@peteichor_
|
"Pes etmeyin. Pes etmeyin ki hayat sizin suratınıza çarptığı kapıların en güzelini ardına kadar açsın. Pes etmeyin ki her kayıp size bir başka umut olsun. Pes etmeyin ki mutsuzluğunuzun tozlu sayfalarını mutluluk temizlesin..." 11. BÖLÜM: MANOLYA Gökçe Bal Hazer Kollarımı Doruk'un boynuna dolarken titriyordum. Soğuk ciğerlerime işlemiş gibiydi. Tek dayanak noktam üzerime örtülmüş deri ceket ve beni saran kollardı. Doruk Çakır Arsal... Bana aşık olmuştu. İzin verin düzelteyim, Doruk Çakır Arsal bana sırılsıklam aşık olmuştu. Ve bugün ölümden dönmüş kalbim Doruk'un aşkını iliklerine kadar hissetmişti. Hayatım da belki de ilk defa kalbim b u denli hızlı atmıştı. Bu kalbimin yeniden doğuşuydu ve bu yeniden doğuş onu heyecanlandırmış, tir tir titretmişti. "Üşüyorsun değil mi?" Doruk'un sesiyle başımı yasladığım göğsünden salladım. Doruk'un beni aniden öpmesinden bu yana aramızda geçen tek cümle bu olmuştu. "Üşüyorsun değil mi?" Ona söylemek istedim. Üç gündür ilk defa ısındığımı söylemek istedim ancak titreyen dudaklarım önümdeki en büyük engeldi. Üç gün. Buz gibi bir depoda su dışında yaşamımın olmadığı koskoca üç gün. Hayatımda geçirdiğim en yalnız üç gün. Doruk olmadan ağabeyimle konuşmadan geçen yetmiş iki saat. Zordu. Dayanmak çok zordu ve acı vericiydi. Tek sığınağım onun beni bulacak olmasına olan umudumdu. O umuda sarılarak her dakikamı uyuyarak geçirdim. O umut benim meskenim oldu. Kalbimin sığınacağı limanı oldu. Her dakika. Gözlerimi kapattığım her dakika Doruk'un kapıdan içeriye girip bedenimi sarmalamasını hayal ettim. Karanlığıma ışık olduğu gibi umudumun zırhı olmasını diledim. Her saniye yankılandı sesi. Her saniye "buradayım." Dedi. Bense ona her saniye gitme dedim. Ve bende anladım. Onsuz kaldığım üç günde onsuzluğun yükü kalbimin taşıyamayacağı kadar ağır olduğunda anladım. Aşık olan yalnızca o değildi. Bende aşık olmuştum. Ona, beni saran kollarına, ruhuna, yaralarına her bir detayına... "Birazdan evimizde olacağız, ısınacaksın." Doruk'un kısılmış sesi yeniden kulaklarıma dolduğunda gülümsedim. Yüzümdeki yaralara rağmen, dakikalar önce boğulmama rağmen gülümsedim. Evimiz... Böylesine basit bir kelime kalbimi tir tir titretmeye yetmişti. Bir yerinin eviniz olmasından daha güzel bir şey varsa o da birinin size ev olmasıydı. Ve ben evime çoktan kavuşmuştum. Onun kolları benim evimdi. Sığınağımdı, güvenimdi, huzurumdu onun kolları yaşamdı. "Doruk?" "Söyle güzelim." Güzelim... Dudaklarımı bir gülümseme daha mesken edinirken beni saran merak duygusuna daha fazla engel olamadım. "Göktuğ aradı mı hiç?" "Hayır. Mesaj atmıştı senin... Gittiğin gün. Birkaç gün işlerinin çok yoğun olduğunu ve onu merak etmemeni söylemişti." Başımı salladım. Bilmemesi iyiydi. Orada bir de benim için endişelenmesi isteyeceğim son şey olurdu. Gözlerimi usulca kapattığımda derin bir uykuya dalacağımdan habersizdim. Kaçırıldığım günden bu yana tüm bedenim, ruhum yorgun düşmüştü. Orada yaşadığım her şey ruhumda bir yara olarak kalmıştı. Kaçmaya çalıştığım anlar, koştuğum uçsuz bucaksız yollar, çekilen saçlarım, itilen bedenim, yerden yere vurulan vücudum, yediğim tokatlar, göz yaşlarım... Her biri ruhumda derin yaralar açmıştı. En sonunda o... Korkunun en derini en çaresizi ölüm. Hiçbirimiz ölümün ne zaman kapımızı çalacağından bilmeyiz. Kimse ölümü kolay kolay kendine yakıştıramazdı ne de olsa. Herkes kendi hayatının başrolüydü ve bilirsiniz başroller ölmezdi. Bense ölüme hiç bu kadar yakın hissetmemiştim. Ellerim, ayaklarım, ağzım bağlı bir halde demirden soğuk suya bedenim batarken ölüm hiç bu karar yakın gelmemişti. Dibime kadar hiç girmemişti. Gözlerimi açtığımdaysa onu görmek cennetin farklı bir boyutuydu. Tek bir an. Yalnızca bir an için öldüğümü düşünmüştüm. Onun beni kollarıyla sarıp ağladığı o an öldüğümün en gerçek resmi gibi gözlerimin önüne gelmişti. Ama yaşıyordum. Hatta size küçük bir sır vereyim. Ben hayatımda ilk kez yaşadığımı bu kadar hissediyordum. İliklerime kadar hissediyordum. Onun dudaklarıma değen dudakları ölümden çok yaşamı barındırıyordu. "Gökçe? Uyan hadi." Doruk'un elleri yüzümdeki saçları çekerken sesi fısıltı gibiydi. "Geldik mi?" "Geldik. Hadi güzel bir duş al ben de sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım." Başımı sallayarak yerimden doğruldum. Ayağa kaktığımdaysa tüm bedenimi sarsan bir baş dönmesiyle koltuğa tutunacaktım ki gerek kalmadı. Doruk Çakır Arsal belime sardığı güçlü kollarıyla bedenimi ayakta tutmayı başardı. "İyi misin? Başın mı döndü?" Başımı salladım. İçimden nedense konuşmak gelmiyordu. Nedenini anlayamadığım bir şekilde konuşmak zor geliyordu. Her kaçışımda sessizliğime sığınırdım. On altı yılım bundan farklı geçmemişti. Kimsenin kulak vermediği acılarım kalbimin arkasına saklanmış suskunluğa demir atmıştı. Şimdi o demiri çözmek, acılarımı kalbimin arkasından çıkarmak, sesimle harmanlamak zor geliyordu. Dünya üzerindeki en zor mesele gibiydi sanki. Anlatmak, anlaşılmak, duymak ama en zoru da sesini duyurmak... Bazen haykırışların bile bir sessizlik selinin sularına kapılır giderdi. Duymak istemeyenlere tek haykırışın uğramazken sana kulak verenlere tek bir fısıltın ses olurdu. Öyleyse ses tellerimizi yormamız olanaksızdı. Bizi duyacak kim varsa ona hitaben ayrılmalıydı fısıltılarımız dudaklarımızdan. Duymayanlara ne faydaydı çığlıklarımız, haykırışlarımız onların gözleri bize kör, kulakları sağır olmuşsa. Bırakın onlara haykırmayı da kaldırın başınızı bakın etrafınıza. Belki de dibinizdedir sizi can kulağıyla dinlemeye hazır, dikkatli bakışlarıyla görmeye hazır olan. Onun için harcayın gücünüzü. Ona açın yaralarınızı, her bir hüznünüzü. Onunla paylaşın ki boşa gitmesin çabalarınız. Bilirsiniz boşa giden her bir çaba bir başka vazgeçiştir. Kendinizden defalarca kez vazgeçmeyin. Aksine bir kere sahiplenin ve bir daha hiç bırakmayın. Siz her zaman sizinlesiniz ne de olsa... "Tamam pekala, seni yıkamamı ister misin?" "Beni yıkamak mı?" Başını salladı Doruk. Bir an düşündüm. Gözlerim Doruk'un gözlerindeyken düşündüm. Ondan utanıyor muydum? Ya da kötü niyetli olduğunu mu düşünüyordum? Hayır. Değildi. O hayatıma giren en güzel bir o kadarda en yaralı ruha sahipti ve kesinlikle kötü olduğunu düşünmüyordum. Başımı salmamamla birlikte Doruk'un beni yavaşça kucağına alması bir oldu. Başımı yeniden göğsüne yasladığımda Doruk'un adımları banyoya doğru yol aldı. Başım onun göğsündeyken güven duygusu kan olup damarlarımda geziyordu. Ne de yakışmıştı başım onun göğsüne, kalbi kalbime... Yapbozun eksik parçalarının tamamlandığını hissediyordum şimdi. Hayatımdaki eksik birkaç parça Doruk'un varlığıyla kapanmıştı. Tıpkı açık bir yaranın yıllar sonra kapanması, kaybolması gibi. Sanki hiç uğramamış gibi... Banyoya girdiğimizde Doruk kendi kıyafetlerini çıkartmadan benimkileri yavaşça bedenimden ayırdı. Yalnızca iç çamaşırlarım kaldığında onlara dokunmadan bedenimi nazikçe açtığı ılık suyun altına bıraktı. Sırtımdaki, boynumdaki her bir yarayı titreyen parmaklarıyla okşaya okşaya yıkadı. Ağlıyordum. O yaralarımı, morluklarımı tek tek yıkarken suyun altında ağlıyordum. Canım acımıyordu aksine iyileşiyordu. Canım, ruhum, bedenim iyileşiyordu. Ruhumdaki açık yaralar sanki kapanmaya başlamıştı. Yılların kapatamadığı yaralarım Doruk'un varlığıyla kapanmaya başlamıştı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken aslında onlar gözyaşları değildi. Yaralarım gözyaşlarıma karışmış gözlerimden akıyordu ve ruhumun üzerindeki tonlarca ağırlık geçtiğimiz her bir saniye eksiliyor gibiydi. Doruk, "hepsi... Hepsi geçecek." Dediğinde gözlerimi uzunca kapattım. Doruk bu kez omzumun kenarındaki yara izine dudaklarını bastırdı. Yaralarımı tek tek yıkadı, üzerlerini öptü. Daha sonra saçlarımı... Şampuanla nazik hareketlerle yıkadı. Parmakları saçlarımda gezerken bir kez daha yaşadığımı hissettim. Doruk Çakır Arsal beni ılık suyun altında bir saat boyunca yıkadı. Her bir yaramı sarmak istercesine okşadı. Kalbimdeki tüm kırıklara tek tek dokundu. O bugün yalnızca yaralarıma değil ruhuma da dokundu ve ben ilk defa ruhumun iyileşmeye başladığını hissediyordum. Temizlendiğimi hissediyordum. Yalnızca fiziken de değil üstelik. Ruhumun da temizlendiğini hissediyordum. O beni yıkarken tertemiz olmuş hissediyordum. Sanki bunca zaman kir pas içinde kalmıştım ve şimdi tertemiz olmuş huzura kavuşmuştum. Bir bebeğin yaptığı ilk banyo gibi... Dokuz ay annesinin karnını mesken yaptıktan sonra doğduğu bu dünyayla, suyla ilk tanışması gibi... Bense suyla değil saf şefkat, huzur ve güvenle tanışıyordum. Ve tanıştığıma oldukça memnun olmuştum... Banyodan çıktığımızda Doruk bedenimi geniş, beyaz bir havluyla sarıp yeniden kucağına aldı ve odama kadar götürdü. Bana bir bebekmişim gibi öyle narin öyle nazik davranıyordu ki her an incinecekmişim gibi tetikteydi. Sanki birileri bana her an zarar verecek gibi tüm dikkati üzerimdeydi. "Sen üzerini giyin ben de duş alıp geleceğim." Doruk'un sesiyle gülümseyerek başımı salladım. Doruk gülümsememi birkaç saniye izledikten sonra dudaklarından titrek bir nefes verip ellerini yanaklarıma sardı ve hafifçe eğilip sıcak dudaklarını alnıma bastırdı. "Hemen döneceğim." Diyerek çıktığındaysa arkasında bir çift parlayan göz bıraktığından habersizdi. Alnıma bastırdığı dudakları gözlerimin içini bile gülümsetmişti sanki. O da gülümsüyordu tabi... Beş yaşındaki Gökçe'de gülümsüyordu. Çocukluğumun ağzı kulaklarına kadar varmıştı... Dolabımı açıp hızlı bir şekilde temiz iç çamaşıları ve siyah bir eşofman altı, lacivert bir kazak çıkartıp yatağımın üzerine bıraktım. Önce bedenimi yaralarıma özen göstererek kuruladım. Aynadan gözlerimi kaçırarak hazırlanırken kendimi görmemek oldukça zordu. Ama bakmayacaktım. Morluklarla dolu vicuduma, yüzümdeki yaralara bakmayacaktım. Kendimi böyle görmek isteyeceğim en son şeydi. Üzerimi giyinip başıma sardığım havluyla beraber yatağıma uzandım. Yorgunluktan ölmek üzereymiş gibi hissediyordum. Üç gündür uyumama rağmen bir dakika bile dinlenememiştim. Bedenimi dinlendirsem ne faydaydı ruhumun yorgunlukla kaybedeceği bir savaşın içindeyken. Kapıdan gelen sesle kısık gözlerim kapıyla buluştu. Doruk nemli ve dağınık saçlarıyla kapıdan içeriye adımladığında elindeki kurutma makinesini zar zor seçebilmiştim. "Gel bakalım saçlarını kurutalım." "Ben yapardım-" "Gökçe gelir misin? Şu an saçlarını ben kurutmak istiyorum. Buna ihtiyacım var anlıyor musun?" Gülümseyerek Doruk'un gösterdiği yere oturdum ve arkama geçip saçlarımı kurutmasını bekledim. Saçlarını kurutmaya ihtiyacım var... inanmak güçtü. Parmakları bir kez daha saçlarımda gezinirken gözlerimi kapattım. Birinin benimle ilgileniyor olması şaşırılmayacak şey değildi. Bunca zaman kendimi öylesine inandırmıştım ki görünmez olduğuma, bir hiç olduğuma. Şimdi inanasım kabullenesim gelmiyordu bir başkası için bir hiçten fazlası olduğumu. İhtiyacım olduğu zaman çalmayan kapımı biri kendi ihtiyacı için çalıyordu sanki. Bana ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Kimin bana neden ihtiyacı olsundu ki? Komikti. Hayatım bir komedi filmine dönmüştü sanki. Görünmez bir kızı görmüş, suskun bir kızı duymuş Doruk Çakır Arsal'ın dramı! Kesinlikle dramdı çünkü zihnim bambaşka bir hatırlatmayı tam şu dakika kafamın içinde bas bas bağırıyordu. Doruk Çakır Arsal canım dediği motorunu benim canım için bırakmıştı. "Doruk!" Gözlerimi açtığımda dudaklarımdan telaşla dökülen ismi ikimizinde kulaklarında ağır ağır yankılandı. Doruk hızla kurutma makinesini kapatıp çatık kaşlarla önüme geçti. "Ne oldu? Canını mı acıttım?" "Moturun... Sahiden bıraktın mı onlara? O motor senin her şeyindi Doruk nasıl bırakırsın?" Sesim sitemli ancak kısık çıkmıştı. "Evet o motor benim her şeyimdi. Ve ben o motoru bırakırken bir saniye bile düşünmedim. Neden biliyor musun?" "Neden?" "Çünkü o motorun konumu sen hayatıma girince değişti. Artık her şeyim olan o motor değil. Sen... Sensin." Gülümsemek istiyordum. Doruk'a sarılmak onu öpmek ama yapamıyordum. Orta da çok ağır bir gerçek vardı ve Doruk bu gerçeği fark ettiğinde altında ezileceğinden habersizdi. O motor yalnızca bir motor değildi. O motor onun hayatı olduğu kadar küçük kardeşinin da hayatıydı. Selim... Kalbi yaralı kardeşi ondan medet umarken o elinde olan tek şeyi, motorunu bırakmıştı. "Selim... O ne olacak? Nasıl yarışacaksın Doruk?" "Yarışmayı bıraktığımı söylemedim. Onu yapmak zorundayım ve bu artık isteğimden öte zorunluluğum. Çağan'la konuşacağım o bana hurda murda eski bir şey ayarlar. Sen sıkma canını iki üç yarışa yeni bir motor alırız. Eskisi kadar iyi olmaz belki ama ben bu işe böyle başladım kızıl. Birden büyüyemezsin önce sıfır olman gerekir. Basamakları zamanla çıkarsın." "Ama şimdi o basamaklardan aşağıya yuvarlandın Doruk. Bir kez daha sıfıra düştün." "Yanılıyorsun kızıl. O motoru kaybetmek beni yerin dibinden göklere çıkardı. O motoru kaybetmeseydim seni kaybedecektim ve asıl o zaman... O zaman yerin dibine girecektim." Kollarımı Doruk'un boynuna sararken tek istedğim ona destek olmaktı. "Her şey düzelecek. Birlikte. Birlikte düzelteceğiz." Doruk başını boynuma gömerken salladı. Ve boğuk sesi kulaklarıma ulaşırken gözlerimi kapattım. "Özür dilerim... Benim yüzümden ölüyordun." "Senin yüzünden yaşıyorum Doruk. Senin sayende, senin için... Ötesi bir hiç. Sen hiç bir şey yapmadın. Sakın kendini suçlama." Doruk bedenini bedenimden ayırdıktan hemen sonra haffiçe gülümsedi. Ancak gözleri dolu doluydu. "Gökçe şu an ne istiyorum biliyor musun?" "Ne istiyorsun?" Derken sesimdeki merak kırıntıları gün yüzüne çıkıyordu. "Seninle uyumayı. Ben daha önce kimseyle uyumadım ama seninle... Seninle uyumak istiyorum Gökçe. Benimle uyur musun?" Gülümseyerek başımı salladım ve bir şey söylemesine izin vermeden yorganımı kaldırıp yatağımın içine uzandım. Doruk karşımda tıpkı beş yaşında bir çocuk gibi heyecanlandığında bunu gizleme gereği bile duymadan hızla ışığı kapatıp yanıma uzandı. Önce yanıma sonraysa Göğsüme. Göğsüme başını yasladığında elim saçlarındaydı. "Bu ev hiç bu kadar ev olmamıştı Gökçe. Ben senden önce hayatta kalıyormuşum yaşamıyormuşum. Senin yokluğun bunu kafama vura vura öğretti bana. Benim yaşamak için sana ihtiyacım varmış." "Doruk?" Söyleyecektim. Belki de tam zamanıydı. "Efendim güzelim?" "Bende anladım." "Neyi anladın?" "Sana aşık olduğumu..." Doruk'un bedenimi saran kolları sıkılaşırken daha fazla bir şey söylemeden gözlerini kapattı ve kendini karanlığın büyüsüne bıraktı. Birlikte uyuyorduk. O benim göğsümde yatarken ben onun başına sarılmıştım ve huzur hiç bu kadar bizimle olmamıştı. Yanıbaşımızda hiç bu kadar istikrarla durmamıştı. İşte şimdi yaşıyorduk. Hayatta kalmamız yetmezmiş gibi yaşıyorduk. Onun kolları, ruhu yaşamın tek adresiydi. Uykuya dalarken Doruk'un burnumdan silinmeyen, denizi andıran kokusu tüm ciğerlerime nefes aldığını hissettirmeye başlamıştı. Nefes tatsız değilmiş meğer tat almayı bilmiyormuşum diye düşünürken uykunun kollarına kendimi tamamen teslim ettim. *** Bir hafta. Doruk'un göğsümde uyuduğu geceden bu yana bir hafta geçmişti. Yaralarım -en azından yüzümdeki birkaç yara- geçmeye başlamış ruhumsa hiç olmadığı kadar soluklanmıştı. Son bir haftam hayatımın en mutlu günlerine gebe kalmıştı. Doruk... Doruk'la her şey harika gidiyordu. Birbirimize sahiden sırılsıklam aşık olmuştuk Hatta bu yaşadıklarımız sanki bizi bir enkazdan alıp huzurlu bir bahçeye çıkartmıştı. Korsan... O günden bu yana pistte uğramaz olmuştu. Sonunda kurtulmuş rahat bir nefes alabilmiştik. Göktuğ'uylaysa son zamanlarda oldukça fazla sohbet ediyor takvimimizden bir gün daha eksiltiyorduk. Kavuşmamıza kalan günleri saymaktan bir kere bile bıkmamıştık. Okul mu? İki gün evde dinlenmemizin ardından tüm hızıyla devam eden okulumuz yoğun bir sınav haftasına başlamak üzereydi. Birçok konuyu kaçırmış olsam da son günlerde Koray ve Melis'le Melis'in Kadıköy'deki meşhur kafesinde oldukça tempolu bir çalışma yaparak eksiklerimi gidermeye çalışıyordum. Bugünse cumartesiydi ve sınav haftamız gelip çatmıştı. Pazartesiden başlayacak ve neredeyse bir buçuk hafta hız kesmeden devam edecek sınavlarımıza yarın sözleştiğimiz üzere son tekrarlarımızı yapmak için buluşacak ve her zamanki gibi Kadıköy'e gidecektik. Anlayacağınız hayatta kalma etabından yaşamaya adım atmıştım ve yaşamak hiç bu kadar güzel olmamıştı. Yeni dostluklarım, kalbime ilk defa uğrayan aşkım ve gelmesi için gün saydığım ağabeyim tüm hayatımın tamamlanmış birkaç parçası oluyordu. Ocakta duran tavanın altını kapattığımda pişen omleti gururla birkaç kahvaltılık yerleştirdiğim ufak masamızın ortasına bıraktım. Doruk simit almak için yakınlardaki pastaneye gitmişti ve bana da o arada omlet yapmak kalmıştı. Tam da evli çiftlere dönmüştük! Tek bir farkla. İkimizde hala okul yollarında koşturan liseli aşıklardık. Doruk dediğini yapmış bir hafta neredeyse her geceyi Çağan'ın ona bulduğu hurda motorlarla yarışarak geçirmişti. Dediği üzere iki yarışın parası yeni bir motoru karşılamamış ve yeni bir motor için her gecesini pistte geçirmişti. Bugünse büyük gündü. Bugün Doruk Çakır Arsal ve ben bir motor galerisine gidecek ve yeni bir motor alacaktık! Doruk dün gece yarıştan geldiğinden beri heyecandan uyuyamamış tabii beni de uyutmamıştı. Sabaha kadar film izlemiş ve sonrasında acıkarak yerimizden kalkabilmiştik. Doruk bir haftalık süreçte annesine ve kardeşine beş kuruş para gönderememiş ve bu durum onun zar zor kaldırabildiği yükü olmuştu. En çokta onun heyecanı vardı üzerinde. Aldığı yeni motoruyla sahalara dönüp yarış paralarının büyük kısmını ailesine göndereceğinin heyecanı... Çalan kapıyla düşüncelerimden sıyrılıp heyecanla, attığım birkaç büyük adımla kapıya ulaştım. "Sonunda Doruk!" Dediğimde Doruk gülümseyerek tek kaşını kaldırmış ve arkasında tuttuğu elini gün yüzüne çıkartmıştı. Bir çiçek buketini sardığı elini... Bu buket... Bir manolya buketiydi. Üç dört tane geniş yapraklı, beyaz manolyadan oluşan bir buket. "Bunları bulmadan gelemezdim." Heyecanla Doruk'un boynuna atladığımda aramızdaki boy farkından ötürü bir kez daha ayaklarım yerden kesilmişti. Doruk'sa dudaklarımdan çıkacak çığlığa sebep veren bir hamleyle boş olan kolunu belime sarıp bedenimi kaldırmış ve kapıdan içeriye girerek kapıyı ardımızdan kapatmıştı. Kahkaha atttığımda beni tek koluyla kaldırıp içeriye taşıdığı için onunla dalga geçmeye hazırlanıyordum. "Nesin sen Seyit onbaşı falan mı?" "Ne Seyit Onbaşısı kızım on kilo kızsın zaten." Doruk'un söylediklerini duysam da elinden aldığım buketten gözlerimi ayıramyıyordum. Bunu aramak için geç klamıştı... Zihnim çoktan tarih atarken gülümsemekle yetinmiştim. On beş kasım. Doruk Çakır Arsal'dan aldığım ilk çiçek... "Kurt gibi acıktım bir an önce yiyelim de çıkalım." Doruk'un heyecanıyla gülümseyerek oturduğu sandalyenin karşısına oturdum. "Sakin ol gideriz daha saat sabahın onu!" "Çok bile beklemişiz. Hadi hızlı ye çıkacağız." "Of tamam ya gidelim! Arkamızdan atlı kovalıyor sanki." Doruk ağzına bir şeyler tıkarken konuşmayı da ihmal etmiyordu. "Soylonmosono kozom doho gozocoz" Aynen böyle. İşte böyle söylemişti. İzin verin düzelteyim. "Söylenmesene kızım daha gezeceğiz." O an zihnim bir başka aydınlanmayla parladı Gezecek miydik? "Gezecek miyiz? O nereden çıktı?" "Yeni motorumuzu kutlamayalım mı? Şöyle bir İstanbul'un tozunu attıralım ha? Ne dersin kızıl?" "Harika olur derim! Deli misin? Günlerdir zaten içim daralmıştı sınavlardan derslerden." Doruk başını sallarken çay bardağındaki çayını yudumlamayı ihmal etmiyordu. "Üzerini sıkı giyin yalnız hava soğuk." Başımı sallayarak önüme döndüm ve tabağıma doldurduğum birkaç kahvaltılığı hızla mideme indirmeye koyuldum. Oldukça acıkmıştım ve yeni fark ediyordum! Bazen olurdu. Yemek yemeden acıktığınızı fark etmezdiniz. Su görmeden suya ihtiyacınız olduğunu anlayamazdınız. Tıpkı benim gibi. Kalbimin aşka ihticı yok zannetmem gibi. Sevmeye sevilmeye ihtiyacım olmadığını düşünmem gibi. Bende tıpkı yemek yiyince acıktığımı anladığım gibi aşkı bulunca, sevilince buna ne kadar ihtiyacım olduğunu anlamıştım. Aslında varmış. Birinin ruhumu sarmasına onu iyileştirmesine ihtiyacım varmış ve ben bunun o biri bulmadan farkına varamamıştım... Yarım saat süren kahvaltımız sonrası mutfağı Doruk'la beraber toplamış ve hazırlanmak üzere odalarımıza çekilmiştik. Dolabımı hızla açıp içinden siyah bir pantolon ve boğazlı triko bir kazak çıkarttım. Üzerimdeki pijamalardan kurtulup çıkarttığım kıyafetleri giyindim ve aynadaki görüntümü süzdüm. Ellerim bir an için çillerime giderken omuz silkerek çillerimi es geçip saçlarımı şekillendirdim ve dudaklarıma hayat vermesi adına narçiçeği tonlarındaki rujumu yedirip kirpiklerimi rimelimle hareketlendirdim. İşte şimdi hazırdım. Yatağımın üzerindeki şişme montumu üzerime geçirip son olarak ayakkabılarımı da giyerek odamdan çıktığımda Doruk'ta merdivenlerden iniyordu. "Bu böyle olmayacak. Sen en iyisi mi çillerini kapat kızıl." Ne? Yüzüm Doruk'un ani cümlesiyle düşerken Doruk yanıma gelip parmaklarını yanağıma çıkarttı ve çillerimi usulca okşamaya başladı. "Çillerini kapat çünkü bu güzelliğin başımıza bir dert açabilir." "Doruk ya!" Dirseğimi Doruk'un karın boşluğuna geçirdiğimde Doruk'un dudaklarından dökülen çığlıkla olduğum yerde donakaldım. O kadar sert mi vurmuştum? "Doruk! Acıdı mı? Özür dilerim istemeden oldu gerçekten!" "Çok kötü Gökçe ölüyorum galiba." "Ne! Doruk abartmıyor musun? Yine yara mı vardı yoksa aç bakayım neresi acıyor?" Doruk iki büklüm bedenini dikleştirirken yüzü hala acı çekermiş gibi ekşimişti. "Şurası. Çok acıyor öpte geçsin." Derken dudağını gösterdiğinde sinirden kıpkırmızı olduğuma emindim! Benimle dalga geçmişti ve şimdi karşımda kahkahalarla sinirden kıpkırmızı olmuş suratıma bakıp duruyordu! "Doruk!" "Kızma benim öfkeli çillim kızma!" Doruk'a tam bir defa daha vuracağım sırada elimden sıvışmış ve kapıya doğru koşmaya başlamıştı. Bende arkasından koşarken tam bir salak gibi görünüyorduk. Doruk sanki vurduğumda ölecekmiş gibi benden kaçıyor, bense sanki vurduğumda onu öldürecekmişim gibi onu kovalıyordum! "Tamam tamam valla bir daha yapmayacağım hadi gel barışalım." "Söz mü?" Dediğimde sesim oldukça umutluydu. "Söz çillim söz" Omuz silkip yanına adımladığımda Doruk kolunu boynuma atıp bedenimi bedenine yasladı. "Ama biliyor musun dudağım hakikaten acıyor be güzelim-" Doruk kahkaha atmadan hemen önce koluna sert olduğuna emin olduğum bir şekilde vurdum. "Doruk!" "Tamam tamam!" Doruk'la birkaç dakika içinde eski halimize dönmüş ve boş sokaklarda otobüs durağına doğru sohbet ede ede yürümeye başlamıştık. Onun kolu omzumu sararken benimse elim onun boynuma asılı eliyle kenetlenmişti. Doruk dudaklarını saçlarıma bastırırken gülümseyerek gözlerimi kapattım. Hayat sahiden bitti dediğiniz yerden başlıyordu. Sakın unutmayın. Her bitiş bir son olmak zorunda değildi. Bazı bitişler en güzel başlangıçlardı ve bazı sonlara bazı başlangıçlar için katlanmak gerekirdi. En güzel kapılar bazen suratınıza kapanan kapıların ardından açılırdı. Bazen alamadığınız nefesler için üzülürdünüz ve o alamadığınız nefesler size misliyle dönerdi. Pes etmeyin. Pes etmeyin ki hayat sizin suratınıza çarptığı kapıların en güzelini ardına kadar açsın. Pes etmeyin ki her kayıp size bir başka umut olsun. Pes etmeyin ki mutsuzluğunuzun tozlu sayfalarını mutluluk temizlesin... BÖLÜM SONU _______________________________ Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨ WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙 TikTok: petrichor_2 İnstagram: peteichor_0 ✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨ DUYURU! TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️ _____________________________ |
0% |