Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm: Veda Çi̇çeği̇

@peteichor_

"Benim için Akasya bir veda çiçeğiydi. Bana defalarca veda eden bir veda çiçeği. İlk vedasını beş yaşındayken etmişti. Ne yazık ki son vedası olmamıştı veda çiçeğimin. Akasya'nın bana bir veda borcu vardı."


3.BÖLÜM: VEDA ÇİÇEĞİ


Efe Poyraz Saygın'ın ağzından:


Dalga sesleriyle karışan telefonumdan yükselen müzik sesleriyle gözlerim acıyla kapandı. Bugün 5 Aralık, Akasya'mın ölüm yıldönümüydü. Bugün 5 Aralık; ilk aşkım, ilk arkadaşım, ilk sırdaşım, meleğim, Akasya'mın, güzel kokan çiçeğimin ölüm yıldönümüydü. Bugün Akasya'nın bu acı dolu dünyaya veda edişinin yıl dönümüydü. Yıllarca aramıştım onu, yıllarca en ufak bir iz aramıştım. Taki iki sene öncesinde onun ölüm haberini alana kadar. Babam bulmuştu Akasya'mın izini. Öldü demişti , Akasya öldü. Dudaklarından dökülmüştü bu acı dolu haber. Onun dudaklarından dökülenlerden sonra bir süre yurt dışına gitmiştim. Tüm ailem benim ruhumu iyileştirmek için çabalamıştı. Akasya'nın gidişinden sonra iyileşecek bir ruhum olması umuduyla o ruhu iyileştirmeye çabalamıştı. ve sonunda şimdi buradayım. Akasya'yla bizi ayıran bu şehirdeydim artık. Akasya'nın evlat edinilmesinin ardından bir sene boş duvarlar arasında geçmişti. Daha sonra ne mi oldu? Gerçek ailem beni bulmuştu. Senelerce izimi aramış, sonunda bulmuşlardı beni. Zengin bir iş adamının, doktor bir annenin tek oğluydum. Daha doğrusu ilk ve tek çocuğu. Gözlerim usulca açılırken gözlerimden süzülen yaşları elimin tersiyle silerek yerimden usulca kalktım. Geçen saatlerimin ardından saatin gece yarısı olmasıyla eve gitmem gerektiğini anlıyordum. Yarın Asya denen kızla ödevi tamamlayacaktık ve biraz uyusam iyi olacaktı. Asya denen kızın gözlerinde rahatsız edici bir tanıdıklık vardı. Sanki bu gözler her gün gördüğüm gözlerdi, her gün derin derin baktığım gözlerdi. Daha önce defalarca gördüğüm gözler gibiydi, bu gözler. Ama emindim ki bu tanıdıklık hissi boş bir zırvalıktı. Ben bu kızı tanımıyordum. Boş sokaklarda yankılanan ayak seslerim kulaklarıma dolarken adımlarımı arabama doğru hızlandırdım. Arabama ulaştığımda sol koltukta yerimi alarak çok geçmeden arabayı çalıştırdım ve evime giden sokaklarda hızla ilerlemeye başladım. Çok geçmeden kapıya ulaştığımda kolayda olan anahtarımı cebimden çıkartıp kapıyı açtım. İçeri yavaşça girdiğimde herkesin uyuyor oluşunu fırsat bilerek usulca odama giden merdivenlerden yukarıya çıktım. Odama girdiğimde ilk yaptığım led ışıklarımı yakmak olmuştu. Camımın önündeki kocaman çiçeğe doğru gülümseyerek ilerledim. Akasya Çiçeği... küçük bir saksıda gün geçtikçe daha da büyüyordu. Gözlerim masamın üzerinde duran cam şişedeki suya giderken hızla şişeyi elime aldım ve özenle Akasya'mı, çiçeğimi sulamaya başladım. Akasya'yı her sulayışımda ruhumda bir umut filizleniyordu. Bu çiçek benimle yaşadıkça Akasya'yı kalbimin derinliklerinde hissediyordum. Gülümseyerek çiçeğimi suladıktan sonra şişeyi yeniden masaya bıraktım. Gözlerim yeniden Özenle suladığım çiçeğimi bulurken buruk bir gülümseme geçti dudaklarımdan.


"Bugün 5 Aralık. Akasya, senin gibi bir çiçeğin bu dünyaya, bana veda ettiği gün. Umarım sende onun gibi gitmezsin. İyi geceler veda çiçeği."


Benim için Akasya bir veda çiçeğiydi. Bana defalarca veda eden bir veda çiçeği. İlk vedasını beş yaşındayken etmişti. Ne yazık ki son vedası olmamıştı veda çiçeğimin. Akasya'nın bana bir veda borcu vardı. Son bir veda borcu... düşüncelerimi başımı iki yana sallayarak başımdan atmayı dilerken yorgun ve oldukça soğuğa maruz kalmış bedenimi sıcak yatağıma bıraktım. Gözlerim usulca kapanırken tek dileğim bir daha 5 Aralığın gelmemesiydi... Telefonumdan yüksek melodi sesiyle gözlerim aralanırken, gözlerim yanımda duran ve ısrarla çalan telefonunu buldu. Gözlerimi açmak için çabalarken ekranda görünen isimle saate baktım. Demek sıra bendeydi? Saat üç olmuştu ve ben uyuya kalmıştım. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde telefonun ucundan gelen cırlama sesiyle telefonu kulaklarımdan uzaklaştırdım. Yüzüm istemsizce ekşimiştir.


"Salak mısın?! İntikam mı alıyorsun? Hadisene! Saat kaç, saat! Of Efe-"


"Günaydın Asya."


"Gün mü kaldı? Akşam olacak neredeyse. Geliyorsan gel."


"Pekala. Eğer biraz daha gelmezsem konuşmaktan nefesin kesilecek muhtemelen. Yarım saate kafede olurum. Görüşürüz."


Bir şey demesine fırsat vermeden telefonumu kapatıp sıcak yatağımdan üzülerek ayrıldım. Hızla üzerime bol, siyah pantolon ve Siyah sewatshirt giydim ve saçlarımı elimle düzelttim. Telefonumu, cüzdanımı ve arabanın anahtarımı cebime koyup montumu hızla giydim. Odamdan çıkarken son kez Akasya'ma tekrar gülümsedim ve hızla önce odamdan, sonrada evden ayrıldım. Arabam boş sokakları hızla geçerken sonunda dün geldiğimiz kafeye ulaşmıştım. Hızla içer girdiğimde gözlerim, etrafta kızgın olduğunu ve başımın etini yiyeceğinden emin olduğum Asya'yı aramaya başladı. Çok geçmeden kitaplarla düşmanıymış gibi bakan Asya gözlerime takılırken, gülmemek için bastırdığım dudaklarımla Asya'nın masasına ilerlemeye başladım.


"Selam-"


"Gelmeseydin ya."


Asya'nın karşısına oturduğumda Asya hala olabildiğince sinirli görünüyordu


"Abartmıyor musun? Dünde ben seni beklemiştim."


"Her neyse! Şu ödevi yapıp bir an önce gidelim buradan."


Başımı sallayarak Asya'nın önündeki kitaplardan birini aldım.


"Cemal Süreya'nın Hayatı tamam mı?"


"Evet! Tamamladım sonunda."


Gülümseyerek Asya'ya döndüm.


"Bende şiirlerini tamamladım. Sen ben gelemden her şeyi tamamladığına göre ben boşuna mı geldim Yani?"


Asya sinirle ayağa kalktı.


"Ne demek boşuna? Asıl ben boşuna gelmişim! Zaten sabahtan beri açım! Sinirliyim! Delirtme beni tamam mı? Sabahtan beri bu adamın hayatını araştırıyorum zaten! Kendi hayatım hakkında bu kadar bilgiye sahip değilim ben Ya-"


Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken karşımda sinirden kızarmış olan Asya'ya döndüm.


"Pekala, sanırım senin karnını doyurmamız gerekecek."


"Yemek mı yiyeceğiz? Gerçekten mi?"


Asya heyecanla küçük bir çocuk gibi ellerini birbirine vurmuştu. Asya'nın bir anda değişen ruh haliyle gülmemi bastırmaya çalışarak dudaklarımı birbirine bastırdım.


"Evet, neden olmasın? Ne yemek istersin?"


"Vay! Fikrimi sordun ilk defa."


Asya'nın gülüşü benimde gülmeme sebep olmuştu. Gerçekten ilk defa fikrini sormuştum.


"Cevap verecek misin?"


Asya sanki çok önemli bir meseleymiş gibi çenesini eline dayayarak düşünmeye başladı.


"İskender! Hayır ya, hamburger? Yok yok! Pizza mı yesek? Ay! Acaba tavuklu pilav mı yeseydik?"


Ağrımaya başlayan başımı ovuşturduğumda sabır dilercesine karşımda, dünyanın en önemli kararını almaya çalışan Asya'ya döndüm.


"Asya karar verecek misin yoksa ben kendi kararımı mı uygulayayım?"


"Tamam ya tamam! Lahmacun yiyelim."


Asya bir az önce saydığı seçeneklerden çok daha Farklı bir seçenek söylediğinde gözlerimi devirip ayağa kalktım.


"Hadi o zaman. Senin çenenden kurtulmanın tek yolu seni doyurmak!"


Asya memnuniyetle gülümseyerek çoktan topladığı eşyalarını alarak ayağa kalktı ve önümden ilerlemeye başladı. Bende Asya'nın arkasından ilerlediğimde kafeden çıktık.


"Araba bu tarafta."


Asya gösterdiğim yere ilerlerken bu kez öne ben geçmiş açtığım arabanın sol koltuğundaki yerimi almıştım. Asya sağ koltuğa geçerken hızla arabayı çalıştırarak konumdan bulduğum lahmacuncuya doğru sürmeye başladım. Bir süre sessiz geçen yolculuğumuzun ardından, bir anda Asya'dan gelen seri nefes alışverişleriyle sağıma döndüm.


"Asya?"


Asya ellerini boğazına götürmüş ve nefes almaya çalışıyordu. Panikle arabayı sağa çektiğimde, Hızla Asya'nın oturduğu kısma koşup kapısını açtım ve Asya'ya yöneldim.


"Asya! Ne oldu? İyi misin? Asya!"


Asya hala nefes almaya çalışırken panikten ne yapabileceğimi şaşırmış durumdaydım. Aklıma yıllar önce yaşadıklarım geliyordu. Gözlerimin önünde Astım krizine girip nefessizlikten bayılan Akasya... İlk büyük korkumu yaşadığım o günkü kadar çaresizdim şimdi. Düşüncelerimden ayrılmama sebep olan ses Asya'nın boğuk sesiydi.


"A-Astım... İ-İlaç..."


Hızla kendimi toparlamaya çalışıp Asya'nın önünde eğildim ve daha iyi duymaya çalıştım onun boğuk çıkan, çaresiz sesini.


"İlaç? Tamam ilacın var. Nerede peki? Hadi Asya? Söyle bana, nerede ilacın?"


"Ç-Çanta..."


Asya'yı arabadan indirip yere oturdurduğumda hızla çantasını yere döktüm ve içinden mavi astım ilacını bulup çıkarttım. Hızla Asya'nın yanına oturarak bir elimi omzuna attım ve ilacı, nefes alamayan ciğerinden gitmesi için dudaklarının arasına yasladım. Bir kaç defa ilacı içine çektiğinde nefes almak için çabalamaktan yorgun düşmüş bedenini bedenime yasladı. Asya'nın başı göğüsüme düşerken rahat bir nefes alarak usulca gözlerimi kapattım ve başımı geriye yatırarak arabama yasladım. Bir süre o şekilde rahatlamaya çalıştığımda duyduğum hıçkırık sesiyle göğüsümde ağlayan Asya'ya döndüm.


"İyi misin?"


"Bayadır olmuyordu. Bu hissi sevmiyorum Efe."


Asya'yı rahatlatmak isteyen kollarım, Asya'nın bedenini sararken Asya'nın da eli belime gitmiş, ağlaması şiddetini arttırmıştı. Yolun kenarında, buz gibi havada göğüsümde çaresizce ağlayan bu kız benimde gözlerimin dolmasına sebep olmuştu.


"Tamam ağlama Asya. Geçti tamam mı? İyisin. Nefes alıyorsun... Çok konuşma demiştim sana."


Asya yalandan bir sinirle gülüp göğüsümden kalktığında göz yaşlarını elinin tersiyle sildi.


"Salak."


Mırıltısı kulaklarıma ulaşırken hafifçe gülümseyip yerden hızla kalktım.


"Hala aç mısın?"


Elimi yerde oturan Asya'ya uzattığımda Asya yeniden gözlerine gelen yaşları silip gülümsedi.


"Kurt gibi."


Asya uzattığım elime, elini bıraktığında hızla Asya'yı yerden kaldırmıştım. Asya'nın çantasını topladıktan sonra, Asya'yla tekrar arabada yerimizi almıştık. Sessiz geçen bir yolun ardından konumdan bulduğumuz lahmacuncuya ulaşarak hızla arabadan indik. Lahmacuncudan içeri adımladığımızda Asya'nın peşinden gitmiştim. Asya bir kaç masa arasında kaldıktan sonra arasında kalmadığı bambaşka bir masaya oturduğunda, gözlerimi devirip bende karşısına oturmuştum. Garson hızla menüleri önümüze bıraktıktan sonra Asya gülümseyerek garsona döndü.


"Ben üç tane acılı lahmacun,birde ayran alayım."


Gözlerim olabildiğince büyürken istemsizce karşımda üç tane lahmacun söylemiş cılız kızı süzdüm. Bu kız üç tane lahmacunu neresine yiyecekti?


"Üç tane mi? Emin misin Asya?"


"Neden ki? Az mı yoksa?"


Şaşkınlığım giderek artarken Asya'nın yüzünü incelemeye başladım. Belkide dalga geçiyordu. Sanırım başka bir açıklaması yoktu üç tane acılı lahmacunun.


"Sanırım bu kezde nefesin yemekten kısılacak."


"Efe!"


"Tamam sustum. Bende iki tane acılı lahmacun ve ayran alayım."


Garson başını sakladıktan sonra not aldığı siparişlerle masadan ayrılmıştı.


"Asya sen iyisin değil mi? Hastaneye gidebiliriz iyi değilsen."


"İyiyim Efe. Sadece... Bilmiyorum. Astım krizi geçirmeyeli seneler oluyor. Bu hissi sevmiyorum. Öldüğümü hissettiriyor bana."


Ölmek... öldüğünü hissetmek... Tıpkı Akasya gibi. Tek farkı onun gerçekten ölmüş olmasıydı.


"Geçti korkma. Biraz daha az konuşur, lahmacun sayını azaltırsan kolay kolay astım krizi geçirmezsin."


"Seninle görüştüğümüz müddetçe pek mümkün değil."


"Görüşmeye devam edeceğiz Yani?"


Sorum Asya'nın utanmasına sebep oldu.


"Kim bilir?"


Asya bunu gülümseyerek söylediğinde bende gülümsemiştim. Bir süre ödev hakkında konuştuktan sonra gelen lahmacunlarımızı iştahla yemeye başladık. Asya o kadar iştahla yiyordu ki sadece onu izlemek bile beni doyurmaya yeterdi. Yemeğimiz çok geçmeden bittikten sonra Asya'nın tarif ettiği yollardan Kısa sürede Asya'nın evine ulaşmıştık. Arabadan inen Asya'yla bende inmiştim.


"Her şey için sağ ol."


"Sende sağ ol."


Asya ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi.


"Şey o zaman ben gideyim."


"Şey o zaman sen git."


Asya'nın söylediğini taklit eden cevabım Asya'yı güldürmüştü.


"Görüşürüz o zaman."


"Görüşürüz Asya."


Asya gözlerini kaçırıp hızla evinin kapısına ilerlediğinde arkasından baktığımı yeni farkına varıyordum. Sinirle başımı iki yana sallayarak yeniden arabama bindim. Ne diye arkasından bakıyordum ki? Hatta arabadan neden inmiştim? Her neyse! Anlık bir dalgınlık, öyle değil mi? Hepsi bu. Kendimi söylediklerime inandırmaya çalışırken bir yandanda başımı sallıyordum. Hızla arabamı çalıştırarak Asya'nın evine çok uzak sayılmayan evime doğru boş sokaklarda ilerlemeye başladım. Çok geçmeden evimin önüne geldiğimde hızla arabadan inip kapıya ilerledim. Cabimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açıp içeriye adımladığımda sıcak yemek kokuları burnuma doldu. Zar zor alıştığım o sıcak yemek kokuları...


"Ben geldim!"


"Hoş geldin oğlum."


"Hoş geldin Efe'ciğim."


Annem ve babamın sesi birbirine karışırken gülümseyerek koltukta oturan annemin yanına bıraktım bedenimi.


"Nasılsın annem?"


Annem gülümseyerek bana doğru döndü.


"İyiyim canım. Sen nasılsın? Açsan mutfakta yemek var."


"Sen iyiysen bende iyiyim annem. Tokum ben yedim yemeğimi."


Babam hafifçe boğazını temizlediğinde bu kez bakışlarım babamı buldu.


"Oğlum yarın akşam eski bir arkadaşımın ailesine gidiyoruz. bizi yemeğe davet ettiler. Uzun zamandır görmüyordum onları. Sende gel lütfen seni de görsünler. Hatrı sayılır bir arkadaşım."


"Tabii baba, gelirim."


Babam memnuniyetle gülümsediğinde usulca ayağa kalktım. Birde bu yemek vardı şimdi! Ne güzel değil mi? Yeterince kafam dolu değilmiş gibi babamın tanımadığım arkadaşının ailesiyle yiyeceğimiz akşam yemeği. Şu an için hayatımın gerekliliğiydi bu yemekti harika(!)


"Müsaadenizle."


Annem ve babam başını sallarken hızla merdivenlere yöneldim. Odama ulaştığımda gözlerimle buluşan ilk şey saksısında her geçen gün güzelleşen Akasya çiçeğim olmuştu. Gülümseyerek kapıyı kapattığımda gözümü yormayan led ışıklarımı yaktım. Yorgun ve uykusunu alamamış bedenimi sıcak yatağıma bırakırken gözlerim usulca kapanmıştı. Uyku yavaş yavaş ben içine çekerken direnmeyi bırakıp uykuya teslim olmuştum.


***


"Oğlum hadi uyan. Geç kalacaksın."


Hızla başımı yataktan kaldırdığımda gözlerim baş ucumda beni uyandırmak için insan üssü bir çaba veren annemi buldu.


"Günaydın..."


"Günaydın oğlum hadi kalk."


Bedenimi sıcak yatağımdan ayırdığımda hızla dolabın içindeki formalarımı çıkarttım. Annem odadan ayrılırken hızla üzerimi giyindim ve banyoya ilerledim. Diş fırçalama, yüz yıkama derken hazır olduğumda, kız olmadığıma şükretmiştim. Birde makyajla uğraşıyorlardı yazık! Hızla banyodan çıkıp çantamı ve montumu alarak merdivenleri adımladım. Evden ayrıldığımda da bu kez arabamda yerimi almıştım. Hızla okula doğru sürdüğümde çok geçmeden okula varmıştım. Arabadan inerken okulun tabelası gözlerime takılmıştı.


"Saygın Koleji."


Başımı iki yana sallayıp hızla okula ilerlediğimde çok geçmeden merdivenlere ulaşmıştım. Merdivenleri son sürat çıktıktan sonra sınıfımın önüne ulaştığımda hızla kapıyı çalarak içeri adımladım. Beni karşılayan edebiyat öğretmeni ve tahtada sunum yapan bir grup öğrenci olmuştu. Doğru Ya! Proje ilk dersti! Yetiştiğime memnuniyetle gülümseyerek arka sırada oturup, panikle gözlerini etrafında gezdiren Asya'ya doğru ilerledim. Asya beni fark ederek gülümsedi.


"Gelmeyeceksin sandım."


"İnsanları yarı yolda bırakmam ben merak etme."


Asya başını salladığında gözlerime bakan gözlerini kaçırmıştı.


"Asya ve Efe. Hazır mısınız?"


Asya'yla birbirimize baktıktan sonra gözlerimi bana güven dercesine uzunca kapatıp açtım. Ayağa kalktığımda Asya gözlerimden aldığı güvenle arkamdan ayağa kalkmıştı. Asya notlarla tahtaya gelirken benim şiirlerim zihnimdeydi... tahtaya çıktığımızda edebiyat hocası başlayın dercesine eliyle tahtayı gösterdiğinde ilk başlayan Asya olmuştu. Asya bir süre Cemal Süreya'nın hayatından bahsettikten sonra bu kez sıra bendeydi. Boğazımı temizledikten sonra başladım, şiirlerimin hüzünlü satırlarıma.


"Sesinde ne var biliyor musun? Bir bahçenin ortası var. Mavi ipek kış çiçeği,

sigara içmek için üst kata çıkıyorsun.

Sesinde ne var biliyor musun? Uykusuz Türkçe var. İşinden memnun değilsin,

bu kenti sevmiyorsun, bir adam gazetesini katlar. Sesinde ne var biliyor musun? Eski öpüşler var. Banyonun buzlu camı, birkaç gün görünmedin, okul şarkıları var.Sesinde ne var biliyor musun? Ev dağınıklığı var. İkide bir elini başına götürüp rüzgârda dağılan yalnızlığını düzeltiyorsun. Sesinde ne var biliyor musun?Söylemediğin sözcükler var. Küçücük şeyler belki ama günün bu saatinde anıt gibi dururlar.

Sesinde ne var biliyor musun Söyleyemediğin sözcükler var."


Bir anda yükselen alkış sesleriyle gözlerim Asya'nın bala çalan gözlerinden ayrılarak sınıfa dönmüştü. Herkesin ağzı şaşkınlıkla açılırken bu kez alkış sesi edebiyat hocasından yükselmiiti


"Efe bravo. Bu kadar uzun bir şiiri ezberlemek oldukça zor olmalı."


"Alışığım hocam."


Edebiyat hocası başını sallarken şaşkınca gözlerime bakan Asya'ya sırayı işaret ettim. Asya oldukça afallamış adımlarla sıraya ulaştığına bende yanında yerimi almıştım.


"E-Efe..."


"Efendim?"


Asya neden bu kadar şaşırmıştı anlayamıyordum. şiir okuyor olmam bu kadar mı şaşırtmıştı onu?


"Nasıl yaptın?"


"Neyi?"


"Neyse boşver."


Asya'nın bir anda değişen ruh haliyle gözlerimi devirdim.


"Başardık ha?"


Elimi çakması için Asya'ya uzattığımda Asya memnuniyetle gülümseyerek elime çaktı.


"Başardık!"


Gülümseyerek önüme döndüğümde sonunda bu proje ödevinden kurtulduğum için rahatlamıştım. Kafamın içinde proje ödevine tik attığımda, tik atma sırası, akşamki aile yemeğine gelmişti.


***


"Görüşürüz Efe."


"Görüşürüz Asya."


Sıradan ayrılıp sınıftan dışarıya adımladığımda omzuma çarpan sert bedenle kaşlarım istemsizce çatılmıştı.


"Yavaş!"


Karşımda sinirli gözlerle bana bakan bu esmer çocuğu daha önce bir kaç kez Asya'nın yanında gördüğümü hatırlıyordum. Adı Barış olmalıydı.


"Sana yavaş!"


Sanki küfür etmişim gibi Bir anda yakama yapışan Barış beni daha da sinirlendirirken Hızla Barış'ı sertçe ittirdim.


"Ne diyorsun lan sen?!"


Barış kükreyerek üstüme yürüdüğünde sert yumruğunu yüzümde hissetmiştim.


"Bu Kadarı yeter."


Fısıltım dudaklarımdan dökülürken bu kez yumruk atan ben olmuştum. Barış'a defalarca yumruk attığımda Asya'nın sesiyle sıradaki yumruğum havada kalmıştı.


"Efe yeter!"


Asya sinirle yanıma gelip beni sertçe ittirdiğinde sırtım okulun soğuk duvarıyla buluşmuştu.


"Ne yaptığını sanıyorsun sen?! Ne yapıyorsun sen?!"


"Ben-"


Asya konuşmama fırsat vermezken sesi olabildiğinde yüksek çıkıyordu.


"Git buradan Efe! Çık git!"


Sinirle dişlerimi sıktığımda Asya'nın nefret dolu bakışlarından bir an önce kurtulmayı diledim. Asya hızla Barış'ın yanına eğildiğinde endişeyle Barış'ın yüzünü inceliyordu. Sinirle yumruklarımı sıkarak okuldan ayrıldığımda, okuldan ayrılıp arabaya gelene kadar saniyelerin geçtiğine emindim. Sol koltukta yerimi aldığımda arabamın motorundan çoktan yükselen sesle hızla direksiyonu çıkışa doğru kırdım. Direksiyona bir kaç kez vurduktan sonra son sürat eve sürmeye başladım.


"Allah kahretsin!"


Çok geçmeden eve ulaştığımda evde kimsenin olmamasını fırsat bilerek odama adımladım. O salak çocuk yüzünden Asya'nın gözünde zorba durumuna düşmüştüm. Halbuki bana. Bulaşan o çocuktu ben değildim! Asya'nın bakışları gözlerimin önüne gelirken sinirle gözlerimi kapattım. Üzerindeki formayı hızla çıkartıp yatağa fırlattığımda gözlerim rahatlamak istercesine Akasya çiçeğimi buldu. Gülümseyerek bir süre çiçeğimi izlediğimde rahatladığımı hissediyordum. Bir süre odamda müzik dinleyip oyalandıktan sonra sırada şu çok önemli (!) aile yemeğimiz vardı.


***


"Hoş geldiniz."


"Hoş bulduk Musa'cığım."


Sonunda şu yemek faslına da tik atma sırası gelmişti. Annem ve babamla, babamın arkadaşının ailesiyle yemek için evlerinin önüne ulaşmıştık. Kapıda bizi karşılayan Güler yüzlü aileyle benimde dudaklarım yukarıya kıvrılmıştı. Annem ve babamla birlikte içeriye adımladığımızda adının Musa olduğunu öğrendiğim adam bizi masaya doğru yönlendirmişti. Masada yerimizi aldığımızda Musa amcanın karısı gülümseyerek bana döndü.


"Oğlum yukarıya çıkıp kızımı çağırır mısın? sana zahmet. Hem tanışmış olursunuz."


"T-Tabii efendim."


Sorgulamadan karşımda bana tatlı tatlı gülümseyen kadınla usulca ayağa kalkarak hızla merdivenlere yöneldim. Gözlerim kapıları açık olan odalarda gezerken tek kapalı olan, en sondaki kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapının önüne ulaştığımda hızla kapıyı bir kaç kez çaldım.


"Gel anne!"


Duyduğum tanıdık sesle kaşlarım olabildiğince çatılırken yavaşça kapı kolundaki elimi indirerek kapıyı açtım. İçeride gördüğüm yüzle gözlerim brileştiğinde, bu yüz bugün bana sinirle ve nefretle bakan aynı kişinin yüzlüydü, Asya'nın yüzü...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%