
Hayatındaki herkes hayatının yalnızca figüranı olabilir. Kalk ayağa, bak gözlerine. Başrol sensin. Senin düştüğün yerden kalkamama lüksün yok...
25. BÖLÜM: SEVGİLİ KENDİM
Gözlerimi zorlukla açtığımda başıma giren ağrıların haddi hesabı yoktu. Sanki kafamın içinde yüzlerce insan bir olmuş tepiniyorlardı! Titreyen dudaklarımı zorlukla aralarken yüzüm istemsizce ekşimişti. Öyle bir baş ağrısıyla sarsılmıştım ki neresi olduğunu bilmediğim bu yataktan kalkmak hayatımın en zorlu sınavı gibiydi sanki. Her şeyden hatta bu baş ağrısından daha sarsıcı bir şey varsa o da sevdiğim insanların benden sakladıkları sırdı. Çok sevdiğim İpek saçlı, güzel gözlü annem... korumacı, tüm heybetiyle en güvendiğim sığnağım babam... Ve yıllar sonra yeniden karşıma çıkan, şu hayatta Belkide en güvendiğim insanlardan biri olan, babamdan sonraki ilk aşkım Poyraz.... Benden gerçek annemi bildikleri halde acımasızca saklamışlardı. Üstelik... Üstelik hasta olduğunu bile bile saklamışlardı. Benim fikrimi sormadan, benden annemi görme ihtimalimi çalmışlardı... Onunla bir kere konuşamadan, ona beni neden bıraktığını sormadan, onun kokusu bir kere bile burnuma dolmadan kayıp gitmişti, ellerinden daha tutamadığım elleri. Yalnızca o da değildi. Benden kardeşimi hatta kardeşlerimi saklamışlardı. Sarp bana her şeyi anlatmamış olsaydı tüm gerçeklerden bir haber tozpembe hayatıma devam edecektim. Öz annem hiç ölmemiş, hiç kardeşim olmamış gibi...
"Akasya?"
Tanıdık sesle nefesimi ne zamandır tuttuğumu farkında bile olmadan bıraktım dudaklarımdan. Gözlerim tanıdık sesin sahibine, kapıdan başını uzatmış endişeyle beni seyreden Sarp'ı buldu.
"Sarp..."
Sarp dudaklarını birbirine bastırarak kendini gülümsemeye zorladı. Usulca yattığım yatağa adımladığında bende yataktan doğrulup sırtımı yatak başlığına yaslamakla meşguldüm.
"İyisin değil mi?"
Başımı salladım. Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiydim... ama o değildi. Karşımdaki paramparça, içindeki yaralı çocuğu besleyen bu adam çok berbat bir haldeydi, bu adam benim kardeşimdi... Kendi yaşadıklarıma isyan ediyordum. Peki ya Sarp, Sarp'ın yaşadıkları... Annesinin günden güne erimesine şahit olmuş, kardeşlerine bir abiden ziyade bir baba, hatta bir anne olmuş, tüm acısını sırtlanmıştı. Onun karşısında isyan etmeye, ağlamaya, kötü olduğumu söylemeye hakkım var mıydı? Onun bu yaşadıkları karşısında yaşayamadıklarım için onun omzunda ağlamam doğru olur muydu? Olmazdı. Sarp'ın sırtındaki yükten payıma düşmeyen yükler için oturup ağlamaktansa Sarp'ı avutmak daha olasıydı.
"Sen... Sen iyi misin?"
Bu sorunun cevabını kelimelere dökmesine gerek bile kalkmadan dudakları acıyla kıvrıldı. Gülümseme ne denli tuhaf bir eğlemdi. Bazen dudaklarımız sevgiyle kıvrılıyor, bazen Özlemle, bazen keyifle, bazende acıyla... ne çok duygu barındırıyordu gülümseme denen şey. Bu anlamların yanında tek eylemimiz dudaklarımızı iki yana kıvırmak oluyordu.
"Seni bulduğum İçin iyiyim. Annemi kaybettiğim için kötüyüm."
Bu kadar açık sözlü olması gözlerimi kırpıştırmama sebep oldu.
"Sarp sen her şeyi anlattın mı onlara? Gerçekten biliyorlar mı?"
"Her şeyi. Annene, babana, Poyraz'a... Her şeyi teker teker anlattım Akasya."
Gözlerim usulca kapattım. Hayal kırıklıklarıyla dolan kalbimin göğsümde paramparça olması an meselesiydi.
"Berbat hissediyorum Sarp."
"Her şey geçecek. Artık yanındayım... Sen benim kız kardeşimsin, annemin bana son emanetisin. Artık ikinci bir evin var güzelim."
Gülümsedim. Öyle geniş, öyle sıcak gülümsedim ki. Bu yaşadıklarımı atlatmak tahminimden öyle zor olacaktı ki... Ama atlatacaktım. Her şeye rağmen dimdik ayakta duracak, bana söylemediklerinin hesabını teker teker soracaktım onlara. Bu hayatın bana attığı ilk Tokat değildi. Ben hayatın bana attığı tokatlara öyle alışmıştım ki bu attığı tokatta başımı hareket bile ettirmemişti.
"Her şeyi bilmek istiyorum sarp. Annem beni neden... "
Sarp yatakta yanıma oturup benim gibi sırtını yatak başlığına yaslayarak bacaklarını yatağa uzattı.
"Annem. Babamla zorla evlendirilmiş. Annemin ilk aşkı çok daha Farklı. Annem evlendirildikten sonra yaklaşık iki sene sonra ben bir yaşındayken son bir kez ilk aşkı olan o adamla buluşmuş Yani babanla... yalnız gittiği buluşmadan karnında seninle dönmüş. Sonrası karışık. Babam sık sık anneme senin onun olup olmadığını sorguladı durmuş. Annemin her hareketinden şüphelenirmiş.. sonrasında annem test yapacağını anlayınca doğumdan sonra seni yetimhaneye ismin yazılı bir notla bırakmış. Eğer babam test yapsaymış beni de seni de kaybedermiş... Ama annem her doğum gününde gelirmiş yanına. O fotoğrafta bir doğum gününden kalma. Ha bu arada doğum günün 10 Ocak...."
Göz yaşlarımı elimin tersiyle silerek burnumu çektim. Sarp burnumu çektiğimi fark ettiğinde hızla başımı göğüsüne bastırdı.
"Mecbur kalmış Akasya. İkimizi de kaybetmemek için seni kaybetmeye mecbur kalmış..."
"Sarp..."
"Şşşt ağlama."
Sesim öyle çaresiz öyle boğuk çıkmıştı ki... omuzlarımın sarsılmaya başladığı o an anladım çaresizce ağladığımı. Saatlerce ağladım Sarp'ın göğsümde. Ben ağladım o saçlarımı okşadı. Sürekli artık yanımda olduğunu, artık bi abim olduğunu fısıldayıp durdu kulaklarıma...
Yalnızca bir kaç saat önce yaşadıklarım gözlerimin önünden film şeridi gibi geçmişti. Saat gece 01.24 di. Bu saate kadar aileme ne bir mesaj atmış ne de telefonlarına cevap vermiştim. Poyraz'ın da deliye döndüğüne emin olsam da umursamadım. Yeniden başımı kaldırarak bir kaç dakikadır yaptığım gibi önündeki kapıda durdu bakışlarım. Ayaklarım içeriye girmeme engel olurken kalbim evime her attığım adımda hızla çarpıyordu. Sonunda kalbimde bulduğum cesaret kırıntılarıyla ilerleyerek bir yumruğumu havaya kaldırdım ve kapıya bir kaç kez vurdum. Çok değil yalnızca iki dakika içinde kapı açılmış annem boynuma "yavrum!" Diyerek atlamıştı. Annemle bedenim buluşurken bedenimi tir tir titrediğini hissettim. Saçlarım dağılmış gözlerimin içi kıpkırmızı perişan bir halde kollarımı annemin sırtıyla buluşturmaya çalışsam da olmadı. Yumruk yaptığım ellerim aşağıya sarktığuyla kaldı. Sarılamadan... Hayatımda ilk defa anneme sarılamadım... gözlerim annemin ardında duran babamla buluştuğunda şaşkın bir o kadarda kızgın bakışları gözlerimi buldu. Daha sonra babamın yanında endişeyle duran Poyraz'a döndüm. Şaşkındı. Gözlerime baktığında almak istediğini alamamış kaşları çatılı halde kalmıştı. Gözlerinmden beklediği Özlem, sevgi, en ufak bir duygu kırıntısı bile geçmiyordu. Gözlerimde görmesini dilediğim tek duygu hayal kırıklığıydı.
"Neredesin Asya?! Nerdesin sen?! Saat kaç kızım? Kaç oldu saat?!"
Anneme duygusuzca baktığımda bir adım geriye attım annemin bedeninden. Bu kez babam girmişti araya.
"Güzel kızım sorun ne? Ne oldu bir tanem? Ağlamışsın da..."
Babamın en şefkatli ses tonunda dudaklarından dökülen sözcükler bile kalbime dokunmamaya yetmemişti. Kalbim öyle kırıktı ki kalbimi avucuna bile bıraksam kalbime dokunması olanaksızdı.
"Akasya?"
Poyraz. Tabii Ya sıra Poyraz'daydı... gözlerine bakarken başımı ağır ağır iki yana salladım. Gözlerim yazıklar olsun derken dudaklarım mühürlüydü. Annem, babam, Poyraz... şimdi üçüde ağzı şaşkınlıkla aralanmış beni süzüyorlardı. Nereden başlayabilirdim hesap sormaya? Ne söyleyebilirdim? Benden annemi neden saklandınız mı demeliydim yoksa benden annemi saklamaya ne hakkınız vardı mı demeliydim? O an dudaklarımdan çıkmayan kelimeler kalbime hançer gibi saplanırken üçünü de umursamadan ağır adımlarla salona ilerledim. Adımlarım öylesine ağırdı ki bu ağırlığın altında ezildiğini hissediyordum. Salonunun ortasında durduğumda altında ezildiğim bu ağırlığın altında onlarında ezilmesini istercesine arkamı döndüm.
"Neden..."
Sonunda dakikalardır çaresizce aralanan dudaklarımdan belli belirsiz bir fısıltı çıkmıştı. Göz yaşlarım yanaklarımı yakarken burnumu çekerek sesimi daha da yükseltmeye çalıştım. İçimde kopan çığlıkları böylesine fısıltıyla ne ben ne de onlar bastırabilirdi.
"Neden?! Neden anne?! Neden baba?!"
Başımı iki yana sallarken tüm vücudumun titrediğini hissettim. Öyle bir titriyordum ki kendimi görsem kendimden korkacağıma hiç şüphem yoktu.
"Ya sen? Neden Poyraz?! Neden yaptınız? Neden bana bunu yaptınız?"
Annem ve babam birbirine şaşkınlıkla bakarken Poyraz çatık kaşlarıyla titreyen bedenimi izliyordu. Babam bedenime doğru bir adım attığında elimi kaldırarak durdurdum onu.
"Gelme! Kimse yaklaşmasın bana! Benden.... Benden A-Annemi... Annemi nasıl saklarsınız benden? Ne hakla!"
Annem gözlerini uzunca kapatıp açtığında babam çaresizce çarpınan beni izliyordu. Poyraz ne mi yapıyordu? Poyraz aralanan dudaklarıyla utançla gözlerime bakıyordu. Evet utançla. Şu an utanmaktan başka bir çıkar yolu da yoktu üstelik.
"Son bir kez görebilirdim onu! Son kez sarılabilirdim... Sorabilirdim ona. Neden beni bıraktığını sorabilirdim! Ama siz benden tüm bunları çaldınız! Bana sormadan benden annemi görme ihtimalimi aldınız!"
Başımı iki yana sallayarak titreyen bacaklarımla üçünü de umursamadan aralarından hızla yürüdüğümde kolumda hissettiğim elle durdum. Annem babama sarılmış ağlıyor Poyraz kolumdan tutan eliyle, çaresiz bakışlarla gözlerime bakıyordu.
"Güzelim bir dinle beni-"
"Sesini bile duymak istemiyorum."
Kolumu elinden kurtararak bana yalan söyleyen herkesi ardımda bırakıp titreyen bedenimle koşar adım ayrıldım beş yaşında girdiğim bu evden. Bacaklarım beni öyle taşımıyordu öyle taşımıyordu ki şu an gidebileceğim en yakın sığnağıma ulaşmak üzere koşuyordum. Çok değil on dakika koştuktan sonra gelebilmiştim. Kapıyı çalarken ellerim hala titriyordu. Göz yaşlarımın canımı yaktığını daha fazla hissettim o an. Bıçak gibi saplanıyordu düştüğü her yere... öyle bir an geliyordu ki umursamadığınız göz yaşınız teninizi gıdıklamaktan çıkıp can yakıcı hale geliyordu. Göz yaşının izi kalır mıydı? Benim bugün gözlerimden kendini bırakan göz yaşlarımın düştüğü her bir zerrede izi kalacaktı. Kapı usul usul açılırken bir elimi kapıya yasladım çaresizce.
"Akasya!"
Sesin sahibi Alp'ten başladı değildi.
"Alp... Gidecek kimsem yok Alp..."
Sesim fısıltıdan farksızdı. Ama bu öyle bir fısıltıydı ki tüm çığlıkları susturabilecek güçteydi.
"Gel buraya ne oluyor? Bu halin ne?"
Alp kolunu sıkıca belime sarıp içeriye doğru çekiştirdiğinde güçsüz bedenim Alp'e ayak uyduruyordu.
"Güzelim ne oldu?"
"Alp..."
Bir anda dudaklarımdan yükselen çığlıklar tüm evi sarmıştı. Tüm gün çıkmayan sesim öyle bir yükselmişti ki tüm evi saracak güçteydi. Dizlerimin üzerine çöktüğünde ağlamam azalacağına artmaya devam etmişti. Dakikalarca orada ağlamamın ardından bedenim yorgunlukla kalakalmıştı düştüğü yerde. O an iç sesim derin bir nefes alarak dudaklarını araladı. Sevgili kendim, sen çok düştün, Çok yoruldun, çok ağladın, göz yaşların çok canını yaktı... ama kalk ayağa ve gülümse kendine. En içten gülümsemelerini sadece kendine sun. Çünkü bu hayatta yalnızca sen senin yanında durabilirsin. Hayatındaki herkes hayatının yalnızca figüranı olabilir. Kalk ayağa, bak gözlerine. Başrol sensin. Senin düştüğün yerden kalkamama lüksün yok... İç sesime kulak verirken ciğerlerimi derin derin nefeslerimle doldurdum. Daha sonra ayağa kalktım. Alp'in desteğiyle değil. Yalnızca ben. Yalnızca kendi desteğimle kalktım düştüğüm yerden. Yerdeki yıkık dökük bedenime uzattım elimi, tuttum sıkı sıkı. Kendi kendime kalktım ve dimdik durdum Alp'in karşısında. Sürekli ne olduğuna dair sorular soruyordu. Kulaklarım sadece iç sesime odaklı Alp'i duyamıyordu. Bir kaç dakika etrafımı izleyerek göz yaşlarımı dizginledim ve ağır adımlarla salonda duran geniş kanepeye bıraktım yorgun düşmüş bedenimi.
"Akasya? İyi misin sen?"
"Benim bir annem varmış Alp. Annem..."
Alp'in şaşkın bakışları yüzümü düşerken dudaklarını afallamış bir halde araladı.
"Güzelim ne diyorsun? Senin zaten bir annen var... Ne oluyor sana?"
Öyle yorgundum ki. Şu an başımı sallayıp evet var diyerek konuyu kapatmak istiyordum. Hani olur Ya bazen bir şeyleri açıklamak öyle zor gelir ki her ne olursa olsun başınızı sallar kabullenirsiniz. İşte tam da öyleydim şimdi.
"Alp yarın konuşalım mı?"
"Akasya yapma neyin var senin?"
Başımı iki yana sallayarak oturduğum kanepeye uzandım ve bacaklarımı kendime çekerek gözlerimi usulca kapattım. Öyle ağlamıştım ki gözlerim ağlamaktan acıyla kavruluyordu. Salonda sadece Alp'in ve benim nefes alış veriş seslerimiz yankılanırken Ayağa kalkan Alp'in adım sesleri sessizliği bozdu. Çok geçmeden üzerimde hissettiğim ağırlıkla üzerime bıraktığı battaniyeyi hissetmek gülümseme sebep oldu. Çok geçmeden battaniyeyi üzerime iyce örttükten sonra dudaklarını alnıma bastırdı usulca.
"Her zaman yanındayım, her ne olursa olsun."
Gözlerim hala kapalıydı. Gülümseyerek karşılık verdim Alp'in destek dolu sesine. Yorgun bedenim uykuya Kapılırken iç sesimin fısıltısı yeniden yankılandı kafamın içinde. Sevgili kendim, sen güçlüsün. Sen her şeyden, herkesten güçlüsün. Çünkü herkes bir başkasının kendine uzattığı eli tutup düştüğü yerden kalkabilir ama kendine uzatılan o elin sahibi kendin olmak en zorudur. Başardın, sen kendine uzattığın eli tutarak kalkmayı başardın. Şimdi güzel rüyalarınla derin bir uykuya bırak kendini. Tüm gerçekler, burada kalsın. Bir kaç saat mutlu et kendini rüyalarınla...
***
"kahvaltı zamanı!"
Gözlerimi izlediğim televizyondan ayırıp Alp'e döndüm. Alp bu sabaha oldukça enerjik uyanmış hatta karşımda şarkı söylemeye başlamıştı!
"Aya benzer yüreğim!"
Alp öyle heyecanlı öyle hevesli söylüyordu ki şarkıyı en sonunda koltukta oturup onu izleyen beni tek hamlede elimden tutarak kaldırdı ve karşımda bir anda Mustafa Sandal'a dönüştü.... Kocaman açtığı elini karnına yaklaştırıp daireler çizerken bir yandan sağa ve sola sallanıyordu. Akşam Alp olarak bıraktığım Alp, sabah Mustafa Sandal olarak uyanmıştı. Bunca yaşadıklarımın arasında şaşırtmayacak kadar alışmıştım. Bir anda elimden tutarak beni etrafımda döndürdüğünde hareketlerine içimdeki son mutluluk kırıntılarını harcayarak karşılık verdim. Çok geçmeden Alp yüzümdeki keyifsizliği fark ettiğinde koltukta yerimizi aldık. Alp'in hazırladığı kahvaltı eşliğinde midemin kabul ettiği kadar bir kaç lokmanın ardından oturduğum koltukta geriye yaslanıp bacaklarımı kendime doğru çekmiştim. Yeniden sıkıntı verici düşüncelerim savaştan çıkmış kadar ağrılı olan bedenimi ele geçirmeye başlamadan Alp'in ilgi dolu sesi, sessizliğimizi bir bıçak gibi kesivermişti.
"Güzelim daha ne kadar kendini harap edeceksin? İki gün. Koskoca iki gündür aynı koltukta ruh gibi yatıyorsun..."
Afallayarak bacaklarımı koltuktan sarkıtarak tüm dikkatimle Alp'i dinlemeye başladım. Haklıydı. İki gündür Alp'in evinde, aynı koltukta sabahtan akşama kadar umutsuzca yatıyordum. Anneme ve babama Alp'in ısrarları sonucu haber vermiş ve buraya gelmemeleri gerektiğini, zamana ihtiyacım olduğunu söylemiştim. Tabii Poyraz'da defalarca aramış nerede olduğumu ısrarla sormuş ancak cevabını alamamıştı. çünkü biliyordum ki cevabını alır almaz soluğu burada alacaktı...
"Güzelim sana seni anlıyorum desemde inanma bana. Ben annemin babamın kollarında doğdum. Bu sıcak evde geçirdim tüm yaşlarımı. Annem öz annemdi babam öz babam. Yada ailem benden bugüne kadar en ufak bir şey saklamadı. Ve benim hiç bilmediğim bir kardeşim yok. Neye İnan biliyor musun Akasya? Senin annen dünyanın en güzel, en özel annesi. Ve senin baban dünyanın en korumacı, en Babacan babası. öz çocuklarına annelik babalık yaptığı için taktir bekleyen kaç anne baba var? Sanki yaptıkları yapılması gereken bir şey değilmişçesine tebrik bekleyen kaç aile var haberin var mı? Peki ya kanından bile olmayan, 5 yaşında tanıdığın küçük bir kıza aile olmak nasıl tebrik edilmeli Akasya? Ne desek az kalır öyle değil mi? Onlar beklemedi. Onlar konusunu bile açmadı. Bir beklenti gütmedi. Tam da bu yüzden İnan bana. Senin tek bir ailen var. Kan bağına gerek duymadan sana canını verecek bir ailen var. Evet senden saklamaları doğru değil biliyorum. Ama onların kalbindeki sevgi her şeyden büyük. Senin öfkenden bile büyük güzelim. O yüzden sil göz yaşlarını, gidip kocaman sarıl annene, babana... Ve tüm içten gülümsemelerinle onlara sevgini haykır. Çünkü onlar taktir değil sevgi bekliyor."
Alp'in söyledikleri kırık kalbimi sevgiyle sarmıştı. Alp haklıydı. Benim tek ailem onlardı. Kolum, kanadım, kalbim her zerrem onlardan ibaretti. Yavaşça ayağa kalktığımda Alp'in gözlerinden geçen parıltıya şahit oldum.
"Alp bunu tek başıma yapamam..."
"Tak başına?"
Alp yanıma gelip beni kolunun altına alarak dudaklarını sevgiyle saçlarımla buluşturdu. Sevgili kendim, Alp'i asla kaybetme. O bu hayatta sahip olabileceğin en iyi dost. Onu her zaman sev. Çünkü o kalbindeki en büyük parçalardan biri.
"Ben her zaman yanındayım. Yalnız kalmak yasak sana cadı! Gidelim hadi belki Handan sultan döktürmüştür yine."
Alp'in sesindeki neşe yerine gelirken kendimde bulduğum son güç kırıntılarını Alp'le evime geri dönmekle harcadım. Kapıya geldiğimde Alp bana doğru dönerek cesaretlendirmek istercesine araladı dudaklarını.
"Yanındayım. Kötü hissettiğin an çıkıp gideceğiz."
Dudaklarını alnıma bastırarak tıpkı bir abi şefkatiyle gülümsedi endişeli yüzüme doğru. Başımı salladığımda Alp yavaşça çaldı kapıyı. Neredeyse bir kaç saniye bile geçmeden kapı açılmıştı. Kapıyı açan gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş saçları darmadağın Poyraz olmuştu. Demek buradaydı hala Belkide her gün geliyordu...
"A-Akasya?"
Poyraz'ın adım atacak gücü bile yokmuş gibi görünüyordu. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluşurken ona karşı henüz nasıl davranmam gerektiğini bilmemenin verdiği buruklukla selam verme smacıyla başımı usul usul aşağı yukarı salladım.
"Gelsenize!"
Poyraz kapıdan anında çekilirken Alp'le içeriye adımladık. Salona ulaştığımızda bizi ilk fark eden babamın kolunun altında iç çeken annem olmuştu.
"Kızım! Canım!"
Annem hızla babamı ardında bırakırken bedenimi sıcak kollarıyla sardı. Bu kez sarılışı içten bir karşılıkla harmanlanırken göz yaşlarım birer birer annemin göğsünde yer edinmeye başladı.
"Anne..."
Fısıltım anneme ulaşmış olacak ki kolları daha da sıkılaştı.
"Annem!"
Annemden ayrıldığımda tüm yüzüme sevgi dolu öpücükler bıraktı.Bir sonraki durağım dolu gözleriyle bizi izleyen babam olmuştu. Babamın yanına adımladığımda bir şey söylemesine fırsat vermeden beline sardım kollarımı sıkı sıkı. Saçlarıma bıraktığı öpücükler göz yaşlarımı hızlandırırken gülümsedim.
Göz yaşarıma gülümsedim.
Acılarıma gülümsedim.
Kalbimi kucaklayan babama gülümsedim.
Bana onca acıyı armağan eden hayata rağmen, kalbimi sevgisiyle saran herkese gülümsedim.
Kocaman gülümsedim.
Babamdan ayrıldığımda Poyraz'a gidecek gücü bulamadım kendimde. Çok geçmeden koltukta yerimizi almıştık. Şimdi herkesin tek odağı ben olmuştum. Dudaklarımdan dökülecek bir kaç kelime olmuştu.
"Sizi seviyorum. Her şeye rağmen siz benim tek ailemsiniz ve şimdi anlıyorum ki aynı zamanda ilk ailemsiniz de. Bu gerçeği İlk öğrendiğimde altında öyle ezildim ki sizi de ezmek istedim."
Sağ tarafımda duran anneme dönerek ellerini ellerim arasına aldım.
"Annem, sen benim duyduğum ilk anne kokususun. Ben senden öğrendim bir anne tarafından sevilmeyi, saçlarımı ilk sen okşadın... Sen benim ilk ve tek annemsin..."
Daha sonra babamın ellerini aldım ellerimin arasına
"Baba, her kız çocuğunun ilk aşkı babasıdır ya, sende benim ilk aşkımsın. Şu dünyada en çok güvendiğim insanlardan biri sensin..."
Sonrasında hepsinde gezdirdim gözlerimi teker teker. Dudaklarımdan buruk bir gülümseme geçti.
"Hepinizİ seviyorum. Size olan sevgim öfkemin çok ötesinde. Ama zamana ihtiyacım var. Öğrendiklerimi sindirmeye öfkemi geride bırakıp kalbimde sadece sevgi hissedene kadar zamana ihtiyacım var."
Annem burnunu çekerken kocaman gülümsedi.
"İstediğin kadar zaman sana bir tanem. Biz her zaman senin yanındayız aileniz. Sen bizim kızımızsın, gözbebeğimizsin..."
Annemin yanaklarını usul usul öptükten sonra ayağa kalktım. Bir tek Poyraz'la konuşmamıştım. Bir tek ona açmamıştım cümlelerimi, bir tek ona kalbimdeki sevgiden söz etmemiştim. Poyraz'ın yanına ulaştığımda fısıldadım sadece onun duymasını umarak.
"Terasa gelir misin?"
Başını salladı hevesle. Poyraz'a yapacağım konuşma çok daha farklı olacaktı. Ailemden istediğim zamanı ondan farklı bir anlamda isteyecektim. İkimizinde zamana ihtiyacı vardı. Ve bu zamanı birbirimize bu denli yakınken veremezdik. Bazen uzaklaşmak tek çareydi. Özlem tek yoluydu düzeltmenin. Merdivenleri çıkmamız bir kaç dakika değilde bir ömür gibi gelmişti sanki ama başarmıştık. Terasta tenimize çarpan rüzgarı hissetmeyi başarabilmiştik dakikalar sonra.
"Akasya'm..."
Öyle beklentiyle öyle umutla bakıyordu ki gözleri. Sanki dudaklarımdan dökülecek en ufak bir olumsuzluk onun sonunu getirecek Ya da ona vereceğim en ufak bir Umut kırıntısı mutluluktan havalara uçuracak denli güçlüydü onun İçin.
"Senden de zaman istiyorum."
"T-Tamam sevgilim. İstediğin kadar zaman senin. Yeterki alma gözlerini gözlerimden..."
Başımı iki yana salladım.
"Bir süre yan yana gelmeyelim kalbimin dinlenmeye ihtiyacı var. Biraz daha yorulursa atmaktan vazgeçecek Poyraz..."
Poyraz bir adım attı yıkık dökük bedeniyle paramparça bedenime. Kaşlarının öfkeyle çatıldığına şahit oldum.
"Özür dilerim tamam mı?! Sana o haldeyken gerçekler söyleyemezdim! Üzgünüm seni daha fazla yaralayamazdım! Bana bir kere daha veda edemezsin Akasya. Yoruldun mu? Gel dinlen omzumda. Saklan kalbime ama bana veda edemezsin. Ben nefes aldığım sürece sana sağlayabileceğim uzaklık bir adım. İkinci adımı daha atmam senden uzağa. Şimdi git topla kafanı at şu uzaklaşma zırvalığını kafandan."
Gitti. Söyleyecekleri bitti ve hırsla çıktı gitti içinde bulunduğumuz terastan. Şimdi koca terasta kalan tek nefes benim ciğerlerime aitti. Tenime çarpan rüzgar eşlik ediyordu yalnızlığıma. İki gün. Kısa gelen halbuki hayatımın en uzun iki günü... Kalbim, duygularım, hislerim, bedenim, dünyam tepetaklak olmuştu. Alt tarafı iki gün dediğimiz o kırk sekiz saat seneler kadar uzamıştı gözümde. İki gün öncesinde Yaşadıklarımı birer birer düşündüm.Öz annemi öğrendiğim anı, sarp'ın kollarına yığılıp kalan bedenimi, eve gelip öfke kusmamı, Alp'e gitmem, ettiğimiz dans, yaptığımız kahvaltı, iki gün boyunca bana verdiği destek, Alp'in yaptığı son konuşma ve şimdi olanlar... Anneme ve babama bundan iki gün önce öfke kusup ardından sevgimi haykırmam, Poyraz'dan istediğim zamana karşı onun sinirle reddetmesi ve çekip gitmesi... Düşüncelerimin arasında odama ulaşmam çok sürmedi. Yatağında uyuyan Mucize'yi kollarıma alarak yatağıma girdim. Yorganımı başımın üzerine kadar ulaştırdığımda mucizenin mırıltılarına iç sesimin fısıltıları karıştı, Sevgili kendim. Çok yoruldun değil mi? Hayatının en yorgun kırk sekiz saatini geride bıraktın. Şimdi uyu. O kadar uzun uyu ki istersen uyanmaya bile çalışma. Dinlenmeden kalkma o yataktan. Kalktığında öyle dinlenmiş ol ki bir daha ihtiyacın olmasın dinlenmeye...
***
Aysel Selvi...
Mezar taşında yazan bu ismi defalarca okumuştum.demek annemin adı Aysel'di... Daha doğrusu biyolojik annem... Elimdeki Çiçek buketini karşımdaki mezara usulca bıraktığımda yanımda duran Sarp kolunu omzuma sarmış destek oluyordu bana, sanki asıl desteğe ihtiyacı olan kendisi değilmiş gibi... bir süre sessizce mezar taşını izledik. İçimden konuştum onunla, içimden haykırdım veda çığlıklarımı... Sen beni bıraktın ama ben sana geldim dedim ona. Senin verdiğin isimle anılıyorum hala dedim... Sonra yattığı yerde mutlu olmasını söyledim çünkü ben mutluydum. Her şeye rağmen hayata rağmen mutluydum. Çok geçmeden Sarp'la mezarlıktan ayrıldık. Dün öylesine uzun uyumuştum ki kalktığımda günlerdir hiç hissetmediğim kadar enerjik hissediyordum. Kalkar kalkmaz Sarp'ı arayıp beni Buraya getirmesini istemiştim. Anneme bir veda borcum vardı. Bu vedadan sonra her şey bitecekti. Kalbimdeki sevgi kırıntılarını, Özlem kırıntılarını, içimde kalan son kırgınlıkları mezarında bırakarak ayrıldım oradan... İşte bu kadardı. Yapmam gereken yalnızca bu kadardı. Ona veda edip hayatıma devam etmekti. Tıpkı onun beni bırakıp hayatına devam etmesi gibi bende hayatıma devam edecektim...
"İyi misin?"
Sarp'ın endişeli sesi kulaklarıma dolarken gülümseyerek başımı salladım.
"Evet, iyiyim."
Sarp başını salladığında arabanın motorundan çıkan ses tüm arabada yankılandı. Şimdi Sarp'ın arasında eve gitmek üzere bekliyordum. Boş yolları izliyordum, baharın neşesini, kuşların özgürlüğünü, sıcağa kavuşan sokak hayvanlarını, annesinin elinden tutup hevesle dolaşan küçük çocukları... Her şeye samimiyetle gülümsedim. Sonra kalbim Poyraz'ın özlemiyle doldu aniden. Ona günlerdir sarılamamanın verdiği öfke doldu kalbime.
"Sarp, şu konuma gidebilir miyiz?"
Sarp telefonda gösterdiğim konuma çatık kaşlarıyla baksa da yüzümde yayılan gülümsemeyle başını salladı. Gösterdiğim konum Poyraz'ın kumsal evine ait bir konumdu. Artık sınava daha fazla yaklaştığımız İçin neredeyse okula hiç gitmiyorduk. Tabii bu süre çalışmamız İçin vermişmişti... Poyraz okulda da kendi evinde de olmamalıydı. Emindim. Poyraz'ın tek sığınağı ona armağan edilmiş o kumsal eviydi. Ve şimdi oraya sığındığına hiç şüphem yoktu.
"Neresi orası?"
Sarp'ın sorusuyla gülümseyerek dudaklarımı araladım. Orası benim de sığmağımdı...
"Poyraz'ın evi..."
"Ondan zaman istediğinden bahsetmiştin?"
"Zaman doldu..."
Gülümsedim. Kendi söylediğime kendim gülümsedim. Henüz zaman isteyeli yirmi dört saat oluyordu. Dün istediğim zamanı bugün kendim bitiriyordum. Neden bilmiyordum ama mezarlıktaki vedam omzumdaki görünmez yükleri birer birer almıştı omzumdan. Sanki tüm acımı, yükümü, hayal kırıklıklarımı o mezarda vedamla geride bırakmıştım. Mezarlığa çokta uzak olmayan kumsal evine yaklaşık kırk dakika içinde ulaşmıştık.
"Akasya sana söylediğim gibi. Artık bir abin var. Ve her ne olursa bir telefon kadar uzaklıktayım sana. Seni seviyorum, dikkatli ol."
Gülümseyerek dudaklarımı Sarp'ın yanağına bastırdım.
"Teşekkür ederim..."
Sarp başını salladığında hızla arabadan indim. Rüzgar tenimi öyle güzel okşuyordu ki gözlerim huzurdan bir anlık kapanmıştı. Nisan aynının verdiği Bahar havası heyecanlanmama sebep oldu. Hızla kapıya doğru adımlayıp vakit kaybetmeden karşımda duran kapıyı çaldım. Dakikalar sonra içeride hissettiğim hareketlilikle gururla gülümsedim. Evet! Buradaydı! Poyraz kapıyı ardında kadar açtığında karşımda siyah eşofmanı ve gri tişörtüyle duruyordu. Dağılmış hali yakışıklılığına bir gölge dahi düşürememişti. Onu hayranlıkla izleyen gözlerime Poyraz'ın özlem dolu gülümsemesi eşlik etti. Kollarımı hızla Poyraz'ın boynuna sardığımda yerden yükseldiğimi hissettim. Poyraz'ın da kolları sıkıca belimi kavramıştı büyük bir Özlem'le.
"Sana geldim..."
Diye fısıldadım kulaklarına.
"Bana geldin..."
Diye iç çekti sevgiyle...
Sevgili kendim, artık olanlar İçin olacak olan mutluluklarını gölgeleme. Varsın biraz daha kırılsın kırıklarla dolu kalbin. Ama onarılmasına izin ver. Yoksa kısa zaman içinde param parça bir kalbe sahip olacaksın...
BÖLÜM SONU
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 10.38k Okunma |
629 Oy |
0 Takip |
33 Bölümlü Kitap |