@peteichor_
|
Yaşadığımız her felaketin, her mutluluğun bir başlangıcı olduğu gibi bitişlerin de başlangıcı pekala olurdu. Hayattaki her şey bir başlangıca gebeydi. Bitişler bile... 1.BÖLÜM: BİR BİTİŞİN BAŞLANGICI Gökçe Bal Hazer Bugüne kadar adım kimse için bir anlam ifade edecek kadar değerli olmadım. Kimse adımı duyduğunda gülümsemedi şimdiye kadar. Kimsenin adımı duyunca heyecandan kalbi teklemedi. Gözleri anlamla parlamadı. Ailemin bile... Evet ailemin. Annem misal, adımı yalnızca uyarıları için kullanan annem... "Gökçe sen kilo mu aldın?" "Gökçe çillerini kapatmamışsın kızım." "Gökçe sınavlarından düşük almadın değil mi?" "Gökçe resim yarışmasında neden ikinci oldun?" "Sen mükemmel olmalısın Gökçe." "Soyadına layık ol Gökçe..." Ve daha niceleri... Alışmışlık mıydı canımı yakmayan yoksa gösterilmeyen sevgiye karşı duymadığım özlem miydi habersizdim. Bilirsiniz, tatmadığınız bir şeyi özleyemezdiniz. Hiç varlığı olmayan bir duygunun yokluğunu hissedebilir miydiniz? Ah kesinlikle hayır! Bir şeyin yokluğunu hissedebilmek için önce varlığıyla tanışmak gerekirdi. Ben annemin bana verdiğini söylediği kucak dolusu sevgiyle bir kez olsun tanışmamıştım. Babam mı? O çok daha farklı tabii! Doğru düzgün bir iletişimimiz bile yoktu onunla. Daha doğrusu babam işi dışında herhangi biriyle iletişim kurmaya açık bir adam değildi. Onun sevgi dili cebindeki para, limitsiz kredi kartlarıydı. Bilmediği şuydu ki sevgi parayla satın alınmazdı... "Bal kız hazır mısın?" Ve o ses... Onun sesi. Sevgili ailemin tüm sevgi yükünü sırtlanan ve bana kalbindeki sevgiyi kırıntısına kadar hissettiren biricik ağabeyim. Göktuğ... Beni kalbine saklayan, adımla gözleri parlayan ağabeyim. Her şeyin kusursuz sayıldığı hayatımın kusursuz tek detayıydı Göktuğ. O bana bu hayatta verilebilecek en değerli hediyeydi. Onun varlığı benim için bir lütuftu... O her şeyde en iyi olmamı istemezdi, benim her şeyde iyi hissetmemi isterdi. Zayıf olmamı önemsemez tok olmamı önemserdi. Ağladığımda alışverişe götürmez, kollarıyla sıkıca bedenimi sarmalar ve sevgisiyle göz yaşlarımı silerdi. O cebiyle değil kalbiyle benim tek ailemdi... Dudaklarım sesiyle sevgiyle iki yana kıvrılırken kapıya döndü bakışlarım. "Hazırım!" Odamın kapısı hafifçe aralanırken Göktuğ benden farksız olan turuncu saçlarını karıştırarak içeriye adımladı ve aynanın karşısındaki bedenimin arkasına geçti. Oturduğum sandalyenin arkasında ayakta dururken aynadaki bedenlerimiz birbirine gülümsüyordu. "Çok güzel olmuşsun Bal kız... Herkes aşağıda seni bekliyor birlikte inelim mi?" "Bunu yapmak zorunda mıydık sahi?" Göktuğ yanaklarını şişirerek dudaklarını hafif kabarık saçlarıma bastırdı. "Gökçe beni kızdırma ağabeyciğim. Herkes senin için geldi ve bu kutlanmaya değer. Sen doğmasaydın huysuz ağabeyin ne yapardı düşündün mü?" 16 Ağustos... Doğum günüm. Mutlaka kutlanılan doğum günüm! Bir gün için herkes tarafından sevgi gördüğüm yegane bir gün. Annemden bile... Bugün on yedi yaşıma bastığım ilk günümdü. On yedi... On altı yıllık hayatım, babamın serveti içinde, annemin bana seçtiği arkadaşlarım içinde geçmişti. Geçirdiğim koskoca on altı sene...Ne yapmıştım koskoca on altı sene? Annem için alabildiğim en yüksek notları almak dışında. Ya da her şeyde en başarılı olmaya çalışmak dışında... Bir hiç. Evet koca bir hiç! Kendimi on altı yıldır yalnızca annemin oynattığı bir kukla olarak görmüştüm. En başarılı her zaman ben olmalıydım. En zengin ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık yapmaya mecburdum. Çirkin görünme, kilo alma şansım kesinlikle yoktu. Mükemmel olmak. On altı yıldır yaptığım tek şey mükemmel olmaya çalışmaktı. Ah kesinlikle kutlanmaya değerdi! Sonuçta mükemmel olmamı gerektiren bir yıla daha adım atmıştım öyle değil mi? "Hadi bakalım güzellik iniyoruz." Göktuğ'un koluna girdiğimde kendimi gülümsemeye oldukça fazla zorlamıştım. Üzerimde kırmızı, diz kapaklarımın üzerinde bir elbise vardı. Saçlarım ortalamanın üzerinde bir uzunluktaydı. Turuncu hafif kıvırcık saçlarım sırtımdan dökülüyordu. Yüzüme sürdüğüm onlarca kapatıcı sayesinde çillerimden eser yoktu. Kısacası tam da annemin istediği gibi görünüyordum. Merdivenleri adım adım indik ve bizi bekleyen topluluğa karışmak üzere salona doğru ilerledik. "Güzel kızım?" Annem, büyük bir coşkuyla oturduğu koltuktan kalkarak yanıma ulaştı ve hızla kollarını bedenime sardı. "Çok güzel görünüyorsun tatlım. İçine korse giymiştin değil mi?" Annemin kulaklarıma dolan fısıltısıyla kollarım annemin bedenine sarılıyken yapay bir gülümsemeyle başımı salladım. Annemle bedenlerimiz ayrılırken yüzümü elleri arasına alarak gülümseyerek seyretti. "Çok eğlenin güzelim. Seni seviyorum iyi ki doğdun." İyi ki anne... İyi ki... Gülümsedim. En azından denedim. "Bende seni seviyorum anne." Sesim sonlara doğru kısılırken annemin yanında beliren babam annemden kopan bedenime hızla kollarını sardı. "Babaya öpücük yok mu?" Babamın yanaklarına dudaklarımı bastırdım. Babam saçlarımda ellerini gezdirirken keşkeler zihnimi adeta kovaladı. Keşke baba. Keşke parmakların her zaman gezse saçlarımda. Kimse yokken, doğum günüm değilken... Sıradan bir günde yanıma gelsen ve babaya öpücük yok mu desen parlayan gözlerinle. Ağladığımda cüzdanına değil sana sarılmamı istesen. Keşke baba, keşke... Babamdan ayrıldığımda iki yanımda bedenimin yanında biten arkadaşlarıma gülümsedim. İlayda ve Simay... Çocukluk arkadaşlarım. Daha doğrusu tek arkadaşlarım. "E hadi artık doğum günü kızı bir an önce çıkalım." "Kızlar müsaade eder misiniz?" Arda... beş ayı doldurduğum erkek arkadaşım. Tabii dahası var. Babamın ortağı, Aydın amcanın biricik varisi, Arda Demir. Aşkı tatmamış, tanımamış kalbim Arda'nın varlığıyla ısınmaya çalışıyordu. Buzdan kalbim erimese de ısınmak için direniyordu. Çünkü zorundaydı. Kalbim Arda'nın sevgisiyle erimek zorundaydı. Bedenim nasıl ki bana ait değildi, ruhum ve kalbimde benimle değildi. Aidiyet... İnsan kendine bile ait olamazken bir yere ait olabilir miydi? Hiç sanmam. Arda'nın uzattığı eline elimi bırakırken bedenim tamamen bir ezberle hareket ediyor gibiydi. Kafamın içinde bir ses her an beni kontol ediyordu. Simay çoktan kolumdan ayrılmışken İlayda'da istemeye istemeye çekmişti elini kolumdan. Annem ve babama son kez bir bakış attıktan sonra İlayda, Simay, Göktuğ hep birlikte büyük malikanemizden ayrılmıştık. Göktuğ Range Rover arabasının sürücü koltuğuna oturdu ve hepimizin yerleşmesini bekledi. Arda beklemeden Göktuğ'un sağ koltuğuna oturduğunda kızlarla arka koltuğa yerleşmiştik. Arabanın içini dolduran müzik ve kahkahalara karşın gözlerim cama çevrilmişti. Hep böyleydim nasılsa. Suskun. ah hayır susmaya mahkum edilmiş. Fikirlerim o kadar önemsizdi ki herkes için, bende susmakta bulmuştum çareyi. Ne vardı ki sussam? Hiç sesini çıkartmamış bir insanın susması neden etkilesindi sizi? Varsın sussundu. Zaten sesini bilmiyordunuz... Göktuğ'un bana hitaben çıkan sesiyle gözlerim kısa bir anlığına camdan ayrılıp sürücü koltuğundaki Göktuğ'da durdu. "Annemler bu gece evde yoklarmış güzelim annem sana da söylememi istedi." Başımı salladım. Bilmemi önemseseydi korse takıp takmadığımı sormak yerine bu gece eve gelmeyeceklerini söyleyebilirdi. Ah Göktuğ! Annem bana söylemesini söylemese bile mutlaka söylerdi. İnsan yerine koyulma hissi... Göktuğ'un benimle tanıştırdığı sayısız histen sadece biri. Arabanın durduğu hissettiğimde dışarıdaki karanlığa rağmen etrafıma baktım. Yatların olduğu bir sahil kenarına gelmiştik. Annem doğum günüm için bir yat partisini uygun görmüştü. Ah evet, annem... Arabadan ayrıldığımızda oldukça fazla ses sistemi kurulmuş ve ışıklandırılmış yatın içinde bir kalabalık bizi karşılamıştı. Hepsi kalabalıktan ibaret olan ve kesinlikle hiç birini tanımadığım topluluğa döndüm. Çoğu, parti var dediler geldik modunda dans ediyor ve yarınlar yokmuşçasına içiyorlardı. Ah harika bir gece olacaktı! Kesinlikle... Yata ulaşır ulaşmaz büyük bir gürültü kulaklarıma şiddetle dolmuş yüzümü ekşitmeme sebep olmuştu. "Birazdan açılacağız sevgilim hadi geçelim." Başımı salladım. Arda tuttuğu elimi yatın ön tarafına doğru çekiştirirken adımlarına karşılık adımlarımla takip ettim. Gecenin ilerleyen saatlerinde daire olmuş topluluğun arasına getirilen iki katlı pasta ve herkesin dudaklarından dökülen "iyi ki doğdun Gökçe" nidalarıyla bir yanımda Göktuğ, bir yanımda Arda pastanın yanında durdum. Adımı henüz yeni öğrenen topluluğun iyi ki doğduğumu söylemesi traji komik olsa da umursamadım. Alışmıştım nasılsa. Gözlerim yavaşça kapanırken önümde sönmemeye direnen mumları üflemeden hemen önce her doğum günümde dilediğim dileği bir kez daha diledim. "Koşulsuz sevgi...." Başka bir isteğim yoktu zira bugüne kadar koşulsuz sevgiyi tatmak haddim olmamıştı. Zor bulunurdu koşulsuz sevgi. Kimi zaman kendimizi bile nedensiz sevmezdik. Nedenler varsa sevgi yoktu benim için. Bir sevgi nedensiz olduğunda sevgiydi... İç sesim dileğimi kahkahalarıyla karşıladı. Gökçe Bal Hazer, sen ailen tarafından bile koşulsuz sevilmemişken kim neden seni koşulsuz sevsindi ki? Komik olma Gökçe, komik olma... Hem unuttun mu annen hep ne der? İnsanlar başarıyı, parayı ve güzelliği sever güzel kızım. Başarılı ol, güzel ol ki herkes seni sevsin... *** Dans ettiğimiz ve denizin orta kısımlarına açılarak partiyi sürdürdüğümüz bir gece akıp giderken Arda'yla yatın arka tarafına, önüne hitafen daha sessiz kısmına ulaşmış denizi izliyorduk. "Benden uzak duruyorsun." Arda'nın sesiyle omuz silkim. Ben kendimden bile uzak duruyorum Arda... "Herkesten uzak duruyorum." Demiştim kısılan sesimle. Arda iki elimi de elleri arasına alıp yüzüme doğru eğildi. "Ben herkes değilim. Senin sevgilinim..." "Arda..." Arda dudaklarını dudaklarıma yaklaştırmaya başladığında gerilen vücudumu geri çekmek üzereyken bir şey oldu. Bir ses... Ve sesi kovalayan birkaç çığlık. Sesler biraz ilerimizden gelirken Arda'yla telaşla sesleri takip ettik. Gördüğüm görüntü bedenimin telaştan buz kesmesine sebep oldu. İlayda denizde çırpınıyor Göktuğ ise atlamaya hazırlanıyordu. ta ki Arda kimseyi umursamadan denize atlayana kadar... Büyümüş gözlerle arkadaşımı telaşla denizden çıkartan sevgilimi izlemeye başladım. Arda hiç beklemeden İlayda'yı yere yatırıp göğsünü dinlemeye başladığı sırada bir anda dudaklarını İlayda'nın dudaklarına bastırarak suniteneffüs yapmaya başladı. Arda çok... Telaşlı? Kesinlikle telaşlı görünüyordu. korkumu şaşkınlığım bir şekilde örterken gözlerini açan İlayda'nın kollarını hızla Arda'ya sarmasını izledim. İkisi telaşla ve nefes nefese birbirlerine sarılırlarken tek yaptığım onları izlemekti. İç sesimin saçmalıklarına gözlerimi şiddetle devirdim. Saçmalama Gökçe! Arda yalnızca iyi bir insan. Kim olsa böyle yapardı ne de olsa. Yani öyle yapardı değil mi? Ah! Ne saçmalıyordum ben? Bir yanda çocukluk arkadaşım bir yanda sevgilim mümkün değildi! Başımı şiddetle iki yana sallayıp hala sarılan İlayda ve Arda'nın yanında diz çöktüm. "İlayda! İyisin değil mi?" İlayda sesimi duyar duymaz Arda'dan ayrılırken başını hızla salladı. İlayda ve Arda tir tir titriyordu. Hızla Göktuğ 'ya döndüm. "Göktuğ geri dönebilir miyiz?" "T-Tamam..." Göktuğ dumur olmuşçasına Arda ve İlayda da gözlerini gezdirirken kendine gelmeye çalışırcasına başını iki yana sallayarak yanımızdan ayrıldı. Nasıl geçtiğini anlamadığım iki saatin sonunda bir şekilde arabada eve dönmek üzere boş yolları takip ediyorduk. Herkesini evine bırakmış sıra kendi evimize dönmeye gelmişti. Göktuğ oldukça durgunlaşmıştı. "Göktuğ sorun ne?" "Bir şey yok Bal kız." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bir şey olduysa da şimdi söylemeyeceği çok açıktı. Eve gelişimiz, üzerimizi değiştirmemiz bir saati bulurken saat sabahın dördüne yaklaşmıştı. Hazır bir halde yatağıma girmek üzereydim. İç sesim sonunda derken tamamen katılırcasına yanaklarımı şişirdim. Zor bir geceydi. Olabilceği en zoru... Kaldırdığım yorganın içine girmek üzereydim. Ta ki kapı kırılırcasına çalınana kadar. Odamın kapısından telaşla çıktığımda Göktuğ'la göz göz gelmemiz bir oldu. İkimiz birden koşarcasına merdivenlerden inerek kapıya ulaştık. Kapıdaki yüzler kesinlikle beklemediğimiz yüzlerdi. Polisler... Bize bakıyorlardı. Polislerle bakışlarımız kesiştikten hemen sonra içimde büyüyen korkuyla bakışlarımı Göktuğ'a çevirdim. Korkum onun gözleriyle her zaman son bulurdu. Ancak bir sorun vardı. Korkum bu kez Göktuğ'un gözleriyle daha da büyümüş tüm bedenimi kaplamıştı. "Göktuğ Hazer?" Göktuğ çatık kaşlarla derince yutkundu. "B-Buyrun?" Titreyen Elim Göktuğ'un elini destek istercesine sarmalamıştı. "Kardeşin mi?" Demişti en genç olan polis. Göktuğ tuttuğum elindeki elimi sıkıca tutarken başını salladı. "Bir sorun mu var?" Göktuğ'un sesi titrek çıkmıştı. "Çocuklar bizimle karakola gelmelisiniz." Yine aynı polisten gelmişti ses. Bu kez dudaklarımı zorlukla araladım bulmayı başardığım sesimle. "Neler oluyor?" Göktuğ bir elini benlime yerleştirirken bedenimi bedenine yasladı. "Korkma abiciğim babamı arayacağım-" "Delikanlı önce karakola gelseniz iyi edersiniz." Gözlerim istemszice dolarken Göktuğ bedenini tamamen bedenime döndürdü. "Abiciğim sen yukarıya çık ben hemen geleceğim-" "Evlat ikinizde gelirseniz iyi olur." Hızla başımı salladım. Zaten gidecektim! Kesinlike gidecektim!" "Ağabey gidelim." Göktuğ sesimdeki korkuyu hissediyormuşçasına titrek bir nefes alıp başını salladı ve elimi sıkıca tuttu. Karakola girdiğimizde bir emniyet memurunun odasına getirildik. İçeriye alındığımızda odada bizden başka kimse yoktu. Boş odada nefeslerimiz gergince dolanıyordu. Korku damarlarımda hızla dolaşıyordu. Kalbim belki de ilk defa bu denli hızlı çarpıyordu. Sebepsiz bir suskunluk aramızda yerini korurken açılan kapıyla emniyet memuru olduğunu düşündüğümüz ellili yaşlarında bir adam içeriye girdi. Önce Göktuğ'a ardından bana döndürdü bakışlarını ve sessizce yerine oturdu. Boğazını temizlediğinde Göktuğ ve benim bakışlarım bize buruk bakışlar atan adamı buldu. "Çocuklar ben Hasan amcanız. Babanızın yakın bir arkadaşıydım." Dım... Arkadaşıydım. Kaşlarım istemsizce çatılırken korkuyla kasıp kavrulan bedenimi zorlukla dikleştirdim. "Neden? Şimdi küstünüz mü?" Öyle çaresiz bir soruydu ki dudaklarımdan dökülen. Vereceği cevaptan ödüm kopa kopa sormuştum adeta. "Size nasıl söyleyeceğimi-" "Babam nerede?" Diye çıkışmıştım bir anda. Yerimden kalktığımda gözlerim çoktan dolmuş durumdaydı. "Çocuklar-" "Kardeşimi korkutuyorsunuz babam nerede?onu görmek istiyorum hemen!" Göktuğ sinirle ayağa kalkarken Hasan denen adam usulca ayağa kalkmış yanımıza adımlamıştı. "Başınız sağ olsun oğlum..." Kahkaha. Dudaklarımdan dökülen koca bir kahkaha. Ne diyordu bu adam böyle? Neden başımız sağ olacakmış? Kim ölmüştü sanki? "Kimse ölmedi ki neden başımız sağ olsun?" Belki de on altı yıllık hayatımda ilk defa sesim bu kadar gür, kelimelerim bu kadar emin çıkıyordu dudaklarımdan. "Kızım lütfen sakinleş. Çok üzgünüm... Babanız ve anneniz-" "Bir dakika bir dakika ne demek oluyor bu?" Göktuğ yeni idrak etmişçesine çıkışmıştı sakinliğini koruyan adama. "Çocuklar anneniz ve babanız iki saat önce trafik kazasında-" "Yalan! Yalan!" Titreyen ellerim kulaklarımı sertçe örtmüştü. Olamazdı değil mi? Ne saçmalıyordu bu adam? Annem ölemezdi! Babam gidemezdi! Bu imkansızdı! Yalandı bu koca bir yalandan saçmalıktan ibaretti. "Başınız sağ olsun kızım..." Kendimi bir anda içinde bulunduğumuz odadan dışarı attığımda on altı yıldır çıkmayan sesim boğazımı patlatmak istercesine çıkıp gitti dudaklarım arasından. "Anne! Baba!" Her odaya bakıyor çıldırmış gibi bağırıyordum. Karakoldaki herkesin bakışları üzerimdeyken kollarıma sarılan kollarla dizlerim yerle buluştu. Bilincim yerinde değildi adeta delirmiş gibiydim. "Gökçe dur ağabeyciğim yalvarırım dur." Ağlıyordu. Göktuğ ağlıyordu. Çıldırmak üzereydim. Göktuğ neden ağlıyordu? Kimsenin öldüğü yoktu! Kimse buna inandıramayacaktı beni. Benim annem ölemezdi babam ölemezdi! Saçlarımı çeken ellerim Göktuğ tarafından tutulurken zihnimdeki büyük kavga durdurmak bilmeden sürüp gidiyordu. Delirmek. Kelimenin tam anlamıyla delirmekti yaşadığım. Evet kesinlikle delirmiştim tam da şimdi. Kolumdan yediğim bir baskı zihnimdeki kavgayı adeta bir bıçak gibi keserken tir tir titreyen bedenimin karanlığa hapsolmasana izin verdim. 16 ağustosu 17 ağustosa bağlayan gece. Gökçe Bal Hazer'in sesini yükseklere çıkarttığı ruhunun yere çakıldığı ilk gün. Her şeyin başladığı ilk gün. Belki de her şeyin bittiği demek daha doğru olurdu. İçimden bir ses söylüyordu bana. Adeta fısıldıyordu, bu yalnızca bir başlangıçtı... Bitişin bir başlangıcı. Yaşadığımız her felaketin, her mutluluğun bir başlangıcı olduğu gibi bitişlerinde başlangıcı pekala olurdu. Hayattaki her şey bir başlangıca gebeydi. Bitişler bile... Tam da şimdi bedenim kaybolan bilinciyle savaşırken bir bitişin başlangıcında olduğumuzdan habersizdik ama evet. Bu bir bitiş değildi ancak bir bitişin başlangıcıydı. Başlamıştık. İşte şimdi başlangıç çizgisinde başlamayı değil bitmeyi bekliyorduk. Bedenim yerle bir olurken çoktan kum saati ters dönmüştü bile. Yalnızca biz göremiyorduk... *** Elimdeki bir avuç toprağı annem ve babamın mezarlarına serperken göz yaşlarım yanaklarımdan usul usul süzülüyordu. Bir hafta. Onların yokluğuna sarıldığım koca bir hafta geride kalmıştı. Varlıklarına yeterince sarılamayan bedenim yokluklarıyla kasıp kavrulmuştu. O an iç sesim annemin mezarına doğru buruk bir tebessümle fısıldadı. Sensiz bir boşluktayım anne... Sanki bir kuklaydım ve kuklacımı kaybettim. Bana bunu neden yaptın anne? Neden varlığını hissettirmeden yok oldun? Neden bir kez olsun sevgini tattırmadan yokluğunu sundun bana? Ah anne! Merak etme hep en iyisi olacağım. Söz veriyorum hep güzel ve başarılı olacağım. Tam da istediğin gibi. Belki çok mutlu olmayacağım ama sana layık olacağım. Şimdi burada olsan taktirlerle sarılırdın bedenime. Mutluluğu önemsemememi taktirlerle karşılardın. Olsun anne. Sen bana olan sevgini onlarca nedene bağlasan da ben sana olan sevgimi nedensiz kılmaya hazırım. Sen sevme beni anne, ben ikimizi de severim. "Güzelim hadi gitmeliyiz." Göktuğ elleriyle kollarımı sıkıca kavradığında sırtımı Göktuğ'a doğru yaslayıp gözlerimi kırpıştırdım. Bir haftadır ağlamaktan yaşsız kalan gözlerim cayır cayır yanıyordu. Mezarlığın çıkışına ilerlemeye başlayan bedenlerimiz acıyla titrerken bir elimi başımdaki siyah şala götürdüm ve şalın içinde çırpınan turuncuya çalan saçlarımı Özgür bıraktım. Yüzüme çarpan ılık rüzgarın yaşadıklarımı alıp götürmesini dilediysem de olmadı. Zira bu rüzgar bana yeni acılar getirmeye yeminliymişçesine esip gidiyordu gözlerimin önünden. "İyi misiniz çocuklar?" Babamın yıllardır şöförlüğünü yapan ellilerinin başında ki Zafer amca gözlerindeki merhametle karşısında dağılmış halde duran abi kardeşi bir süre inceledi. Başımı salladığımda Zafer amca bedenimi Göktuğ'dan çekip kollarıyla sarmaladı. Bir şöför gibi değilde bir baba gibi... "Sağ ol Zafer amca..." "Siz sağ olun kızım. Sizler benim de çocuklarımsınız sakın unutmayın." Gülümseyerek arabaya bindiğimizde Göktuğ'un titreyen telefonu ikimizin de dikkatinden kaçmamıştı. Göktuğ çatık kaşlarla telefonuna baktıktan hemen sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. Başımı ne oldu dercesine iki yana sallarken yeni bir felaketin habercisi olmasından oldukça korkuyordum. "Hasan amca... Bize gelecekmiş. Konuşmak istediği bir konu varmış." Omuz silkip başımı cama doğru çevirdim. Göktuğ telefonunun ekranını kapattıktan hemen sorma bedenimi göğüsüne yaslayıp burnunu ve dudaklarını saçlarıma yasladı. Ve arından Göjtuğ'un her zaman beni sakinleştiren sesi fısıltı şeklinde kulaklarımla buluştu,. "Bir küçücük aslancık varmış Çöllerde ko ko koşar oynarmış Babası onu pek çok severmiş Annesi onu pek çok severmiş Sen benim ca ca canımsın dermiş Sen benim ca ca canımsın dermiş..." Kapalı gözlerimden iki damla yaş yanaklarıma düşerken dudaklarım inatla iki yana kıvrılıyordu. Zihnim kulaklarıma dolan şarkıyla bambaşka anılara kapı açarken tek yaptığım açılan kapıdan içeriye girmek olmuştu. 12 yıl önce, Eylül: Ellerimi kulaklarıma bastırmadan hemen önce koşar adım odamın kapısını kapattım. Annem ve babam birbirlerine bağırıyorlardı. Korkuyla geriye adımlayarak hızla yatağımın arkasına saklandım. Yatağım beni onların bağırışlarından koruyabilirdi. Yalnızca birkaç saniye sonra kapının açılıp kapanma sesini duyduğumda korkuyla irkildim. Bedenimi rahatlatan ses ise Göktuğ'dan, ağabeyimden gelmişti. Ağabeyim saçlarıma dudaklarını bastırarak hızla bedenimi kendi bedenine yasladı. Kollarım ağabeyimin belini sıkıca sardığında korkumun giderek azaldığını hissediyordum. Azalan korkuma annemin bağırışları ve babamın sözcükler karışırken bedenim oldukça fazla gerilmişti. Bir küçücük aslancık varmış Çöllerde ko ko koşar oynarmış Babası onu pek çok severmiş Annesi onu pek çok severmiş Sen benim ca ca canımsın dermiş Sen benim ca ca canımsın dermiş Ağabeyimin sesi tüm sesleri bastırmaya yetmişti. Gözlerim durgun bir gülümsemeyle kapanırken ağabeyimin saçlarıma karışan parmakları bedenimi hapsetmeye çalışan uykunun bir nevi yardımcısı olmuş ve kısa sürede bedenim uykuya tam anlamıyla teslim olmuştu... Gözlerimi açtığımda çoktan araba evin önünde durmuştu. Zafer amcayla kısaca vedalaştıktan sonra Göktuğ'yla eve adımlamıştık ki kapıda duran Yardımcımız Hatice abla ve içerideki eşyaları taşıyan tanımadığımız adamlarla Olduğumuz yerde kalakalmıştık. Gözbebeklerim titrerken gözlerim yardım dilenircesine Göktuğ'un gözleriyle buluştu. Göktuğ çatık kaşlarla gözlerime bakarken ikimizde dumur olmuş gibiydik. Adımlarımız oldukça hızlı kapıya ilerlerken babamın çalışma masasını götüren adamlara doğru koşarak ilerledim. "Neler oluyor? Bırakın onu! O babamın bırak!" "Çocuklar sakin olun." Hasan amcanın sesiyle arkama döndüğümde bakışları hüzün huzmeleriyle çevrelenmişti. "Ne oluyor? Eşyalarımızı nereye götürüyorlar?" "Çocuklar sizinle konuşmak istediğim şey tam olarak buydu. Babanız... Hazer holding. Son bir aydır batmamın eşliğindeydi. Durumu yakından takip ettim ancak elimden bir şey gelmedi. Eviniz hatta eşyalarınız çoktan hacze verildi. Ve maalesef artık burası sizin eviniz değil... Dahası babanız bu durumu çoktan farkındaydı ve sanıyorum ki-" Titrek bir nefes dudaklarımdan kaçarken bir adım öne çıktım. "Ne sanıyorsun?" "Kaza anını izledim çocuklar. Ortada ne bir arıza ne bir başka araba var. Babanız arabayı kasıtlı olarak uçuruma sürmüş..." "Asla! Babam mı? Asla yapmaz! Dalga mı geçiyorsun sen? Tüm bunlar ne demek? Göktuğ yalvarırım bir şey yap!" "Gökçe içeriye geç!" "Ağabey!" "Gökçe!" Dudaklarım aralanmak üzereyken kolumdan nazikçe tutan Zafer amcayla sözcüklerim boğazımda düğümlendi. "Gel kızım biz bekleyelim şurada Göktuğ halledecektir." Göktuğ'un sert bakışlarına denk gelen bakışlarım adeta Zafer amcayı dinlememi söylüyordu. Bense dinledim. Zafer amcayla Göktuğ ve Hasan denen adamdan uzaklaştıktan sonra arabanın olduğu yere adımladık. Onlardan uzaklaştıysam da özlerimi oradan ayıramıyordum. Göktuğ ve Hasan denen adam şiddetle tartışırken bir anda evin içerisine girmişlerdi. Aradan geçen yarım saat evimizin talan edilmesine yetmişti. Eşyalarımızı bir tıra yüklediklerinde yuvadan geriye bir ev kalmıştı. Ya da bizim yuva saldığınızdan geriye yalnızca bir dört duvar... Göktuğ kızarmış gözleriyle yanıma adımladığında biraz önceye nazaran daha sakin duruyordu. Titreyen ellerimi elleriyle sardıktan sonra gözlerini gözlerimle buluşturdu ve aralanan dudakları bir felaketin habercisi oldu. "Üzgünüm... Artık her şeyden geriye bir sen kaldın bana Gökçe'm. Bu evden birkaç kıyafet dışında alabileceğimiz hiç bir şey kalmadı. Doğrusu... Babam bizden yalnızca ailemizi değil her şeyimizi alıp gitti. Bize bıraktığı tek şey borçları. Ama halledeceğim meleğim. Ağabeyin her şeyi halledecek söz veriyorum." Tam da şimdi ayaklarımızın altında ezdiğimiz bir bitişin başlangıç çizgisiydi. Attığım bir adımda ailemi, diğer bir adımda hayatımı yitirmiştim. Babam benden yalnızca hayatımı değil annemi hatta babamı da almıştı. Babam bana verdiklerini misliyle geri almıştı. Babam bana verdiği hayatın katiliydi. Babam bir katildi. Kemal Hazer bir katildi. Bir hayat katiliydi. Katili olduğu hayat ise çocuklarının hayatıydı... BÖLÜM SONU _____________________________ Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! İlk bölüm sonunda yayında... Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın! WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙 TikTok: petrichor0_1 İnstagram: peteichor_0 ✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨ _____________________________
|
0% |