Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.Bölüm: Dostluk

@peteichor_

"Hayatın formülünde bilinmeyen bir X varsa o X kalbinizi dolduran insanlar demekti..."


27.BÖLÜM: DOSTLUK


"Vay anasını satayım şu başına gelenlere bak. Nesin sen küçük Emrah'ın kolonu mu? Bu ne kızım böyle?"


Lal'in sesiyle gözlerimi istemsizce devirmiştim. Gerçekten de haklıydı Lal. Hayatım bir anda saçma bir melankoliye bürünüvermişti.


"Ay boşverin şimdi! Bir ay sonra mezuniyet var gideceğiz değil mi? Lütfen gidelim lütfen!"


Birce'nin heves dolu sesiyle gülümsedim. Bu Hayatta bir kere liseden mezun oluyorduk ve tabii ki gidecektik!


"Tabii ki gideceğiz kızım! Bir kere mezun oluyoruz şurada. Gitmez miyiz hiç?"


Lal benden önce atılıp hevesle cevap vermişti. İkisinin çocuklar gibi heyecanlanmasını gülümseyerek izliyordum. Yanımda Poyraz, karşımda hevesle sohbet eden sevdiklerim, dışarıda esen ılık Bahar havası... Hayat buydu. Sevgilerimle birlikte geçirdiğim birkaç huzurlu dakika, ellerimden tutan, gözlerimin içine bakarken gözbebekleri titreyen sevdiğim adam ve beni seven biricik ailem... işte huzurlu bir hayatın formülü bu. Formül diyince hepimizin aklında canlanan rakamlar ve harfler oluyor değil mi? Ah tabii ki öyle! Ama hayat tüm formüllerden farklı bir formüle sahipti. Hayatın formülünde Rakamlar yoktu, harfler yoktu, yalnızca ellerinden tutan kocaman bir aile vardı. Ve bu ailenin fertleri anne babadan oluşan çekirdek bir aileden ibaret değildi. Canın kadar sevdiğin herkes formüldeki aile fertlerinin birer parçası ediyordu. Anlayacağınız dilden anlatmam gerekiyorsa hayatın formülünde bilinmeyen bir X varsa o X kalbinizi dolduran insanlar demekti...


"G-Gideceğiz tabii. Ne giyeceksin Lal?"


Bu soruyu Birce sormamıştı. Poyraz'da değildi. Alp hiç değildi! Evet geriye kalan tek ismin dudaklarından dökülmüştü bu dudaklarından dökülmesinin imkansız olduğunu düşündüğüm soru, Barış... sorunun sahibi Barış'dı. Daha önce Barış'ın çoğu haline şahit olmuştum. Öfkeli haline, neşeli haline, üzgün haline... ilk defa bambaşka bir haliyle karşımdaydı. Barış Lal'in üzerindeki kıyafete bile bakmazken hevesle Lal'in ne giyeceğini sormuştu. Karşımdaki Barış bambaşkaydı. Heyecanlıydı, hevesliydi, meraklıydı anladığım kadarıyla aşk Barış'ın kalın duvarlarından birkaç tuğla şimdiden yıkmıştı.


"A-Anlamadım?"


Lal'in gözlerinin dolduğuna şahit oldum o an. Gözlerindeki ışık hepimizi mutluluktan ağlamaya itiyordu. Öyle bir an geliyordu ki öylesine basit bir soru sizin gözlerinizin içini güldürüp, kalp atışlarınızı hızlandırıyordu. Aşktı bunun adı. Bunu yapacak güçteki tek şey aşktı. Bazılarının zırvalık dediği çoğu zaman o zırvalık olduğunu söyleyenlerin kapısını daha gürültülü bir sesle çalan arsız duygu, Aşk...


"Diyorum ki ne giyeceksin? Eğer giyecek bir şeyin yoksa alışverişe çıkabiliriz."


"Yuh! Sustum sustum diyorum ama daha fazla duramayacağım. Ne içtin oğlum sen? Ne alışverişi. Arkadaşıma ne yaptın sen kız? Boz şu büyüyü!"


Alp'in sözleriyle yüksek sesle kahkaha atmam bir oldu! Ne kadar da haklıydı. Barış ve alışveriş...Ah aşk, ah! sen nelere kadirsin!


"Pardon? Büyüyü boz derken? Bak çocuk ne kadar ince düşüyor! Sen de öküz öküz bak öyle."


Birce elindeki yastığı Alp'in suratına geçirirken keyifle sırtımı Poyraz'ın göğüsüne yaslayıp onları seyretmeye başladım. Saçlarımda hissettiğim dudaklar gülüşümü genişletirken bir yandan da Alp'e kulak verdim heyecanla.


"Hayda! Ne oluyor kızım? Ne dedim ben şimdi?"


Birce kollarını birbirine bağlayıp arkasına yaslandı ve başını yana çevirdi. Birce ve yersiz tripleri!


"Güzelim, civcivim, biriciğim ne oldu söyle hadi?"


"Sen neden sormuyorsun?"


Hepimiz durmuş Alp ve Birce'yi izliyorduk! Bugün eğlenceli geçecekti anlaşılan.


"Neyi?"


"Ne giyeceğimi!"


Alp sabırla yanaklarını şişirip boğukça ofladı.


"Sorayım civciv. Ne giyecekmiş benim civcivim? Söyle bakalım."


Birce sanki biraz önce trip atan kendisi değilmiş gibi hevesle Alp'e döndü.


"Alp benimde elbise almam lazım! Bizde gidelim mi alışverişe?"


Alp Barış'a yandan bir bakış attıktan sonra yeniden Birce'ye döndü.


"Gidelim Birce'm."


"Hadi kalkın o zaman."


Sesin sahibi sırtımı yasladığım Poyraz'dı. Sonunda noktalamıştı bu yersiz alışveriş tartışmasını. Hevesle yerimden doğrulduğumda bakışlarım gözlerini karşısındaki duvarla buluşturan Sarp'ı buldu. Öyle düşünceli görünüyordu ki baktığı yer duvar değilde bir harita gibi gözleri kısık kısık rota ararcasına bakıyordu. Sanki bomboş duvarda yolunu bulmak istercesine inceliyordu. Elimi diğer yanımda oturan Sarp'ın elinin üstüne koyduğumda irkilerek bana döndürdü bedenini.


"İyi misin? Alışverişe gidelim diyoruz... Sende gelmek ister misin?"


Başını iki yana salladı usulca. Geldiğinden beri sessizlik hali ve ruhsuz bakışları içimi titretiyordu. Öyle bir duruşu vardı ki bu hayatta emanet gibiydi. Ruhu gitmiş bedeni kalmış gibi... Gülümsemeye zorladım kendimi. Belki gözlerine ruhunun izlerini görürüm diye ama olmadı. Sadece göz kırptı hafifçe. Gözlerinde ruhuna dair gördüğüm bir şey varsa oda giderken bıraktığı ayak izleriydi.


"Hadi o zaman."


Barış'la birlikte hepimiz ayaklanmıştık. Bir kez daha Sarp'a bakıp kapıya yöneldiğimde seslenişiyle durdum.


"Akasya!"


Arkama doğru döndüğümde kollarını açmış ve hızlı adımlarla yanıma ulaşarak kollarına hapsetmişti bedenimi. Hiç oyalanmadan kollarımı bedenine sardım.


"Seni seviyorum. Dikkat et olur mu?"


"O-Olur ama zaten çok kalmayız! Hemen döneceğiz. Sen film falan izlersin eğer sıkılırsan daha erken döneriz hatta."


Başını salladı sessizce kollarını bedenimden ayırırken. Son kez gözlerine baktığımda dudaklarım benden habersiz aralanmıştı.


"Bende seni seviyorum..."


Gülümsedi. 


Gülümsedim.


Ve son kez gözlerine baktıktan sonra ayrıldık evden. Tek arabaya sığamadığımızdan biz Poyraz'ın arabasıyla gidecektik. Poyraz telefonuyla buraya en yakın alışveriş merkezinin konumunu Barış'a attıktan sonra motorun sesi yükseldi.


"Alp Barış'ı öldürmezse iyidir."


Poyraz'ın keyifli sesiyle kıkırdadım. Haklıydı! Alp Barış'a öyle bir bakıyordu ki gözleriyle canını çoktan almıştı bile.


"Sorma! Gözleriyle halletti işini. Ama Barış'ın Lal'e olan tavrı beni çok mutlu etti biliyor musun? Lal mutlu olmayı öyle hak ediyor ki.."


"İnsanlar sevdiklerinin kıymetini onları kaybedince yada kaybetmeye başladığını anlayınca anlıyor Akasya. Kimse kimseyi kaybetmeden kaybetmenin ne demek olduğunu anlayamaz. Ben de senin gidince anladım..."


Gülümsedim. Gözlerim dolu dolu gülümsedim. Cümlelerine gülümsedim, anlam dolu ses tonuna gülümsedim, bakışlarına gülümsedim... Sevgili hayatım, Poyraz'a aşığım ve değerini kaybetmek pahasına anlamak istemiyorum. Gerekirse anlamayayım. Ama hep onunla kalayım... Düşüncelerim derinleşmeye başlarken araba durduğunda etrafıma baktım. Çok büyük olmasa da aradığımızı bulabileceğimiz büyüklükte bir alışveriş merkezinin önünde durmuştuk. Arabadan indiğimizde diğerlerinin de indiğini görerek birbirimize adımladık.


"Bu alışveriş tantanası nasıl yapılıyor şimdi? Şey Yani... Ne yapacağız tam olarak?"


Barış'ın sesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. Alışveriş tantanası...


"Mağaradan mı çıktın sen? Mağaza mağaza gezeceğiz ve aradığımızı bulana kadar her şeyi deneyip en güzelini alacağız! Hepsi bu."


"Her mağazayı gezecek miyiz yani?"


"Evet. Her mağazayı!"


Lal'in sözleri Barış'ı korkuturken Lal öne atılıp iki kolunu da girmemiz için kaldırdı.


"Hadi kızlar, gidelim!"


Poyraz'a dönüp başımı yana doğru yatırarak gülümsedim. Gözlerimizle konuşuyorduk tam şu an! Bana gitmem için başıyla işaret ettiğinde dudaklarımı hızla yanağına bastırıp koşar adım önden yürüyen Lal'in bir koluna girdim. Çok geçmeden yanımda hissettiğim hareketlilikle gözlerim Lal'in diğer kolunda yerini alan Birce'yi buldu.


"Evet kızlar gün alışveriş günüdür!"


"Lal abartmıyor musun? Sadece bir mezuniyet..."


Sözlerim Lal'in cıklamasına sebep olurken kınayıcı bakışlarla yandan bir bakış attı. Gözlerimi devirmeden edemedim bu bakışlarından sonra!


"Lal Özben'in arkadaşına hiç yakıştı mı alışverişten kaçmak? Balonun en güzel kızları biz olacağız. Aklınızdan çıkartmayın!"


Yanaklarımı şişirerek başımı salladığımda kendimi anın akışına bıraktım...


***


Dokuz mağaza, yirmi iki elbise, üç buçuk saat.


Tam üç buçuk saattir denemediğimiz elbise, girmediğimiz mağaza kalmamıştı! Alp'in sık sık Barış'a laf soktuğu, Lal'in heyecanla elinin değdiği her elbiseyi üstüne tutup Barış'a gösterdiği, Poyraz'ın denediğim her şeyi beğendiği uzun saatleri kumsal eve gelerek geride bırakmıştık. Elimizdeki poşetlerle eve girdiğimizde Alp yamuk yumuk yürüyerek koltuğa attı yorgun düşen bedenini.


"Dünya varmış!"


"Çok konuşma ne güzel şeyler aldık işte."


"Anasını satayım ne oldu bu çocuğa? Süreyya hanımın muhteşem değişimine taş çıkarttı iki günde!"


Barış ve Alp'e göz devirerek boş olan koltuğa bedenimi bıraktım. Öyle yorulmuştum ki ayaklarımın tabanı resmen ağrıyordu.


"Ay ben çok acıktım biliyor musunuz?"


"Ne yemek istersin?"


Barış bugün ne de çok konuşuyordu! Birce ve Lal önce birbirlerine ardından Barış'a döndüklerinde onları izlemekle yetindim.


"Yani bilmem..."


Barış ayağa kalkarak ellerini birbirine sürttü.


"Hadi beyler kızlar çok yoruldu güzel bir yemek yapalım."


"Barış elimde kalmana ramak kaldı kardeşim. Birazdan düdüklü tencereye kafanı geçireceğim."


Birce elini ağzına götürürken yüksek sesle öksürdü.


"E hadi o zaman."


Poyraz ayaklanarak Barış'ın yanındaki yerini aldı.


"Hayda! Tamam ulan yürüyün."


Alp'te yanlarındaki yerini aldığında bizde koltukta oturduğumuz yerde birbirimizin yanına ulaştık.


"Kızlar rüya görmüyorum değil mi?"


"Valla seni bilmem ama ben kesin rüya görüyorum!"


Birce'nin verdiği cevapla dudaklarımdaki gururlu tebessümle Lal'e döndüm.


"Aşk arkadaşlar. Düpedüz aşk işte! Sorgulamayı bırakında yürüyün bu anı ölümsüzleştirelim!"


Aklıma gelen fikri sanki bir sırrı açıklıyormuş gibi anlattıktan sonra ayaklanarak arka cebimdeki telefonu çıkarttım. Bir parmağımı dudaklarımın üstüne bastırarak kızlara sessiz olmalarını işaret ettikten sonra parmak uçlarımla mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen Birce ve Lal gülmemek için dudaklarını birbirine batırırken elimdeki telefonla kamerayı açtım. Ve başımı hafifçe uzatarak kamerayı çalıştırdım.


"Sen yemek yapmayı bilmezsin ki oğlum!"


Alp'in Barış'a olan seslenişiyle dudaklarımı birbirine bastırdım.


"Öğreneceğim işte Alp!"


Barış bıkkınlıkla nefesini vererek tezgahta duran telefonuna çatık kaşlarla baktıktan sonra yeniden Alp'e döndü.


"Aldığı kadar un koy şuna."


Alp'in bıkkınlıkla söylediği Barış'ın kaşlarını daha derin çatmasına sebep oldu.


"Ne? Aldığı kadar un mu? Bu kap baya alır ama."


Dudaklarımı gülmemek için öyle sıkı bastırıyordum ki yüzümün kıpkırmızı kesildiğine emin gibiydim!


"Koy işte sen-"


Barış bir anda un kutusundan oldukça fazla unu önündeki kaba boşalttığında Alp hızla kabı tuttu.


"Dur lan! Ne yaptın anasını satayım bütün unu boşalttın!"


"Aldığı kadar dedin Ya! Alıyor işte. Ben ne bileyim hamburger ekmeği yapmayı oğlum!"


Poyraz yoğurduğu hamburger köftesi olduğunu düşündüğüm köfteyi kenara ittirip Kediyle köpek misali tartışıp duran Alp ve Barış'a döndü.


"Tamam bırak sen onu gel bana yardım et, Alp halleder onu."


"Tabii ya! Alp halleder."


Alp yandan bir bakış atarak kabı önüne çektiğinde Barış Poyraz'ın yanında yerini almıştı. Kızlara dönerek yeniden dudağıma parmağımı bastırarak sessiz olmaları gerektiğini söyleyerek yeniden parmak uçlarımla salona ilerlemeye başladım. Videoyu durdurarak telefonumu cebime koyduğumda salona adımlar adımlamaz gülmeye başladım. Kahkaha seslerime kızlarında kahkahaları karışırken keyifle koltuğa bıraktım bedenimi. Bir süre kızlarla sohbet edip çektiğim videoyu tekrar tekrar seyrettikten sonra aklıma gelen düşünceyle yüzümdeki gülüş solmuştu


"Kızlar Sarp yok... Hiç aramadı da. Bir şey mi oldu ki?"


Lal'in yüzü ciddi bir ifadeye büründüğünde Birce'de yerinden doğruldu.


"Harbiden. Biz giderken evdeydi..."


Telefonumu elime aldığımda hızla rehbere girdim.


"Ben bir arayayım."


telefonu kulağıma götürdüğümde bir kaç defa çalışın ardından vücudumu gerginlikle titretecek o ses doldu kulaklarıma. "Aradığınız kişiye şu an da ulaşılamıyor, sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz." Endişeyle gözlerim dolarken kulaklarıma evden çıkarken son vedalaşmamız doldu.


"Akasya!"


Arkama doğru döndüğümde kollarını açmış ve hızlı adımlarla yanıma ulaşarak kollarına hapsetmişti beni. Hiç oyalanmadan kollarımı bedenine sardım


"Seni seviyorum. Dikkat et olur mu?"


"O-Olur ama zaten çok kalmayız! Hemen döneceğiz. Sen film falan izlersin eğer sıkılırsan daha erken döneriz hatta."


Başını salladı sessizce kollarını bedenimden ayırırken. Son kez gözlerine baktığımda dudaklarım benden habersiz aralanmıştı.


"Bende seni seviyorum..."


Gülümsedi. 


Gülümsedim.


Elimde hissettiğimde sıcaklıkla gözlerim sıcaklığın sahibini, Lal'in birleştirdiği ellerimizi buldu.


"Merak etme güzelim. İşi vardır mutlaka dönecektir..."


Kendimi gülümsemeye zorlarken başımı salladım dolu gözlerle. Ardından diğer elimde başka bir el hissettim.


"Evet! Kesinlikle dönecek. Asma yüzünü hadi."


Birce sağ omzuma başını koyarak tek eliyle de belime sarıldığında Lal'de vakit kaybetmeden sol omzumla başını buluşturarak tek kolunu belimle birlikte Birce'nin koluna da sardı. dudaklarım huzurla iki yana kıvrılırken fısıldadım ikisinide duyabileceği ses tonuyla.


"Sizi seviyorum. Sizi çok seviyorum!"


"Bende seni seviyorum bal tanem!"


"Bende sizi... Çok seviyorum güzel kızlarım benim!"


Son sözleri Birce söyledikten sonra sevgiyle kucaklaştık. Çok geçmeden sevgi dolu kucaklaşmamızı Alp'in sesi Bıçak gibi kesmiştim


"Oh! Biz orada unlarla boğuşalım köftelerle güreşelim, marullarla yumruklaşalım siz burada aile saadeti yaşayın oh ne ala!"


Alp'in abartılı söylenmelerine göz devirdiğimde kızlar omzumdan doğrulmuştu.


"Aman sevgilim ne abarttın ama!"


"Sevgilin yorgunluktan öldü kızım hala sevgilim diyor bide!"


Birce göz devirerek yerine yayılırken Alp sıkıntıyla nefesini verip mutfağa geri döndü Poyraz'ın seslenişiyle... Bir süre daha kızlarla sohbet ettikten sonra Poyraz ve arkasında duran Barış ve Alp ellerinde piknik sepetiyle yanımıza ulaştılar.


"Nereye böyle?"


Şaşkınlıkla dudaklarımdan dökülen soruyla Poyraz gülümseyerek başıyla dışarıyı işaret etti.


"Kumsala güzelim. Güzel hava da kendimizi eve kapatmayalım dedik."


Hevesle başımı sallayarak koşar adım Poyraz'ın yanına giderek dudaklarımı Poyraz'ın yanağıyla buluşturdum.


"Çok iyi düşünmüşsün sevgilim!"


Hep birlikte gülüşerek veranda kapısından kumsala çıktığımızda öncekinden daha geniş bir örtüyü kumsalla buluşturduk. Hep birlikte örtüde yerimizi aldığımızda sepetten çıkarttıkları yamuk yumuk hamburgerlerle gülümseyerek büyük bir iştahla yemeye koyulduk. Yemek boyunca ortamdaki tek ses denizin karaya vuran dalga sesleriyken huzurla yemeğimizi yedik. Öyle huzurlu yemiştik ki yemeğimizi karnım sadece hissettiğim huzurla bile doyabilirdi!


"Müzik dinlemek ister misiniz?"


Alp'in sorusuyla başımızı sallamakla yetindiğimizde yemeğinizden kalan tabakları sepetle koyarak örtüyü boşalttık. Örtü de sadece bedenlerimiz kalırken hepimiz denize dönük Bir şekilde oturuyorduk. "kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş. Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş."

Kulaklarıma dolan müzikle huzurla gülümsediğimde dalga seslerine tanıdık müzik melodisi de eklenmişti.

"Ortak olmak her sevince, her derde, kedere. Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele..." diyordu şarkıda. Dostluk sahiden böyle bir şeydi değil mi? Yanyana olmaktı, her derdi her kederi el ele omuz omuza aşmaktı. Dost iyi günde değil kötü günde anlaşılırdı. İyi gününde herkes iyiydi, herkes yanındaydı, ellerinden tutuyordu, gözlerime bakıyordu ama dost başkaydı. Dost kötü günlerinde sırtını sıvazlayan, göz yaşlarını silmek yerine kendi göz yaşlarını da senin dertlerin için akıtan, her koşulda ellerinden sıkı sıkıya tutan birkaç kişiden ibaretti. Tıpkı benim dostlarım gibi... Her derdimde ellerimden tutan Alp gibi, güven dolu gülümsemeleriyle yanımda olan Lal gibi, derdimi derdi bilen Birce gibi ve Gözleriyle güvende olduğumu anlatan Barış gibi... İşte benim dostlarım onlardı. Şarkıda da söylediği gibi,

"Evet arkadaş, kim olduğumu, ne olduğumu Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın Bana yürümeyi öğrettin yeniden El ele ve daima ileriye

Bir gün, bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız Ve aynı yolda yürüdükçe Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir Ayrılsak bile kopamayız..."


"Arkadaşlar..."


Alp'in sesiyle gözlerimiz Alp'i buldu.


"Burada oturan herkes benim canım... Hayatım boyunca hep çok şanslı olduğumu düşündüm. Çünkü sizlere sahiptim. İyi bir aile kadar yanında olan dostlarda çok önemlidir. Ve siz bana dost olmakla yetinmeyip ikinci bir aile oldunuz. Neyse duygusal konuşursam biraz daha, ağlayacağım şimdi! İşin özeti hayatımdan çıkmaya yeltenen herhangi birinizin kafasını kopartırım bilesiniz!"


Son sözlerine hepimiz kıkırdayarak eşlik ettiğimizde dolu gözlerimi kırpıştırarak bir elimi Alp'in örtünün üzerindeki elinin üzerine bıraktım.


"Her ne olursa olsun birlikteyiz."


Elimin üzerindeki sıcak el Poyraz'a aitti.


"Her zaman Yanyana çok mutlu olacağız."


Poyraz'ın elinin üzerindeki sıcaklık ise Barış'a aitti.


"Dostluğumuz ebedi kardeşim. Ne pahasına olursa olsun!"


Barış'ın da elinin üzerinde ki el Lal'in eliydi. Gözleri dolu dolu araladı dudaklarını.


"Sizi hep seveceğim..."


Lal'in elini kapatan son kişiyle hepimiz birleşmiştik adeta. Birce'de araladı titreyen dudaklarını.


"Her zaman, her koşulda el eleyiz!"


"El ele hep birlikte,"


Diye tekrar ettim Birce'yi. ve bir anda hep birlikte kucaklaştık. Başlarımız birbirimize yaslıyken daire şeklini almıştık.


"Sizi seviyorum çocuklar."


Alp'in söylediğini hepimiz sevgi sözcükleriyle karşıladıktan sonra şarkı sonlanırke hepimizin gözleri dolu dolu ayrıldık birbirimizden. O gece neredeyse sabaha kadar o kumsalda hayatım boyunca atmadığım kadar kahkaha attım. Ve emindim ki buradaki herkes aynı durumdaydı. Öyle güzel saatler geçirmiştik ki bugünü hayatımdaki en güzel köşeye not almak istedim. Sevgili kendim, bugün 2 Mayıs. Bugün hayatımın en değerli günü. Sevdiklerimle sabaha kadar benim için çok özel olan o kumsalda güneşin doğuşuna şahitlik ettik. Kahkahalarımızın denizin kısık gürültüsüne karıştı. Hepimiz sevgiyle kucaklaştık sık sık. Eskileri andık sohbet ettik. Sevdik, eğlendik, keyifle izledik doğan güneşi. Bugünü unutmak istemiyorum. Her an hafızamdan acıyla silinse de bugün silinmesin. Ve umarım ellerimden tutan yanımda olan bu beş kişinin kalbi her zaman benimle atsın bizimle atsın...


***


2 Hafta sonra;


"Poyraz iki haftadır haber yok... iki hafta."


"Sakin ol güzelim. Her yerde arıyoruz onu. Bulacağız... Sana söz veriyorum."


Gözümden akan bir damla yaşa rağmen gülümsedim. Sırtım Poyraz'ın göğüsüne yaslıyken her zamanki gibi çatıda battaniyemizin altında yıldızları izliyorduk. Yıldızlar eskisi kadar parlak değildi, eskisi kadar aydınlatmıyordu karanlığımı, eskisi kadar huzur vermiyordu izlemesi... Çünkü o yoktu. İki haftadır yoktu ne bir haber ne bir Umut yoktu. Sarp gitmişti... Her yerde onu arıyorlardı. Arayıp sık sık haber olup olmadığını soruyorduk polislere ama hiç bir işe yaramıyordu. Sorduğumuzda kalıyorduk. Poyraz'la saatlerce bu çatıda ümitsizce oturuyordum, günlerdir. Kumsalda güneşi selamlamamızın ardından geri dönmüştük derdin tasanın kol gezdiği günlerimize. İşte her güzel şeyin sonu! İki hafta sonra mezuniyet vardı ama ne bir enerjim vardı ne bir heyecanım. Umutsuzca Sarp'dan gelecek bir haber beklemekle geçiyordu günlerim.


"korkuyorum Poyraz... Ya onu kaybedersem? ya o da giderse... Veda eder gibi ayrılmıştık ondan hatırlıyorsun değil mi? Bulalım onu Poyraz lütfen bulalım. Bir kayıp daha veremem hayatımda. Ltfen poyraz bul onu.."


"Söz bir tanem söz bulacağız kardeşini bir kayıp daha vermeyeceksin."


Dudaklarını defalarca saçlarıma bastırmıştı. Huzurla kapanan gözlerim, her zaman olduğu gibi uykuyla buluşturmuştu beni. Poyraz'ın göğsünde, aydınlık yıldızların altında, bedenlerimizi sarıp sarmalayan kırmızı battaniyemin içinde... Şuan hayatımda neredeyse tüm parçalar yerindeydi puzzle misali olan hayatım ilk defa bu kadar eksiksizdi belkide. şimdi koca puzzle de tek bir parçanın eksikliği bozuyordu. Sarp.. Hiç olmadığını sandığım, yıllar sonda çıkagelen, bana el uzatıp ben senin kardeşinim diyen, göz yaşlarımı silen Sarp... her zaman yanımda olacağına inanmıştım oysaki. her zaman ellerimden tutacağına şüphem yoktu. ta ki iki hafta önce bir anda ortadan kaybolana kadar... Kendimi avutacak cümlelerim yoktu bu kez. Bu kez bir kabullenmenin acısıyla kalakalmıştım... Uyku ve uyanıklık arasında gidip geldiğim bir kaç dakikla yükseldiğimi hissettiğimde bölündü. Gözlerim isteksizce aralanırken daha da sokuldum beni kucaklayan bedene. Kokusu tüm ilaçlardan, avutulmam için söylenmiş sayısız cümleden çok daha büyük bir etki bırakmıştı. kokusu tüm hücrelerimi iyileştirmeye yeminliymişçesine dolmuştu ciğerlerime ve bu kokuya dayanamayan bedenim mayışarak yeniden teslim olmuştu uykuya.


***


O sabah gözlerimi acının tebessümleriyle açmıştım. Acı bir telefon feryadıyla aralanmıştı gözlerim. iki gece olmuştu Poyraz yanımdan gideli. İki gün daha geçmişti. İki gündür Poyraz kendini Sarp'ı bulmaya adamıştı. tek yaptığı aramaktı. Yaptığı araştırmalardan birinde Sarp'ın babasının diğer çocuklarıyla yurt dışına çıktığı haberine ulaşsakta hiç bir işe yaramamıştı. düşüncelerimin arasında ısrarla çalmayı sürdüren telefonuma ulaştı ağırlaşan gözlerim. Saate baktım önce saat 15.57'yi gösterirken şaşırmamıştım. Sarp kaybolduğundan beri tüm bu hayattan kaçıyordum. saatlerce uyuyordum uyumadığım zamanlarda düşüncelerimin esiri oluyordum. Bir kere daha acı acı çaldı telefon. Onu susturmayı bir kenara bırakırken düşüncelerimi susturmaya karar verip titreyen ellerimle telefonumu kulağıma götürdüm.


"Alo."


"Akasya'm..." 


Poyraz'ın sesiyle birkaç saniye rahatça nefes doldurdum ciğerlerime. Derin derin nefes aldım. sanki duyacağım haberden sonra nefes alma isteğim kalmayacaktı ve ben aldığım bu derin nefeslerle yetinmek zorunda kalacaktım.


"Bulduk..." 


Sesi bulduk derken ses tonu keşke bulmasaydık diyordu. Korkuyla yutkundum.


"Yaşıyor mu?" 


öylesine net sormuştum ki şu an için merak ettiğim tek şey buydu sanki. Yaşıyor dediği an mutlulukla akıtacaktım göz yaşlarımı. Öldü derse yeniden uyuyacaktım belki yada feryat edecelktim belkide gidip dirisine edemediğim vedayı ölüsüne edecektim. Tek istediğim kafamda oluşan soru işaretlerine telefonun ucundan duyduğum sesin tek kelimeyle sonlandırmasıydı.


"Çok üzgünüm..."


"Nerede?"


"Bir depoda bulundu... İntihar etmiş. Akasya çok üzgünüm güzelim.."


Telefonu kapattım. Bedenimi biraz önce veda ettiğim yatağımla yeniden buluşturdum. Tavanı izledim. Tavan şimdi boş, beyaz bir tavan değildi. Ben vardım. Sarp vardı... Ben sırada düşüncelerimle boğuluyordum o geliyordu. dudaklarını aralıyordu ve usulca "Burası boş mu?" Diyordu. "Hey! İyi misin sen?" diye de ekliyordu hemen sonra. Başımla onaylıyordum dudaklarımdaki gülümsemeyle "İyiyim." diyordum ona. "Evet burası boş." ve hemen sonra yanımdaki boşluk bedeniyle doluyordu. Sonra mavi gözlerini gözlerimle buluştururken elini önüme uzatıyordu "Sarp." diyordu kendini tanıtmak isterken beni de tanıyabilmek için. Elimi elinin içine hapsederken aralıyordum dudaklarımı, "Akasya." Tavandaki görüntü kaybolurken göz yaşlarımın ıslattığı kirpiklerimi kırpıştırarak gözlerimi kapattım. Ve bir kez daha onu görebilmek umuduyla araladım gözlerimi yine tavanımdaydı bu kez İstanbul'un manzarasını gözler önüne sermiş bir yerdeydik. Sarp'a neresi olduğunu sorduğum bu yere "Öylesine bir yer" diyerek cevap vermesiyle bu tepenin adı "öylesine bir yer ."olarak kalmıştı. Sonra sordum ona. neden ağlamadığını sordum. "Zamanında çok ağladım. Annem iyileşmedi. Bende ağlamayı bıraktım." dedi umutsuzca. İlk duyduğumda titreyen kalbim yine titremişti hoyratça. Sonra ona zırvalamaya başlamıştım avutacak cümlelerimi. "Annen iyileşecek sarp ben inanıyorum." Demiştim oma. Annen ha? annen... Sen önce kendini avut Akasya. kendine zırvala bu cümlelerini. Gidecek olan durmuyor gidende geri gelmiyor. Şimdi otur kendini avutmak için harca bu cümlelerini. İç sesimin haklılığı hıçkırıklarıma hıçkırık katarken bir kez daha kapattım gözlerimi. Gözlerimi açtığımdaysa yine beyaz tavanda Sarp vardı. o ve minnet dolu cümleleri vardı. "Sen saatlerdir yanımdan ayrılmadın." diyordu. "Hayatımda ilk defa biri sorgusuzca yanımda durdu." diye eklemişti sesindeki minnet dolu tınıyı gizleme gereği duymadan. "Sen bugün buraya benimle susmaya geldin. Nereye gittiğimizi bile sormadan susmaya geldin. Şimdi sakın bana benim için bir şey yapmadığını söyleme." Cümleler teker teker defalarca yankılandı zihnimde. Nefessiz kaldığımı hissettiğimde Yataktan kalktım fırlarcasına. Telefonumu elime almam Poyraz'ı aramam saniyeler sürdü.


"Akasya!" 


Sesi öyle endişeliydi ki..


"Ona götür beni! Poyraz!"


Ağlıyordum, bağırıyordum, hıçkırıyordum, acılardan acı beğenir gibi düşüncelerimle savaşıyordum. aklımdan geçen her düşüncede bir veda bir kayıp vardı.


"Geliyorum güzelim. Yalvarırım güçlü ol. Birazdan yanındayım."


Telefonu kapatıp yatağa attığımda dizlerimin üstünde hıçkırarak dakikalarca belki saatlerce ağladım. Nesefisiz kaldığımı hatırladım sonra annem ve babamın birbirine karışan seslerini duydum Poyraz'ın onların sesine eklenen sesini işittim zar zor. Sonrası kapkaranlık bir dünyaya çıktı. Nefesim kesilirken gözlerim kapandı acıyla.


"Sarp!"


"Buradayım... Geldim Akasya."


İnanamayarak baktım Sarp'ın maviliklerine. Yüzüne dokundum, saçlarına dokundum... Bedenimi sardığında hiç beklemeden bende sardım kollarımı ona. Biliyordum bırakmamıştı beni. Ölüm zırvalığı yalandı işte! biliyordum!


"Herkes gittiğini söyledi Sarp! Ama sen beni bırakmazsın. Kimse bunu hesaba katmadı. Sen bana söz verdin değil mi? Yanındayım dedin..."


Sarp bedenini usulca bedenimden ayırırken yavaşça saçlarıma dokundu.


"Gitmem gerek abiciğim. Seni buldum. Sarıldım sana. Şimdi annemize Bu haberi vermem gerekiyor. güzelim Seninle geçirdiğim bu kısacık zaman için teşekkür ederim. seni seviyorum Kardeşim... şimdi annemize seni anlatmak için bir yolculuğa çıkıyorum. Hoşça kal..."


Ayağa kalktığında iki elimle hızla ellerini tuttum. Sıkı sıkı tuttum bırakıp gitmesin diye.


"Gitmek zorunda mısın? Ama çok kısa kaldın ne olur gitme Sarp... Biraz daha kal sonra birlikte gideriz olmaz mı?"


Sarp başını hızla iki yana sallayarak gülümsedi.


"Olmaz güzelim. Benimle gelemezsin. Şimdi değil... Sen benim ömrümden kalanlarla yaşamaya devam edeceksin Akasya. Yaşayamadığım tüm yaşlar senin olsun. Edinemediğim dostluklar, biriktiremediğim anılar, yaşayamadığım aşklar hepsi sana veda hediyem olsun. Benden kalanlar senin kardeşim. Kaybettiğim yaşlarıma çok iyi bak seni seviyorum"


Daha cevap vermeme fırsat kalmadan ortadan kaybolmuştu. Hızla ayaklanıp etrafımda döndüm durdum. Etraf sessizdi karanlıktı. İsmini sesleniyor alamadığım cevaplar ağlamamı ve bağrışlarımı hızlandırıyordu.


"Sarp!"


Gözlerimi açtığımda kollarıma sarılan Poyraz'ı hissettiğimde ciğerlerimin rahatça nefesle dolduğunu hissettim. Odamda kapanan gözlerim hastane odasında açılırken odada sadece Poyraz'la benim olmamın verdiği rahatlıkla kollarımı sıkıca sardım Poyraz'ın boynuna.


"Gitti Poyraz... Veda edip gitti."


"şşt. geçecek güzelim. Her zaman yanındayım. Her zaman seninleyim."


parmakları saçlarımda gezerken yüzümü boynuna saklamıştım. tüm hayattan saklanmak istiyordum. Hayatın getirdiği tüm olumsuzluklardan, tüm vedalardan kaçmak istiyordum ona sığınırken.


"Oda öyle söylerdi! Bak gitti! Tutmadı sözünü..."


"Ağlama Akasya yalvarırım... Geçecek tüm bu acıların geçecek. Keşke alabilsem senden. Ömrümün sonuna kadar acı çekmeye razıyım ama alamıyorum. Kahretsin alamıyorum!"


Saatlerce ağladım, günlerce ağladım, ağlarken uyuyakaldım, odama kapandım, aç kaldım, her uyuduğumda Sarp'la vedalaştım. Her uyuduğumda bir kere daha öldü bir kere daha gitti bıkmadan usanmadan aynı cümleleri kurdu ve gitti. bugün tam bir ay olmuştu kaybolduğu günden bugüne. Meşhur mezuniyet bugündü... Ne kadar mezuniyet zırvalığını kaldıramayacak olsamda herkes dünden bugüne defalarca aramıştı. asla bıkmamışlardı aramaktan. Biraz önce ise annem kızların geldiğini söylemişti. Günler sonra ilk defa odama veda ederek merdivenlere ilerledim. basamaklar azaldıkça aşağıdan gelen sesler artıyordu.


"Sence bu elbiseyle dalgalı saç mı, düz saç mı?"


diyordu Birce'ye ait olan ses.


"Net dalgalı kızım. Bu elbiseye asla düz olmaz."


diyordu Lal'e ait olan bir başka ses.


"Geldi!"


Beni görür görmez ayaklanıp yanıma ulaştıklarında sıra beklemeksizin ikiside kollarını bedenime sardı. Dostlarımın sıcaklığını hissettiğimde kalbime dolan huzurla karşılık verdim bedenimi saran kollarına.


"Güzelim benim!"


"Nasıl özlemişim fıstığımı!"


Lal ve Birce'nin birbirlerine karışan sesleriyle gülümsemeden edemedim.


"İyi misin?"


"Mezuniyet için bu kadar ısrarcı olmasanız daha iyi olabilirdim."


Birce cevabımla gözlerini devirirken Lal öfkeyle dudaklarını araladı.


"Kendine gel artık Akasya. Ne yanına yaklaştırıyorsun ne yanımıza geliyorsun. Sarp seni böyle görse ne kadar üzülürdü. Bu akşam o mezuniyete gidilecek! Bir defa mezun oluyorsun. Ha eğer gitmem dersen tamam. Hiç birimiz gitmeyiz öyleyse. Kalırız burada!"


"ama-"


Bu kez araya giren ses Birce'ye aitti.


"Aması falan yok. Lal haklı. Mezuniyete gidilecekse birlikte gidilecek. Burada kalınacaksa birlikte kalınacak."


yanaklarımı sıkıntıyla şişirerek sıkıntılı bir nefes bıraktım dudaklarımdan. Kendim gitmek istemesemde onları bu kadar hevesli oldukları mezuniyetten mahrum bırakmaya hakkım yoktu. Günlerdir acımla acı çeken arkadaşlarıma bu haksızlığı reva göremezdim. Bir gece yasıma ara verebilirdim. Hem Lal haklı olabilirdi. Sarp bu halimi görse kesinlikle kızardı. Her vedamızda ısrarla yaşamamı söylüyor onun reddettiği hayatını bana armağan ediyordu ve sırf bu yüzden bile bu akşam o baloda eğlenebilirdim. Sadece kendi anılarım yoktu artık onunda anıları vardı. Bugün orada hediyem olan hayatımla birlikte eğlenecektik.


"Tamam pes ediyorum! gidelim."


oturduğum yerden iki yanımı da doldurup sevinç nidalarıyla yeniden bedenimi kucakladıklarında buruk bir tebessüm yayıldı dudaklarıma.


"Kalk bakalım o zaman şu hale bak pasaklı. yürü hemen duşa!"


bıkkınlıkla ayağa kalkarken dudaklarımı araladım.


"Hemen mi?"


"hemen!"


"hemen!"


İkiside aynı anda bağırdıklarında göz devirerek merdivenlere ilerledim. ardımdan bıraktığım inatçı ikili ellerini birbirlerine zaferle vururken yeniden gözlerimi devirip merdivenlerin basamaklarını yavaş yavaş çıkmaya başladım. Çok geçmeden banyo için gerekli olan havlumu ve hazırlanmadan önce giymek için bir eşofman ve tişörtü alarak banyoya ulaştım. Kapıyı kapattıktan hemen sonra üstümdekilerden kurtularak aynaya döndüm. Son bir ayda oldukça bariz bir kilo kaybı yaşamıştım. Gözlerim uyumaktan ve ağlamaktan oldukça ağırlamış saçlarım hiç olmadığı kadar darmadağın olmuştu. Yani Lal'in söylediği gibi tam bir pasaklı gibi görünüyordum. sıcak suyu açarak darmadağın bedenimi toparlaması ve gevşetmesi umuduyla açtığım sıcak suyun altına bıraktım. Çokta uzun sayılmayan yarım saatlik bir duşun ardından daha iyi hissetmenin vermiş olduğu rahatlıkla bedenimi havluyla kurulayıp önce iç çamaşırlarımı ardından eşofman ve tişörtü giyerek saçlarımı havluya sardım ve son kez aynadaki biraz önceye nazaran daha iyi görünen görüntümle göz göze gelerek memnuniyetle gülümseyerek banyodan ayrıldım. Adımlarım odama yaklaştıkça gelen sesler Birce ve Lal'in hazaırlıklara başladığının göstergesiydi.


"hah şöyle!"


Beni ilk fark eden Birce olmuştu. Lal'in de bakışları kapıya dönerken hızla ayaklanıp bedenimi çekiştirerek makyaj masamın önündeki sandalyeye hızla otutturdu.


"Sende anneni izle mucizeciğim bak şimdi insana dönecek anne."


Birce Mucizeyi makyaj masama otuttururken söyledikleri yalandan bir sinirle kaşlarımı çatmama sebep oldu.


"Birce!"


birce omuz silktiğinde sıkıntıyla yanaklarımı şişirip başıma gelecekleri beklemeye başladım. Tam o sırada Lal araladı dudaklarını birazdan başıma geleceklerin haberciliğini yapacak bir ses tonuyla.


"Aç bakalım oradan 90lar türkçe pop listemi."


Birce başını sallayarak bir süre telefonuyla oyalandıktan sonra tanıdık müzik odanın içinde yankılandı.


"Başlıyoruz."


"Başlıyoruz."


Birce ve Lal ellerini birbirlerine vururken keyifle sırıttılar ve açtıkları müziğin sözleri odayı doldurmaya başladı.


"Sen bizim mahalleye geldin geleli canım. Bizde ne akıl kaldı ne de fikir bittikO endam eda nedir öyle hey yavrum? Kaç yıllık arkadaşlar birbirimizi sattık."


Saçlarımda Lal'in elleri, parmaklarımda ise Birce'nin dokunuşları uzun soluklu bir hazırlanmanın ilk adımlarını attı. Akşama kadar sayısız 90lar müziği, sayısız dans, sürülen ojeler, maşalanan saçlar, yapılan makyajlar... Mezuniyete bir saate kala hepimiz hazırdık. gururla aynanın karşısına geçerek önce birbirimizin aynadaki görüntüsüne ardından kendi görüntümüze göz gezdirdikten sonra dudaklarımızda oluşan kocaman gülümsmeyele aynaya bakmayı sürdürürken iki yanımdan da sardılar kollarını bedenime, bende kollarımı onlara sararken.


"Sizi seviyorum."


duyguyla dökülmüştü bu sevgi nidaları dudaklarımdan.


"Bizde seni seviyoruz!"


dedi Lal sevgiyle ve hemen ardından,


"Hemde çok seviyoruz!"


diye ekledi Birce. Sevgi dolu kucaklaşmamızı bölen annemin açtığı kapıdan gülümseyerek bizi izleyen gözleri ve aralanan dudaklarıydı.


"Kızlar çocuklar geldi hadi bakalım gitme zamanı."


"Geliyoruz anne."


annem gülümseyerek odadan ayrılırken kızlara döndü bakışlarım.


"Hazır mısınız?"


"Hazırız."


"Kesinlikle!"


kızlara gülümsediğimde önden onlar çıkarken bende arkalarından usulca adımladım. odama veda ederken içimde yaşattığım kardeşime fısıldadı iç sesim usulca.


"Bugün orada sende benimle olacaksın Sarp. bu bizim mezuniyetimiz. artık her an bizim. birlikteyiz ve bugün orada birlikte dans edip birlikte atacağız keplerimizi gökyüzüne. seni seviyorum iyi eğlenceler kardeşim..."


BÖLÜM SONU


Loading...
0%