ayrılmıştık. Artık boş sokaklarda el ele yürüyorduk. Özgürce... ne kadar aramızdaki bu ilişkiyi isimlendirmesek de adı belliydi. Artık Alp benim sevgilimdi! Alp'le lunaparka gitmek için geldiğimiz metro durağında sabırla metronun gelmesini beklemeye başladık. Alp'in kolu bedenimi sararken benimde kolum Alp'in beline sarılıydı. Alp'in dudakları sık sık saçlarımı bulurken tek yaptığım huzurla gülümseyip Alp'i saran kolumu sıkılaştırmak oluyordu. Sonunda gelen metroyla başımı hafifçe kaldırıp gözlerimi Alp'in gözleriyle buluşturarak sıcaklık gülümsedim


"Çok eğleneceğiz değil mi?"


"Fena eğleneceğiz civciv."


Alp yeniden dudaklarını saçlarıma bastırdıktan sonra metronun açılan kapısından içeri usulca adımladık ve bir köşeye geçip akıp giden yolu izlemeye başladık. Yerin altından giden metroda görebileceğimiz sınırlı yer olsa da bizimde gözlerimizin değdiği tek yer birbirimizin gözleri oluyordu. Sırtımı metronun duvarına yaslayarak ellerimi arkamda birleştirdim. Alp'in iki kolunun arasında kalan bedenim hiç olmadığı kadar güvende hissediyordu.


"Alp hatırlıyor musun? hep birlikte bir gün lunaparka gitmiştik..."


"Hatırlamaz mıyım? Lal korktuğu İçin gondol birinci dakikasında durmuştu!"


Dudaklarımdan engel olamadığım bir kahkaha dökülürken o günü hatırlayarak daha büyük bir kahkaha atmaya başlamıştım.


"Zaten Barış seviyor diye binmişti salak!"


Dudaklarımdan dökülenler Alp'in yüzünde buruk bir tebessümün peydah olmasına sebep oldu.


"Ben de dönme dolaba sen sevdiğin için binmiştim. Yükseklik korkuma rağmen..."


Kaşlarımı hafifçe çatarak yerimden doğruldum.


"Senin yükseklik korkun mu var?"


Alp başını salladı. Bir erkek kolay kolay korkularını paylaşamazdı. Heleki karşısındaki bir kızsa bir şeylerden korkmanın kendilerini eksik gösterecek olduğuna inanırlardı. Alp tüm erkeklerden farklıydı, naifti, temizdi... o bir kızın karşısında hüngür hüngür ağlayabilir, tüm korkularını tüm cesaretiyle anlatabilirdi. O Alp'ti ruhu küçük prens bedeni koca ayı olan benim iyi kalpli, güzel sevgilimdi. Evet güzeldi. Erkeklerde nihayetinde güzel olabilirdi. Güzellik kalbinin gördükleri, kalbinden görünenlerdi...


"Geldik civciv hadi!"


Heyecanla başımı sallayarak duran metronun kapısına adımladık. Yürüyen merdivenler tükenmek nedir bilmezken on dakikanın sonunda metronun çıkışına ulaşabilmiştik.


"On dakika sonra oradayız güzelim. Yorulmazsın değil mi? Biraz yürüyeceğiz."


Başımı hızla iki yana salladım.


"Yorulmam! Hem yürümek iyi gelir hava alırız."


Alp elinden oldukça küçük olan elimi avucuna saklarken lunaparka giden yolda ilerlemeye başladık.


"Acaba bizimkiler ne yapıyordur?"


Alp'in sorusuyla bir an içime düşen meraka engel olamamıştım. Sahi iki gündür kimseyle konuşmuyorduk. Omuz silktim.


"Bilmem... Akşam ararız onları da hem... şeyi de söyleriz."


Ah işte o an gelmişti. Bu kelimenin dudaklarımdan çakması çok zordu. Bu kelime Alp'in dudaklarından dökülmeliydi.


"Neyi güzelim?"


Alp yoldan bakışlarını bana doğru çevirdiğinde adımlarını sürdürmeye devam ediyordu.


"Şeyi işte, şey olduğumuzu."


Alp bir süre daha yüzüme bakarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Anlasana Alp anla! Alp bir anda nefesini dışarıya verdiğinde dudaklarına çarpık bir gülümseme yerleşti.


"Neymişiz biz?"


Aldın başına belayı Birce! Çık bakalım içinden çıkabilirsen.


"Şeyiz ya işte şey... yoksa şey değil miyiz?"


Bu soru dudaklarımdan neden korkuyla dökülmüştü? Alp ciddiyetini korumak İçin çabalarken beceremediğini ona haykırmak istesemde biraz daha batırmamak İçin susmayı tercih ettim.


"Ney miyiz?"


Bu çocuk biraz daha şansını zorlarsa bayılacaktım. Hadi Birce göreyim seni. İşte tüm utancımı bir kenarda bırakarak kalbimden aldığım cesaretle olduğum yerde durup ayak uçlarımdan Alp'e doğru yükseldim. Aynı zamanda bir elim Alp'in ensesinde Alp'i kendime doğru çekerek dudaklarımı Alp'in dudaklarına bastırdım. Bir süre Alp şaşkınlıkla bu hareketimi izlerken alp'in dudaklarından ayrılan dudaklarım bu kez hırsla aralanmıştı.


"Sevgilimsin işte! Sus şimdi ve yürü."


"Yuh lan."


Bir kaşım havaya kalkarken söylediklerime "yuh lan." Cevabını veren Alp'i bir süre aval aval seyrettikten sonra yolumuza kaldığımız yerden devam ettik. Sonunda biteceğine ihtimal vermediğim yol bittiğinde az önceki heyecanımdan eser kalmazken Alp'in elinden tutup lunaparka doğru çekiştirmeye başladım.


"Neye binsek ki? İlk neye binelim Alp? Hadi Ya hadi-"


"Güzelim sakin olur musun? Hepsine bineceğiz. Şimdi, önce şuradan bilet alalım. Sonra karar veririz."


Hevesle başımı sallayıp bu kez Alp'i bilet satışı yapılan standa doğru çekiştirdim. Çok geçmeden neredeyse lunaparktaki tüm aletlere binecek kadar bilet alarak karar aşamasına geldik. Alp'in gözlerini takip ettiğimde dönme dolabı izlediğini fark ederek burukça gülümsedim.


"Ona binmesek de olur..."


Alp'in gözleri, aralanan dudaklarımla gözlerime değdi.


"Hayır olmaz. Hatta ilk ondan başlayacağız."


"Ama-"


"Aması yok civciv. Hatta sen yükselmeye şimdiden başla."


Kendimi bir anda Alp'in sırtında bulduğumda dudaklarımdan şokun etkisiyle bir çığlık firar etmişti çoktan. Çığlıklarım kahkahaya dönerken alp hızlı adımlarla dönme dolaba ilerliyordu.


"Manyaksın sen!"


Alp sözlerimi cevapsız bırakırken bedenimi önümüzde duran dönme dolap kabinine bırakarak ardından yanıma oturdu.


"Kaptan yavaş sür be."


Kabinin zincirini takan görevli Alp'in sözleriyle aval aval Alp'i izlerken dudaklarımdan çıkmaya çalışan kahkahaya zar zor engel oldum. Çok geçmeden giderek yükselmeye başladığımızda Alp'in tedirginliği kalbimde bir şefkatin yeşermesine sebep oldu. Alp'in büyük ellerini ellerim arasına alarak gözlerimi gözleriyle birleştirdim.


"Birazdan bulutların üstüne çıkacağız."


Alp'in tedirginliğinin azaldığını hissettiğimde dudakları hafifçe aralandı.


"Ben zaten beni sevdiğini söylediğin andan beri bulutların üzerindeyim civciv."


Gülümsedim. 


Gülümsedi.


Çok geçmeden en tepeye ulaştığımızda Alp'in bakışları tedirgince etrafta geziyordu.


"Şimdİ alçalana kadar seni öpeceğim."


Sözler dudaklarından dökülür dökülmez dudakları büyük bir açlıkla dudaklarıma kapandı. Ve tıpkı söylediği gibi tamamen alçalana kadar dudakları dudaklarımdan bir kez olsun ayrılmadı...


***


Elimdeki pamuk şekerden önce Alp'in dudaklarına ardından kendi dudaklarıma bırakırken bir yandan da lunaparkın ilerisindeki sahilde kayalıklara oturmuş yeni yeni batan güneşi seyrediyordum. Hava oldukça ılık bir Bahar havasıydı ancak güneş kendini geriye çektikçe rüzgar özgürleşiyor ve tenimize ürpertici dokunuşlar bırakıyordu. Saatlerdir lunaparkta tüm aletlere binmiş hatta bazılarına birden çok binmiş ve akıl alamayacak kadar fazla eğlendiğimiz güzel bir lunaparkı geride bırakmıştık. Şimdi ise alp'in aldığı pamuk şeker ağzımızda soft bir tat bırakırken huzurla kızıl güneşin denizin ardından kayboluşunu hayranlıkla seyrediyorduk.


"Bu pamuk şekerler iyi güzelde aç karna hiç iyi olmadı ve civciv."


Yüzümü hafifçe buruşturdum istemsizce Alp haklıydı tüm gün kahvaltıyla duruyorduk ve oldukça enerji harcamıştık.


"Eee ne yapacağız Alp? Bende acıktım aslında..."


Alp gülümseyerek yapış yapış olmasını önemesemediği dudaklarını alnımla buluşturdu.


"Parmağımı kıpırdatacak halim kalmadı güzelim. Bize gideriz dışarıdan bir şeyler söyler yeriz."


Başımı salladım hevesle. Annem beni bir gün daha arkadaşlarımla bilebilirdi öyle değil mi?


"Hadi bakalım."


Alp ayağa kalktıktan hemen sonra bana doğru elini uzattığında elimi elinin içine bırakarak hızla ayağa kalktım. kayalıklardan dikkatle inip elimizdeki şeker çöplerini ilk gördüğümüz çöp kutusuna atarak geldiğimiz yoldan geriye doğru yeniden yola koyulduk.


***


Alp kapıyı açtığı anahtarı tek hareketle kapının yanındaki dolaba fırlatırcısına atarak eve girmenin verdiği rahatlıkla nefesini dışarı verdi.


"Önce yukarıya çıkıp üzerimizi değiştirelim."


Sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim. İyi de benim burada giyebileceğim kıyafetlerim yoktu ki...


"İyi de ben ne giyeceğim ki?"


Alp önce bedenimi uzun uzun süzüp sonra düşünürlerine ellerini çenesinde gezdirdi.


"Benim bir tişörtüm işini görür. Namaz elbisesi gibi olur zaten sana!"


Alp'in koluna dirseğimle vurup yalandan bir kızgınlıkla söylenerek Alp'in peşinden yukarıya adımlamaya başladım. Çok geçmeden Alp'in odasında durduğumuzda Alp bir süre dolaptan bir kaç kıyafeti önüne doğru tutup bakarken hayranlıkla onu seyrediyordum. Sanki önemli bir işle uğraşıyormuşçasına tüm dikkatini dolabından çıkartıp önüne tuttuğu tişörtlere veriyor büyük bir incelikle bana kıyafet seçmeye çalışıyordu. Geçen on dakika sonucu Zafer gülümsemesiyle elinde tuttuğu sarı ve oldukça geniş görünen tişörtü elime doğru uzattı.


"Al bakalım. Sonunda buldum!"


"Sonunda gerçekten."


Alp bana uzattığı tişörtten sonra eline aldığı diğer tişört ve eşofmanla burnumu hafifçe öpüp geriye çekildi.


"Sen giyin güzelim. Ben diğer odada giyinirim. aşağıda buluşalım!"


Gülümseyerek başımı salladım.


"Anlaştık!"


Gülümseyerek üzerimdeki iki günlük kuyafetlerden kurtuldum ve Alp'in verdiği mis kokulu Tişörtü üzerime geçirdim. Bu tişört bedenimle buluştuktan sonra tişört olmak yerine elbise olmaya karar verip dizlerimin altına kadar uzanmıştı. Koca ayı ne olacak! Aynadan bir süre kendimi inceledikten sonra çıkarttığım pantolonun cebindeki telefonu elime alarak kapıya yöneldim. Kapının kolunda olan elim orada asılı kalmıştı. Gözlerim beni dondurmaya sebep olan o mesajın satırlarında tedirginlikle gezindi.


"Senin elini tutan o Alp'in bir daha elini tutacak bir eli kalmayacak Birce. son uyarım."


Gerginliğimi başımdan atmaya çalışarak başımı iki yana salladım. Alp'le bir kere yan yana gelmiştik ve bir daha karşı karşıya gelmeye hiç niyetim yoktu. Karşımdaki kim olursa olsun Alp'i karşıma almayacaktım. Tüm cesaretim kalbimde toplanırken parmaklarım hiç olmadığı kadar kendinden emin bir şekilde gezdi klavyenin üzerinde.


"Elinden geleni ardına koyma Mert. Bu boş tehditlerini git ve senden korkanlara söyle ki bir anlamı olsun. Bana yaptığın şovlar bende ne yazıkki etkili olmuyor. Üzgünüm Mert kaybettin."


Mesajı gönderdikten sonra Mert'i tüm korkularımı ardımda bırakarak engelledim ve telefonumu dudaklarımdaki cesur gülümsemeyle sıkıca elimde tutup Alp'in odasından ayrıldım.


"Alp?"


Alp'e seslenişimden saniyeler geçerken yanımdaki odanın kapısından gelen sesle gülümseyerek sese çevirdim başımı.


"Çok mu özledin?"


Alp'in ima dolu sorusunu umursamadan neredeyse koşar adım ileride duran Alp'in boynuna atladım tüm gücümle. Alp bedenimi kollarının arasına hapsederek nefesimi rahatça dışarıya verdim. Alp'in güvenli sığınağı olan kolları beni her şeyden koruyacakmışçasına sarıyordu. Ve bende bu kollarda aldığım güçle tüm korkularımı geride bırakmaya karar verdim. Çünkü eğer aşk varsa cesaret bir adım arkasından takip etmeliydi. Aşık olmak cesurların işiydi. Hiç bir korkak aşık, hiç bir aşık korkak olmamalıydı. Bu iki zıtlık birbiriyle aynı cümlede yer alamayacak kadar yakışmıyorlardı. Aşk cesareti, cesurlar aşkı doğururdu ve denklem tamamlanırdı.


"Güzelim iyi misin?"


Alp'in endişeli sesiyle düşüncelerimden ayrılarak yavaşça güven duyduğum kollarına da veda ettim. Onu endişelendirmek son istediğim şey bile değildi. Başımı sallayarak dudaklarıma en içten bulduğum gülümsemeyi iliştirdim. Alp'in gözleri gülüşümde takılı kalırken ikna olduğunu belli edercesine rahat bir nefes aldı. Alp daha fazla soru sormak yerine elimi eliyle buluşturup merdivenlere yöneldi. Çok geçmeden kendimizi salondaki büyük ekranın karşısında yemek sepetinden yemek seçerken bulduk. Hava çoktan kararmıştı. Gözlerim bir an saate kaydığında 20.15 olduğunu görmem karnımın gurultusunu iyiden iyiye arttırmıştı. Sabahtan beri açtık!


"Alp, ne yiyeceğiz Ya?"


"Fark etmez güzelim. Ne yiyelim?"


Alp omuz silkerek yemek sepetinde dolaşmaya devam etti.


"Ama bana da fark etmez..."


Alp alayla gülümsedi.


"Öyleyse bugünkü menümüzde nefis mi nefis fark etmez yemeği var!"


Dirseğimi hafifçe yanımda oturan Alp'in karnına bastırdım.


"Salak salak konuşma da bir an önce karar verelim. Acıkınca çok çekilmez oluyorumdur."


"Tokken de çok bir şey fark ettiğini söyleyemeyeceğim civciv. Suçu midene atma."


Ağlamaklı bir yüz ifadesine büründüğümde alt dudağımı hafifçe sarkıttım.


"Çekilmezim ben... Öyle mi?"


"Evet. Hayatımda tek çekmek istediğim çekilmez sensin."


Gözlerim o an ekrandaki hamburgere takılı kaldığında ağzımdan iştahla bir kaç ses çıkarttım. Tadı resmen damağıma gelmişti.


"Alp hamburger!"


Alp memnuniyetle hamburger menüsüne girdiğinde sonunda yiyeceğimiz menülere de karar vererek siparişimizi tamamladık. Siparişimiz gelene kadar koltuğun karşısında duran büyük ekrandan maşa ve koca aynın sabahkinden Farklı bir bölümünü açarak yemeklerimizin gelmesini bekledik. neyseki bizi çok bekletmeyen yemeklerimiz tam vaktinde gelmişti. Huzurla televizyonun karşısına kurulup hamburgerlerimiz eşliğinde maşa ve koca ayı izleyerek günü tıpkı başladığımız gibi kapatmıştık. Saatler birbirini ışık hızıyla kovalarken her güzel şeyin bir sonu olduğu gerçeğiyle gözlerimi koltukta Alp'in göğüsünde kapatarak kendimi, huzuru kalbimde yaşattığım bir uykuya hevesle bıraktım.


BÖLÜM SONU

Loading...
0%