Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29.Bölüm: Bariş'n Lal'i

@peteichor_

"Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum..."


~Kürk Mantolu Madonna

Sabahattin Ali~


29.BÖLÜM: BARIŞ'N LAL'i


Lal'in ağzından;


"Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazen derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde nereye kaçıp gittiğini de bilmeyiz."


Elimdeki kitabı kitapçı rafına yeniden bıraktığımda dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm vardı. Yaklaşık bir saattir kitapçı da kitap sayfalarını karıştırıyor kitap sayfalarında kendimi bulmaya çalışıyordum. En son okuduğum alıntı Kürk Mantolu Madonna'ya aitti. Kendimi sayfalarını karıştırdığım kitaplar arasında en fazla bu kitaba yakın hissetmiştim. Anladım ki kendimizi bulabilmek için doğru yerde aramamız gerekiyormuş. Belki bir şarkı nakaratında belki bir şiir dizesinde Belki de bir romanın son sayfasında kendimizi bulabilirdik. Yeter ki doğru zamanda doğru yerde arayalım...


"Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum..."


Durdum. Adımlarım yere çakılı kaldı. Arkam dönük olsa da duyduğum sesin kime ait olduğunu idrak edebiliyordum. Aşinası olduğum ses bir kez daha kulaklarıma dolarken gözlerimi usulca kapattım.


"Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar."


Barış... biraz önce satırlarında kendimi önce kaybedip sonra bulduğum kitabı bıraktığım raftan alıp, satırlarla ulaşmıştı önce kulaklarıma sonra kalbime... Belki bu satırları bir başkası okusa yalnızca hoş gelirdi gözüme. Hoş gelen tek kısım ise Sabahattin Ali'nin satırları olurdu. Ama Barış'ın sesi satırların nefesi oldu sesi oldu kalbi oldu. Gözlerime bakıp anlatamadıklarını satırlarla ulaştırmıştı sanki, sevgisine hasret kaldığım kalbime. Düşüncelerimin arasında Adım seslerini işittim. Giderek yaklaşıyordu.


"Lal..."


"B-Barış?"


Barış tam karşıma geçtiğinde gözlerimiz birleşmişti. Gözbebeklerimin titrediğini hissettim.


"Kürk Mantolu Madonna demek... Okumuş muydun?"


Barış'a sorduğum soru dudaklarımdan titrek bir nefes eşliğinde dökülmüştü.


"Okudum. Defalarca belki... Ya sen? Dakikalardır bu kitaba bakmanın özel bir sebebi var mı?"


"Sen... Ne zamandır-"


"Sorumun cevabını alamadım?"


Derin bir nefes aldım.


"Kendimi buluyorum bu kitapta..."


Cevabım gayet açıktı. Bu kitap bendim. Benim duygularım, kalbim ,hislerimdi. Barış'ın dudakları ürkekçe yukarı kıvırılırken gözleri gözlerimden ayrılmıyordu.


"Ya beni? Beni de buluyor musun? Çünkü ben bu kitabın içindeyim. Duygularım, hislerim, cümlelerim bu kitabın içinde. Belki bir gün beni de bulursun."


Gülümsedim. 


"Eğer bulunmak istersen bulurum Barış. Ben hep seni aradım. Bulunmak istemeyen sendin."


"İstiyorum Lal. Bulunmak istiyorum."


Gözlerim öyle bir dolmuştu ki... Neredeyse Barış'ın boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlayacaktım.


"Bende inanmak noksanmış."


Dedi Barış biraz önceki satırları tekrarlarken. Bir eli yüzüme dökülmüş sarı saçlarımda oyalanıyordu.


"Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için,"


Diye eklerken saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Hareketleri yavaştı oldukça yavaş. Hareketlerinin yavaşlığı kalbimin hızını arttırıyordu. Zıtlıklardan nefret eden ben, böyle bir zıtlık karşısında mest olmuştum.


"sana aşık olmadığımı zannediyormuşum..."


Son cümlesi neredeyse kalbimi dışarıya çıkartacak kadar fazla hızlandırmıştı. Barış diğer saç tutamını da kulağımın arkasında sıkıştırdıktan sonra ellerini saçlarımdan ayırdı. Bu ayrılık canımı yakarken Barış gülümseyerek yeniden dudaklarını araladı.


"Gel benimle."


"N-Nereye?"


Barış elini tutmam İçin uzattığında gözlerim yuvalarından fırlarcasına büyümüştü. Şaşkınlıkla bir Barış'a bir eline bakmayı sürdürdüğümde Barış'ın gülümsemesi genişledi.


"Tut elimi, buradan gidelim."


"Barış sen..."


"Olmaz demeden, dinle beni bi."


Yüz yüzeyken konuşuruz...Barış Bugün daha önce hiç tanımadığım yanıyla karşımdaydı. Duyguluydu, kalbinin sesi kulaklarıma doluyordu adeta. Hadi bir cesaret Lal! Hadi... işte olmuştu. Elim Barış'ın eliyle birleşmişti. Tıpkı birbirinden ayrı kalmış iki yapboz parçası misali bir araya gelmişti. Barış önüne dönerken kendinden emin adımlarla önümden ilerledi. Elinin içindeki elim heyecandan terlerken arkasından ilerlemeye devam ediyordum. Kitapçıdan ayrıldıktan sonra ılık bir rüzgar tenimde oyalanmaya başladı.


"Sen buz pateni seviyordun değil mi?"


Şaşkınlıktan dudaklarım aralanırken Barış'ın ciddi olup olmadığını anlamak istercesine yüzünü inceliyordum.


"Sen bunu... nereden..."


"Seviyor muydun sevmiyor muydun?"


"S-Seviyorum."


Barış memnuniyetle gülümseyerek önüne ulaştığımız arabanın sağ kapısını açarak geçmemi bekledi. Bir zamanlar kapıyı açmasını istesem "Elin yok mu?" Cevabını verecek olan Barış şimdi kendiliğinde açıyordu kapımı. Barış oyalanmadan sol koltukta yerini alırken dudaklarımı birbirine bastırdım. Eğer mutluluktan gerçekten ölünseydi şu an ölmem için en doğru zaman olabilirdi.


"Sen benim buz pateni sevdiğimi nereden biliyorsun?"


Sormak için kıvrandığım soruyu sonunda yeniden sorabilmiştim.


"Çok soru soruyorsun Lal."


"Üzgünüm bir an sorularımdan rahatsız olduğunu unutmuştum."


Buruk bir gülümseme dudaklarıma yerleşirken Barış, derin bir nefes verdi dışarıya.


"Sorularından daha fazla sevdiğim bir şey yok. Cevaplarımı sorularına karşı söylenmeye değer bulmuyorum."


Tüm kanın yanaklarıma pompalandığını hissederken gözlerimi cama çevirdim. Tüm yol boyunca ne o konuşmuştu ne de ben. Sessiz geçen yarım saatin sonunda büyük buz pistinin önünde durmuştuk. Arabadan indiğimizde Barış yeniden tutmam İçin elini uzattı. Bu kez beklemeden elimi Barış'ın elinin içine bıraktım. Buz pistinin kapısından girdiğimizde orta yaşlı bir adam bizi karışlamıştı. Gülümseyerek Barış'a elini uzattığında Barış'ta elini karşısındaki ele uzattı.


"Hoş geldiniz Barış bey."


"Boş bulduk Serdar bey. Hazır değil mi her şey?"


"Hazır Barış bey. Patenleriniz hazırlanma kabininde duruyor."


Barış memnuniyetle gülümsedi.


"Sağ olun Serdar bey."


"İyi eğlenceler efendim."


Serdar denen adam bizi orada bırakıp çıkışa ilerlerken konuşmadan Barış'ı takip ediyordum. Önümüze çıkan merdivenleri dikkatle indikten sonra geniş bir hazırlanma alanı bizi karşıladı. Barış ellerimizi ayırıp ileride duran patenleri alarak yanıma geri döndü. Pembe olanları bana uzatarak gülümsedi.


"Bu pembe... ama sen..."


"Evet ben pembe sevmem. Pembe renginden nefret ederim. Ama sen pembe seviyorsun Lal ve ben pembe rengini sevmeye karar verdim."


Gülümseyerek ayak numarama uyan pembe patenleri aldım ve oturdum. Barış kendi için siyah patenleri giyerken gülümseyerek pembe patenleri ayaklarımla buluşturdum. Sonra önce Barış'a sonra bedenime baktım. İki zıtlıktan ibarettik biz. O siyah oversize tişört ve siyah pantolonuyla simsiyahken ben kot şortum, pembe ve sarı desenli bol bluzum, sarı tokatlarımla renklerin bir çok tonunu gözler önüne seriyordum. Barış ve Lal iki zıtlıktı. Hepsi buydu... Barış zar zor ayağa kalkarken elini yeniden elime uzattığında gülümseyerek elinden tutup ayağa kalktım. Birlikte dikkatlice buz alanın önüne ilerledik. Şaşkınlıktan bugün dudaklarım neredeyse aralanmadan duramıyordu. Buz pisti bomboştu!


"Barış kimse yok burada."


"Biz varız ya? Yetmez mi?"


Gülümseyerek başımı salladım.


"Yeter tabii! Yetmez mi?"


Barış memnuniyetle gülümseyerek buz pistinin kapısını açıp içeriye girmemizi sağladı. Buzlarla buluşan patenlerim buzların üzerine değer değmez hareketlenmeye başladı. Hasret kaldığım buzun üzerinde hızla ilerledim. Bir sağ bir sol yaparken kahkahalarım boş pistte yankılandı. Kollarımı açıp etrafımda daireler çizdim. Özgürce dönerken ellerim havadaydı. Birden bir elimde sıcaklık hissettim. Barış elimi tutmuş buz pistinde oldukça profesyonel adamlarla ilerliyordu. Elimden tutuğunda birlikte ilerlemeye başladık.


"Demek sende biliyorsun pateni."


"Öğrendim."


Gülümseyerek Barış'ın adımlarını ayak uydurdum.


"Beni bugün çok şaşırtıyorsun Barış."


"Daha bu hiç bir şey."


Barış bir anda diğer elimi de elinin arasına aldığında etrafımızda dönmeye başladık. Kahkahalarıma Barış'ın kahkahaları da karışırken . Bu kez bir elimi bırakıp beni geriye doğru savurdu ve yeniden kendine çekti. Hafifçe belimden verdiği destekle yere doğru yatırdığında gülümseyerek ayak uydurdum. Daha sonra yeniden kalkarak buzların üzerindeki seri hareketlerimiz devam etti. Kıyafetlerimize nazaran hareketlerimiz oldukça uyumluydu. Nefes nefese kaldığımda Barış hiç yorulmamışçasına devam ediyordu hareketlerine. Yavaşlayan hareketlerimi fark eden Barış, çatık kaşlarıyla nefes nefese kalmış bedenime döndü.


"Yoruldun mu? Hani nerde deli dolu enerjik Lal? Göremiyorum?"


"Biraz yoruldum ama-"


Kendimi Barış'ın kucağında bulduğumda dudaklarımdan anın şokuyla bir çığlık döküldü. Çığlığım kahkahaya dönerken kollarımı Barış'ın boynuna sardım.


"Yorulmak yok Lal hanım."


Barış biraz önceki hareketlerinden biraz daha yavaş devam etti buzların üzerindeki hareketlerine. Keyifle ve kahkahayla karşıladım bu anı. Hayatımda daha büyülü, daha inanılmaz bir an yaşamadığımı anladım o an. Belki de birazdan uyanacaktım ve bu yaşananların rüya olduğunu anlayacaktım. Bu korkuyla dudaklarım benden izinsiz aralandı.


"Rüya değil, değil mi bu yaşananlar? Eğer rüyaysa uyandığımda kafanı kıracağım Barış."


"Rüya olamayacak kadar gerçek Lal. Bundan sonra her anın rüya olup olmadığını düşüneceksin. Söz veriyorum. Mutlu olacağız Lal."


Gözümden akan bir damla yaşı silerken burnumu çektim.


"Yalnız sümüklü kızlardan nefret ederim. Ağlama sakın."


"Tamam tamam. Ben dinlendim hadi indir beni."


Barış beni yeniden dikkatlice yere indirdiğinde devam ettik eğlencemize. Bir, iki, üç Belki de dört saat... Saatlerce bomboş buz pistinde kahkahalarla eğlendik. Edemediğimiz kadar çok sohbet ettik gülemediğimiz kadar fazla güldük. Barış'ı bu kadar gülerken hiç görmediğimi fark ettim. Ve bu farkındalık hayatımdaki karanlık yanları teker teker aydınlattı. Şimdi Barış'ın arabasındaydık. Günü tamamlamıştık. Hiç bitmesini istemeyeceğim kadar güzel, huzuruyla kısacık geçecek kadar büyüleyici bir gün olmuştu. Mutluydum. Hiç olmadığım kadar. Seviyordum. Gayet açık, saklamadan bağıra çağıra... Ve seviliyordum. Hiç sevilmediğim kadar.


"Efendim kardeşim?"


Barış'ın sesiyle gözlerim Barış'ı buldu. Kulaklarında kulaklık anladığım kadarıyla telefonuyla konuşuyordu.


"Lal 'leyim."


"..."


"Evet."


"..."


"Lal'e de bir sorayım ona göre geliriz."


"..."


"Eyvallah."


Barış kulağındaki kulaklığı çıkartarak gözlerini dikkatle yola çevirdi.


"Poyraz aradı. Kumsaldalarmış. Müsaitseniz gelin dedi."


Gülümsemem genişlerken hevesle dudaklarımı araladım.


"Ay harika olur! Tabii sende istersen... istersin değil mi? Bak eğer istemezsen söyle. Sen gitmezsen bende-"


"Gidelim güzelim."


Güzelim? Güzelim mi? Ne demişti o? Güzel mi demişti? Yok yok ben yanlış duymuş olmalıydım. Barış güzelim demiş olamazdı! Mümkün müydü bu? Barış'ın güzeli olmak... Bu hayatta Belki de her şey olabilirdim ama Barış'ın güzeli... olabilir miydim?


"Ne?"


Ne mi? Aferin Lal! Böyle mi sorulur?!


"Ne, derken?"


"Yani... Güzelim mi? Bana mı dedin?"


"Hayır dikiz aynasına dedim."


Hayal Kırıklığıyla başımı salladım. Dikiz aynasının Barış'ın güzeli olması benim Barış'ın güzeli olmamdan daha mümkündü.


"Anladım..."


"Lal, güzelim sen gerçek bir delisin. Tabii ki sana söyledim. Neden dikiz aynasına güzelim diyeyim?"


"Ben şey..."


Barış kendinden emin bir şekilde dudaklarını araları.


"İnanamadın. Yani sana söylediğime inanamadın."


"Evet.. Sen beni güzel bulmazsın ki. Hem sen bir kere demiştin ki-"


"Sana güzel dediğimi söylediğinde Ne kadar sarhoş oldum siz düşünün demiştim değil mi? Lal, insanların en dürüst yanı sarhoş olduğunda ortaya çıkar."


Gülümsedim.


Gülümsedi.


"Ben bir annemi arayayım."


Hızla telefonumu elime aldığımda Barış bıyık altından gülüyordu.


"Sen bir anneni ara."


Telefonum bir kaç çalışta açıldığında annemin neşeli sesi kulaklarıma doldu.


"Kızım. Söyle anneciğim."


"Anne bugün Birce'yle Akasya'da kalacağız. Olur değil mi?"


"Olur yavrum. Dikkat edin kendinize. Handan'a selam söyle mutlaka."


Anneme yalan söylemekten nefret ediyordum ama başka şansım yoktu. Hepimiz birbirimizde kalmak İçin izin alıyorduk. Muhtemelen Akasya da bizde kalacağını söylemişti.


"Söylerim anneciğim görüşürüz."


"Görüşürüz kızım."


Telefonu kapatarak şortumun cebine koyduğumda Barış'ın sessizce kıkırdadığını duydum.


"Yalancıyız da."


"Ne deseydim? Anne biz Barış, Alp, Poyraz, Akasya ve Birce'yle birlikte Poyraz'ın kumsal evinde kalacağız mı?"


"Haklısın..."


Çok geçmeden kumsal evin kapısına ulaştığımızda arabayı park ederek arabadan ayrıldık. Bu kez Barış elini uzatmadan ben elimi uzatıp Barış'ın elini tutmuştum. Barış'ın gözlerindeki parıltı yaptığımın yanlış olmadığının garantisi olmuştu. Hava oldukça sıcaktı. Yaz gelmişti sonunda. Birbirimize verdiğimiz sözlerden sonra buraya ilk defa geliyorduk. O günün üzerinden iki ay geçmişti. Şimdi Temmuz aynın en güzel zamanlarındaydık. Yaklaşık bir ay sonra hep birlikte ders çalışmaya başlayacaktık. Ve yine hep birlikte o gün verdiğimiz sözleri tutmak, gerçekleştirmek istediğimiz dilekleri gerçekleştirmek için elimizden geleni yapacaktık.


"Hoş geldiniz!"


Açılan kapının ardından bizi Akasya'nın kocaman gülümsemesi karşıladı. Hızla elimi Barış'ın elinden ayırıp Akasya'nın boynuna atladım.


"Bebek suratlım! Ne zamandır görüşmüyoruz biz?!"


"Çok özlemişim seni Lal'im!"


Neredeyse iki aydır görüşmüyorduk. Akasya ve Poyraz aileleriyle birlikte tatile gitmiş, Alp ise neredeyse iki aynın her gününü Birce'yle geçirmişti. Biz ise Barışla ara ara telefonla konuşuyorduk. Bugün ilk defa Barış'la buluşmuştuk. Daha doğrusu Barış beni bulmuştu...


"Barış sende hoş geldin."


Barış'la akasya dostça sarıldıktan sonra içeri girmiştik. Her adımımızda içeriden sesler yükseliyordu. Bir yandan Alp, bir yandan Poyraz, bir yandan Birce hepsi keyifle sohbete dalmışlardı. Koşar adım Birce'nin yanına bedenimi attığımda Birce sevinç çığlıklarıyla boynuma sarıldı.


"Benim papatyam gelmiş!"


"Civciv!"


Birce'yle hasret giderici bir kaç kelime ve sarılışın ardından bu kez Alp'le sarılmak üzere ayağa kalktım.


"Abisinin sarı kuşu gelmiş."


Alp her zaman beni abi edasıyla sever, abi gibi korurdu. Alp'in beline sarıldığımda Alp'te bedenimi sarmış dudaklarını saçlarımla buluşturmuştu.


"Geldim!"


Alp'ten ayrıldıktan sonra bu kez Poyrazla sarılmıştım.


"Hoş geldin Lal."


"Hoş buldum!"


Poyraz'la Alp'e nazaran daha mesafeli bir sarılmanın ardından bedenlerimizi ayırdım. Hoş geldin- hoş buldun Faslını uzun dakikalar ardından tamamlarken hep birlikte koltuklara yerleşmiş sohbete dalmıştık.


"Anlatın bakalım, ne yaptınız iki aydır?"


Akasya hevesle öne atıldı.


"Biz Poyrazlarla tatile gittik! Harikaydı. İki ay hep birlikteydik. Ama sizi çok özledik... siz ne yaptınız?"


Alp gülümseyerek bir Birce'ye bir Akasya'ya baktı.


"Bizde hep civcivleydik. Cilveleşme, gezme tozma ,oynaşma derken geçti iki ay."


"Alp!"


Birce sinirle utanç arası kızaran yüzüyle Alp'e döndüğünde Alp korkuyla dudaklarını yalandan bir fermuarla kilitledi


"Tamam tamam sustum."


"Bende iki ay evdeydim. Sahil, kitapçı başka da bir şey yapmadım."


Gülümseyerek iki aynımı tek cümleyle özetledim. Benim tatilim kitaplardan, dinlediğim müziklerden, yürüdüğüm sahil kenarlarından ibaretti.


"Bende aynı."


Barış'ın cevabı benimkinin özeti niteliğindeydi. İstemsizce gözlerimi devirdim.


"Geri kalan tatilimizi birlikte geçiririz diye düşündük. Yalnızca bir ay. Bir ay sonra ders çalışmaya başlamamız gerekiyor. zaman hızlı geçecek."


Poyraz'ın söylediklerine hak verircesine başımı salladım.


"Kesinlikle! Bir aynımız var. Bir ay ne yapacağız peki? Mesela bugün. Hadi bir şeyler yapalım."


"Saat geç oldu ama bir önerim var."


Dedi Poyraz. Daha sonra dudaklarını merakla aralayan Akasya olmuştu.


"Neymiş?"


"Tabu oynayalım. Ne dersiniz? Yarında denize gireriz. Bu denizin suyu çok temizdir."


Hevesle el çırptım. Bu sene denize girmemiştim ve denize girmek harika olacaktı! Ama bir sorun vardı, ben yüzme bilmiyordum!


"Olur ama ben yüzme bilmiyorum."


"Öğretirim ben sana."


Barış'ın cevabıyla gülümseyerek başımı salladım.


"E hadi başlayalım o zaman! Üçlü grup olalım önce."


Akasya'nın sesiyle Poyraz hevesle dudaklarını araladı.


"Kızlar bir takım olsun erkekler bir takım."


Hep bir ağızdan kabul ettiğimizde Birce ve Akasya ayaklanarak yanıma ulaşırken Barış ve Alp'te Poyraz'ın yanında yerini aldı.


"Biz başlayalım."


Barış'ın otoriter sesiyle hızla ayağa kalkarak Barış'ın elinde tuttuğu kutuyu kendime çektim.


"Hayır biz başlayacağız!"


"Sakin ol sarı kuş en çok sen kazanacaksın tamam."


Alp'e göz devirerek kutuyu açtım ve elime aldığım bir kaç kartla beklentiyle yüzüme bakan arkadaşlarıma döndüm. Alp elinde kum saatiyle başla dememi beklerken derin bir nefes alarak başımı salladım.


"Başla!"


Kartın üzerindeki kelime kitaptı. Gülümseyerek dudaklarımı araladım.


"Benim iki ayım nerede geçti?"


"Sahil!"


"Kitapçı!"


Akasya'nın cevabıyla sesim yükselirken neredeyse heyecandan uçacaktım!


"Eki at!"


"Kitap!"


Sevinç çığlıklarıyla birbirimize sarılmamızın ardından kartları anlatmaya devam ettim...


***


Saatler özenle birbirini kovaladı. Şimdi Akasya ve Birce'nin arasına yatmış Akasya'nın burada bıraktığı pijamaların içinde tavanı izliyordum. Tüm gece tabu oynamıştık ve durum berabere bitmişti. Gecemiz oldukça keyifli geçmiş ve sonlanmıştı.


"Son bir senede ne kadar çok şey yaşadık"


Akasya'nın sesi fısıltıdan farksızdı.


"Önce Poyraz geldi sonra Sarp, annem... ve yaşananlar... kaza. Koma derken her şey üst üste geldi."


"Evet ya. Gelince üst üste geliyor derler Ya öyle oldu...."


Başımı salladım Birce'nin onaylayıcı sesiyle. Ardından dudaklarımı usulca araladım.


"Uyuyalım kızlarım. Yarın yorucu ama güzel bir gün olacak."


İkisi birden bedenlerini bedenime doğru döndürerek kollarını bedenime sardılar. Gülümseyerek gözlerimi kapattım. Bir insan gözlerini mutlulukla kapattığında yıldızları gözleri kapalıyken de görebiliyormuş. Tıpkı şuan kapanan gözlerimin ardından gözlerimin önüne serilen yıldızları gördüğüm gibi. Mutluydum, hatta mutluyduk. Hep birlikte mutluyduk. Tüm acılardan uzaktaydık. Aşıktık hiç olmadığımız kadar. Sadece Barış'a değildi kalbimi dolup taşıran bu aşk, bu çatı altında olan herkeseydi. Dostlarımaydı, gülüşlerineydi, dışarıdaki denizdeydi, denizde yüzen balıklaraydı... Hayatta eğer mutluysanız ve eğer aşıksanız ne mutluluğunuzu ne de aşkınızı sınırlandırmamalıydınız. Kalbinizden taşacaksa mutluluk taşacaktı. Diğer organlarınıza ulaşacaktı gerekirse. Tüm bedeniniz sevgiyle dolup taşacak Belki de çevrenizdekiler sizden taşan sevgilerle sevgi dolacaktı. Tıpkı Barış gibi... Barış'ın kalbinde hissettiği ve hala açıkça söyleyemediği duygular benim kalbimden taşıp onun kalbine ulaşan sevgiydi...


**


Gözlerimi hafifçe araladığımda uyumak İçin veda ettiğim gri ve beyaz karşımı tavan yeniden gözlerimi karşıladı. Bu kez Güneşin yaydığı ışık sayesinde gridense beyaza daha yakındı. Gülümseyerek yerimden doğrulduğumda Birce ve Akasya'nın uyuduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Onları uyandırmamaya özen göstererek yerimden kalktım ve ayak parmak uçlarımla kapıya adımladım. Bir yandan da dağılmış saçlarımı dağınık bir topuz haline getirmeye çalışıyordum.


"Yavaş be kızım."


Bir anda yerimden sıçradığımda sertçe çarptığım bedene döndüm. Barış uyku sersemliğiyle gözlerini ovuştururken yüzünü buruşturuyordu.


"Özür dilerim fark etmedim seni. Sen iyi misin?"


Barış başını ovuştururken panikle Yeniden dudaklarımı araladım.


"Başın mı ağrıyor? Neyin var? Neden uyandın? Yani nasıl uyandın? Neden başın ağrıyor-"


"Güzelim sabah sabah yavaş. Baş ağrısı uyutmadı."


Güzelim demesi kalbimi ısıtırken başının ağrıyor olması kalbimde bir ağırlık hissi yaratmıştı. Bir an aklıma gelen düşünceyle gülümsedim. Babaannemin her derde deva olan çayı Barış'ın derdine de deva olabilirdi öyle değil mi? Tabii doğru hatırlıyorsam...


"Gel benimle."


Dediğimde çoktan elinden tutmuş merdivenlere sürüklemeye başlamıştım. Sesini çıkartmadan adımlarınla ayak uydururken çok geçmeden merdivenleri tamamlamış mutfağa ulaşmıştık.


"Sen otur."


Derken bir yandan da mutfak dolaplarını karıştırmaya başlamıştım bile.


"Ne yapıyorsun?"


"Sana çay yapacağım! Babaannemin tarifi."


"Babaannenin tarifi?"


Kendimden emin bir şekilde başımı sallayarak gereken malzemeleri tezgaha çıkardım ve kısa sürede aklımda kalan karışımı yaparak ocağın üstene bıraktım. Artık kaynamaya hazırdı!


"Zehirlemezsin beni değil mi?"


Barış'a göz devirerek dudaklarımı birbirine bastırdım.


"Korkma kötüye bir şey olmaz."


Demiştim. Bir an yüz ifadesi değişse de bozulduğunu belli etmemeye çalışarak başını aşağı yukarı salladı.


"Şaka yapıyorum!"


Gülerek söylediğim Barış'ın da dudaklarının iki yana kıvrılmasına sebep oldu. Çok geçmeden kaynayan çayı bardak rafından aldığım kupaya doldurdum. Daha sonra kupayı elime alarak yüzümde oluşan kocaman gülümsemeyle Barış'ın yanına oturarak kupayı önüne bıraktım.


"Hadi iç! Bak hemen iyileşeceksin!"


Barış yüzüme ne kadar tereddütle baktıysa da önüne bıraktığım çayı bitirmesi çokta uzun sürmemişti sıcak olmasına rağmen neredeyse on dakika içinde çayını bitirmişti. Zafer gülümsemelerimi Barış'a sunarken kahvaltı hazırlamak üzere ayaklandım.


"Eline sağlık."


Buz Dolabının kapağındaki elim havada asılı kalırken gülümseyerek masade oturan Barış'a döndüm.


"Afiyet olsun... İyi misin biraz daha?"


"Evet, iyiyim. Kahvaltı mı hazırlayacağız?"


Dudaklarım alayla yukarı kıvrıldı.


"Hazırlayacağız?"


Barış ayağa kalkarak başını salladı.


"Evet. Herhalde tek başına hazırlamayacaksın değil mi?"


"Pekala gel o zaman birlikte hazırlayacağız."


Barış yanıma ulaştığında gereken malzemeleri dolaptan çıkartarak tezgahın üzerine dizdik. Yaklaşık kırk dakika içinde güzel bir kahvaltı masası hazırlamıştık. Kahvaltılıklar, omlet hatta patates bile kızartmıştık! Barış gerçekten yemek yapmaktan anlamıyordu. Bu kanıya masanın üzerindeki patates kızartmalarının bulunduğu tabak içerisindeki yamuk yumuk patateslerden varmıştım.


"Patatesler çok..."


diye başladığım cümleyi Barış hevesle tamamlamıştı.


"Çok güzel olmuşlar değil mi?"


"Kesinlikle!"


Barış'ın hevesini kırmaya hiç niyetim yoktu. Hem aslında fena da olmamıştı tek sorun patatese benzememeleriydi.


"Hadi sen kızları uyandır bende bizimkileri uyandırayım."


Hevesle başımı salladım. Ve o anın büyüsüyle parmak uçlarımda yükselip Barış'ın yanağına dudaklarımı bastırdım. Ve sonra Barış'ın yüzüne bile bakmadan koşar adım mutfaktan çıktım. Merdivenleri çıkarkende hızımı düşürmüş sayılmazdım. Aynı hızla kızlarla kaldığımız odaya daldım.


"Uyanın!"


bağırarak yatağa atladığımda ikiside yerinden sıçramıştı. İşte zafer! Bir dakika içinde ikisi de ağzının içinde mırıldanarak çatık kaşlarla uyanmışlardı. Herkes ne zamandır bu kadar uykuya düşkün olmuştu hiç anlamıyordum.


"Kahvaltı vakti! Hadi ama!"


"Tamam Lal kalktık işte bir kendimize gelelim."


Zafer gülümsemelerimi ikisine de atarken odadan çıktım tam odadan çıktığım esnada yüzündeki yastık iziyle koridorda yürüyen Alple karşılaştım.


"Günaydın! Barış'ta başarıyla uyandırmış sizi!"


Alp afallayarak kaşlarını çattı.


"Ne Barış'ı kızım? Ben kendim uyandım."


"Nasıl ya?"


Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken Barış'ın nerede olduğunu düşünmeye başladım


"Her neyse sen Poyraz'ı da uyandırıp aşağı gelir misin?"


Alp başını sallayarak Poyraz'ın kaldığı odaya ilerlerken hızlı adımlarla aşağı indim ve biraz önce ayrıldığım mutfağa tüm utancımı unutup hışımla yeniden girdim. Barış'ı her şekilkde bulmayı bekleyebilirdim ama elini öptüğüm yanağının üzerine bastırmış şaşkınca etrafına bakarkengörmeyi bekleyemezdim!


"Barış? İyi misin?"


Barış titrek bir nefes verip başını sallayarak masaya oturduğunda başımı iki yana sallayarak gülüşümü bastırdım ve masada Barış'ın oturduğu sandalyenin karşısında yerimi aldım. Çok geçmeden herkes mutfağa gelmiş masadaki yerini almıştı.


"Patates dile gelse beni ne hale getirdiğiniz derdi."


"Alp!"


"Tamam tamam. Hem önemli olan şekli değil tadı değil mi?"


Alp'e göz devirerek Barış'a döndüğümde Barış hala şaşkın şaşkın etrafına baktığını fark ettim. Anlaşılan Alp'in alaylı sesini duymamıştı bile! Kaçamak bakışlarla gülümseyerek onu izlemeye başladım. Onun bu halini tek fark eden ben olmalıydım çünkü herkes yemek eşliğinde derin bir sohbete dalmış gidiyordu. Sıkı bir kahvaltının ardından Poyraz'ın arabasıyla en yakın alışveriş merkezine giderek kızlarla üzerimize uygun bikini almıştık. Alp ve Barış evde kalmıştı. O yüzden şimdi Poyraz onlara uygun deniz şortu almakla meşguldü. Çok geçmeden alışverişimizi tamamlayarak aynı yoldan geri dönmüş ve eve ulaşmıştık.


***


"Kilo mu almışım ben?"


Birce'nin sesiyle aynadaki bikinili bedenimi incelemeyi bırakıp Birce'ye döndüm. Gerçekten biraz kilo almış gibiydi ancak Birce oldukça minyon bir kız olduğu için aldığı kilolar güzelliğine gölge düşürmüyordu.


"Yok güzelim gayet güzelsin!"


Akasya'nın sesiyle hızla başımı salladım.


"Fıstık gibisin bebeğim ne kilosu?"


Demiştim büyük bir samimiyetle.


"Bilmiyorum ki! İki aydır Alp'leyim ve neredeyse her günümüz on öğün yemek yemekle geçiyor! Tabii bey efendinin tuzu kuru bir doksan boyu var ya ben ne yapayım?"


Birce haklıydı. Alp fazla yemek düşkünüydü ve onunlayken yemek yememek mümkün değildi.


"Birce'm sıkma canını kuşum hadi denize gidelim boş ver şimdi Alp'i, kiloyu."


Birce Akasya'nın sesiyle gülümseyerek başını salladığında yatağın üzerindeki havluları ellerimize alarak odadan ayrıldık. aşağı indiğimizde Alp, Barış ve Poyraz ellerinde havlularla verandada sohbet ediyorlardı. Bizi ilk fark eden Alp olmuştu. Verandaya adımladığımızda Alp büyük bir sitemle Poyraz'a döndü.


"Aşk olsun abicim ya! hani bikini değil haşama aldıracaktın? söz vermiştin!"


Alp'in saçmalamalarına göz devirmekle yetindim. Birce dudaklarına yerleşmiş gülümsemeyle mavi deniz şortunun içinde sitemli gözlerle Poyraz'a bakan Alp'in koluna girdi.


"Sevgilim bari bugün az saçmala."


"Ne var kızım bikini nedir ya eskiden bikini mi vardı?"


Akasya sıkıntıyla nefesini dışarı verdi.


"Alp bikini olmadığını görecek kadar geçmişten geldiğini hiç sanmıyorum saçmalamayı bırakıp yürür müsün?"


Alp yanaklarını şişirip kuvvetlice oflayarak Birce'yle birlikte önden ilerledi. hemen ardından poyraz ve Akasya da ilerlemeye başladığında geriye Barış ve ben kalmıştık. bizde hemen ardından arkalarından ilerlediğimizde çok geçmeden denize ulaşmıştık. Havlularımızı dalgaların ıslatamayacağı bir yere bırakarak hızla denize koşmaya başladık. Hepimizin kahkahları denizin dalga seslerine karışırken akşama kadar denizde kalmıştık. Bolca yüzmüştük, gülmüştük, su savaşı hatta deve güreşi yapmıştık. Barış bana birkaç kez yüzme öğretmeyi denemişti ama ne kadar umutsuz vaka olduğumu fark ettiğinde pes ederek sığ yerlerde ilerletmişti. Her şey bir yana Eğlenebileceiğimiz kadar eğlenmiştik. Yanımda arkadaşlarım varken aksi hiç bir zaman mümkün olmuyordu zaten. Onlarla eğlenememek mümkün değidli! Şimdi ise akşam yemeği için dışarıdan söylediğimiz pizzaları televizyondan açtığımız öylesine bir filmle yiyorduk. Hepimiz için oldukça yorucu bir gün olduğundan haliyle kimse mutfağa girmek istememişti. Bizde dışarıdan bir kaç kutu pizza söyleyerek tüm günün açlığını dindirmeye çalışıyorduk. Pizzalar çok geçmeden bitmiş açtığımız film sonlanmış herkes yorgunlukla koltuğun kenarına kıvrılmıştı. Denizdeki halimize nazaran büyük bir sessizlik tüm odayı dolduruyordu.


"Ben duş alıp yatacağım her tarafım ağrıyor."


Diyerek ayağa kalkan Alp'e herkes ayak uydurarak ayağa kalktı. Tam bende kalkacaktım ki kolumda hissettiğim elle durup elin sahibine döndüm. Barış dudaklarımdaki yorgun tebessümle gözlerime bakıyordu.


"Sen kal."


Merakla dudak büzdükten sonra başımı sallamakla yetindim. Barış ilk defa kalmamı istemişti gider miydim hiç? Ben gitsem kalbim burada kalmaya devam ederdi. Gitmedim. Oturdum yanına ve diğerlerinin hep bir ağızdan iyi geceler diyerek gidişlerini izledim. Çok geçmeden merdivenlerden gelen adım sesleri kesilmişti. Tek dinlediğim Barış'dan gelen nefes alış veriş seslediydi ve onun nefesine karışan nefesimdi. Ne o konuşuyordu ne de ben. Dinlemekten haz duyduğum tek sessizlik Barış'ın sessizliğiydi. Her gürültüyü bastırırdı sessizliği her sesi sustururdu her güzelliği gölgede bırakırdı. Sabırla bekledim. Belki de saatlerce sessizliğini dinledim. Konuşmadan ayağa kalkarak elini uzattı. Ne soru sordum nede ses çıkarttım. Sadece elimi elinin içine bıraktım ve ayağa kalktım. Adımları veranda kapısına gitti önce. Sonra kumsala çıktı. Her zaman oturduğumuz yere adımladı. Bu kez savunmasızdık. Ne örtü vardı nede bizden başka biri. Yalnızca biz vardık. Barış elimi bırakarak her zaman oturduğumuz yere bıraktı bedenini ve beklentili gözlerle gözlerime baktı. O baktıkça göğüsüm kalbime dar geldi. Kalbim dile gelse şu an kurabileceği en iyi cümle, "çıkarın beni buradan ben buraya sığmıyorum."

Olacaktı. Oturdum. Yavaşça yanına oturdum. Artık dizlerimiz birbirine değiyordu. Nefeslerimiz birbirimizin yüzüne çarpıyordu. Barış'a ilk defa bu kadar yakındım, ilk defa onu bu kadar fazla hissedebilmişim. Her zaman istediğim gibi...


"Lal..."


"Barış..."


Yutkundu. 


"Bana aşık mısın?"


Bir anda sorduğu soruyla nefes alamadığımı hissettim. Öyle ki nefessiz kalmışçasına dakikalarca öksürmek istiyordum.


"Neden soruyorsun?"


"Cevap ver Lal. Lütfen..."


En ufak bir tereddüt yoktu. Hızla başımı salladım.


"Göremedin mi bu zamana kadar sana olan sevgimi Barış? Hiç mi... Hiç mi fark etmedin?"


"Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum.."


Kitapçıda tekrarladığı satırlar yeniden dudaklarından dökülürken gözlerimi uzunca kapattım.


"Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar."


Ve devam etti satırlarına gözümden düşen bir kaç damla göz yaşına rağmen. Sonra dudaklarını hiç beklemediğim bir anda dudaklarımda hissettim. Önce hareketleri karşısında hareketsiz kaldım. Sonra dudaklarım yavaş yavaş dudaklarını hissetmeye başladı. Kaç dakika nefessizce öpüştük? Bilmiyordum. Bu öpüşme öylesine değildi bu öpüşmenin birden çok ifade şekli olabilirdi. Adına aşk da denebilirdi, Özlemde. Farkındalık da denebilirdi kavuşmada. Sadece birbirimizi hissettiğimiz bir kaç dakika dan sonra dudaklarımız ayrılırken ikimizde nefes nefeseydik . Alnını alnımda hissettim. Nefesi nefesime karışmaya devam etti. Sonra bir alkış sesi yükseldi. Hafifçe başımı alkışın geldiği yöne çevirdiğimde veranda da bir arada olan ve kuvvetlice bizi izlerken alkışlayan arkadaşlarımı gördüm. Hepsinin gözleri dolu doluydu hepsi mutluydu bakışları gururluydu. Başardın diyorlardı sanki. Önce aşkı öğrendin sonra aşkı öğrettin der gibi bakıyorlardı. Bir anlığına yeniden Barış'a döndüm. Barış'ın dudaklarından dökülen son bir cümle kalbimi benimle birlikte kanatlandırıp bulutların arasında kaybolacak kadar heyecanlandırmıştı. Yeniden Sabahaddin Ali'yle kalbime dokundu.


"Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum."


Ve ben hıçkıra hıçkıra ağlayarak bütün gece o kumsalda Barış'ın göğüsüne saklandım. Senelerce sevdiğim adam karşımda bana aşkını itiraf etmişti korkularını anlatmıştı kitap satırlarına sığınırken. öpmüştü. Dudaklarını hissetmiştim. Dudaklarımı hissetmişti. Kalbimi her zamankinden daha fazla hızlandırmıştı. Onun İçin defalarca kez acıyla dökülen göz yaşlarım bu kez sonsuz mutlulukla dökülmüştü. Barış Seyran bugün Lal Özben'i mutluluktan ağlatmıştı. Artık bir şeyden emindim. Bu andan sonra Barış Lal'in Barış'ı, Lal'de Barış'ın Lal'iydi. Sonsuz mutluluk kapımı çalmış, bende bekletmeden kapıyı açmış ve içeriye buyur etmiştim onu. Artık o benim ebedi misafirimdi...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%