Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.Bölüm: Sonsuz Mutluluk

@peteichor_

"Fazla sevgi öldürmez, güçlendirir. aksine yaşatır. Fazla sevgi uzun uzun yaşatır. O yüzden sev. Biraz daha sev. Sonra biraz daha fazla sev..."


26.BÖLÜM: SONSUZ MUTLULUK


Poyraz'ın boynunu saran kollarım öylesine sıkıydı ki Poyraz'ın boğulmasından bir an İçin korkmuştum. Ciğerlerim günler sonra Poyraz'ın kokusuyla sarsıldığında aldığım en rahat nefesin bu olduğunu hissettim.


"Nereden bildin burada olduğumu? Nasıl geldin?"


Poyraz'dan istemeye istemeye kollarımı ayırdığımda dolu gözlerle gözlerimi izliyordu.


"Hissettim..."


"Beni affettin mi Akasya? Artık rahat nefes alabilir miyim?"


Gülümseyerek başımı salladım.


"Derin derin nefes alabilirsin Efe Poyraz Saygın. Senin ciğerlerine dolan nefes benim kalbime yol oluyor... ve evet. Seni affettim. Sana olan sevgim öfkemi yendi. Sana geldim..."


"Hoş geldin."


Fısıltısı dudaklarıma çarptıktan hemen sonra dudakları Özlemle dudaklarımla buluştu. Bu buluşma ayrı kalınmış her dakikanın acısını çıkartmak isteyen bir buluşmaydı. Özlem dolu, sevgi dolu, şefkat dolu... Tüm kötülüklerden, acılardan uzak, kalbime hiç düşünmeden saklamak isteyeceğim bir buluşmaydı. Öyle derin öpüyordu ki dudaklarımı o an aşktan başımın döndüğünü hissettim. Bir insan aşktan sarhoş olur muydu? Kesinlikle olurdu! Bir insanı bir öpücük mutluluktan ağlatabilir miydi? Kesinlikle ağlatırdı! İnanmıyorsanız Poyraz'ın dudaklarıyla buluşan göz yaşlarıma bakın. Bakın ki anlayın. Bir aşk tüm bedeninizi uyuşturup sizi sarhoş edebilir, bir öpücük sizi mutluluktan hüngür hüngür ağlatabilirdi. Ellerim Poyraz'ın omzunu sararken düşmemek için destek arıyordum kendime. Bir kaç dakika daha nefessizce öpmüştü dudakları dudaklarımı. Taki ikimizde nefes nefese kalana kadar. Şimdi alınlarımız birdi. Nefeslerimiz birbirimizin dudaklarına çarpıyordu. Dudaklarımdaki geniş gülümseme Belkide hayatımın en geniş gülümsemesi olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Poyraz'ın geniş eli saçlarıma karışırken dudaklarındaki belli belirsiz tebessümle araladı öpmekten bir ömür bıkmayacağım dudaklarını.


"Akasya... Bir daha asla yapma."


Alınlarımız ayrılırken çoktan kapıyı kapatıp içeri geçmiştik fark etmeden. Afallamış gözlerle Poyraz'ın söylediklerini anlamaya çalıştım.


"Neyi?"


"Benden uzak kalmayı aklından bile geçirme. Sana söyledim. Bir adım Akasya. Senden uzak durabileceğim mesafe yalnızca bir adım. Sakın aklından çıkarma. Sakın benden uzağa ikinci bir adım atma."


Başımı salladım hızla.


"Atmayacağım. Bundan sonra ayrılmak yok, uzaklaşmak yok, sensizlik yok."


"Sensizlik yok..."


Diye tekrarlamıştı söylediklerimi. Gülümseyerek ellerimi yanağına çıkartıp usul usul gezdirdim çıkmaya yüz tutmuş sakallarında. Yüzünü hafifçe elime doğru bırakırken gözleri huzurla kapanmıştı. Ne kadar süre kapanan kapının ardında, orada, o şekilde, sessizce bekledik bilmiyordum ama sonunda sessizliğimiz bozulmuş, Poyraz yerine gelen tüm keyfiyle aralamıştı dudaklarını.


"Aç mısın?"


"Nereden çıktı?"


Sessizliği bu şekilde bozacağını tahmin etmemiştim!


"Ben açım, baya açım."


Alt Dudağımı istemsizce aşağı sarkıttım. Keşke ben hemen hallederim diyebilseydim. Ama maalesef diyemiyordum çünkü yemek yapmakta tam bir rezalettim.


"Ne oldu güzelim? Neden astın yüzünü."


Poyraz'ın parmakları çenemi kavrayıp narince yukarıya kaldırdı ve gözlerimizi bir araya getirdi.


"Keşke yemek yapmayı bilseydim ne güzel yapardım şimdi."


Poyraz gülümseyerek dudaklarını burnuma bastırdı.


"Derdin bu olsun! Hadi o zaman ilk önce şu rahatsız kıyafetlerinden kurtulacaksın sonra birlikte yemek yapacağız. Madem yemek yapmayı öğrenmek istiyorsun öyleyse bende sana yemek yapmayı öğretirim o halde."


Ellerimi birbirine vurdum. İçimde küçük bir çocuğun heyecanı vardı.


"Gerçekten mi? Bana yemek yapmayı mı öğreteceksin!"


Poyraz başını sallayıp sağ elimi elinin içine hapsederek merdivenlere ilerledi. Bir üst kattaki odasına ulaştığımızda dolabına yönelip bir şort ve bir tişörtü özenle kollarıma bıraktı.


"Üzerini giyin ve gel. Bekliyorum güzelim."


Başımı salladım hızla ve dudaklarımı Poyraz'ın yanağına usul usul bastırdım. Poyraz dudaklarına hapsettiği gülümsemesiyle odadan ayrıldı. Geriye kucağımdaki kıyafetlerle ben kalmıştım. Üzerimi giyinmem çok zamanımı almamıştı, aynanın karşısında baştan aşağı kendimi inceliyordum şimdi. Alnımdan dökülen perçemleri, tependen özensizce yapılmış topuzumu, günler sonra Işıl Işıl umut dolu bakan gözlerimi, üzerime oldukça büyük gelen mis kokulu kıyafetleri, kendime o an o kadar içten gülümsedim ki tarifi imkansızdı. Bu gülümsemeyi yalnızca ben hak ediyordum. İnsan herkesten önce kendine gülümsemeliydi. Herkesten önce kendini sevmeliydi, hatta kendine sarılmalıydı! Sıkı sıkı sarılmalıydı kendine. Eğer size gülümsenmesini istiyorsanız önce kendinize sizin gülümsemeniz gerekiyordu. Eğer sizi saran kollar bekliyorsanız önce sizin sarmanız gerekiyordu kendi bedeninizi. Ve eğer sevilmek istiyorsanız. Önce kendinizi sevmeniz gerekiyordu. Herkesten her şeyden çok sevmeniz hemde! Size söylemiştim. Başrol sizsiniz! Hem, en çok başrol sevilir öyle değil mi? Öyleyse ne duruyorsunuz? Sonsuz sevginizi bahşedin hayatınızın başrolüne. Yani kendinize...


"Akasya!"


Poyraz'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp koşar adım kapıya ulaştım.


"Efendim!"


Sesi aşağıdan geliyordu.


"Seni bekliyorum!"


"Geldim!"


Ayağıma giydiğim terliklerle, üzerimdeki bol kıyafetlerle paytak adımlarla merdivenlerden indim. Beni karşılayan mutfakta büyük bir ciddiyetle önlüğünü giyen Poyraz olmuştu. Aniden bir önlük de bana doğru fırlattığında neye uğradığımı şaşırarak bir önlüğe bir poyraz'a baktım.


"Ne duruyorsun? Yemek yapmayı öğrenmek istemiyor musun yoksa?"


Başımı iki yana salladım hızla.


"Öyleyse giy önlüğünü ve başlayalım."


Başımı hevesle sallayarak elimde tuttuğum önlüğü başımdan geçirerek arkadaki iplerini sıkmadan hafifçe bağladım.


"Ne yapacağız şimdi?"


"Pizzaya ne dersin?"


Poyraz'ın sorusuyla tereddütle mutfakta gezdirdim bakışlarımı...


"Acaba yumurta kırmakla mı başlasak?"


Poyraz söylediklerimle dudaklarını birbirine bastırmış muhtemelen gülüşünü engellemeye çalışmıştı. Ne vardı yani? Yumurta kırmakta beceri isteyen bir şeydi nihayetinde!


"Güzelim abartmıyor musun? Hem sen çorba bile yapabiliyorsun!"


Kaşlarımı sinirle çattım. Bu sinir beceriksiz kendime ve karşımda alay eden Poyraz'aydı


"Evet! Bol şekerli nefis bir çorba."


Poyraz bedenimi kolunun altına çekerek dudaklarını saçlarımla buluşturdu. Tüm sinirim tuzla buz olurken çok geçmeden Poyraz güven dolu bir sesle böldü sessizliğimizi.


"Bana güven. Dünyanın en güzel pizzası birazdan ellerimizden çıkacak."


"Dünyanın en güzel pizzası?"


"Evet! Dünyanın en güzel pizzası. Bizim bir aradayken yaptığımız herhangi bir şeyden daha güzle bir şey olma ihtimali söz konusu değil Akasya. Çünkü biz yapacağız... şimdi güven bana ve dünyanın en güzel pizzasını yapalım."


Hevesle başımı sallarken tekrar tekrar söylüyordum içimden Poyraz'ın söylediklerini. Bizim bir aradayken yaptığımız herhangi bir şeyden daha güzle bir şey olma ihtimali söz konusu değil demişti. Haklıydı. Biz bir aradayken ne yaparsak yapalım daha iyisi ortaya çıkamazdı. Çünkü biz yapacaktık... İkimiz...


Saatler sürdü. O mutfakta birbirine karışan, giderek yükselen kahkahalarımız, birbirimizin undan görünmeyen yüzü, çekindiğimiz sayısız fotoğraf, yamuk yumuk doğradığım pizza malzemeleri, söylediğimiz şarkılar... saatlerce kaldık o mutfakta. Bir dakika sıkılmadık, bir dakika durmadık, bir dakika susmadık, bir dakika eksilmedi kahkahalarımız, kalbimiz bir dakika soğumadı, geçirdiğim en güzel saatleri Poyraz'la pizza yaparak geçirmiştim. Ben o mutfağa yemek yapmayı öğrenme umuduyla girmiş, hayatın sevdiklerimizden ,sevildiklerimizden, gülüşlerimizden, umutlarımızdan, paylaştığımız sayısız mutluluktan ibaret olduğunu öğrenerek çıkmıştım. Şimdi elimde tuttuğum pizza dilimini dudaklarımla buluşturuyordum. Karşımda güneş güne veda ediyordu. Oturduğum örtüde biraz daha yayıldım. Şimdi kumsaldaydık. Kumların üstünde güneşe doğru dönmüş batmasını izliyorduk elimizdeki pizzaları dudaklarımızla buluştururken. Kumsalda oturduğumuz gerçeği yanımda ki Poyraz'ın varlığıyla bambaşka bir hal alıyordu. Yanımda Poyraz'ın varlığı bana kumsalda oturmaktan ziyade bulutların üzerinde oturduğumu hissettiriyordu.


"Koca pizza bitti.."


Poyraz'ın hayret dolu sesiyle istemsizce gözlerimi devirdim.


"Açtık ne yapalım?"


"Tamam tamam kızma hemen. Yemeğimiz bittiğine göre spor yapıp pizzaları erdirebiliriz değil mi?"


Şaka mı yapıyordu bu çocuk? Spor nereden çıkmıştı? Bulutların ardına saklanan güneş benimde onun ardına saklanmamı fısıldarken Poyraz vakit kaybetmeden bedenimi ayağa kaldırdı ve telefonuyla bir kaç dakika oyalandıktan sonra yükselen müzik eşliğinde gözlerime döndü. "Yıllar sonra bir an gelirsem ben aklına

Bir tebessüm gönder rüzgarla bana..." şarkı sözleriyle hafifçe tebessüm ettiğimde Poyraz iki elini de belime yerleştirmişti. Benim ellerimde onun omzundaki yerini alırken başımı hafifçe göğüsüne yasladım. Bu dans bizi yormayacaktı. Bu dans bizim miladımız olacaktı. Dans ederken dinlenmek mümkün müydü? Belki bedenen değil ama ruhen mümkündü ve benim ruhum uzun zaman sonra ilk defa dinlenmeye başladığını hissediyordu.


"İlk dansımızı hatırlıyor musun?"


Poyraz'ın sesi şarkı sesine karışırken dalgalarda eşlik ediyordu seslerine.


"Hatırlıyorum..."


"Hiç unutma o halde. Ne o dansımızı, ne bu dansımızı. Aklına kazı bizi, kalbine sakla çünkü benim aklımda kalbimde senden ibaret. Anılarımızdan ibaret. Seni seviyorum Akasya."


Durdu ve sesi biraz öncekinden daha kısık çıkarken içimi titretecek o satırları mırıldandı usulca.


"Öylesine güzel

Seviyorum ki seni,

Öylesine saf.

Öylesine temiz.

Öylesine derin.

Ve "öylesine" değil."


Bu tanıdık şiiri Poyraz'ın dudaklarından duymak göz yaşlarımın gözlerimden firar etmesine sebep oldu.


"Özdemir Asaf.."


Diye fısıldadım giderek kısılan sesimle.


"Özdemir Asaf..."


Diye fısıldadı güzel sesi. Dans ettik, ağladık, kalbimizin ritmi değişti, o beni öptü. Ben onu öptüm. Özlemle sarmalandık birbirimizi. Sevgiyle harmanladık kalplerimizi. Ve huzurla oturduk şimdi kararan havaya rağmen sevdiğimiz beyaz örtünün üstünde. Benim sırtım onun göğüsüne yaslı, onun kolları belimi sarmış bir vaziyette huzurla kumsalı döven deniz dalgalarını izledik. Müziğin sesi gitmişti bizim sesimiz kesilmişti sadece deniz haykırıyordu çığlıklarını ayaklarımıza ulaşmak üzere olan hırçın dalgalarıyla.


"Poyraz?"


"Akasya'm."


Gülümsedim.


"Şu anda yıldız kaysa ne dilerdin?"


"Bir daha yıldız kaymamasını."


Başımı hafifçe kaldırdım Poyraz'ın bu isteğiyle.


"Neden?"


"Yıldızlar daha fazla yanmasın, gökyüzü ışığını kaybetmesin diye."


Yıldızlar İçin kayan yıldızdan daha fazla Yıldızın kaymamasını isteyeceğini söylemişti. Gökyüzü kararmasın diye...


"Gökyüzü kararmasın diye mi istiyorsun yıldızların kaymamasını?"


"Evet. Yıldızlar yok olursa karanlıkta kalırız. Sen karanlıktan korkarsın Akasya. Yıldızlar kaymasın ki gökyüzü bizi aydınlatmaya devam etsin."


Gülümsedim.


Gülümsediğini hissettim.


"Sen?"


Anlamsızca kaşlarım çatıldığında dudaklarımı araladım.


"Anlamadım?"


"Sen ne dilerdin?"


"Senin hayatımdan hiç çıkmamanı. Çünkü ben karanlıktan korkuyorum ve benim ışığım sensin."


Dudaklarını saçlarımla buluşturduğunda huzurla gözlerimi kapattım.


"Dilek hakkını heba etme. Benim senin hayatından çıkma olasılığım gökyüzündeki tüm yıldızların sönmesiyle aynı."


Bu güven dolu sesi kulaklarımda tekrar tekrar yankılandı. Tüm Yıldızların sönmesi bu dünya İçin kıyametten farksızdı. Ve bu da demek oluyordu ki kıyamet kopmadığı sürece Poyraz hayatımın merkezinde yerini itinayla koruyacaktı.


"Artık her şey güzel olsun Poyraz. Hepimiz mutlu olalım ve birlikte olalım."


"Olalım güzelim."


Bir süre sessizlik hakim oldu. Dakikalar süren sessizliğimize eşlik eden deniz dalgalarının sesini, yeniden Poyraz'ın ilgili sesi bastırmıştı.


"Yarın ilk gün akasya. Yarın sonsuz mutluğumuzun ilk günü. Şimdi al

telefonunu Alp'e mesaj at. Yarın sabah herkesi toplasın ve gelsinler. Anlaşılan birkaç gün tatil yapmak hepimize iyi gelecek ne dersin?"


Hevesle yerimden doğruldum.


"Poyraz sen harikasın ya, evet! Bir kendimize gelelim canım ne bu böyle! Bir araya gelmeyeli haftalar oldu! Artık Yanyana olalım hep birlikte!"


"Hadi o zaman ne duruyorsun."


Hevesle Poyraz'ın yanaklarından sulu sulu öperek telefonu elime aldım.


Akasya;

"ALP!!! Benim küçük devim ne yapıyormuş?"


Alp;

"Küçük dev mi olur kızım? Ne içtin gece gece?"


Akasya;

"Tamam şşşt sus! Şimdi beni iyi dinle. Yani şey... iyi oku! Yarın Lal'i Barış'ı Birce'yi Sarp'ı Egemen'i herkesi toplayıp Poyraz'ın kumsal evine geliyorsun!!"


Alp;

"Hayırdır bücürük? Toplu katliam yapıp hepimizi birden kesmeye mi karar verdin? Eğer öyleyse iş birliğine açığım! Çok gencim kızım ben."


Akasya;

"Alp kesmeye ilk senden başlamamı istemiyorsan sabah 9 da burada olun. Hem size kahvaltı hazırlayacağım!"


Alp;

"Bunun daha acısız bir yolu yok muydu?"


Akasya;

"Ne? Neyin daha acısız bir yolu yok muydu?"


Alp;

"Kahvaltı hazırlamandan daha az acılı bir ölüm düşünsek? Tamam tamam sen en iyisi bizi kes kesinlikle daha acısız olacak! Zehirlenmekten iyidir sanırım."


Akasya;

"Sabır ya! Tamam ya tamam salak seni, kahvaltıyı Poyraz hazırlar tamam mı?"


Alp;

"Sekize oradayım bücürük. Söyle taze damada donatsın masayı biz geliyoruz biz! Kız tarafı olarak tam kadro oradayız.


Akasya;

"Ne damadı aptal! Sinirimi bozdun gece gece! Sus da haber ver herkese. Hadi görüşürüz yarın öpüldün."


Alp;

"İyi tamam hadi görüşürüz. Çok oynaşmayın oralarda abiyim ben abi!"


Akasya;

"Alp!"


Alp

"Tamam! Gittim ben..."


Başımı iki Yana sallarken telefonumu yanıma bıraktım. Hepsiyle bir arada olmayı öyle özlemiştim ki bu Özlemin yarın bitecek olma ihtimali kalbimi sıcacık ısıtmıştı tüm bu ayaza rağmen. İşte başlıyorduk. İşte mutlu hayatımız yarın itibariyle başlıyordu. Yeniden bir arada, birlikte olacağımız huzur dolu günler kucak açmış davetkarca bizi bekliyordu huzuruna. Gülümseyerek gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Fısıldadı iç sesim yıldızlara gülümserken. Merhaba ışığıyla bizi aydınlatan sonsuz gökyüzü! Artık yıldızların kaymasın olur mu? Her kayan yıldız Poyraz'sız kalma ihtimalime bir adım yaklaşıyor ve ben Poyraz'dan ayrılmayı kaldırabilecek kadar güçlü değilim. Ne Poyraz'dan ne de diğer sevdiklerimden koparma artık beni. Lütfen Işıl Işıl parlamayı sürdür.... Sen sönersen tüm dünya karanlığa bürünür ve ben karanlıktan çok korkarım...


***


"Neler hazırlandınız bakalım?"


Alp açtığım kapıdan içeriye dalma suretiyle hızla girerken gözlerimi devirmekle yetindim ve kapının ardında kalan sevdiklerime uzun yzun baktım. Önce Birce girdi kapıdan. Kocaman sarıldım bedenine. Ellerimiz birbirimizin saçlarıyla buluşurken Özlemle sarıldık birbirimize uzun uzun.


"Seni çok özledim fıstığım!"


"Birde bana sor..."


Sesim Birce'ye ulaşırken yeniden sıkılaştırdı kollarını. Çok geçmeden ondan ayırdığım kollarımı beni heyecanla sarmalayan Lal'e sardım.


"Benim çiçeğim! Nerelerdesin sen ya?"


Lal neredeyse ağlayacak hale geldiğinde daha sıkı sardım kollarımı.


"Buradayım güzelim artık birlikteyiz!"


Lal'e bir süre daha sarıldıktan sonra bu kez Barış'daydı sıra. Barış her zamankinden Farklı bakıyordu gözlerime. Eskisinden daha şefkatle daha dostça daha sıcaktı bakışları. Ve Barış uzun zaman sonra ilk defa sıcacık gülümsüyordu karşımda.


"Asya..."


"Barış..."


Kollarımı sıkıca Barış'ın boynuna doladığımda o da sarmıştı bedenimi özlemle. O an anlamıştım arkadaşıma duyduğum özlemi. O an fark etmiştim Barış'ın hayatımda yarattığı koca boşluğu. Dolan gözlerimi kırpıştırdığımda bu kez arkadaki beklentili bedeni buldu gözlerim. Sarp'ı, abimi... bu kez kollarım onun boynunda yerini alırken sıkı sıkı sarıldım ona. Hiç bırakmaması İçin, hiç bırakmamak için... sarışınlarımız nihayete ererken hep birlikte masada yerimizi almıştık. En başta Sarp onun çaprazında Poyraz onun yanında ben oturuyordum. Karşımızda Alp Birce ve Lal otururken Lal'in yanında Barış oturuyordu. Öyle huzur dolu, öyle sıcaktı ki içim. Bu sıcaklık değil bu evi, bu dünyayı yakıp kavuracak denliydi. Bir an masada hissettiğim eksiklikle dudaklarımı araladım.


"Lal, Egemen nerede?"


Lal birkaç saniye gözlerini kırpıştırdıktan sonra çatalındaki peyniri dudaklarıyla buluştururken soğuk kanlılıkla dudaklarını araladı.


"Barış'a aşık olduğumu duyunca gitti."


O an masada duyulan tek şey Barış'ın şiddetli öksürükleriydi.


"Ne var? Ne bakıyorsunuz? Barış'a aşık olduğumu Görmeyecek kadar salak bir arkadaş grubuna sahip olduğumu hiç sanmıyorum."


Lal'e ne yedirmiştik biz böyle! Yürek yese bile bu cesaret gelemezdi ona. bir anda havalanan kaşlarıyla yanında hala öksüren Barış'a döndü ve elinde tuttuğu bardağı ağır ağır suyla doldurarak Barış'ın önüne ittirdi.


"Sen ne öksürüp duruyorsun? Salak mısın? Aşığım işte ne var bunda?"


Birce olduğu yerde kıpkırmızı kalırken Lal derin bir öf çekerek bu kez Birce'ye döndü umursamaz bakışlarla.


"Sende birde bayıl istiyorsan Feriha! Ne bu surat? Amma yaptınız ama Egemen bile şaşırmadı sizin kadar."


Lal'in sesine karışan sesin sahibi bu kez bendim.


"Egemenle siz..."


"Egemenle biz bir şey değildik fıstığım. Çok düşündüm ve hala kalbimde bu salak çocuğun aşkı varken onun duygularıyla oynamanın bana göre olmadığına karar vererek hayatından çıktım. Anlayacağınız arkadaşlığımız saygılı bir şekilde bitti. Bu malda mal mal otursun hala."


Barış hayatında Lal'i hiç bu kadar umursamaz ve açık sözlü görmemiş olmanın verdiği şaşkınlıkla yerinde kıpkırmızı kalakalmıştı. Aslında gerçek şuydu ki bu masadaki kimse Lal'i daha önce böyle görmemişti! Lal şu an karşımızda dünyanın en dobra insanı olarak öylece her birimize bakıyor bir yandan da keyifle kahvaltısına devam ediyordu. Masadaki tek ses Lal'in çatal bıçak sesleriydi.


"Yesenize. Alp hani açtın sen? yesene. Amma yaptınız canım sizde."


"Bu arada Birce yengeniz olur."


"Ne?"


"Ne!"


"Nası?"


Gibi bir çok soru kalıbı senfoni orkestrası gibi dudaklarımızdan dökülmüştü eş zamanlı. Alp'in bir anda konuyu bambaşka yerlere çekmesine mi şaşırayım, yoksa sevgiliyiz demek yerine yengeniz olur demesine mi? yada en iyisi sevgili olmalarına şaşırayım!


"Duydunuz. Birce'yle sevgiliyiz artık. İnşallah karım olacağı günleri de görürüz. Değil mi Birce'm?"


Birce hevesle başını sallarken şaşkınlıkla aralanan dudaklarım biraz daha aralanmıştı istemsizce. Kahvaltı İçin oturduğumuz masa bir anda kızılcık şerbeti kahvaltısına dönmüştü. Konuşulmayan olay, geçmeyen entrika kalmamıştı! Hatta neredeyse onlar gibi kahvaltı İçin hazırladığımız masadan duyduklarımızdan sonra aç kalkacaktık. Ne diyorum ben! Şu an odaklanmak gereken yere yeniden odaklandım.


"Valla duydunuz. Hatta birce çekti kolumdan yapıştı-"


Bu kez boğulma sırası Birce'ye geçerken gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacak kadar büyümüştü,


"Neyse daha yeni kavuştum şimdi boğulmasın kız. al güzelim iç şunu."


Alp elindeki su dolu Bardağı birce'nin dudaklarıyla buluştururken Birce hem su içiyor hemde Alp'e delici bakışlar atıyordu. Öyleyse sıra bendeydi! Şu an sıra tam anlamıyla bendeydi.


"Şey... Bizde Sarp'la kardeşiz..."


"Ne?"


"Yok artık!"


"Yuh!"


Masada şaşırmayan Alp ve Poyraz diğerlerinin şaşkınlık dolu nidalarını keyifle izliyorlardı. İşte şimdi tam olmuştu. Dönen entrikanın , açılan sırların, yapılan itirafların kol gezdiği oldukça huzurlu (!) kahvaltı masamız kızılcık şerbeti ve yasak elma arasında mekik dokuyordu.


"Annemiz bir Yani... Uzun hikaye! Ama şimdi ne olur kahvaltı edelim ve artık kimse konuşmasın! Çünkü açlıktan düşüp bayılacağım."


Herkes çaresizce ve istekle söylediklerimi kabul ederken hepimiz kısa süre içinde tabaklarımıza odaklanarak bir türlü başlayamadığımız kahvaltıyı doyasıya yedik ve rahat bir nefes almayı başardık! Uzun zaman sonra herkesi bir arada görmek her ne olursa olsun kalbimi sevgiyle sarmıştı. Hayatta sahip olduğum en değerli varlığım sevdiğim insanlardan ibaretti. Ailemden, bana aile olan bu insanlardan... İç sesim o an büyük bir duyguyla kalbime dokundu. 'Çok hızlı atıyorsun. Yanındaki insanlar mı seni hızlandıran? Yoksa senden dolup taşan sevgi mi hızlandırıyor seni? Sakin ol sana ihtiyacımız var. Sakinleş... ritmini bozma. Uzun uzun, sakin sakin çarp bulunduğun göğüsün içinde. Bırak taşsın sevgiler taşıyorsa. Hatta daha çok ekle üzerine. Fazla sevgi öldürmez, güçlendirir. aksine yaşatır. Fazla sevgi uzun uzun yaşatır. O yüzden sev. Biraz daha sev. Sonra biraz daha fazla sev... senden taşan sevgiyi tüm vücuda yay. Gerekiyorsa kan yerine sevgi pompala damarlarına. Çünkü bu kalbin Sahibi artık sadece sevgi istiyor senden. Yalnızca daha çok sevgi...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%