Yeni Üyelik
14.
Bölüm

12. Bölüm: Ay Işiği

@peteichor_

"Güneş demek az kalır sana ay ışığı. Güneş gündüzü aydınlatıyor sense koskoca bir geceyi aydınlatıyorsun, yıldızlara hayat veriyorsun. Sen ay ışığısın Gökçe. Gündüzle işin yok. Senin derdin geceyle. Katlanamadığın karanlıkla..."


12. BÖLÜM: AY IŞIĞI


"Hayırlı olsun kardeşim."


"Eyvallah abi."


Doruk kırklı yaşlarında görünen adamdan birkaç saatin sonunda seçtiği motorunun anahtarını alarak gülümsedi.


"Haydi kazasız belasız."


Doruk bu kez başını sallamakla yetindiğinde adam Doruk'un omzunu sıvazlayıp başıyla bana selam verdi ve yeniden, birkaç dakika önce çıktığı motor galerisinin kapısına doğru ilerledi. Adam saniyeler içinde gözden kaybolurken motora birkaç dakikadır büyülenmişçesine bakan Doruk'un sesi aramızda heyecanla yankılandı.


"Gökçe şuna bak! Canavar bu canavar!"


Doruk şu an hayalini kurduğu o uzaktan kumandalı arabayı almış beş yaşında bir erkek çocuğunu andırıyordu. Öyle heyecanlı öyle mutlu görünüyordu ki bu halleri beni gülümsetmeye yetmişti. Bazen karşınıza biri çıkardı ve artık gülümsemelerinizin sebebi o olurdu. Gözyaşlarınız ondan sebep dökülürdü yanaklarınızdan. Gamzeleriniz ona gülümserken çukurlaşırdı. Kalbinizse bir bakışıyla tir tir titrerdi. Aşık olurdunuz işte. Dümdüz aşık olurdunuz. Ben aşık olmuştum. Doruk'a sırılsıklam aşık olmuştum ve bu bir anda olmamıştı yalnızca ben bir anda anlamıştım. Hemen anlaşılmazdı aşk. Bazen ilk görüşte bazen ilk bakışta olurdu. Bazen ses tonuna bazen cümlelerine aşık olurdunuz. Bazense sebebi olmazdı aşkın. Kalbiniz diğer yarısını bulur ve sarılırdı ona. Birleşirdi ve bırakmazdı onu. Size ise kalbinize ayak uydurmak kalırdı ki bu aşkın dünya üzerindeki en zor kısmıydı. Kalp ve beyin hiç bir zaman aynı şarkıyı söylemezdi. İkisinin notaları her zaman farklıydı birbirinden ve hangi şarkıyı seçeceğine ruhunuz karar verirdi.


"Hadi atla gidiyoruz!"


"Doruk hayatında ilk defa motor almıyorsun sakin ol lütfen!"


Tek yaptığım onunla alay etmekti çünkü hak edecek türden davranışlar sergiliyordu. Sahiden hayatında değil ilk defa motor almak, ilk defa motor görmüş gibi davranıyordu ve bu halleri bende her saniye kahkaha atma arzusu uyandırıyordu.


"Gökçe biniyor musun seni burada mı bırakayım?"


Gülümsedim.


"Bırakmazsın ki."


"Doğru bırakmam. İyi binme madem sürprizimi öğrenmek istemiyorsun keyfin bilir."


Doruk motorun üzerindeyken dudağının kenarıyla gülümsemişti. Kaşlarım istemsizce çatılırken hızla Doruk'un karşısına geçtim.


"Ne sürprizi?"


Sesim olabildiğince heyecanla çıkarken Doruk dudaklarını birleştirip eliyle hayali bir fermuar çekti ve kaşlarını 'bana göre hava hoş' tavrıyla havaya kaldırdı. Yanaklarımı şişirerek beklemeden Doruk'un arkasında yerimi aldım. Sürprizlerden pek hoşlanmasam da merakıma engel olmazdım. Kasklarımız olmadığından saçlarım dalgalanırken Doruk dudaklarından verdiği nefesle Motoru çalıştırdı.


"Uçuşa hazır mısınız Gökçe hanım?"


"Hazırım Doruk bey!"


Doruk beklemeden olduğumuz yerden ayrıldığında kollarım belini sımsıkı sarmıştı. Kasklarımız çalışan adamın dediğine göre birkaç gün içinde gelecekti ve bu süre zarfında kasksız olacaktık.


"Kollarını aç!"


Doruk'un bağırışıyla anlamsızca dudaklarımı araladım.


"Ne?"


"Aç kollarını!"


"Manyak mısın?! Derdin beni düşürmek mi?!"


"Düşmene izin vermem! Aç kollarını ve hisset!"


Birkaç dakika daha kollarım Doruk'un belinde kaldığında Doruk'un gür sesi bir kez daha kulaklarımda yankılandı.


"Bana güveniyor musun?"


"Evet!"


"Aç kollarını!"


Güveniyordum. Benim zarar göreceğim bir şey yapmayacağına emindim ve açtım. Kollarımı iki yana açtığımda kızıl saçlarım arkaya doğru daha fazla savruldu. Bu his... Size şaka yapmıyorum. Tam şu an uçuyordum. Gökyüzünde değil yeryüzünde uçuyordum ancak bir kuştan farksızdım. Hayatım da daha tuhaf bir hisle karşılaşmamıştım. Ayaklarım adeta yerden kesilmişti ve kalbim göğüs kafesimi delip geçecek bir hızda atıyordu. Özgürlük buydu. Özgürlüğü ilk defa somut bir biçimde, iliklerime kadar hissediyordum zira hayatım boyunca hiçbir özgürlük bu denli sonsuz hissettirmemişti. Evet! İşte doğru tabiri buydu hissettiklerimin. Sonsuzluk. Sonsuz hissediyordum. Doruk'un yeni motorunun arkasında kollarım havada, gözlerim kapalıyken ve rüzgar hiç olmadığı kadar sert eserken sonsuz hissediyordum. Tek bir saç telimden parmak uçlarıma dek sonsuz bir özgürlük hissediyordum.


"Nasıl hissediyorsun?"


Doruk onca düşüncemi tek bir sözcükle dışa vurabileceğim bir soruyu tüm bu gürültü içinde yüksek sesle sunduğunda gülümseyerek dudaklarımı araladım.


"Sonsuz! Sonsuz hissediyorum!"


Doruk cevap vermeksizin hızını arttırırken kahkahalarla karışıklık veriyordum.


Yaklaşık yarım saat süren yolculuğumuz Doruk'un motorunu durdurmasıyla son bulurken gözlerimi usulca açtım. Doruk'un bizi getirdiği yer bir tepeydi. Tüm İstanbul'u ayaklarımızın altına seren bir tepe. Manzaramız sonsuz gökyüzü ve insanı içine çekip kaybeden koca şehirdi. İstanbul'du...


Motordan hayranlık dolu bakışlarla indiğimde gözlerimi önümdeki manzaradan alamıyordum. Bir kış günü İstanbul kara bulutlarını olduğumuz tepeye sergilemişti. Hava kasfetliydi deniz olabildiğince maviliğin koyu bir tonunu giyinmişti üzerine. Öyle bir havası vardi ki içinde yaşayan balıkların bile soğuktan titrediğini hissediyordum.


Doruk izlediğim manzarayı kapatarak önüme geçti ve bambaşka bir manzara yarattı hayranlık dolu gözlerime. Dudakları hafifçe iki yana kıvrılırken elleriyle şişme montumun kapüşonunu sarıp başıma geçirdi ve buz gibi havaya rağmen hala sıcacık olan dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerim huzurun en saf haliyle kapanırken o an ruhum tüm kötü düşüncelerini koyu mavi denize akıttı. Ne kaybettiğim ailem kaldı zihnimde ne sahip olamadığım çocukluğum ne de kısıtlı özgürlüğüm. Doruk'un dudakları alnıma değdiği an kafamın içindeki tüm kötü düşünceleri aldı götürdü sanki. Banaysa huzur kaldı. Huzurun ruhumu sıkıca saran kolları. Sanki hiç bırakmayacakmış gibi sarılan güçlü kolları.


"Kahve içmek ister misin?"


Doruk'un sorusuyla sanki üzerimize esen ve bedenimizi soğutan rüzgar 'evet' yanıtını çoktan vermişti.


"Olur ama burayı çok sevdim."


Gitmek istemiyordum ancak kahve şu an yegane ihtiyaçlarımdandı.


"Gitmeyeceğiz çilli kahve ayağına gelecek."


Doruk eliyle daha önce fark edemediğim ve arkamızda duran küçük kahve dükkanını işaret ettiğinde keyifle gülümsedim.


"Şanslı günümüzdeyiz!"


Dediğimde Doruk parmaklarını parmaklarıma kenetledi ve elimi dudaklarıyla buluşturdu.


"O zaman önce kahve alıyoruz sonra da sürprizimi öğreniyorsun anlaştık mı?"


Başımı salladım. Saat öğleni epey geçiyordu ve hava sanki inatla biraz daha soğuyordu. Doruk motorunu kilitlese de ısrarla dönüp bakıyor ve yürümeye o şekilde devam ediyordu. Kahve dükkanının içine adımladığımızda yüzüme çarpan kahve kokularıyla derin bir nefes aldım. Kahve kokusu ruhumun çıkmaz sokaklarına çiçekler açtırıyordu sanki. Hayallerimin üzerindeki kara bulutları dağıtıyordu adeta. Öylesine huzurlu öylesine dertsiz tasasız bir kokuydu ki bu koku adeta ruhumu her olumsuzluktan arındırıyordu. Ruhumun arınma anı, kahve kokusu.


"Hoş geldiniz. Ne içersiniz?"


"Ne içersin güzelim?"


Dudaklarım benden habersiz aralanırken onlara engel olmamıştım.


"Filtre kahve."


Doruk başını sallayarak kasada ki adama döndü.


"Biz iki filtre kahve alacağız."


Adam kasada birkaç saniye oyalandıktan sonra Doruk'a fişi uzattı. Hızla montumun cebinde duran cüzdanımı aldığımda Doruk kendi cüzdanından çıkarttığı parayı hızlı bir hamleyle kasadaki adama uzattı ve para üstünü alarak yeniden cüzdanına yerleştirdi. Omuz silkip kahvenin tutarını Doruk'a doğru uzattım. Doruk gülümsemesini bastırmaya çalışarak sanki ciddi kalmak zorundaymışçasına elimdeki paraya ardından gözlerime baktı.


"Bu ne?"


"Kahvemin parası?"


"Koy onu cebine çilli adamı hasta edersin sen."


Sinirle soludum.


"Saçlama Doruk olmaz öyle."


"Olur olur. Bal gibi olur. Sevgilimize bir kahve almışız çok mu?"


Sevgili... Bu kelime Doruk'un sesiyle zihnimde defalarca yankılanırken şaşkınlıktan aralık kalan dudaklarım ve hafifçe büyümüş gözlerim iki kahveyi de parmakları arasına almış Doruk'u izliyordu. Bu kelime beni bu denli nasıl oldu da şaşırttı anlayamıyordum. Şu an halimiz sevgiliden farksızdı evet. Ancak bu kelimeyi onun ağzından bu şekilde duymak sanki bir bildiriydi zihnime giden. 'Gökçe Bal Hazer. Doruk Çakır Arsal'ın sevgilisi.' Bu bildiri adeta yeni ulaşıyordu taşlı yolların sonundaki zihnime. Sanki bir haftadır zhinime ulaşması gereken bu bilgi zihnimin taşlı yollarında savruluyordu ve tam şu dakika yerine ulaşmıştı.


"Güzelim hadi!"


Doruk'un kapıya ne zaman gittiğini ve kaç dakikadır beni elinde kahvelerle kapı eşiğinde beklediğini inanın bilmiyordum. Şaşkınlığımı olabilecek en çabuk şekliyle üzerimden atarken hızla Doruk'un arkasından ilerledim. Kahve dükkanı geldiğimiz tepeye elli metre bile etmiyordu ve biz tepenin manzaraya en yakın noktasında bulunan banka elimizde dumanı tüten sıcacık kahvelerimizle yerleşmiştik.


"Sevgili miyiz biz?"


Diye anlamsız bir soru dudaklarımdan dökülürken Doruk gülümsemişti.


"O nereden çıktı? Sen benim amca oğlumsun unuttun mu?"


Doruk ya!"


Derken kendi halime kahkaha atmıştım. Sahiden saçma bir soru olmuştu.


"Gökçe sen benim sevgilim değilsin. Sen benim evimsin yuvamsın ama illa bir kalıba girecekse bu sevgili olsun önemli değil. Sen doğrusunu bil ama. Benim için basit bir sevgili olmadığını bil."


Dolan gözlerimin ardından gülümsedim.


"Birinin sana ev olmasının her şeyden daha özel hissettireceğine inanırdım ama birine ev olmak... Tarifsizmiş Doruk. Hele ki o biri sensen."


Doruk gözlerime büyülenmiş gibi bakarken benimde ondan bir farkım yoktu. Liseli aşıklar kavramı şu an karşımıza geçmiş bizi izliyordu. Onu nasıl yaşattığımızı izliyordu. Sanki ilk defa rastlıyormuş gibi büyülenmiş gözlerle izliyordu. Doruk eliyle saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırıp boğazını temizledi.


"Sürprizimi merak ediyor musun?"


Doğru ya! Birde o vardı. Doruk'un sürprizi... Hızla başımı salladım ve oturduğum yerde dikleştim.


"Evet, tabii merak ediyorum!"


Doruk cebinden bir kutu çıkarttığında çatık kaşlarla hareketlerini takip ediyordum.


"Bu ne?"


Dediğimde Doruk bir cevap vermeden açtığı kutuyu avuçlarıma bıraktı. Kutunun içinde... Bilekliğim vardı. Göktuğ'nun bana hediyesi olan ve bileğimde parçalanan o bileklik. Bir an zihnim Doruk'un sesiyle yankılandı.


"Bilekliğim..."


Sesim bir haykırışın fısıltısı kadar güçsüzdü.


"Gökçe?"


"Bilekliğim... Kırıldı..."


Saçlarımda hissettiğim parmaklarla göz kapaklarımı açılması için zorladım.


"Halledeceğim tamam mı? Sadece uyu."


"Nasıl?"


Sesim fısıltıdan farksız çıkıyordu.


"Halledeceğim dediysem hallederim kızıl sayıklamayı bırak da uyumaya çalış. Hadi."


Halledeceğim dediysem hallederim... Halletmişti. Doruk Çakır Arsal bana ilk defa bir söz vermişti o gün. Halledeceğim demişti ve tutmuştu sözünü. O an bir not belirdi kafamın içinde. Önünde onlarca yıldız ve unutma uyarısı olan bir not. Doruk Çakır Arsal sözlerini tutar... Gözlerimden akan yaşlarla Doruk'un boynuna sarıldığımda hüngür hüngür ağlamaya başladım.


Eski hayatım öyle kalabalıktı ki öyle gürültülüydü ki sanırdım ki ben yalnız değilim. Sanırdım ki herkes benim yanımda. Kocaman bir ailem var. Çok yakın arkadaşlarım ve beni seven bir sevgilim. Yaptıklarımı, hissettiklerimi bazen bir şımarıklık sayardım. Ama haklı olduğumu tam şu an kavramıştım. İliklerime kadar haklıydım. Hayatımdan çıkan onlarca insanın yeri Doruk Çakır Arsal'la tıka basa dolmuştu ve bildiğim bir şey daha vardı. O da hayatımdan çıkan onlarca insanın Doruk Çakır Arsal'ın yerini dolduramayacağıydı. Ve zihnim bir tarih daha attı notlarla doldurduğu sayfasına. On beş Kasım. Mutluluktan hüngür hüngür ağladığım, sevildiğimi iliklerime kadar hissettim o gün. On beş kasım... Onunla her gün öyle özel öyle ilkti ki yeniden doğmuş bir bebekten farkım yoktu. Her gün birbaşka ilk duyguyu tadarken hiç bu kadar yabancı değildim hislerime. Ağlamanın tadını biliyordum ancak mutluluktan ağlamak... Tadı ilk defa damağıma ulaşan ve çok yaygın bir tattı sanki. Bugün tatmıştım. Güzeldi. Hiç olmadığı kadar güzeldi.


"Ağlama Gökçe... Ağla diye mi yaptırdım ben bunu?"


"Mutluluktan Doruk... Mutluluktan..."


Gülümseyerek burnumu çektim ve Doruk'un bedeninden ayrıldım. Doruk bilekliği kutusundan çıkartıp önce bileğime taktı. Ardından parmaklarıyla göz yaşlarımı usulca silip dudaklarını göz yaşlarımın bıraktığı izlerin üzerine bastırdı. Şefkatli dokunuşları sanki her an bir başka yaramı bir başka hastalığımı iyileştiriyordu.


"Ay ışığına benziyorsun. Koskoca bir geceyi aydınlatacak kadar güçlüsün Gökçe."


Doruk'un ani gelen iltifatıyla gülümsedim.


"Neden güneş değilde ay? Güneş her yeri aydınlatıyor aysa gökyüzünü..."


Doruk gülümsedi ve dudaklarını dudaklarıma bastırmadan hemen önce kalp atışlarımı hızlandıracak o cümleyi kurdu sıcacık dudaklarıyla.


"Güneş demek az kalır sana ay ışığı. Güneş gündüzü aydınlatıyor sense koskoca bir geceyi aydınlatıyorsun, yıldızlara hayat veriyorsun. Sen ay ışığısın Gökçe. Gündüzle işin yok. Senin derdin geceyle. Katlanamadığın karanlıkla..."


Dudaklarının sıcaklığı dudaklarıma ulaşırken tüm bedenimin titrediğini hissettim. Bunca soğuğa rağmen bir titreme emaresi görünmeyen bedenim onun dudaklarıyla tir tir titremeye başlamıştı.


Dudaklarımız henüz kopmamışken bir şimşek ikimizi de aydınlattı ve ardından kara bulutlarla kaplanan gökyüzü bıraktı incilerini üzerimize. Yağmur yağdı, şimşekler çaktı, hava karardı. Herkes bir panik halinde evlerine, çatı altlarına koşuşturdu bizde birbirimizi öptük. Birkaç yudum aldığımız kahvelerimiz yağmura kapılıp giderken bizim tek yaptığımız hayattan arınıp birbirimizi hissetmekti. Tüm telaşa rağmen biz dünya üzerindeki en telaşsız insanlardık. Herkes delirmiş olmalıydı. Yağmurdan kaçacak kadar delirmş olmalıydı. Bizse boyun eğdik sonsuz gökyüzüne. Kapkara bulutlara ve sıkı sıkı sarılan kalplerimize...


***


Çantama eksik birkaç kitabımı daha sıkıştırıp aynadan son kez görüntüme baktım. Bugün pazardı. Koray ve Melis'le yarın başlayacak sınavlarımız için son tekrarlarımızı yapmak üzere Kadıköy'e her zaman gittiğimiz nefis zencefilli kurabiyeleri olan ve teptaze filte kahveleri olan kafeye gitmek için sözleşmiştik. Dün oldukça yorucu ve bolca ıslandığımız bir gün olmuştu. Günüm her zaman olduğu gibi onun kollarında uykuya dalarken ve yağmur sesleri kulaklarıma dolarken sonlanmıştı. Sabahsa erkenden kalkmış ılık bir dış alıp Doruk'la açtığımız günlük programları izlerken kahvaltı etmiş ve hızla hazırlanmıştım.


Saat öğlen on ikiye geliyordu ve kafede olmamız gereken saat birdi. En azından öyle anlaşmıştık. Şişme montumu siyah triko kazağımın üzerine geçirip saçlarımı kapişonun dışına çıkarttım ve sırt çantamı tek omzuma atıp odadan hızla dışarıya çıktım. Doruk'un odasına ulaşan merdivenlerin birkaç basamağını çıkıp ellerim merdivenin korkuluklarındayken yukarıya doğru seslendim.


"Doruk! Ben çıkıyorum!"


"Tamam güzelim dikkat et! Gidince haber ver bana!"


"Sen gelmeyeceğine emin misin?"


"Gece yarış var yavrum Çağan'la buluşup detayları konuşmam lazım."


Doruk'un kapıda görünen bedeniyle gülümseyerek başımı salladım.


"Tamam sen bilirsin görüşürüz o zaman."


"Dikkat et."


Elimi dudaklarıma bastırıp Doruk'a doğru salladığımda Doruk otuz iki diş gülümseyerek arkamdan gidişimi izlemeyi sürdürdü. Evden dışarıya adımımı attığımda yüzüme çarpan rüzgarla bedenimin ürperdiğini hissettim. Ellerimi cebime yerleştirmeden önceyse kulaklıklarımı kulaklarımla buluşturup otobüs durağına doğru boş sokaklarla ilerlemeye başladım.


Bugün bambaşka bir hayat düşledim. Koyamadım seni hiçbir yana. Ceza gibi sağım solum, hatıraların. Gittiğin günden beri bana...


Diyordu kulaklarıma dolan şarkının sözleri. O gitmeyecek dedi kalbim avaz avaz bağırırken. Sanki kulaklarıma dolan şarkı sözleri onu korkutmuştu ve aksini iddia etmek için bir çaba sarf ediyordu kendince. Hayatımızdan kayıp gidenlere hitaben onun gitmeyeceğine emindi sanki. Şarkı düşüncelerimin arasında sonlanırken çoktan otobüs durağına gelmiş otobüs beklemeye başlamıştım. O sırada çalan telefonum başlamak üzere olan yeni bir şarkıyı kesip atmıştı.


"Alo?"


Telefonu açtığımda karşıdan gelen keyifli ses Koray'dan başkasının değildi.


"Neredesin kızıl gonca geldik biz!"


Gülümsedim.


"Bir de oradayım Koray otobüs bekliyorum."


"Tamamdır hadi dikkat et."


"Görüşürüz!"


Koray telefonu kapattığında başka bir şarkı başlamış ve o sırada beklediğim otobüs durağa yanaşmıştı. Otobüse bindiğimde Akbil'imi okutup hızla arkaya doğru adımladım ve boş bulduğum cam kenarına oturup akıp giden yolu izledim. Herkes bir başka telaş içindeydi. Kimi okula, kimi işe yetişmeye çalışıyordu. Herkes bambaşka bir panik dalgasıyla dalgalanıyordu ve hayat akışına hız kesmeden devam ediyordu. Siz yaşayın ya da yaşamayın hayat devam ederdi. Siz bir yerlerde nefes alın ya da almayın hayatı durduramazdınız. Hayat her zaman devam ederdi. Kimseyi önemsemeksizin hızla akar giderdi. Ömrünüzden her bir gün günlerinizin nasıl geçtiğini umursamaksızın eksilirdi. Her saat bir öncekinden daha hızlı akar ve siz zamanı tutamazdınız. O giderdi sizse ya arkasından bakardınız ya da onunla giderdiniz...


Otobüs kafeye yürüme mesafesi bir durakta yarım saatin sonunda durduğunda beklemeden çantamı yeniden tek omzuma takıp otobüsten indim ve hızlı adımlarla birkaç dakika içinde kafeye ulaştım.


'Karanfil Kafe'


Kafenin tabelası gözlerime serilirken gülümseyerek kapıdan içeriye girdim ve Melis'le her zaman oturduğumuz yerini ezbere bildiğim cam kenarındaki masamıza ilerledim. Tam da tahmin ettiğim gibi Koray ve Melis ellerinde kitaplar önlerinde iki fincan kahve ve bir tabak zencefilli kurabiyeyle bir soruyu hararetli bir telaşla tartışıyorlardı.


"Ben geldim!"


"Heyt be geldi kızıl goncam! Gelde şu soruya bak gözünü seveyim kaç saattir atom parçalasak bu kadar olmaz."


Hızla karşılarına oturduğumda Koray benim için bir fincan filtre kahve sipariş etti ve takıldıkları soruya hep birlikte bir kez daha bakmaya başladık...


***


"Yakında biz kapatacağız bu kafeyi."


Bir de girdiğim kafeden akşam dokuzda çıkıyordum ve bu durum Koray'ın bu isyanıyla haklı olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Sırt çantalarımızla Kadıköy sokaklarında üzerimize çiseleyen yağmur damlalarıyla yürürken üçümüzde oldukça yorgun ve dağılmış vaziyetteydik. Saatlerce kahve içmiş ve yüzlerce soru çözmüştük. Ara ara Doruk'la konuşup dinlensem de Koray telefonu elimden alıp Doruk'a bizi rahatsız etmemesini söyleyip Doruk'un ona savurduğu küfürleri umursamadan telefonu kapatmıştı. Ve bu inanın defalarca yaşanmıştı. Doruk'un sinirli hali bir an gözlerimin önüne gelirken gülümsedim. Her haliyle öyle tatlıydı ki insanın yanaklarını sıka sıka sevesi geliyordu.


"Eşek..."


Diye fısıldadığımda Koray'ın sitemkâr sesi kulaklarıma doldu.


"Aşk olsun kızıl gonca böyle mi olduk şimdi?"


Panikle başımı iki yana salladım.


"Hayır hayır sana demedim."


"Ben dedim sana demiştir diye."


Koray gururlu bir tebessümle Melis'e döndüğünde Melis Koray'ın bu kendinden emin tavrına gözlerini devirdi.


"Ay saçmalama Koray baksana şunun tipine Doruk'u düşündüğü her halinden belli."


Koray kahkaha atıp bir kolunu benim diğer kolunu Melis'in omzuna attı.


"Sonunda anladın mı kız bizimkinin eşek olduğunu? Helal sana kızıl gonca girdin gözüme."


Ufak bir kahkaha attığımda yolumuza sohbet ederek ve gülüşerek devam etmiştik. Otobüs durağına ulaştığımızda ise pek beklememize gerek kalmadan beklediğimiz otobüs gelmiş ve biz hızla binip yerlerimizi almıştık. En arkada üç kişilik boş yeri doldurduğumuzda otobüsün kalkmasını bekledik ve bu süre çokta uzun sürmeyecek şekilde birkaç dakika sürdü. Sohbet ederek yarım saat sonunda tamamlanan yolculuğumuz hepimizin aynı durakta inmesiyle sonuçlanmıştı.


Koray, Melis ve ben yol üzerindeki ev Melis'in olduğundan önce onu evinin önüne kadar bırakıp vedalaşmış ardından Doruk'la evimize giden yollarda Koray'la ilerlemeye başlamıştık. Koray'la evin önüne geldiğimizde kısaca sarılarak vedalaşmıştık. Koray beni evime kadar bırakmış olmanın verdiği gururla gülümseyerek arkamdan el sallamış ve kendi evine dönmek üzere yanımdan ayrılmıştı.


Saat onu geçiyordu ve omuzlarım, boynum, sırtım her bir yanım sızlıyordu. Yanaklarımı şişirerek evin kapısından girdiğimde evde bir sessizlik ve zifiri karanlık hakimdi. Doruk hala dışarıda olmalıydı. Işıkları usulca yakıp evi hapsolduğu karanlıktan kurtardıktan sonra üzerimi değiştirip oldukça acıkan karnımı doyurmak üzere mutfağa adımladım. Parmaklarım buzdolabının kapağını kavrarken buzdolabının üzerindeki kağıt parçasını çatık kaşlarla elime aldım.


'Şimdi sen yorgun argın gelmişsindir. Çillerin yüzüne dağılmış ve inanılmaz derecede ortaya çıkmıştır. Saçlarını öylesine bir tokayla gelişi güzel toplamışsındır ve eşsiz göründüğüne yemin edebilirim. Acıkmışsındır da sen. Senin için çorba yaptım kızıl. Mercimek çorbası. Aç bırakma kendini seni seviyorum. Kapılarını kilitle güzelce dinlen uyandığında yanında olacağım.'


Gülümseyerek Doruk'un yamuk yumuk bir yazıyla yazdığı not kağıdını kalbime bastırdım. Kalbimin derinliklerine hapsetmek istedim. Mercimek çorbası...


Doruk'un yaptığı çorbayı önüme çektiğimde bir kaşık alıp dudaklarımla buluşturdum. Doruk'sa çorbasını içmemi merakla izliyordu. Tepkimi kalbi ağzında beklerken şaşkınlıkla ağzıma dolan tadı karşıladım. Arkadaşlar şaka yapmıyorum. Çorba müthişti. Doruk'un yaptığı mercimek çorbası sahiden içtiğim en iyi mercimek çorbasıydı!


"Şaka yapıyorsun. Bu çorbayı sen yapmış olamazsın."


"Evet ben yapmadım içerideki hayalet yaptı sana selamı var."


Gözlerimi devirdim.


"Melis de yapmış olabilir!"


"Ben yaptım diyorum neden inanmıyorsun? İyi yemek yapabildiğimden değil tek bildiğim şey bu çorba."


Kahkaha attım.


"Tek öğrendiğin yemek bu ve öğrene öğrene bu yemeği mi öğrendin cidden?"


"Annemin daha fazlası için vakti olmadı kızıl."


Dudaklarındaki gülümseme donarken ne diyeceğimi bilemiyordum. Annesi birkaç senedir tüm ilgisini Doruk'un kardeşi Selim'e verirken Doruk'u annesiz bıraktığının farkında bile değildi ancak onu da anlamak zor olmasa gerekti. Bir oğlu ölümle cebelleşiyordu ve önceliği kesinlikle o olmalıydı.


"Ben öğretirim. Yani eğer istersen... Sana yemek yapmayı öğretebilirim."


Doruk'un gözleri gözlerime dönerken başını salladı. Eski evimizdeki yardımcımızdan oldukça fazla tarif öğrenmiş ve birçok yemeği yapabilecek seviyeye gelmiştim. Bunu yapmak o zamanalar yalnızca boş vaktimi doldurmaktı ancak şu an anlamlı bir hale bürünmüştü.


"Bir ara bakarız kızıl. İç hadi çorbanı."


Öğretecektim. Ona yemek yapmayı öğretecektim. O bana sevmeyi öğretmişti. Sevilmeyi öğretmişti bende ona öğretecektim. Ona öğretilmeyen ne varsa. Sevecektim onu çok sevecektim. Kalbime saklayacaktım ve kimse göremeyecek bulamayacaktı. Kimse ulaşamayacaktı ona. O benim kalbimde yaşayacaktı. Ben onun eviysem kalbim meskeniydi. O benim yuvamdı ve onun kalbi benim sığınağımdı. Korkup kaçtığım, saklandığım, sakındığım her şeydi. Güvenin adresi güvenin ta kendisiydi. Notu okuyan gözlerim dolarken çocukluğumun kolları bacaklarıma dolandı.


O da okudu notu küçük gözleriyle. O da bastırdı küçük kalbine not kağıdını. Gülümsedi. Küçücük dudakları kocaman gerildi. Sevilmeyi o da hissetti. Beş yaşındaki Gökçe sevildiğini iliklerine kadar hissetti. Tüm korkularını, kayıplarını arkasında bıraktı ve bedenime sıkıca sarıldı. Artık düşman değildi bana. Artık eksik değildi. Çilleri artık kusuru değildi en güzel hediyesiydi.


On altı Kasım, beş yaşındaki Gökçe'nin, çocukluğumun benimle barıştığı gündü. Bana sarıldığı ve tüm kusurlarını bir kenara bıraktığı. Artık o da özgürdü. Tıpkı benim gibi sonsuzdu, özgürdü. En büyük sonsuzluk bir kalpte yaşamaktı. Dünyada yaşamak herkesin işiydi bir kalpte ise sonsuzluk yaşardı... Sonsuzluk, ben ve çocukluğum artık bir kalpte hayatımızı sürüyorduk... Ve biliyordum onunla sonsuzluğum sonsuza kadar sürecekti...


BÖLÜM SONU

_______________________________


Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%