Yeni Üyelik
20.
Bölüm

18.BÖLÜM: KÖTÜ GÜN DOSTU

@peteichor_

"ihanetin affı olmazdı, ölümün telafisi olmayacağı gibi..."

 

18.BÖLÜM: KÖTÜ GÜN DOSTU

 

Ailenin kırdığı kalbi hiç bir güç birleştiremezdi.

Aile kalbi var edendi neticede. Aile kalbi bir araya getirendi, bir yapandı. Bir yapanda onlardı bazen bin yapanlarda. Misal benim kalbimi getirin gözlerinizin önüne. Doğarken bir olan fakat yaş aldıkça bin parça olan kalbime. Hani derler ya, herkesin kalbi yumruğu kadardır diye. İşte benim kalbim de yumruğum kadardı. küçücüktü ve artık paramparçaydı. Koca bir kalp kırılırsa parçaları büyük olurdu birleştirmek kolay sayılabilirdi ancak küçük bir kalp kırıldığında tuzla buz olurdu ve parçalarını değil birleştirmek, görmeniz bile imkansızlaşırdı. O parçaları görebilecek tek bir kişi olurdu. Tek bir kahraman... O da tabii kalbinize sahip çıkacak olan o kişi. Kalbinizin gerçek sahibi...

 

Aile kalbi bu dünyada var edendi, kalpse kendine bambaşka bir sahip seçendi. Kalp, baş köşesinde yer verirdi ona. Sahibine en güzel köşesini ayırırdı her defasında.

 

Hepimizin bir kalbi vardı. Büyük, küçük, geniş, kırık, paramparça... Ama vardı neticede. Önemli olan da bu değil miydi? O olduğu sürece elbet bir gün bulurdu sahibini. Paramparça olmadan bulurdu bazen, bazense tuzla buz olmuş bir halde bulurdu fakat bulurdu. Sonra sizin elinizden tutardı ve boş sokaklarda onun elinin içinde olan avucunuz, buz gibi havaya rağmen sıcacık olurdu. Kalbininizin sahibi demek bu demekti. Buz gibi havada iliklerinizi varlığıyla ısıtması, ellerinizi her şeye rağmen sıkı sıkı tutmasıydı. Bazen bir şeyin sahibi olmak için avucunuzdan taşacak kadar paraya sahip olmanız gerekmezdi avucunuzun içi kadar kalbiniz olsa kafiydi. Kalp kalbin daima sahibiydi. Bir olmak için yaratılmış her kalp bir gün birbirini bulur ve bir olurdu.

 

"Olmaz bunları gözüm tutmadı benim."

 

Kalbimin sahibi. Doruk Çakır Arsal... Buz gibi havada iş bulabilmem için benimle kapı kapı gezen sevdiğim adam. Kalbimin bulup sıkı sıkı sarıldığı kalbin sahibi. Karlar yavaş yavaş erirken vakit kaybetmeden Kadıköy'e gelmiş ve çalışabileceğim yerleri tek tek gezmeye başlamıştık. Tabii söylemeden geçmek olmazdı. Kalbimin sahibi dediğim ve kör kütük aşık olduğum, karşımda bana öfkeli gözlerle bakan bu adam sabahtan beri girdiğimiz her yerden aynı cümleyle birlikte çıkmıştı. "Olmaz bunları gözüm tutmadı." Bu cümle Doruk'un diline adeta yapışmıştı. Nereye girersek her nasılsa bu cümleyi söylemeden geçmiyordu. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirirken en az karşımda bana öfkeli gözlerle bakan Doruk kadar öfkeliydim.

 

"Doruk gözlerini bir kenara bırakıp mantıklı düşünür müsün? Çalışmam gerektiğini sende çok iyi biliyorsun ve buna bu şekilde engel olabileceğini zannediyorsan yanılıyorsun."

 

Doruk sabır dilercesine bakışlarını gökyüzüne çevirdi ve burnundan sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Korkuyorum Gökçe. Tek bir saç teline zarar gelir diye ödüm kopuyor benim. Bilip bilmeden konuşuyorsun anasını satayım! Sen benim her şeyimsin be kızım korkuyorum işte anlasana."

 

Gülümseyerek ellerimi Doruk'un yanaklarına çıkarttım ve Doruk'un göz kapaklarının huzurla kapanmasını, mutluluktan parıldayan gözlerimle keyifli bir film sahnesi izlermişçesine birkaç saniye seyrettim ve dudaklarımı araladım.

 

"Biliyorum sevgilim ama sende biliyorsun. Bugün ya da yarın bir şekilde çalışmam gerekecek ve daha fazla beklemek istemiyorum. Hayatımız yeterince zorken daha fazla zorlaştırma lütfen."

 

Doruk dudaklarını avuçlarıma bastırırken dudaklarımdaki gülümseme mümkünmüş gibi daha da genişledi.

 

"Öyle olsun. Ama söz ver bana. Her ne olursa olsun canını sıkan, seni üzen ne bok olursa olsun haberim olacak. Sen benim en kıymetlimsin Gökçe ötesi yok, beni anlıyorsun değil mi?"

 

Başımı salladım.

 

"Söz! Ne olursa olsun haberin olacak... Bak şurada bir sahaf var. Biraz önce önünden geçerken camda bir yazı gördüm, sanırım bir yardımcıya ihtiyaç varmış. Gidelim mi?"

 

"Gidelim bakalım."

 

Doruk elimi tuttuğunda rahat bir nefes verdim. Sonunda bakışlarındaki öfke ve gerginlik kırıntılaır biraz olsun dağılmıştı. Zira konu iş olduğunda kasları olabildiğince geriliyor bakışları korkunun verdiği şiddetli bir öfkeyle gölgeleniyordu. Nedense bu halleri bana rahatsızlık vermiyor, aksine kalbimi hızlandırıyordu.

 

Benim için endişelenen bir adam vardı yanımda ve bu paha biçilemez bir histi. Bana en kıymetlimsin demişti. Birinin en kıymetlisi olmak değil fakat Doruk Çakır Arsal'ın en kıymetlisi olmak sanki en değerli mücevhermişim gibi hissettirmişti. Bu hissi size tarif etmenin bir yolu olsa inanın muhakkak tarif ederdim fakat ne yazıkki yoktu. Hislerim paha biçilemez ve tarif edilemezdi. Ben gülümseyeyim ve siz anlayın. Gülümsememden bir aşk bir de mutluluğu çıkarın ve gözlerininizin önüne serin. Aşkıma heyecanıma yakından tanık olun ve siz tarif edin bu hissi...

 

Sahaftan içeriye adımımızı attığımız an içerideki sıcaklık yüzümüze çarptı ve burnumuz kitap sayfalarından taşan kokularla doldu. Kitap kokuları... En az denizin havaya karışan kokusunun verdiği huzur, yağmurun toprakla birleşip etrafa yaydığı toprak kokusu kadar muazzamdı. Derin nefesleri ciğerlerime zevkle kabul ederken, burnuma dolan kitap kokularını içime hapsetmek istedim.

 

"Hoş geldiniz çocuklar."

 

Sesiyle bakışlarımız ileride duran masayı bulduğunda masada oturan altmış yaşlarında bir amca dikkatimi çekmişti. Anlaşılan bu huzurun aydınlattığı sahaf dükkanı, karşımızdaki güler yüzlü amcaya aitti.

 

"Hoş bulduk abiciğim hayırlı işler."

 

Söze ilk giren Doruk olmuştu.

 

"Sağ ol evladım. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

 

Bu kez bir adım öne çıkan ben oldum ve en samimi gülümsememi takınarak dudaklarımı araladım.

 

"Aslına bakarsanız yardımcı olamak isteyen benim. Yani... Aradığınız yardımcı ben olmak istiyorum. Camda asılı ilan konusunda fikriniz değişmedi öyle değil mi?"

 

İsmini bilmediğim amca gülümseyerek başını salladı ve oturmam için masasının önündeki koltuklardan birini işaret etti.

 

"Otur bakalım kızım. Önce bir tanışalım gerisi kolay."

 

Başımı sallayarak amcanın gösterdiği yere bedenimi bıraktım ve ardından karşımdaki koltuğa oturan Doruk'un üzerinde gözlerim birkaç saniye oyalandı.

 

"Bak evladım, bu sahaf benim her şeyim. Bu sahaf benim hayatımın aşkı olan kadının tek hayali. O yüzden bendeki yeri apayrı. Yarımcı arıyorum çünkü görüyorsunuz, epey yaşlandım ve artık rafları düzenlemek bile güç geliyor. Diyeceğim o ki güzel kızım, sen bu sahafa gözün gibi bak benim için kafi. Senden çok birşey istemem. Haftada üç dört gün gelip raflarımı toparlasan müşterilerle ilgilensen yeterli. Kabul ediyorsan eğer maaş işini konuşabiliriz."

 

"Kabul ediyorum."

 

***

 

"Ali amca hani dedin ya bu sahaf benim her şeyim diye. Bu kızda benim her şeyim. Bunu aklından çıkartma olur mu? Hadi hayırlı işler."

 

Sahaftan ayrılmadan önce Doruk'un dudaklarından dökülen son cümle bu olmuştu.

 

İşe alınmıştım! Doruk pek memnun olmadıysa da ben halimden gayet memnun ve bulduğum işin huzuruyla oldukça mutluydum. Artık o kapısından girdiğim an burnuma dolan kitap kokuları her saniye burnumdan ciğerlerime ulaşacaktı! Yani kısmen... Şöyle ki Ali amcanın dediği şekilde haftanın üç günü, pazartesi - Çarşamba - Cuma okuldan çıktıktan sonra iş başı yapacaktım. Günlerim belliydi ve parası da az değildi. En azından faturalarımızı ödeyebilecek ve karnımızı doyurmaya yetecek kadar alışveriş yapabilecektik. Doruk'un sıkıntıyla nefesini vermesi, sabrımı taşıran son hareket olmuştu zira yanımda yürürken yüzü öyle asıktı ki sanırsınız dipsiz kuyularla düşmüştü! Halbuki benim mutluluğum onu da mutlu etmeliydi. Sıkıntıyla sokağın ortasında olduğum yerde durdum ve bedenimi Doruk'a doğru döndürdüm.

 

"Yetmedi mi? Bak adamla kaç saattir konuşuyorsun Doruk hala içine sinmeyen ne? Hem görmüyor musun ne kadar mutluyum? Biraz benimle mutlu olmayı deneyemez misin?"

 

"Ya güzelim neden anlamak istemiyorsun? Yanımda olmadığın her saniye aklım sende kalıyorken bir de iş çıkarttın başıma. Of Gökçe of-"

 

Doruk'un dudaklarına aniden kapandığımda yüzündeki afallamışlığı göstermenin bir yolu olmasını dilerdim!

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Doruk dudaklarımızı ayırırken nefes nefese kalmıştı.

 

"Seni susturuyorum."

 

Dediğimde dudaklarımda muzip bir gülümseme yer etmişti.

 

"Anasını satayım aklımı başımdan alıyorsun ben sana nasıl hayır diyeyim be kızım."

 

Gülümseyerek bir kez daha Doruk'un dudaklarına kapandığımda bu kez afallamışlığı bir kenara bırakıp kollarıyla belimi sararak dudaklarıma istekle karşılık verdi.

 

"Öhö öhö!"

 

Taki tanıdık öksürük sesi kulaklarımıza dolana kadar...

 

"Aile var kardeşim hayırdır sokak ortasında?"

 

Doruk... Doruk'un yüzü adeta kıpkırmızı olmuş ve gözleri sıkıca kapanmıştı. Biraz önce keyifle dudaklarımı öpen adam kaybolmuş ve saniyeler içinde saldırıya hazır bir boğaya dönüşmüştü. Zira burnundan verdiği nefesler ve kıpkırmızı olmuş yüzü onu her halükarda ele veriyordu.

 

"Koray... Öldüreceğim seni koray."

 

Doruk bizimle eğlenmekten keyif aldığı her halinden belli olan Koray'a döndüğünde Koray'ın eğlenen yüzü ani bir duygu değişimine uğramış ve gözleri büyümüştü. Koray'ın adem elması hareketlendiğinde yutkunduğunu fark ederek gülümsememi bastırabilmek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ah kahkaha atmadan nasıl duracaktım inanın bilmiyordum!

 

"Eceline mi susadın oğlum sen! Bir öptürmedin şu kızı amına koyayım! Ne yapıyorsun kokumuzu mu alıyorsun? Siktir git elimde kalacaksın."

 

"Daha ne öpeceksin öküz geldiğimde yiyordun kızı yolun ortasında."

 

"Koray!"

 

"Aman sustum! Manyak herif azmış gündüz vakti."

 

"Lan!"

 

Koray ve Doruk'un atışmasını izlemek şu hayatta keyif aldığım sayılı şeylerdendi. Merakla Doruk'un sabrının taşmasını beklerken tam da tahmin ettiğim gibi Koray'ın yakalarına yapışan Doruk, bana istediğim seyir keyfini vermişti.

 

"çocuk musunuz siz? Doruk bıraksana çocuğu! Doruk!"

 

Onları ayırmaya çalışırken bir yandan da kahkaha atmayı sürdürüyordum. Uzun zamandır ilk defa böylesine neşelenmiş ve doyasıya gülmüştüm. Bazen öyle zamanlarınız olurdu ki kısacık bir kahkaha atmak bile şaşırtırdı sizi. Sesiniz bile kulaklarınıza yabancı kalırdı. Öyle alışmış olurdunuz ki hıçkırıklara, kahkahalar imkansız gelirdi kulaklarınıza. Afallatırdı size uzun zaman sonra uğrayan gülümsemeler. Şaşırtırdı unutulup giden gözyaşları. Dudaklarınız açık izlerdiniz dümdüz bir duvarı ve düşünürdünüz. Göz yaşlarım mı tükendi yoksa ruhum ağlamayı red mi ediyor tüm gücüyle? Gülümsemelerim mi çoğaldı yoksa hayat aldıklarını geri mi veriyor misliyle? Düşünür dururdunuz baktığınız dümdüz duvara takılı kalırken. Onlar sizin bomboş bir duvarı seyrettiğinizi zannederdi fakat siz ruhunuzun yansımasını seyrederdiniz. Onlar bilmezdi, deli derlerdi boş bakışlarını duvarda gezdiren size. Halbuki bilmezlerdi, o duvarda sizin gördüklerinizi bilmez, anlamazlardı. Yitip giden Umutları, kaybolmuş kahkahaları, izi kalmış gözyaşlarını onlar göremezdi. Acı çekilirdi fakat dışarıdan görünmezdi. Acı çekemeyenler, biz acı çekenlere her zaman deli derdi zira bizler o duvarda ruhumuzu, tüm hayatımızı izleyebilirdik. Çünkü biz acı çekenlerdik ve acıyı yalnızca çekenler tanırdı.

 

"Düşün önüme eve gidiyoruz!"

 

"Kahramanım kızıl goncam!"

 

Koray yanıma gelip kolunu omzuma atarken ardımızdan bakan Doruk'un gülümsediğine yemin edebilirdim. Kalbini bilirdim ben onun. Dışarıya bir türlü göstermediği kocaman kalbini avucumun içi gibi bilirdim. Onun kalbi dibi görünen deniz gibiydi. Berraktı, tertemizdi. Suyu şefkatliydi, dipte ayağınızı kesecek taşlar yoktu yumuşacık kum taneleri vardı...

 

"Hayırlı olsun kızıl gonca!"

 

Koray'a bugünü her detayıyla anlattığımda iş hakkında sorduğu birkaç sorunun üzerine hayırlı olsun diyerek gülümsemişti.

 

"Sağ ol Koray! Öyle işte... Hadi siz geçin bende bir makarna suyu koyayım."

 

"Dikkat et."

 

Doruk'un cümlesi göz devirmeme sebep olurken Koray'ın alaylı sesi kulaklarıma doldu.

 

"Ulan kız ocağa su koyacak neye dikkat etsin? İyice delirmişsin oğlum sen. Kontrol manyağı olup çıktın başımıza."

 

"Çok konuşma."

 

"Eyvallah!"

 

Koray ve Doruk atışmayı sürdürürken onları bir kenara bırakıp yeni bir makarna yapmak üzere ocağa su koydum. Yarın işe başlayacak olmam hepimizin avantajına olacaktı zira biraz daha makarna yersek içimizde bir makarna ağacının çıkmasına engel olamayacaktık. Cebimdeki telefon titrerken bir an için gözlerim telefonuma kaydı. Beklemeden gözlerimi ekrana çevirdiğimde gelen bildirimle kaşlarım hafifçe çatıldı. Bildirim İlayda dan geliyordu. Kaşlarım mesajın her kelimesiyle biraz daha çatılırken mutfak tezgahına zorlukla tutundum.

 

İlayda: Merhaba Gökçe. Biraz garip oldu farkındayım ama sana veda etmeden gidemezdim. Hoş, benimkine gitmek denmez ya benimki olsa olsa cehennemin dibini boylamak olacaktır hiç şüphem yok. Sana beni affet demeyeceğim yalnızca seni çok sevdiğimi bilmeni isterim. Bir hata yaptım Gökçe ve herkes hatasının bedelini öder. Ben de ödedim inan bana. Arda sana yaptığının kat kat fazlasını bana yaptı ve emin ol bu benim için bir yıkımdı. Arda'nın sana yaptıkları seni sarstı ama beni yıktı geçti Gökçe. Çünkü ben Arda'ya aşıktım... Senin aksine çok aşıktım. Ben ona onsuz yaşayamayacağım kadar çok aşıktım Gökçe. Beni anlamanı beklemiyorum ama anlamaya çalışabilirsin... ah çok uzattım değil mi? Beni affetme Gökçe. Beni sakın affetme çünkü ben kendimi affedemedim. Hoşça kal. Seni hep sevdim, çok sevdim... Kendine iyi bak.

 

Sol gözümden bir damla yaş düşüp ekranı ıslatırken korku tüm bedenimi kasıp kavurmuştu. Hızla rehbere girip İlayda'yı aradığımda telefonun diğer ucundan kulaklarıma ulaşan dııt sesi tüm bedenimi titretmişti.

 

"Allah kahretsin..."

 

Fısıltım boş duvarların arasında dönüp dururken bu kez güç bela rehberde Arda'yı buldum ve hızla çaldırmaya başladım.

 

"Gökçe?"

 

Telefon ikinci çalışında açılırken bir elimi şiddetle saçlarıma daldırdım ve nefes nefese kalmış bir halde dudaklarımı araladım.

 

"Arda İlayda nerede?"

 

"Ne? Beni bunun için mi aradın?"

 

"Arda İlayda nerede dedim?! Bana veda mesajı gibi saçma sapan bir şey atmış. Ulaşamıyorum nerede bu kız?"

 

"O sürtük umrumda değil Gökçe.Bir daha beni onun için rahatsız etme-"

 

"Siktir git Arda!"

 

Telefonu kapatıp hızla cebime koyduğumda mutfaktan neredeyse koşarak dışarıya fırladım. Doruk ani çıkışımla panikle ayaklanırken nereden nasıl başlayacağımı bilemeden derin bir nefes aldım.

 

"İlayda. Bana saçma sapan bir mesaj atmış! Doruk gitmemiz lazım."

 

"Tamam önce sakin ol sorun ne?"

 

"Veda mesajı gibi bir mesajdı. Cehennemin dibine gitmekten falan bahsetmiş Doruk kaybedecek vaktimiz yok hemen gitmeliyiz!"

 

"Tamam giy montunu hadi! Koray kardeşim sen bekle burada. Ayrılma bir yere."

 

Koray'da ayaklandığında başımı hışımla iki yana salladım.

 

"Doruk haklı Koray lütfen burada kal."

 

"Pekala bir şey lazım olursa arayın o zaman."

 

"Eyvallah."

 

Doruk'la dışarıya aniden fırladığımızda ilk durağımız motor olmuştu. Motora nasıl bindiğimizi yada Doruk'a İlayda'nın evini nasıl tarif ettiğimi bilmiyordum. Korku tüm bedenime, zihnime ilmek ilmek işlemiş gibiydi. İlayda... Ölmesinden öyle korkuyordum ki. Aptal kız... Onun ölmesini normal karşılayacağımı zannediyordu. Belki de mutlu olacağımı kuruyordu hastalıklı kafasında. Halbuki o zaten ölmüştü. Benim için o zaten bir ölüden farksızdı ve bu kadarı kafiydi. Daha fazla ölüm, daha fazla toprak istemiyordum. Bir zamanlar dostluğuyla ruhumu sarmalayan düşmanımın şimdi bir toprak olmasını istemiyordum.

 

Motor durduğu an üzerinden hızla indiğimde ezbere bildiğim şekilde buz gibi havayı umursamadan kapıya koşturdum ve hızla çalmaya başladım. Tam tahmin ettiğim gibi! Kimse yoktu. Hiç kimse yoktu... Kapıyı ne kadar süre yumrukladım bilmiyordum fakat üst kattan gelen sesle kapıdan uzaklaşıp koşar adım evin karşısında durdum. Onunla göz göze gelene kadar gayet sakin olsam da en üst katın camından ayaklarını sarkıtarak oturmuş bir vaziyette olan İlayda tüm sakinliğimi silip süpürmüştü.

 

"İlayda!"

 

Diye bağırdığımda bakışları gözlerimi buldu ve o an öyle bir dumur oldu ki gözlerindeki şaşkınlık emareleri aramızdaki birkaç kata rağmen gözlerimin hedefi olmuştu.

 

"Ne yapıyorsun sen gerizekalı?!"

 

Diye bağırdığımda İlayda başını iki yana salladı.

 

"Git buradan Gökçe! Git! Gidin! Herkes gitsin! Ah pardon zaten gitmiştiniz öyle değil mi? Baksana! Kocaman evde yapayalnızım! Annem ve çok sevgili cici babam upuzun bir tatile çıktılar! Upuzun diyorum çünkü üç aydır yoklar... Tek yalnız sen değilsin! Tek masum sen değilsin Gökçe! Ama yok! Sen prensessin! Ben kötü kızım değil mi! Asıl kötü hep ben oldum zaten! Neden biliyor musun? Çünkü ben senin gibi ağlayıp sızlamadım. Ben cesurca aşkımın peşinden gittim. Sen ne yaptın? Bir köşede sürekli sümsük sümsük ağlayıp durdun! Tıpkı bir bebek gibi sızlanıp durdun ömrün boyunca! Göktuğ ve Arda etrafında dört döndü ama Gökçe hanımı bir türlü memnun edemediler-"

 

"Kes sesini aptal! Sen mi cesursun? Güldürme beni İlayda! Asıl cesaret ne biliyor musun? Asıl cesaret beş parasız ortada kaldığın halde, tüm hayatını, aileni kaybettiğin halde yaşamak demek! Senin benim yaşadıklarımın zerresinden haberin yok be! Sen kuş tüyü yatağından çıkıp baktın mı hiç etrafına? O gözündeki at gözlüğünden kurtulup hiç seyrettin mi etrafı? Cesaretmiş! Cesursun ha? Bir şerefsiz yüzünden kendini öldürmek cesaret demekse çok cesursun İlayda! Yaşamaktan korkacak kadar cesursun evet! Ne halt edersen et!

 

Arkamı döndüm ve titreyen bedenime rağmen birkaç adın attım. Ta ki İlayda'nın dudaklarından dökülen o cümleye kadar.

 

"Hamileyim! Arda o yüzden ayrıldı benden!"

 

Şaşkınlığımın sebebini düşünemeyecek kadar fazla şaşkındım. Gözlerimi kapattığımda hiç açılmamasını dilerdim fakat açıldılar.

 

"Ben kendimi değil onu öldüreceğim anladın mı? O ölecek ve Arda yeniden beni sevecek! Ha olurda bende ölürsem varsın öleyim! Onu kazanmak için kendimi kaybetmeyi göze alıyorum ben!"

 

"Aptal!" Diye adeta kükreyerek tüm sinirimi boşaltmak üzere yeniden İlayda'ya döndüm.

 

"Aptal! Evet ya İlayda! Sen kötüsün! Bu hikayedeki kötü sensin ve İlayda sen sevilmemeye mahkumsun! Sen katilsin! Sen kendi bebeğinin katili olacak kadar iğrenç bir insansın! Değil Arda seni bu saatten sonra sen bile sevemeyeceksin!"

 

İlayda başını iki yana sallarken sanki beni değilde kendini ikna etmeye çalışır gibi bir hali vardı.

 

"Ben yalnızca Arda'yı istiyorum tamam mı? Karnımdaki aptal baş belası umrumda bile değil. Yeterki yanımda Arda olsun. Sen ne anlarsın aşık olmaktan! Sen aşkın için parmağını oynatmazsın ama ben hayatımı bile yerinden oynatırım Gökçe!"

 

Başımı iki yana sallarken gözlerimden akan yaşlara mani olamıyorum.

 

"Aşk hayatını yerinden oynatmaz İlayda! Gerçek aşk hayatını yerine oturtturur! Raydan çıkmış hayatını rayına sokar! Aşk kalbe uğramaz, aşk orada yaşar! Sizin dediğiniz aşk değil saplantı! Kafanda kurmuşsun, çıkmışsın cama atlayacağım diyorsun! Aptal mısın kızım sen? Sen gebersen Arda'nın umrunda olacak mı sanıyorsun?"

 

"O-Olacak! Olmak zorunda! Ben onsuz yaşayamam, o da bensiz!"

 

"O sensiz yaşar! O seni iki gün sonra unutur! Öyle bir unutur ki aklına bile gelmezsin! Adını bile anmaz!"

 

İlayda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında gözlerimi sıkıca kapattım. Herkesin kendiyle bir sınavı vardı. Kimi ailesiyle, kimi aşkıyla, kimiyse hayatıyla sınav veriyordu. Her sınav birbirinden zor birbirinden acımasızdı. Öyleki kağıt üstündeki sınavlara benzemezdi. Bilmediğiniz soruyu geçip en son dönemezdiniz. Ya o soruyu cevaplayacaktınız ya da belirsizliklerin kurbanı olacaktınız. Yaşamak başlı başına bir sınavdı. Sınavdan geçen yaşardı kalansa yalnızca hayatta kalırdı...

 

"Kes ağlamayı! Aç kapıyı yanına geleceğim."

 

İlayda birkaç dakika sonra yıkık dökük bir halde camın önünden ayrıldığında kapıyı açmasını sabırla bekledim. Kapıya adımladığımdaysa önce hafifçe aralandığını işittim. Ardından İlayda'nın darmadağınık bedeni gözlerimle buluştu. İlayda'yı gördüğüm an kendimden beklemediğim bir hamleyle sağ elim İlayda'nın yanağına şiddetle indi ve aramızda yalnızca attığım tokatın sesi yankılandı. Attığım bu tokat onu hıçkırıklara boğrarken hızla kollarımı İlayda'nın bedenine sardım ve parmaklarımı siyah saçlarında gezdirmeye başladım.

 

"Gerizekalı..."

 

Diye mırıldandığımda göz yaşlarıma mani olamıyordum.

 

"Asıl sen gerizekalısın. Sana ihanet etmiş birini ölümden döndürüp sarılacak kadar gerizekalısın."

 

Burnumdan verdiğim nefesle hafifçe güldüm, haklıydı nede olsa. Gerçek gerizekalı ben olmalıydım. Düşmanıma sarılacak kadar kafayı yemiştim.

 

"Haklılık payın var."

 

"Her zaman vardır..."

 

İlayda'yla bedenlerimizi ayırdığımızda bizi uzaktan seyreden Doruk her saniye farklı bir yüz ifadesine bürünüyor ve şekilden şekle giriyordu. İlayda'yla yaptığım uzun soluklu konuşmada Doruk'un suratı tabii gözümden kaçmamıştı. Bakışlarım Doruk'a dönerken gülümseyerek dudaklarımı araladım.

 

"Sen git ben bu gece burada kalsam iyi olacak."

 

Demiştim düşüncelerim arasında. Yalnızca bu gece bana ihanet eden, bir zamanlar en yakın arkadaşım olan şimdiyse paramparça olmuş arkadaşımı toplayacak ve ertesi gün hayatında yeniden var olmamışım gibi yok olup gidecektim.

 

İhanetin affı olmazdı fakat ölümün de telafisi olmayacağını öğreneli çok oluyordu. Bırakamamıştım işte. Beni ihanetiyle başbaşa bırakan kızı ölümün soğuk duvarları arasında yalnız bırakamamıştım.

 

Bazı insanlar olurdu hayatlarımıza girip çıkan. İyi günümüzde yanınızda görmek istemediğiniz fakat kötü gününde yalnız bırakmaya içinizin el vermediği insanlar illa var olurdu hayatınızda. Şimdi yoksa da olacaktı. Belki de çok yakınınızdan biri olacaktı bu kişi. Bir zamanlar göz yaşlarınızda parmaklarını gezdiren kişi olacaktı. Yüzünüz asıkken sizi güldürmek için çabalayan biri olacaktı. Sonra o kişi hayatınızdaki yerini kendi elleriyle seçecekti. Hayatınız bir sahneydi. Binlerce koltuk vardı ve herkes hak ettiği yeri kendi seçerdi. İlayda benim sahnemde ihanet koltuğuna kurulmuştu ve şimdi bana ihtiyacı olan eski dostumun yanında kaldığım için onun sahnesindeki kötü gün dostu koltuğuna hiç düşünmeden bedenimi bırakmıştım.

 

Belki iyi bir insan olduğumdandı belki de bir aptal olduğumdan. Fakat inanın düşünecek vaktim olmamıştı. Ne kadar iyi bir insandım ya da ne denli kötü bir insandım bilmiyordum. Tek bildiğim bana her ne yapmış olursa olsun eskiden ellerimden tutan dostumu ölüme terk edemediğimdi. Yapamadım işte. Onun ihanetinin altında ruhum ezilirken onun yalnızlığı altında ezilmesine izin veremedim. Belki bugünden sonra bir daha onu görmeyecektim ancak yaşadığını bilecektim. Uzaktan uzağa yaşadığını bilmem yakınımda yaşamasından daha iyiydi anlamıştım. Fakat yaşasındı. Uzakta ya da yakında bir şekilde nefes alsındı zira hayat benden çok fazla nefes çalmıştı ve fazlasını çalmasına izin vermeyecektim... Az önce söylediğim gibi, ihanetin affı olmazdı fakat ölümün de telafisi olmadığını öğreneli epey oluyordu. Sizde unutmayın, ihanetin affı olmazdı, ölümün telafisi olmayacağı gibi...

 

BÖLÜM SONU

_______________________________

 

Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨

 

WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e

 

Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙

 

TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0

 

✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨

 

DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%