Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm: "Nefes"

@peteichor_

Bir insan nasıl olur da karanlıktan korkup bir karanlığı arardı? Neden Gökçe? Neden olduğun karanlıktan korkup başka bir karanlığa sığındın? Şimdi zifiri karanlıksın haberin yok.


10. BÖLÜM: "NEFES"


Doruk Çakır Arsal'ın ağzından;


Kalp ağrısı. Bedene sinsice sızıp yıllardır kendini anımsatmayan sol yanınızda duran ve atmaktan başka bir işlev sergilemeyen kalp sızısı.


İlk defa. Senelerdir ilk defa varlığına rastlamıştım onun. Kalbimin... "Ben buradayım," demişti. "Ağrıyorum." Ağrıyorum... Kalbim bana ilk defa sesleniyordu. Ağrıyorum diyordu. Ben çok ağrıyorum...


Üç gündür çekiyordum bu kalp ağrısını. Üç gündür ruhum sancıyor kalbim ağrılarla kıvranıyordu. Gökçe. Kızıl, çilli her ne haltsa hayatıma giren kızıl saçlı, manolya kokulu kız hayatımı alt üst etmişti. Gökçe öyle içime işlemişti ki yokluğu içime dert, kalbimde yara oluyordu, acı oluyordu, geçmek bilmeyen ağrı oluyordu. Onu üç gün önce o piste götüren beynimi yerden yere vurmak istiyordum. Onu attığım hengameye lanetler yağdırıyordum.


Koruyamamıştım. O ürkek kızıl saçlı kızı karanlığından çıkartmış daha büyük bir karanlığa bırakmıştım. O karanlıktan korkarken ben onu zifiri karanlığın ortasında bırakmıştım. O günü hayatım boyunca unutmayacağıma emindim. Onu göremediğimde haykırdığım ismini. Karış karış tüm pisti aradığımı. Ortalığı birbirine kattığımı. Daha sonra yana yakıla Korsanı aradığımı. Sabaha kadar aradığımı... Ama bulamadığımı. En acısı da buydu. Bulamamak. Aramak ama bulamamak. Çaresizlikten kıvranmak. Şimdi bahçede oturmuş kara kara düşünüyordum. Çaresizce.


Özlem. Bedenimi ruhumu karış karış yiyip bitiren özlem. Ne ara bağlamıştı bu kız beni kedine? Bir ay da ne yapmıştı bu kadar da işlemişti içime? Kalbimi öyle doldurmuştu ki o yokken eksik değil bir hiç hissediyordum. Hiç bir şeymiş, hiç kimseymiş gibi. Kokusu ciğerlerime resmen uyuşturucu olmuştu. Üç gündür bir dakika uyumamış su dışında ağzıma bir şey sürmemiştim. Tek yaptığım onu aramak yorulunca onun yastığına başımı koyup düşünmekti. Kokusunu ilk aldığım anı düşünüyordum hep. Bana sarıldığı, onu hissettiğim ilk anı. Kızıl saçlarını, sonsuz evren vadeden gözlerini. Ona iltifat ettiğimde atan kalbinin sesini. Melodisini... Yoktu. Hiç biri yoktu. Günlerdir ne bir haber ne bir iz vardı. En çokta canımı ürkek bakışları yakıyordu. Acaba karanlıkta mıydı? Işıksız bir yerde yalnız mıydı? Ağlıyor muydu yoksa? Siktir! Parmaklarımın arasında tuttuğum su bardağı paramparça oldu. Tuzla buz oldu ve ben o ana kadar o su bardağını sıktığımdan habersizdim.


Canım acıyordu. Hayır hayır, elim değil. Kalbim, ruhum, hissim her bir yanım acıyordu. Ben bilmezdim. Sevmeyi sevilmeyi aşkı... Ona ilk günden beri bir hiçmiş gibi bakarken benim için ne ifade edeceğini hiç bir zaman bilmiyordum. Sevilmeyen bir insanın sevmeyi bilmesini bekleyemezdiniz. Aşkı tanımamış birine aşkın ne demek olduğunu sorsanız da cevapsız kalırdı sorularınız. Gökçe'ye olan hislerimin adını ne ben koyabilirdim ne kalbim rahatça ifade edebilirdi. Gökçe'nin bendeki karşılığı yuvaydı, güvendi, huzurdu.


Huzur... Kokusu, bakışları, saçları huzurdu. Yanaklarında yer etmiş her çil tanesi huzurun vücut bulmuş haliydi. Gökçe benim neyimdi ya da neyim olsundu bilmiyordum. Tek bildiğim aşk denen illet böyle bir şey olmasa gerekti. Bu kadar derin bir şey olmasa gerekti. Huzurdu o. Gökçe benim için saf bir huzurdu. Bir ay. Hayatıma kimsenin dokunamadığı kadar dokunmuş evime girdiği an dört duvarımı yuva yapmıştı. Ben onun evine bir duvar olamazken o benim dört duvarımı bir ev yapmıştı. Şimdi yoktu ya, bu dört duvar boğuyordu beni. Onunla ev olan dört duvarım onsuz demir parmaklıkları andıran bir zindana dönüşmüştü. Ayağa kalktım. Devam etmeliydim. Düşsem de kalksam da tükensem de onu aramaya devam etmeliydim. Nefes almak zorundaydım çünkü biliyordum. Bana ihtiyacı vardı. Olmalıydı... Çünkü benim vardı. Allah kahretsin ki ona köpek gibi ihtiyacım vardı. Yerimden kalktığımda oyalanmadan banyoya adımlayıp kesiklerle dolmuş elimi temizledim ve bir bandajla sardım. Gökçe zihnime sızarken ben elimi sarıyordum.


"Doruk ne oldu? Bu ne hal!"


Demişti Gökçe telaşla. Umursamazca yayıldığım yerden dudaklarımı araladım.


"Seni ilgilendirmez. Yat uyu."


Dediğimde oldukça zor nefes alıyordum. Şerefsiz herif tek başına kavga edecek gücü bulamamış yanındaki izbandutlarla üzerime saldırmıştı. İntikam ruhunu emmişti onun. Olmayan bir intikamın peşinden öyle bir sürüklenmişti ki kendini unutmuştu. Bizi unutmuştu... Bir zamanlar ağabeylik yapan adam şimdi acımasızca olmayan bir intikamın köpeği olmuş beni hırpalayıp duruyordu. Kaç kere korumuştu beni herkesten saymak olanaksızdı. Şimdiyse korunmam gereken kendisiydi. Hayat ne garip bir döngüydü. Bir zamanlar yanınızda dağ gibi duranlar öyle bir an geliyordu ki o dağı başınıza yıkıp sizi altında bırakıyordu. Her şeyim dedikleriniz her şeyinizi istiyordu. Size de alışmak kalıyordu. Hayatın bu acımasız akışına boyun eğmek kalıyordu.


"Yaranı sarmamız lazım! İlk yardım çantanız var mı?"


Sinirle burnumdan soludum.


"Gökçe rahat bırak beni!"


Diye kesik nefeslerimin arasında adeta kükremiştim. Ona her zaman kızıl derdim ama bu kez değil. Şimdi değil. Öyle sinirli öyle öfkeliydim ki tek yumrukla bu evi başımıza yıkabilirdim. Gökçe bana cevap bile vermeden yanımdan kalkıp içeriye doğru telaşla koşturmaya başladı. Birkaç dakika sonra yanıma nereden bulduğunu bile bilmediğim bir yardım çantasıyla gelip bedenini oturduğum koltuğa bıraktı. Öfkelenmiştim. Tek istediğim yalnız kalmaktı ancak bu baş belası ne istediğimi anlayamamıştı.


"Hayda! Sen laftan anlamaz mısın be kızım? Rahat bırak beni!"


"Bırakacağım. Sana meraklı değilim şu yaranı sarıp gideceğim merak etme yemem seni."


"Sana belli olmaz." derken keyiflendiğimi hissetmiştim. Ta ki karnıma yediğim hafif yumruğa kadar. Gökçe'nin yumruğu belime neredeyse dokunmuştu ancak oradan yediğim darbeler o yumruğu bana bir bıçak darbesi gibi hissettirmişti. Dudaklarımdan ufak bir acı nidası dökülürken Gökçe şok olmuş gibi belime bakıyordu. Titreyen elleri üzerimdeki kazağı sıyırırken Gökçe belimdeki morlukla göz göze gelmiş ve yeni bir şok dalgasıyla gözlerini gözlerime çıkartmıştı.


"Doruk bu... Gitmeliyiz hastaneye gitmeliyiz! Eve neden geldin? Nasıl göründüğünden haberin var mı senin?"


"Beni bu morluk değil ama senin çenen öldürebilir kızıl. Tamam ne bok yapıyorsan yap sonra zıbar. Gece gece amma kafa ütüledin."


Gökçe beni umursamadan ilk yardım çantasını koltuğa boşalttı ve içinden çıkanları incelemeye başladı. O sırada belimdeki ağrı biraz daha artıyor nefes almamı zorluyordu. Gökçe elinde tuttuğu birkaç malzemeyle yüzüme doğru dönerken elinde tuttuklarının ne olduğunu bile kavrayacak bilinçte değildim. Tek yaptığım kendimi Gökçe'nin ellerine bırakmaktı. Gökçe kolumda ki yaraları temizlerken bende onu izliyordum. Hafif aralık, ince dudaklarını, çatık kaşlarını, yanaklarına dağılmış çillerini, dağınık kızıl saçlarını, endişeli ve şefkat barındıran gözlerini.


Acımın hafiflediğine yemin edebilirdim. Onu izlerken tüm bedenimin rahatladığına dair size yemin edebilirim. Şok olmuştum. Onun beni böyle rahatlatıyor olması beni şok etmişti. Mümkün müydü? Her yerim yara bere içindeyken onu izlemek acılarımı hafifletebilir miydi? Bir an Gökçe kolumdaki yarayı temizlemeye başladığında yaptığı baskıyla yüzüm ekşimişti. Ve o an Gökçe'nin yüzünü kaplayan şefkat görülmeye değerdi. Kolumdaki yarayı dudaklarından bıraktığı nefeslerle hafif hafif temizlemeye devam ederken gülümseme istediğimi zar zor bastırdım. Yaralarımı üfleyerek temizliyordu...


Sonunda yalnızca belimdeki morluk kalırken Gökçe kremleri incelemiş ve işine yarayacağını düşündüğü kremle kazağımı zorlukla kaldırmıştı. Elleri tir tir titriyordu ve yüzü neredeyse her saniye biraz daha fazla ekşiyordu. Gökçe'nin parmağındaki soğuk krem belime değerken vücudumda bir titreme hissetmiştim. Ya kremin soğukluğuydu titrememe sebep olan ya da onun hafif dokunuşları. Sikeyim! Kalp atışlarım anormal derecede yükselmişti ve dışarıdan duyulması isteyeceğim en son şeydi. Baş belası kız. Heyecanlandırıştı. Beni, kalbimi hatta yaralarımı bile heyecanlandırmıştı! Gökçe'nin sesiyle kalp atışlarımı umursamaksızın Gökçe'ye döndüm.


"Acıyor mu?"


Sesi... Öyle şefkat dolu öyle sahiplenici çıkmıştı ki. Anlatamıyordum. Resmen karşımda birkaç haftadır tanıdığım kızıl saçlı kız belimdeki morluğa bakarken ağlayacakmış gibi görünüyordu. Sanki onunda... Onunda canı acıyordu. Ya da ben iyiden iyiye deliriyordum ki bu da ihtimaller dahilinde olan bir seçenekti.


"Cık."


Sesi çıkarttığımda Gökçe'nin rahat bir nefes verdiğini işittim. Gökçe'nin birkaç dakika içinde belimdeki morlukla işi biterken sıra yüzümdeki yaralara gelmişti. Yüzümdeki yaraları temizledi ve yaralarıma kremler sürüp yara bantlarıyla kapatırken huzurdan uyuya kalmak üzereydim. Ama yeterdi. Bu kadarı yeterdi. Geniş elim Gökçe'nin incecik bileğini kavradığında hafifçe gülümsedim.


"Eyvallah kızıl."


Oda gülümsedi. İnce dudakları iki yana kıvrıldı. Çilleri titredi, yanakları çukurlaştı. Her detayı. Her detayı kalbimi hızlandırıyordu. Uyumalıydım. Tek yapmam gereken bir an önce uyumaktı.


Yumruğumu aynaya geçirirken hiç bir şey umurumda değildi. "Allah kahretsin!" Diye bağırdığımda kendimden geçmek üzereydim. Ellerim lavabonun mermerlerinden destek alırken koyulaşmış gözlerim ve dağılmış saçlarımla karşımda paramparça olmuş aynaya döndüm. Delirmek üzereydim. İki günlük kıza olan bu derin duygularım beni delirtecekti. Size nasıl anlatayım bilmiyordum.


Ben babasını beş yaşında kaybeden bir çocuktum. Odaya kapatılarak babasının ölümünü görmesi engellenmiş bir çocuk... En son sevildiğimi hissettiğim yaşım beş yaştı. Sonra o gelmişti Selim. O ve hasta kalbi. Elimize doğmuştu. On iki Eylül. Babamı kaybettiğim kardeşimi kazandığım günün gecesi. O günden sonra yalnızca Selim ve onun kalbi vardı. Annem... Onun için canımı bile verirdim. Onu öyle çok severdim ki. Sadece severdim. O da severdi. Selim'den arta kalan zamanlarda severdi beni. İşte böyle... Sevgisiz büyümüş bir çocuk ne sevmeyi bilirdi ne sevilmeyi. Ama o kız... O baş belası kız gelmiş yaralarımı üflüyordu. Benim ya benim! Annesinin eline yara bantlarını tutuşturup "Şimdi kardeşin yemek yiyecek canım, sen bunları al yaralarına kapat." Diye geçirdiğim çocukluğumun üstüne biri gelmiş yaralarımı üflemişti. Allah kahretsin ki ilk defa hissettiğim bu duygular kalbime bıçaklar saplıyor beni çıkmazlara sokuyordu.


"Onu bulacağım. Seni bulacağım Gökçe. Her ne pahasına olursa olsun..."


Elimi öyle bir hızda sarmıştım ki bandaj yamuk yumuk olmuştu. Banyodan çıktığımda hızla kapıya ilerledim. Ta ki ayaklarım beni durdurana kadar. Onun odasının önünde. Kapısının tam önünde. İçeriye girdiğimde çoktan geçip gitmiş kokusu sanki mümkünmüş gibi buruma doldu.

Bir an camın önünde onun cenin pozisyonunda ağlayan benini görür gibi oldum. O gün... Üç gün önce beni ağlayarak aradığında, apar topar eve döndüğüm günkü halini... Ağlıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gözlerim kapanırken ağır adımlarla komodine ilerledim. Bilekliği parmaklarımla buluştururken buruk bir gülümseme geçti dudaklarımdan. Uğruna ağlayıp kendini mahvettiği bilekliğini yaptırmış ve ona verecektim. Kaybolduğu, onu kaybettiğim gece ona verecektim. Muhtemelen o eşsiz dudakları gerilecek beni gülümsemesiyle aydınlatacaktı. Sonra defalarca teşekkür edecek belki de boynuma sarılacaktı. Benimse elim onun saçlarında gezinecek kokusuyla ruhumu mest edecekti. Bilekliği yerine usulca bırakırken o an bir söz verdim kendime. Onu bulacak ve bu bilekliği bileğine takacaktım. Ve onu... Yanımdan ayırmayacaktım. Hiç bir zaman. Onun yeri benden çok uzaklar değildi bana en yakınlardı.


Ayağa kalktığımda burnumu çekip hızla kapıya ilerledim ve üzerime bir deri ceket giydim ve ayaklarıma botlarımı geçirip dışarıya çıktım. Cebimden çıkarttığım astım ilacını dudaklarıma dayayıp birkaç kez nefeslendim. O yokken ihtiyacım oluyordu. Onun yokluğu astımımı tetikliyordu. Hızla motoruma adımladığımda çalan telefonumla olduğum yerde durdum. Arayan... Korsandı.


"Alo! Lan adi herif! Bana bak korsan! Seni öldürürüm. O gören tek gözünü de alırım elinden. Nerede Gökçe söyle-"


"Anlaşılan seni fazla bekletmişiz Çakır efendi. Baksanıza şuna delirmiş! Ne oldu lan aşık mı oldun yoksa iki günlük kıza?"


Sinirden kesik elim bandajımı yırtacak kadar fazla gerilmişti.


"Bana bak sikik herif! Şimdi nerede olduğunuzu söylüyordun ve gelip Gökçe'yi oradan alıyorum!"


"Önce ben Çakır önce ben. Ne istediğimi çok iyi biliyorsun. Benim sayemde kazandığını istiyorum. O motoru istiyorum."


Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. O motoru istiyorum... Onun sayesinde mi?


"Senin sayende ha? Ulan it! İki sene hurdalarla yarışıp kazanan ben değil miydim? O paraları götünden çıkarttın da benim mi haberim yok?"


"Uzatma! Seç çakır. Ya kızıl kız, ya hırçın kız-"


"Neredesiniz?"


Korsan öyle bir kahkaha attı ki kulaklarımın kanadığını hissettim.


"Vay be! Turnayı gözünden vurmuşum! Bu kıza hakikaten aşık olmuşsun sen! Ah Çakır ben sana ne demiştim? Bu pistte ruhunu bırakmadan kalbini teslim etmeden savaşamazsın. Sen ne yaptın? Gidip aşık oldun?"


Bir kahkaha daha.


"Hem de motorundan vazgeçecek kadar-"


"Hayır Doruk! Yapma!"


Gökçe'nin haykırışıyla duvardan destek almak zorunda kaldım. Sesi... Özlemden gebermek üzereydim. Bir yere yığılıp kalmak üzereydim. Sesi resmen kulaklarım değil kalbim duymuştu. Duymuştu ve hızlanmıştı. Sesi... Ah be kızıl. Ne yaptın sen bana?


"Gökçe..."


Sesim bir fısıltıdan farksızdı.


"Motoru evinin önünde, üzerine anahtarıyla bırak. Ve evinin aşağısındaki iskeleye gel. Ha birde söylemeyi unuttum. Beş dakika sonra aşkından motorunu bıraktığın kız biraz yüzecek. Bana kızma! Canı yüzmek istemiş ve biz de gerekeni yapacağız. Elleri bağlı ne kadar yüzebilecek inan bilmiyorum-"


Koşmaya başladım. Hayatımda hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyordum. Ne astımım ne de nefesim umurumdaydı. Koşuyordum. Sadece ve sadece sahile inen yollarda koşuyordum. Hayatımın en zor sınavıydı. Onun nefesinin kesilecek olması verdiğim en zor sınavdı. Bazı anlarınız olur. Nefes almak istemezsiniz ama alırsınız. İstemsizce ve durmaksızın alırsınız. Tam da o anlarımdan birindeydim. Zihnim Gökçe'nin sesiyle çalkalanırken tek yaptığım koşmaktı.


Defalarca adımı söylüyordu zihnimin derinliklerinde. Gözleri ürkek bir kuş gibi seğiriyordu. İskeleye gelene kadar size yemin ederim kalbim durmuştu. Size yemin ederim benim kalbim atmayı bırakmıştı. Ve gördüm. İskelenin sonunda ufak dalgalar oluşturan denizi gördüm. Kimse yoktu. Korsan siktir olup gitmişti. Onu orada bırakıp! Siktir olup gitmişti! Orospu çocuğu! Ceketimi fırlattığım an denize öyle hızlı atlamıştım ki atlayışım bir kaç balığın sonu olabilirdi. Onu gördüm. Denizin dibine batmış bedenini. Elleri ayakları bağlı, ağzında bir bant. Onu denizin dibinden çıkarttığımda ikimiz de suyun üstüne çıktık. Gözleri... Kapalıydı. Hayır hayır hayır! Hızla iskelenin üzerine çıktığımızda Gökçe'yi dümdüz yatırdım ve ellerini ayaklarını çözmeye başladım.


Hüngür hüngür ağlıyordum. Erkekler ağlamaz derler bilirsiniz. Siktir edin erkekler ağlardı. Hüngür hüngür ağlardı. Bağıra çağıra ağlardı. Erkekler öyle bir ağlardı ki sesi kulaklarınızı delerdi. Gökçe'nin bedeninin üzerine çıktığımda önce kalbini dinledim. Atmayan kalbini. O an her şey susmuştu. Her görüntü silinmişti. Ellerimi bir araya getirip hızla Gökçe'nin göğsüyle buluşturdum.


"Nereye gidiyorsun? Gidecek yerin yok sanıyordum."

"Doğru, gidecek yerim yok. Ama anladım ki... Burası da bir yerim değilmiş."


Sesi her yerdeydi. Zihnimde avaz avaz yankılanıyordu.


"Hadi!"


Diye bağırdığımda ağlamaktan ölmek üzereydim. Sesi... Görüntüler hala zihnimdeydi. Bırakmıyorlardı peşimi. Ona dair hiç bir şey peşimi bırakmıyordu.


"Özür dilerim tamam mı? Eşeklik ettim. Bak Gökçe sana her şeyi anlatacağım. Madem artık bir nevi en arkadaşıyız, gerçekten arkadaş olabiliriz diye düşünüyorum. Eğer arkadaşım olursan-"

"Belki evindeki bir duvarda ben olurum."

"Belki."


Bir yandan ağlıyor bir yandan kalp masajıyla onu geri döndürmeye çalışıyordum. Hayata, hayatıma.... Bana belki evindeki bir duvarda ben olurum derken evim olacağını nereden bilebilirdim ki? Bir depremdi evimi yıkan. Şimdi inşa etmeye çalışıyordum titreyen ellerimle. Ona kalp masajı yaparken tir tir titreyen ellerimle, durmak üzere olan kalp atışlarımla.


"Şaka yapıyorsun. Bu çorbayı sen yapmış olamazsın."

"Evet ben yapmadım içerideki hayalet yaptı sana selamı var."

"Melis de yapmış olabilir!"

"Ben yaptım diyorum neden inanmıyorsun? İyi yemek yapabildiğimden değil tek bildiğim şey bu çorba."

"Tek öğrendiğin yemek bu ve öğrene öğrene bu yemeği mi öğrendin cidden?"

"Annemin daha fazlası için vakti olmadı kızıl."

"Ben öğretirim. Yani eğer istersen... Sana yemek yapmayı öğretebilirim."


Sesim haykırışlara dönerken kendimden geçmek üzereydim


"Hadi güzelim! Hadi Gökçe!"


"Tuhaf."

"Ne tuhaf?"

"Ürkek bakışlarına rağmen cesur olman."

"Nereden biliyorsun cesur olduğumu?"

"Benden korkmuyorsun Gökçe. İki haftadır tanıdığın birinin evindesin, onun odasındasın ve ondan korkmuyorsun. Ben bile kendimden bu kadar korkarken sen korkmuyorsun."

"Sen canavar değilsin Doruk senden neden korkayım?"

"Ya canavarsam?"

"Kimse canavar değildir ki. Her masalda bu böyledir. Her canavar aslında bir prenstir yalnızca kalbini bulabilen prense dönüşür. Sen canavar değilsin Doruk."

"Nereden biliyorsun?"

"Çünkü senin bir kalbin var. Canavarların kalbi olmaz."


Ben canavar değilsem bu halin ne Gökçe? Ne hale geldin sen? Hem de benim gibi bir it yüzünden? Ah be kızım nereden geldin sen bana? Bak ne haldesin şimdi? Paramparçasın... Ama çok geç be Gökçe. Daha bırakmam seni. Bırakamam... Belki de korkmalıydın. Benden korkmalıydın ve kaçmalıydın. Belki de ben senin hikayenin canavarıydım Gökçe. Hayatının kalpsiz canavarı. Sen ne demeye geldin bir canavardan medet umdun? Nasıl bir kızsın sen? Bir insan nasıl olur da karanlıktan korkup bir karanlığı arardı? Neden Gökçe? Neden olduğun karanlıktan korkup başka bir karanlığa sığındın? Şimdi zifiri karanlıksın haberin yok.


Nefesim kesilene kadar gözlerim kararana kadar kalp masajı yaptım. Dur durak bilmeden devam ettim. Sonra suni teneffüs. Dudaklarımızın birbirine değdiği ilk an onu ölümden döndürmeye çalıştığım andı. Oldu da. Dudaklarından çıkan derin nefes ve gelen kalp atış sesleri. Sanki bir televizyon ekranının siyah beyaz sahnesi renklenmişti. Onun aldığı nefes tüm hayatımı renklendirmişti. Gökçe yerinden doğrulurken ağlamam hızlanmış ve Gökçe'yi hızla bedenime yaslayıp sıkıca sarılmıştım. Delirmiş gibiydim. Kahkahalarla ağlıyordum. Evet doğru duydunuz. bir insan kahkahalarla da ağlardı tıpkı benim gibi. Ona sıkıca sarılırken her şey silinip gitmişti. o kucağımda öksürüyor ben onu sarıyordum. Gelmişti! Bana, hayata geri gelmişti! Şimdi doğsundu güneş, yağsındı yağmurlar o nefes alıyordu ya dönsündü dünya. Zira benim için birkaç dakika durmuştu. Belki dünya dönmeye devam etmişti ama benim dünyam tepetaklak olmuştu. Benim güneşim batmıştı.


"Doruk?"


"Sus! Yalvarırım sus! Sadece nefes al Gökçe. Başka bir halt yapma."


Yapmadı. O nefes aldı ben dinledim. Dakikalarca dinledim. Bir insanın nefesini dinlemek size nefes olabilir miydi? Olabiliyormuş. Öyle bir noktaya gelmiştim ki neredeyse o daha fazla nefes alsın diye kendim almayı bırakacaktım. Öyle bir noktaya getirmişti ki hayat beni ona nefes alması için yalvarmak ayaklarına kapanmak istiyordum. O daha fazla nefes aslın diye tüm nefesleri kesmek istiyordum. Sakinleşemiyordum. Bedenim tir tir titriyordu ve göz yaşlarım kesilmek nedir bilmiyordu. Hayatımda yaşadığım en zor andı. Onun sudan çıkarttığım cansız bedeni, geri getirdiğim kalbi, kucağımda kesik kesik aldığı nefesleri bu dünyada yaşadığım en zor sınavdı. Çok şükür... Diye fısıldamıştım. Çaresizliği iliklerime kadar hissettiğim o dakika verilmeyi bekleyen bir cevap gibi, yüzüme çarpan bir tokat gibi sarsmıştı tüm ruhumu. Korsanın sorusu cevap bulmuştu.


"Ne oldu lan aşık mı oldun yoksa iki günlük kıza?"


Aşık oldum. İki günlük kıza aşık oldum. Sırılsıklam aşık oldum. Doruk Çakır Arsal aşık olmuştu. İki günlük kıza aşık olmuştu.


Aşk yer bilmez. Zaman bilmez, mekan bilmez. Her ne zaman olduysa olmuştu ve olmuştu. Ben kızıl saçlarıyla, ürkek gözleriyle hayatıma giren kucağımda tir tir titreyen bu kıza aşık olmuştum. Tam şu an anlamıştım. Onu kaybetmek üzereyken anlamıştım. Kayıplarıma bir yenisi eklenmek üzereyken anlamıştım. Onun bu dünyada nefes almadığı birkaç dakika içinde anlamıştım. O gitmek üzereyken anlamıştım. Aşk bir tokattı ve sizin en beklemediğiniz anda yüzünüze olabilecek en sert haliyle inerdi. Size ise tokadın etkisiyle sarsılan yanağınızı tutup şaşkın şaşkın bakmak kalırdı. Buydu benim için aşk. Biraz önce suratıma inen sert tokattı. Ruhuma atılan kurşunlardı. Aşk bana bir iskele başında hayatıma giren çilli bir kızı hayata döndürmeye çalışırken uğramıştı. Kapıyı çalmıştı ve beklemişti. Gökçe'yi hayata döndürmek ise o kapıyı açmak gibiydi. Ben kapıyı açmıştım o içeri girmişti. Aşk içeriye girmişti... Hayatta olmaz dedikleriniz oluyordu. Büyük konuşmamak gerekti zira en çokta büyük konuştuklarınız ağrıtırdı başınızı. Hayatta yapmamla başlayan cümlenizi hayat size yaptırmadan durmazdı. Aslayla başlayan cümlelerinizi belkilerle bitirmeden huzur vermezdi hayat size.


"Doruk? Ne oldu?"


Gökçe şoktaydı. Kendinde görünmüyordu ve ben o an göz yaşları içinde Gökçe'yi bedenimden ayırıp yüzünü ellerim arasına aldım. Dudaklarımı onun dudaklarına bastırmadan önce son bir cümle döküldü dudaklarımdan.


"Gökçe ben sana sırılsıklam aşık olmuşum."


İşte o cümle içimde tutamadığım o an dudaklarımdan dökülmüştü. Tutmak anlamsız olurdu. Madem olmuştu herkes bilecekti. Ama önce o. Önce o öğrenmişti. Dudaklarını bu kez nefes vermek için değil nefeslerini almak için öptüğüm bu kız öğrenmişti. O da ağlıyordu ve geç fark etmiştim. Göz yaşlarımız birbirine karışırken yaptığım itirafın ardından dudaklarımız özlemle birbirlerini kavramışlardı. Artık dudaklarımızda sarılıyordu, onlarda kavuşuyordu ve bu buluşmanın en büyük tanıdığı sizler ve hırçın deniz dalgalarıydı. Tıpkı kalbimin çarpıntısı gibiydi. Dalgalar kayalıkları sertçe dövüyordu tıpkı göğüs kafesimi delip geçecek hızda atan kalbim gibi. Zihnim aynı cümleyi bir kez daha kurarken tüm sesler bir kez daha susmuştu.


Aşık oldum. İki günlük kıza aşık oldum. Sırılsıklam aşık oldum. Doruk Çakır Arsal aşık olmuştu. İki günlük kıza aşık olmuştu.


BÖLÜM SONU

_______________________________


Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%