Yeni Üyelik
19.
Bölüm

17.BÖLÜM: SU VE ATEŞ

@peteichor_

Belki de ateş sudan daha güçlüydü. Bir damla su koca bir ateşi söndüremezdi fakat küçük bir kıvılcım koca bir su birikintisini yok edebilirdi. Yavaş yavaş olurdu ama olurdu işte. Suyun hükmü altında yanan ateşe kadardı.

 

17.BÖLÜM: SU VE ATEŞ

 

Yirmi beş aralık. Onsuz bu dünyanın döndüğü, kalbimin attığı, nefes aldığım on dördüncü gün. Dışarısı dizlerimize kadar ulaşan karlarla kaplı. İstanbul, onun gidişiyle metrelerce kara gömülmüş. Senelerdir hiç yağmadığı kadar kar yağmış onun yokluğuna. Toprağının üzeri bembeyaz olmuş. Göz göz görmüyor. Onun gidişi dünyayı beyazlara boyarken yokluğu simsiyah kalbimin orta yerine çökmüş gibi. Hayallerimin üzeri bir avuç toprakla kaplanmış.

 

Başımı yastıktan kaldırmadan kulaklarıma dolan kapının aralanma sesiyle gözlerimi hafifçe kapıya çevirdim. Doruk elinde bir tepsiyle odadan içeri girerken yüzünde zorlama bir gülümseme vardı.

 

Son birkaç gün yaptığı gibi yine bana, evde olan bir kaç parça yiyecekle kahvaltı hazırlamıştı. Evde olan diyordum zira son bir kaç gündür daha doğrusu İstanbul'a döndüğümüzden beri dolap tam takırdı. Doruk bir saniye yanımdan ayrılmıyor ve yarışlarına gitmiyordu. Hoş, son iki gündür yağan kar nedeniyle yarışlar ertelenmişti ve istese de gidemezdi. Anlayacağınız tek kuruşumuz yoktu. Buz gibi havada yapabildiğimiz en iyi şey tüm günü üzerimize giydiğimiz kalın kıyafetlerle yorganın altında geçirmekti. Doğalgazımız kesildiğinden evi dışarıdan farklı kılan dört duvar olmuştu zira dışarıdaki soğuk evde hiç olmadığı kadar hissediliyordu. Ah her neyse! En azından elektiriğimiz vardı.

 

"Güzelim uyandın mı?"

 

Doruk'un sorusuyla gülümseyerek olduğum yerden doğruldum.

 

"Günaydın."

 

Diye mırıldandığımda Doruk elindeki tepsiyi kucağıma bırakarak doğruldu ve dudaklarını saçlarıma yasladı. Doruk'un varlığı bana ilaç oluyordu sanki. Beni saran kolları en güçlü sakinleştiriciden daha sakinleştiriciydi. Onun kolları arasındayken kafamdaki tüm olumsuzluklar dağılıp gidiyordu. Dört bir yana dağılıyor ve Doruk'un kolları arasından çıktığım an dört bir yanımı sarıyordu.

 

"Hadi kahvaltı edelim sonra da film izleriz. Hem hala elektiriğimizi kesmeye gelmediler değerlendirsek iyi olur."

 

Sinirlerim öyle bozulmuştu ki Doruk'un bu söylediğine kahkaha atmaktan başka çarem yokmuş gibiydi. Son günlerde yaşadığım en iyi şeylerden biri Doruk'un varlığı diğeri ise Göktuğ'un çalıştığı firmanın Göktuğ'un daha doğrusu babamın bıraktığı tüm borçları kapatmasıydı. Artık bir borcumuz yoktu kimseye. Göktuğ gidişiyle tüm borçları ödemişti.

 

Göktuğ zihnime yer ederken yutkunarak başımı iki yana salladım. Toparlanmalıydım. Hem de hemen toparlanmalıydım.

 

"Ben iş arayacağım."

 

Ve bu cümle toparlanmamın ilk adımı olan o cümleydi. Evet Doruk'la yaşıyordum. Kira derdim yoktu ancak bu ona daha fazla yük olmamı gerektirmiyordu. Zira artık bana para gönderecek bir ağabeyim yoktu. Kendi paramı kazanmalı ve ihtiyaçlarımı karşılamalıydım.

 

"Nereden çıktı bu?"

 

Doruk günler sonra ilk defa öfkeli bakışlarını yüzüme doğrultmuştu. İş arayacak olmam onu öfkelendirmişti.

 

"Doruk, Göktuğ artık yok ve kendi ayaklarımın üzerinde durmam gerekiyor. Lütfen tartışmayalım."

 

"Gerekmiyor Gökçe! Kendi ayakların üzerinde durman gerekmiyor! Gerekirse seni kucağımda taşırım. Ayaklarının üstünde durmana gerek kalmaz anladın mı beni?"

 

Doruk çaresizce yüzüme bakarken çalışmak zorunda olduğumu o da farkındaydı. Günlerimiz kuru ekmek ve şanslıysak arasına bir parça peynir koyarak geçiyordu. Evimizdeki suyu bile çok susamadıkça içmiyorduk. Doğalgazımız kesilmişti ve elektirikin de kesilmesi an meselesiydi.

 

"Doruk yapma! Yarıştan kazandığın paraya mı güveniyorsun? Güvenme Doruk! O bizim paramız değil. O Selim'in, kardeşinin parası."

 

Doruk'un omuzları çökerken hiddeti kısa sürmüş ve bedenini çaresizce yatağa bırakmıştı. Başını yatak başlığına yaslarken gözleri tavandaydı.

 

"Duydun... Değil mi?"

 

Dediğinde yutkunarak başımı salladım.

 

"Duydum..."

 

Diye fısıldadım ardından. Duymuştum. İki gün önce annesinin telefonun arkasından ona bağırmasını ve günlerdir ona tek kuruş gönderememesinin hesabını sorduğunu duymuştum. Doruk'un yorgun bir o kadarda kırgın bakışlarına şahit olmuştum. Annesi artık onu oğlu değil para kaynağı olarak görüyordu. Diğer oğluna hayat veren bir cansuyu olarak görüyordu ancak oğlu olarak görmüyordu. Doruk'a nasıl olduğunu sormuyordu, tek başına koca evde ne yaptığını sormuyordu. Tek sorduğu paraydı... Doruk'sa annesine onlarca söz vermiş ve özürler dilemişti. Para gönderemediği için annesinden özür dilemişti... Doruk annesini öyle çok seviyordu ki onun kendisini sevmemesinin hesabını bile soramıyordu.

 

Kimileri ailelerini bu dünyadan gidişiyle kaybederdi kimileri ise dünyada varlığını korurken kaybederdi. Hangisi daha acıydı bilinmezdi. Aileni toprağa vererek mi kaybetmekti en acısı yoksa bir adım uzağındayken kaybetmek miydi? Ya da hiç sahip olamadan kaybetmek miydi? Aile neydi ki hem? Benim bildiğim aile sizin ihtiyaçlarınızı karşılayan ve aynı evde bulunduğunuz birkaç kişiden ibaretti. Sevgi mi? Hayır hayır kesinlikle ihtiyaçlarınızı karşılaması yeterliydi bir ailenin. Sevgi istemek sizin ne haddinizeydi tüm ihtiyaçlarınız karşılanırken. Susup oturmalıydınız. Sırtınızı onlara yaslamalı ve onların size verdikleriyle yetinmeliydiniz.

 

En azından ben aylar önce toprağa verdiğim ailemden bunu görmüştüm. Çok üzgün olduğum zamanlarda babamın çalışma odasının önüne gittiğim bir akşam beni çalıştığı için reddetmesiyle anlamıştım. Bana aynen şu cümleyi kurmuştu. "Kızım görmüyor musun çalışıyorum? Sorun paraysa al bu kartı ne istetsen al." Bu cümleyi ilk defa duyduğumda on iki yaşındaydım. On iki! On iki yaşında bir çocuk üzgün diye babası ona kredi kartı uzatmıştı düşünebiliyor musunuz? Derdimi sormamıştı, ne sorunum var merak etmemişti. Sorunumun para olduğunu kendi kafasında kurmuş ve bana eline gelen ilk kredi kartını uzatıp odasından göndermişti. Bu da onun yaptığı babalığın bir resmiydi.

 

Annem mi? Annem genelde davetten davete koşar arta kalan zamanlarında ise güzelliğim hakkında kendi kendine eleştiriler yapar ve beni kafasında tasarladığı o dünya güzeli kıza çevirmek için çabalardı. Buysa onun dilinde kızıyla ilgilendiğini simgeleyen bir hareketti. Annemin sevgi dili güzelliğim, babamınkiyse parasıydı. Böyle bir ailede doğmuş ve büyümüştüm. Şimdi siz söyleyin bana, benim bir ailem olmuş muydu? Param olmuştu evet ama ya ailem? Ben söyleyeyim. Benim bir ailem hiç bir zaman olmamıştı. Benim param olmuştu hepsi buydu. Bir de dünyanın en iyi kalbine sahip bir ağabey. Bir aileye bedel olan mükemmel bir ağabey. Gelin görün ki o da ellerim arasından kayıp toprağa karışıp gitmişti.

 

"Birlikte iş arayacağız ve gözümün tutmadığı bir yerde kesinlikle çalışmayacaksın."

 

Düşüncelerim öyle derinleşmişti ki Doruk'un bıkkın sesi zar zor kulaklarıma ulaşmıştı. Bu bir kabulleniş değildi bu bir çaresizlikti. Doruk benim çalışmamı zerre istemiyordu ancak daha fazla buz gibi evin içinde aç susuz yaşayamayacağımızı o da biliyordu.

 

"Tamam! E hadi şimdi kahvaltı edelim ben acıktım!"

 

Doruk'un kafasının içinde annesinin sesinin yankılandığına emin olduğumdan onu o sesten uzaklaştırmak istedim. Başardım da... Doruk başını yasladığı yerden bana doğru çevirmiş ve gülümseyerek bana doğru dönmüştü. O dakikadan sonra Doruk'la iş veya annesi hakkında tek kelime etmedik. Önümüzde Doruk'un ısıttığı kuru ekmekler ve dibinde biraz kalmış krem peyniri yerken sohbete dalmıştık. Hangi filmi izleyeceğimizi düşünürken öyle keyifli bir sohbete dalmıştık ki fim izlemektense açtığımız kısık müzikle yorganın altında akşama kadar sohbet etmiş, kelime oyunları oynayarak vakit geçirmiştik.

 

Okula kar nedeniyle üç gün ara verildiğinden üç gün boyunca evde kalacak ve bolca dinlenecektik. Doruk'un okul işini merak etmişsinizdir... Okula gidip Salih hocaya adeta yalvararak Arda'nın beni zorla öptüğünü anlattım ve Salih hoca bir kereye mahsus olmak üzere Doruk'u affettiğini söyledi. Anlayacağınız Doruk okulda kalıyordu! Günler sonra eklenen bir iyi haber daha buydu işte. Hepsi buydu...

 

"Acıktın değil mi?"

 

Doruk'un sesiyle başımı göğüsünden ayırarak gülümsedim.

 

"Sen?"

 

Acıkmıştım ancak söylemeye dilim varmıyordu. Sabah yediğimiz kuru ekmek ve krem peynirin ardından ağzımıza lokma koymadan tüm gün yorganın altında uzanmıştık. Haliyle midem karnıma yapılaşacak derecede acıkmıştım.

 

"Makarna alacak paramız var desem?"

 

Gülümseyerek yerimden doğruldum.

 

"Gerçekten mi? Nereden çıktı?"

 

Demiştim büyük bir hevesle. Düşünsenize malikanede büyümüş olan ben tam şu an oturduğum yerden bir paket makarna alacak paramız olduğu için hevesle kalkıyordum. Hayat böyleydi işte. Yarınınız belli olmazdı tıpkı bir dakika sonranızın belli olmadığı gibi... Misal kendi hayatım. On yedi yaşıma bastığım bir gecede annem ve babamın ölümü ardından tepetaklak olmuştu. Arkadaşım sandıklarım gitmişti. Evim gitmiş ve beş kuruşsuz ağabeyimle ortada kalmıştım. Sonraysa giden ağabeyim olmuştu. Çalışmaya gitmiş ve bana döneceğine dair sözler yağdırmıştı. Sonuç ne mi olmuştu? Sonuç onu da kaybetmiştim. Sırada ne vardı bilmiyordum ancak şu an tek istediğim cebimizde kalan son makarna parasına sevinmekti.

 

"Ne duruyoruz? Hadi markete gidelim!"

 

Doruk hevesli halime gülümsediğinde ayaklandı ve yorganı çekip kalkmamı sağladı. İkimizin de altında pijamalar vardı fakat umursayacak halde değildik. Hızla üzerimize montlarımızı geçirip dışarıya çıktığımızda karın soğuğu yüzümüze bir tokat gibi çarpmıştı. Saat sekizi geçtiğinden hava epey karanlıktı ancak havayı da umursamıyorduk. Doruk elimden tutmuş ve karla kaplı zeminde bata çıka yürümemi sağlamıştı. Şaka değildi kar neredeyse dizlerime kadar ulaşıyordu. Doruk dışarıya çıktığımızda bedenini kar birikintisinin üzerine bırakırken kahkaha atarak bende yanına uzanmıştım. Derin karda bedenlerimizin izleri oluşurken kahkahalarımız boş sokakta yankılanıyordu.

 

Aşık olmak nasıl bir mucizeydi size anlatayım. İkimizde berbat durumdaydık. Kimsemiz yoktu. Beş paramız yoktu... ikimizinde elinde olan tek şey birbirimizdik. Aşk belki de bu demekti. Tüm mutsuzlukların, umutsuzlukların, kayıpların ve boşlukların yanında kahkahalarla gülmekti. Buz gibi bir yerde onun varlığıyla ısınabilmekti. Her türlü mutsuzluğun içinden el ele çıkabilmekti. İşte böyleydi aşk. Her türlü felaketin üstesinden gelmekti. Ama yalnız değil onunla, aşkınızla...

 

"Doruk bu makarna parası nereden çıktı?"

 

Merakıma yenilerek sorduğum soru Doruk'a ulaştığında Doruk dudaklarından sıkıntılı bir nefes bıraktı.

 

"Koray... Borç olarak kabul ettim tabii ama geri istemiyor. Halimizi az çok tahmin ettiği için birkaç gün karnımızı doyuracağımız kadar para göndermiş. Yani birkaç gün daha makarna yiyebileceğiz."

 

Gülümsedim. Koray'ın da durumu çok parlak değildi ancak durumumuzu tahmin edip para göndermeyi ihmal etmemişti. Cebindeki küçük servetin bir kısmını sırf arkadaşının karnı doysun diye göndermişti. Koray böyle bir insandı. Evinde engelli annesi ve gecesini gündüzüne katarak çalışan babasıyla yaşarken, okulda kimi zaman yemek bile yemezken bizi düşünüp para yollamıştı. Koray bir dost değildi o bir kardeşti.

 

"Sen çok konuştun."

 

Halbuki ağzımı bile açmamıştım ancak kendimi savunmak için geç kalmıştım zira Doruk ne zaman kalktığını bile anlamadığım bir şekilde bana yaptığı kar topunu fırlatmış ve henüz açamadığım ağzım bir şey demeden yeniden kapanmıştı. Kahkaha atarak yalandan bir öfkeyle hızla yerimden kalkıp elimle bir kar topu yaptım ve Doruk'a fırlattım. Derken bu böyle sürüp gitti. Bir ara öyle çok gaza gelmiştim ki durmadan Doruk'a kar topu atmaya başlamıştım. Ta ki Doruk "sen çok oldun ama!" Diyerek beni sırtına alıncaya kadar.

 

"Doruk bırak!"

 

Diye bağırdığımda Doruk'un dudaklarından bir "cık" sesi dökülmüş ve beni daha sıkı tutmuştu. Resmen kıçım Doruk'un ağzındaydı ve başım yere dönüktü! Beynimin akması an meselesiydi. Birkaç dakika ardından Sonunda mahallenin açık olan tek bakkalının önüne ulaştığımızda Doruk beni sırtından indirmiş ve ellerini bir birine vurmuştu.

 

"Beynim akacaktı salak!"

 

Dediğimde yüzümde sahi bir kızgınlık tabii ki yoktu. Yalnızca söylenmek istiyordum.

 

"Sende dursaydın mecbur bıraktın kızım beni. Suratıma atıyorsun birde resmen uyuştum."

 

Omuz silkip Doruk'un önünden bakkala girdiğimde iliklerime kadar ısırdığımı hissettim. Bakkalda çalışan amca oturduğu yerin yanına bir elektirik sobası koymuş ve ellerini ısıtıyordu. Tabii o elektrik sobası yalnızca ellerini değil tüm bakkalı sıcacık yapmıştı. Doruk buz gibi olmuş elimi parmaklarıyla sardığında bizi makarnaların olduğu rafa çekti ve bir anda biraz önceki kar topu savaşımız hiç yaşanmamış gibi makarna seçmeye başladık.

 

Üç çeşit makarnamız ve beş litre suyumuzla kasaya geldiğimizde bakkal amca ve Doruk'u izlemeye başladım. Bir yandan da makarnalara bakıyordum. Kelebek, burgu ve çubuk makarna almıştık. Kelebek makarnayı ben diğerlerini ise Doruk seçmişti. Tüm paramızı bakkalda bıraktıktan sonra yeniden buz gibi soğuğun içine bedenlerimizi atmış ve keyifle yürümeye başlamıştık. Bu keyifli halimizin sebebi Doruk'la eğlendiğimiz dakikalar ve tabii elimdeki üç paketten oluşan makarna poşetiydi.

 

"Güzelim poşeti ver bana ellerini cebine sok üşüyeceksin."

 

"Seninde elinde su var. Sen boşta olan elini cebine sok bende öyle yaparım."

 

Doruk gülümseyerek boşta olan koluyla bedenimi kendine çekmiş dudaklarını saçlarıma bastırmıştı. Şimdi ise eli omzumda eve doğru yavaş adımlarla ilerliyorduk. İkimizde oldukça yorulmuş ve acıkmıştık. Aslına bakarsanız evden çıkarken zaten açtık ve kendimizi yorarak biraz daha acıkmamıza neden olmuştuk. Ama olsundu. Tüm açlıklarım, yorgunluklarım o dakikalar için değerdi.

 

"Güzelim sen su koy ben üstümü değiştirip geleceğim."

 

Doruk'un üzeri sırılsıklamdı ve tabii benim yüzümden olmuştu! Her neyse. Doruk'a başımı sallayarak açtığı kapıdan girdim ve kapıyı kapatıp merdivenlerden yukarıya çıkmasını izledim.

 

Sonrası malumdu. Mutfağa girdim ve yerdeki tüpü önüme çekip yaktım ve bir tencereye doldurduğum suyu üzerine koyup kaynamasını sabırla beklemeye başladım. Doğalgazımız kesik olduğundan maalesef Ocak kullanamıyorduk. Ancak şanslıydık ki hala gazı olan bir tüpümüz vardı! Sırtımı tezgaha yasladığımda gözlerim kaynamasını beklediğim suya kaymıştı. Su altındaki ateşle birlikte yavaş yavaş baloncuklarını vermeye başlamıştı. Altındaki har onu kaynatmaya başlamıştı.

 

O an ateşin üzerindeki suyu bir insan olarak gördüm. Sonrasında altındaki ateşi dünya olarak hayal ettim. Su bir insandı ve altındaki dünya üzerine geldikçe kaynıyordu. Giderek daha fazla kaynıyordu ve bir gün o su yani insan buharlaşıp havaya karışacaktı. Dünya da böylerdi. Tüketirdi bizi. nasıl ki ateş suyu tüketirdi dünya da bizi tüketirdi. Bir gün bizde havaya karışacaktık ve ateş yanmaya devam edecekti. Belki de ateş sudan daha güçlüydü. Bir damla su koca bir ateşi söndüremezdi fakat küçük bir kıvılcım koca bir su birikintisini yok edebilirdi. Yavaş yavaş olurdu ama olurdu işte. Suyun hükmü altında yanan ateşe kadardı.

 

"Güzelim ne yaptın?"

 

Doruk merakla yanıma geldiğinde omuz silkip hızla tezgaha bıraktığım poşetin içinden burgu makarnayı çıkartıp içine tuz koyduğum suyun içine bıraktım.

 

"Birazdan hazır olur."

 

"O zaman makarna senden film açması benden."

 

Dedi Doruk sesindeki enerjiyle. Sanki onu annesiyle konuşmasına şahit olduğumu bilmek onu sırtındaki yüklerden arındırmıştı. Sanki annesiyle yaptığı konuşma onun kamburuydu ve bildiğimi öğrendiği o dakika o yükü yere bırakıp rahat bir nefes almıştı. Zira o konuşma yaşandığından bu yana onu böyle tasasız ve sahiden mutlu görmemiştim.

 

Bu durum ne kadar mutlu olmamı sağladıysa da Doruk'un annesi tarafından kırıldığını bilmek adeta kalbimi paramparça ediyordu. Başımı iki yana sallayarak aklımdan geçen tüm olumsuz düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım ve gülümseyerek Doruk'un mutfaktan ayrılışını izledim. Sonra ise makarnayı karıştırarak tezgaha döndüm. İki tabak, iki geniş su bardağı çıkarttım ve geniş tepsiye dizdim. Sonrasında çıkattığım bardaklara su doldurarak haşlanan makarnayı süzdüm ve üzerinden yağ gezdirdim. Ayçiçek yağının dibinde biraz kalmıştı ve değerlendirmemek olmaz diye düşündüm.

 

Sonrasında ise makarnayı tabaklara paylaştırıp elime aldığım geniş tepsiyle salona ilerledim. Doruk koltuğu televizyonun tam karşısına gelecek şekilde çevirmiş ve tam önüne orta sehpayı taşımıştı. Bu arada filmi de açmayı ihmal etmemişti. Beni gördüğünde dudaklarındaki tanıdık, sıcak gülümseme genişlerken elleriyle önünde hazırladığı manzarayı gösterdi. Tam bir film gecesi atmosferi hazılamış ve eserine gururla bakıyordu. Doruk bu haliyle tam bir çocuk gibiydi ve bu durum benim inanılmaz hoşuma gidiyor keyiflenmemi sağlıyordu. Elimdeki tepsiyi orta sehpaya bırakırken Kollarımı Doruk'un boynuna dolayarak tüm keyfimin sesime bulaşmasına izin verdim.

 

"O kadar güzel olmuş ki! Doruk ya ben seni çok seviyorum."

 

Demiştim duygularımı ifade etmenin kolay bir yolunu ararken Doruk'sa bedenlerimizi ayırıp ellerini belime yerleştirmiş ve dudaklarını dudaklarıma yaslamadan hemen önce fısıldamıştı.

 

"Bende seni çok seviyorum. Gökyüzünden daha çok dünyadan daha çok seviyorum."

 

Ve dudakları dudaklarıma iştahla kapandı. Günlerdir onu öpmemenin yorgunluğunu onun dudaklarında dinlenirken hissetmiştim. Kendime, acıma öyle odaklanmıştım ki Doruk'un varlığını bile unutmuştum sanki. Doruk'un dudakları derinleşirken kendimi gülümseyerek geri çektimm ve varlığını unuttuğumuz makarnayı gösterek tatlı olduğumu düşündüğüm bir ifadeyle gülümsedim.

 

"Makarnalar soğuyacak."

 

"Makarna. Tabii ya makarna!"

 

Doruk sıkıntılı bir nefes verip bedenini koltuğa bırakırken Hızla yanına yerleştim ve Doruk'un sertçe makarna yiyişini kahkahalarla izledim.

 

"Doruk yavaş!"

 

"Yok yok soğumasın. Sende yesene bak soğuyacak şimdi."

 

Dudaklarımızın ayrılmış olması onu öyle çok sinirlendirmişti ki sanırsınız makarnayı yemiyor onu resmen dövüyordu. Başımı iki yana sallayarak dudaklarımdaki gülümsemeyle makarna tabağımı parmaklarımla buluşturdum ve iştahla yemeğe başladım. Oldukça acıkmıştım ve bu kuru makarna midemin ödülü niteliğinde yerini almıştı. Makarnalarımız biterken aklıma filmi başlatmadığımız geldi ve hızla kumandayı elime aldım.

 

"Biz ne salağız ya! Makarnalar bitti hala filmi başlatmadık."

 

"Aklımı alma sende o zaman."

 

Doruk'un sesiyle dudaklarımı birbirine bastırıp filmi başlatmak için kumandanın yeşil olan tuşuna basıp filmin açılmasını beklemeye başladım. Ta ki odayı aydınlatan kısık ışığın ve neredeyse başlamak üzere olan filmin tamamen kesilmesine kadar. Çok güzel! Elektirikler kesilmişti! Hemde bir dakika bile filmi izlememize fırsat kalmadan. Doruk'la birbirimize önce çaresiz bakışlar atmış ardından bu halimize kahkahalarla gülmüştük.

 

Bazen öyle çaresiz hissederdiniz ki ağlasanız bile elinize geçen tek şey kendinizi yormak olurdu. Bizde bir kriz anını fırsata çevirerek oturup hayıflanmak yerine yaşadığımız bu ana kahkahalarla gülmüştük. En az bir saat gülmüştük. En sonunda yorgunlukla Doruk'un göğsüne sığındığımda Doruk koltuğa tamamen uzanıp tüm bedenimi sarmış ve parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başlamıştı.

 

"Berbat durumdayız değil mi?"

 

Doruk'un çaresiz çıkan sesi kulaklarıma ulaşırken yattığım yerden başımı iki yana salladım.

 

"Değiliz. Karnımız doydu ve şu an senin kollarındayım bunun neresi berbat?"

 

"Bazen hayal misin diye düşünüyorum. Çünkü gerçek olamayacak kadar güzelsin Gökçe. Saçlarından, gözlerinden, çillerinden bahsetmiyorum. Senin ruhun çok güzel. Sana hiç bişey veremeyecek bir adamın kollarındasın ve karnının doymuş olması senin için yeterli oluyor. Bunun benim için ne demek olduğunu bilemezsin."

 

"İsterse karnımızda doymasın Doruk. Ben senden gitmem ki. Ben senden gidemem..."

 

Saçımda hissettiğim dudaklarla gözlerim istemsizce kapandı ve olduğum yere daha çok sindim. Uyku bedenimi hapsetmeden önce ise son duyduğum cümle "İyi geceler ay ışığı." Olmuştu. Sonrası ise en az içinde bulunduğumuz ev kadar karanlık gökyüzü kadar sonsuzdu...

 

***

 

Gözlerimi araladığımda dışarıdan içeriye sızan ışık günler sonra evimize dolan ilk güneş ışığıydı. Zira günlerdir dışarıda kopan fırtına güneşin dünyaya ulaşmasını bile engellemişti. Doruk'u odanın içinde arayan gözlerim boşluğa düşerken ayaklandım ve gerinerek dudaklarımı araladım.

 

"Doruk?"

 

Doruk'tan ses çıkmayınca tüm evi aramıştım ancak sonuç bir hiç olmuştu. En son bahçeden ses geldiğinde neredeyse koşarak kapıya ulaştım ve bahçeye adımladım. Doruk erimeye yüz tutmuş karları kürekle kazıyarak kapının önünü temizlerken açtığım kapıya bedenimi yaslayarak dudaklarımdaki rahatlamış gülümsemeyle onu izlemeye başladım. Yaptığı işe öyle odaklanmıştı ki gözü hiç bir şey görmüyordu. Sonunda başını kaldırıp beni fark ettiğinde yüzündeki ciddiyet yerini tebessüme bırakmıştı.

 

"Güzelim ne zaman uyandın sen?"

 

"Yeni! Sen ne yapıyorsun sabah sabah?"

 

"Baksana karlar bayağı erimiş. Yarına bir şey kalmaz. Bende kapıdakileri temizleyeyim dedim."

 

İçeride duran botları ayaklarıma geçirerek hızla yanına adımladım.

 

"Başka kürek var mı?"

 

"Ne yapacaksın kızım küreği?"

 

Omuz silkerek gülümsedim.

 

"E yardım edeceğim. Hadi ama Doruk! Bana da bir kürek ver hemen bitirelim."

 

Doruk'un yüzündeki afallamışlık gülümsememi genişletirken ne oldu dercesine başımı iki yana salladım.

 

"Ne bu acele? Hayırdır?"

 

Omuz silktim ve Doruk'un boşluğundan faydalanıp elindeki küreği aldım. Onu hafifçe ittirip onu izlediğim gibi küreğe doldurduğum karları kenara ittim.

 

"Hadi kendine yeni bir kürek bul gel. Daha iş aramaya gideceğiz."

 

"Ne? Bu kadar çabuk mu?"

 

İşime büyük bir ciddiyetle devam ederken bir yandan da başımı salladım.

 

"Bu kadar çabuk! Hadi ama oyalanma çok işimiz var."

 

Doruk kürek bulmak için bodruma yönelirken söylenmeyi ihmal etmiyordu.

 

"İnatçı keçi."

 

Bıkkınlıkla söyledikleri kulaklarıma dolarken arkasından hızla seslendim.

 

"Söylenme!"

 

Doruk'tan ses çıkmadığında işime devam ettim ve bir süre sonra yorulmak yerine karları kazımaktan zevk almaya başladım. Yerdeki zemini günlerdir göremiyorduk ve karları kazımamız sayesinde sonunda gün yüzüne çıkmıştı. Hava olayları ne kadar garipti. Daha dün her yer karlarla kaplıyken sabahında karlar yarıya inmiş ve yağış tamamen kesilmişti. Anlayacağınız bu demek oluyordu ki her şey yoluna girmeye başlayacaktı. Doruk yarışlarına devam edip annesine para gönderecek bense iş bulup hayatımı devam ettirmeye bir yerden başlayacaktım. Sonraysa Doruk'un kendine ayırdığı ve benim kazandığım para sayesinde tüm faturalarımızı ödeyecek ve dolabımızı doldurabilecekti. Netice ne mi olacaktı? İki genç tüm kayıpları vermiş tüm savaşları galip gelmiş olacak ve hayat bu kez onlardan yana olacaktı.

 

Yani ben o zamanlar öyle zannediyordum. Başıma gelecek olanları bilmeden önce tüm acılarımın dindiğini ve daha kötü bir şey yaşamayacağımı sanıyordum. Olacaklardan ve geçmişin kirli yüzünden bir haber... Babamın bana bıraktığı asıl mirasının geçmiş olacağını bilmeden önce yerdeki karları kazıyarak bahçemizi temizlerken her şeyin yoluna gireceğine ve bir daha yoldan çıkmayacağına inanmışken... Zira her şeyin yeni başladığından o zamanlar habersizdim.

 

BÖLÜM SONU

_______________________________

 

Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨

 

WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e

 

Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙

 

TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0

 

✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨

 

DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%