Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2.Bölüm: İhanet

@peteichor_

Zayıflıklarını açtığı zayıflıklarından vurmuştu onu ve artık biliyordu. Zaaflarını ve zayıflıklarını artık yalnızca kalbinin derinliklerinde saklayacaktı çünkü gerçekler acıydı. Bazen güvendiğimiz insanlar gün geliyor sırtımızda bir bıçak kalbimizde bir yara oluyordu ve o yara iyileşse de izi kalıyordu.


2.BÖLÜM: İHANET


Evimdeydim. Her zamanki büyük heybetli malikanemizde. Sevgili ailemin çevrelediği görkemli, dolu dolu yemek masamızda keyifli bir akşam yemeği yiyorduk.


Masa da her zamanki sessizliğin aksine coşkulu bir gürültü hakimdi. Tokuşan kadehlerin tok sesi, coşkulu kahkahalarımıza karışıyordu.


Tıpkı bir aile gibiydik. Belki de ilk defa gerçek bir ailenin mutluluğunu paylaşan insanlardık. Sesim hiç olmadığı kadar gür cümlelerim hiç olmadığı kadar cıvıl cıvıldı. En çok annemdi beni şaşırtan. Sürekli önümde boşalan tabağı dolduruyor ve yemem için tatlı baskılarla yeni tabaklar uzatıyordu önüme. Tabağımdaki yemeğin kalorisini ölçen annem yoktu. Kilo alırsın yeterli diyip beni masadan aç gönderen annem kesinlikle bu değildi!


Babam... Babam yanımdaki sandalyeden kızıl saçlarımda ara ara geniş parmaklarını gezdiriyor ve yanaklarımı okşayarak gülümsüyordu. Abimse her zamankinden farksızdı. Neşeli ve sevecendi. Sonra bir şey oldu.


Masamızı aydınlatan ışıklar birer birer söndü. karanlık... Karanlık korkum henüz beş yaşlarındayken kendini göstermişti. Ellerim kesilen ışık huzmeleriyle tir tir titrerken önce babamın sandalyesini aydınlatan ışık yandı.


Bir dakika... Baba? Babam yoktu. Biraz önce oturduğu sandalyede sevgi saçan adam kaybolmuştu. Adeta yok olmuştu. Panikle etrafıma baktığımda bu kez babamın sandalyesini aydınlatan ışık sönmüş ve yeniden biraz önce etrafında umutla yemek yediğimiz masa karanlığa gömülmüştü.


Titreyen dudaklarımı aralamak üzereyken bir ışık daha yanmıştı annemin sandalyesini aydınlatan. Ve o an bir damla göz yaşım annemin yokluğuyla gözümden düşüvermişti acıyla. Gözlerimi bir umut sıkıca yumup yeniden açtım. Belki geri gelirdi diye. Olmadı. Karanlık aldığını geri vermedi ve küçük Gökçe karanlıktan biraz daha fazla korktu o dakika. Son bir ışık kalmıştı. Ağabeyimi aydınlatması gerekene son bir ışık. Sonunda sesimi bulabildiğimde yerimden kalkarken titreyen bedenimi zapt etmeye çalışarak araladım dudaklarımı.


"Ağabey... Anne! Baba! Nerdesiniz?"


Ses yoktu. Göz yaşlarım hızlanırken karanlıkta kaybolan bedenleri aramaya koyuldum. Her adımım daha çok düşürdü bedenimi. Her düştüğümde biraz daha sarsıldı bedenim. Dizlerim yere her çarptığında bir başka kesik peyda oldu üzerinde. Yere her düştüğümde biraz daha dibe battım, biraz daha kayboldum. Yalnızca kendimi değil onları da kaybettim. Karanlık... Aldığını geri vermiyordu, karanlık kararttıklarını bir daha aydınlatmıyor aydınlananları yeniden çekiyordu siyah boşluğuna. Tıpkı yerdeki bedenimi ailemle birlikte içine çekmesi gibi... 


Karanlık Hazer ailesini yutmuş, geriye bomboş bir yemek masası bırakmıştı. Mutsuz umutsuz ve bomboş. Her zaman olduğu gibi...


"Anne!"


Boğuk çığlık dudaklarımdan acı dolu bir feryatla döküldüğünde alnımda biriken terleri hissetmem zor olmamıştı. Etrafıma nefes nefese bir bakış attığımda bir anda oda aydınlanmış, Göktuğ uykulu gözleriyle telaşla yer yatağımın başında belirmişti.


"Ağabeyciğim? Ne oldu?"


"K-Kabus..."


Sesim tir tir titrerken Göktuğ yatağıma çökmüş titreyen bedenime kollarını sıkıca sarmıştı. Gözümden akan bir damla yaşla Göktuğ'un göğsüne iyice sokulduğumda gözlerim bulunduğumuz odada acıyla gezindi. Boyası soyulmuş duvarlar, iki yer yatağı, bir tane iki cama yetmeye çalışan perde ve bezden bir dolap... İşte yeni evimiz.


Kuş tüğü yatağımızla yer değişen yer yataklarımız, kıyafetlerimizin zorlukla sığdığı geniş dolaplarımızdan, henüz içini bile dolduramadığımız küçük bez dolaplarımıza... Dudaklarım hüzünle titredi.


Bundan yalnızca bir ay önce kaybetmiştik ailemizi. Ardından her şeyimizi... Her şeyimizi yitirmemizin ardından Hasan amcanın bizim için kiraladığı yıkık dökük bir gecekonduya yerleşmiş ve Hasan amcanın evinden getirdiği fazla eşyalarıyla içinde bulunduğumuz gecekonduyu oturulacak bir hale sokmaya çalışmıştık. Başarabildiğimiz kadarıyla... Bu süreçte ise Göktuğ zorlukla kazandığı hukuk fakültesini dondurmuş ve borçlarımızı ödeyebilmemiz için her gün bir başka iş görüşmesine gitmişti. Ben mi? Ben Göktuğ kadar güçlü olamamıştım tabii. Her gecem bir başka kabusla sonlanıyor her sabahım ağlamaktan kuruyup kalan gözlerimle başlıyordu. Göktuğ kendi okulundan vazgeçtiyse de benim eğitimime oldukça sert bir dille devam etmem gerektiğini vurgulamış ve kaydımı okuduğum kolejden alıp evimizin yakınlarındaki bir devlet okuluna aldırmıştı. Eh tabii artık o pahalı okula gidecek kadar zengin değildik. Zenginlikten ziyade yoksulluğun diplerinde yüzüyorduk.


Arkadaşlarım... Onlarla son bir ay neredeyse hiç konuşmamıştık. Arda'yı birkaç defa aradıysam da ne geri dönmüş ne de telefonlarıma çıkmıştı. Bir tek Simay... Neredeyse her gün arıyor ve yanımda olduğunu ısrarla vurguluyordu ancak gelgelelim ki sahiden yanımda olan bir Göktuğ birde Hasan amca vardı. Sahi Hasan amca olmasa belki de şuan bir parkta yatıyor olacaktık. Ona minnettardım.


"Bal kız daha saat çok erken biraz uyumaya çalış hem yarın okulun ilk günü unuttun mu?"


"Göktuğ gitmeyebilirim... Seninle çalışıp borçlarımızı ödeyebiliriz biliyorsun değil mi-"


"Asla! Okula gitmemeyi aklından bile geçirme Gökçe! Hem daha doktor olacaksın ne çabuk unuttun?"


Yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. Doğru ya hayallerim... Binlerce hayalim vardı. Hayattan almak istediklerim vardı. Ah hayattan almak istediklerim mi? Hayat istediklerimi vermek şöyle dursun her şeyimi elimden çekip almıştı. Ne haddimeydi ondan fazlasını istemek?


Başımı sallayarak Göktuğ'un göğsüne biraz daha sokulup titreyen  kirpiklerime rağmen gözlerimi kapayabildim. Artık benim kadar o da alışmıştı her kabusuma. Ne soruyordu ne de avutuyordu yalnızca sarılıyordu. Uykuya dalmama ramak kaldığı saniyelerde Göktuğ'un huzur veren fısıltısı kulaklarıma dolmaya başlamıştı.


"Bir küçücük aslancık varmışÇöllerde ko ko koşar oynarmışÇöllerde ko ko koşar oynarmışBabası onu pek çok severmişannesi onu pek çok severmişSen benim ca ca canımsın dermişSen benim ca ca canımsın dermiş..."


***


"Uyan bakalım uyuyan güzel!"


Gözlerimi Göktuğ'un neşeli sesiyle araladığımda dudaklarım iki yana kıvrılmıştı. O an iç sesim acımasızca fısıldadı. Her şeye rağmen gülümseyerek mi uyanıyorsun Gökçe? Bak kimsen kalmadı. Cebinde beş kuruş paran bile yok! Annem beni sevmiyor, babam benimle ilgilenmiyor diye şımarıklık yaparken böyle olacağını nereden bilebilirdin ki değil mi? Ha birde babanın kredi kartları. Ne diyordun? Ağladığımda kredi kartlarına  değil ona sarılmak istiyorum. Böyleydi değil mi? Şimdi ne sarılacağın kredi kartı var ne de bir baban. Zavallısın Gökçe Zavallı...


Başımı iki yana sallarken acımasız iç sesimi susturmak için Göktuğ'un neşesine geri döndüm.


"Hadi bakalım. Önce yeni formalarını giyiyorsun sonra sana aldığım poğaçalardan yiyorsun. Çabuk on saniye!"


Göktuğ'un aceleci haline göz devirmemin ardından formalarımla banyoya girmiş ve aldığım kısa duşun ardından yeni okulumun formalarını bedenime geçirmiştim. Aynadaki halime göz gezdirirken dudaklarım acıyla kıvrıldı.


Ne haldesin Gökçe? Şu haline bak! Perişan görünüyorsun. Çillerinin o hali ne? Umarım kapatmadan gitmeyi aklından geçirmiyorsundur!


İç sesime kulak verip yarısı kırık olan aynalı dolaba bıraktığım iki çift kapatıcıyı aldım ve ellerimin titremesini umursamadan elmacık kemiklerimin ve burnumun üzerine dağılmış çillerimi hızla kapattım. Bu konu da oldukça iyiydim zira kendimi bildim bileli çillerimi kapatıyordum. Annem... Bir türlü çillerimle barışamayan annem. Halbuki ondan almıştım çillerimi. Kendi verdiklerinden nefret ediyordu annem. Ondan aldığım çillerimi kapattırıyordu. Umursamazca banyodan çıktığımda Göktuğ çoktan yerde kahvaltısına başlamıştı. Hızla yanına oturduğumda Göktuğ'un önüme uzattığı poğaçaya ters bir bakış attım.


"Göktuğ..."


Göktuğ ağzındaki lokmayı yutmaya hazırlanırken bal rengi gözlerini gözlerimle buluşturdu.


"Bunun... Kepeklisi yok muydu?"


Göktuğ'un gözleri neredeyse acıyarak baktı gözlerime. Başını iki yana salladığında elimdeki poğaçayı yerine bırakıp hızla ayaklandım.


"Ben aç değildim zaten! Hem ilk günden geç kalmak olmaz değil mi?"


Yerimden hızla kalkarak yatağımın yanında duran sırt çantamı tek omzuma taktım.


"Gökçe!"


Göktuğ'a fırsat vermeden dudaklarımı Göktuğ'un yanağına sertçe bastırıp koşar adım kapıya yöneldim,


"Seni seviyorum!"


Diye bağırmayı ihmal etmeden. Göktuğ'dan cevap gelmesine fırsat vermeden yeni evimiz olan gecekondudan ayrılıp hızlı adımlarla okula giden sokaklarda yürümeye koyuldum. Eylül ayının sonlarına geliyorduk ve okula başlayacak gücü ancak bulabilmiştim. Hoş okulda henüz yeni açılmış sayılırdı. Her zaman olduğu gibi yolda yürüdüğüm sırada telefonuma gelen bildirimlere göz gezdirdim. Arda'dan ne bir mesaj ne bir arama vardı. Acaba o iyi miydi? Belki de başına bir şey gelmişti... O sevgiliden öte benim arkadaşımdı da aynı zamanda. Onun İçin oldukça endişelenmiştim. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirerek okul çıkışı evi es geçip Arda'nın yanına gitmeyi kafamın içinde not ettim ve yoluma adımlarımı hızlandırarak devam ettim. Okulun kapısına doğru döneceğim sırada üzerime doğru gelen hatta neredeyse üzerime çıkmak üzere olan motorla kapının kenarına doğru savruldum ve sağlayamadığım dengem yüzünden yeri boyladım.


"Yavaş lan it!"


Esmer bir çocuk telaşla yerdeki bedenime elini uzattığında titrek bir nefes bıraktım dudaklarımdan. Az önce olan şeyde neydi? Neredeyse ölecektim! Sinirle karşımda bana elini uzatan çocuğun avucuna elimi bıraktım ve ayaklandım. Neyse ki iyiydim.


"İyi misin? Kusuruna bakma biraz hayvandır arkadaş."


Biraz önce neredeyse üzerimden geçecek olan motor birkaç adım ilerimize park ettiğinde motorun üstündeki "hayvan" olarak adlandırılan çocuk sertçe başındaki kaskı çıkarttı ve dağılmış saçlarını başını iki yana sallayarak düzeltmeye çalıştı. Ardından bakışları beni es geçip yanımdaki esmer çocukta durduğunda dudağının kenarı hafifçe yana kıvrıldı.


"Seni duyuyorum Koray."


Motordan inen çocuğun tok sesi kulaklarıma dolduğunda sinirin damarlarımda gezen kanla yer değiştirdiğini hissettim.


"Duy diye söylüyorum! Okuldasın pistte değil! Sayko herif."


Son sözcüklerini mırıldanarak söylediyse de duyabileceğim kadar yüksekti sesi. Beni ezmek üzere olan çocuk umursamaz bir halde önümüzden geçip gittiğinde beş karış açılmış ağzımla arkasından bakmayı sürdürdüm. İnsanlığından nasibini almamış sayko! Evet kesinlikle sayko!


"Hey? İyisin değil mi?"


Başımı salladım.


"İyiyim ama o-"


"Tam bir hayvandır. Ah sen onu boş ver! Her zamanki hali... Ben Koray."


Adının Koray olduğunu öğrendiğim çocuk elini sevecen bir sıcaklıkla uzattığında hızla elimi Koray'ın eliyle birleştirdim.


"Gökçe.."


"Memnun oldum! Sen yeni misin?"


Başımı salladım.


"Hoş geldin öyleyse hangi sınıf."


Kendimi bir an İçin hafızamı yoklarken bulduysam da hızla aklıma gelen sınıfımla dudaklarımı aralarım.


"12-B."


"Hadi canım! Demek aynı sınıftayız, yalnız ne kadar hoşlanırsın bilmem ama demin senin üzerinden geçmeye yeltenen arkadaşta bizim sınıftan ve en yakın arkadaşım. Ah kesinlikle bundan utanç duymam gerek! Ama fena bir çocuk değildir tanısan seversin."


Başımı iki yana sallarken gülüyordum,


"Evet tanırsam mutlaka seveceğim yoksa üzerimden motoruyla geçebilir haklısın, kesinlikle!"


Koray kıkırdağında bu kez adımlarımız okula yönelmişti. Koray'ın okulunu tanıttığı beş dakikalık bir yürüyüşün ardından sonunda sınıfımıza ulaşmıştık.


"Hadi bir yere otur sen de birazdan ders başlayacak."


Koray'a başımı salladığımda Koray beni arkasında bırakıp cam kenarındaki sıralara ilerlemiş ve hızla en arkanın bir önüne oturuvermişti. Yanında bir de kız oturuyordu ve Koray'ı gördüğünde yüzü sevinçle parlamıştı. Gözlerim sıralarda gezinirken bir an Koray'ın oturduğu sıranın arkasında takılı kalmıştı, tek boş olan sıraya... Biraz önce üzerimden geçmek üzere olan çocuk kulaklarına yerleştirdiği kulaklıklarla başını duvara yaslamış gözleri kapalı bir halde uyukluyordu. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. Hay aksi! Nereye oturacaktım?


"Günaydın gençler!"


Sesiyle iç sesim "şimdi sıçtık" konuşmasına başlarken gözlerimi sıkıca kapatıp açtım ve güçlü bir nefesin dudaklarımdan kayıp gitmesine izin verdim. Yere oturacak halim yoktu değil mi? Oraya oturmaya bir nevi mecburdum. Hem hoca gelmişti ve ilk günden diline düşmek talihsizlik olurdu. Adımlarım geri geri gitmek istediyse de mecburen ilerlemiş ve bedenim kaskatı kesilirken kendini o sayko çocuğun yanına bırakıvermişti.


"Ben kimseyle oturmam."


Bir an sesle irkilsem de kaşlarım istemsizce çatılıvermişti. Ah harika bir okuldu ve kesinlikle ilk gün İçin şanslı günümdeydim. Ölümden dönmemi ve beni öldürmek üzere olan çocukla sıra arkadaşı olmak zorunda kalmamı saymazsak...


"Başka yer yok çok istiyorsan sen kalkabilirsin değil mi?"


Kendime bile yabancı gelen bu dik başlı cümleyle gözlerim büyümüştü.


"Burası benim yerim kızıl. Kendine başka bir yer bulsan iyi olur."


"Artık benim de yerim alışsan iyi edersin."


Aferin Gökçe! İşte böyle... Biraz önce beni öldürmeye çalışmış yetmiyormuş gibi tek bulduğum yerden kovmaya kalmıştı ama asla. Burada madem o oturtabiliyordu oturmak benimde hakkımdı. Kesinlikle hakkımdı.


"Çattık ya. Ne halt ediyorsan et yeter ki şu cırtlak sesini kes uyuyacağım."


"Emredersin."


Yanımdaki şuursuzla muhatap olmayı es geçerek derse odaklanmaya çalıştığım kırk dakika geride kalırken zil sesi yükselmiş ve tüm sınıf rahat bir nefes vermişti.


***


"Çakır? Uyansana lan! Gece yine mi uyumadın oğlum?"


Koray'ın sesiyle okuduğum kitaptan başımı hafifçe kaldırdım. Öğle arasına henüz yeni girmiştik ve yanımdaki sayko çocuk son üç derstir deliksiz bir uyku çekiyordu. Koray sonunda dayanamamış adının az önce Çakır olduğunu öğrendiğim çocuğu uyandırmaya çalışmıştı.


"Koray bas git uyuyorum."


Koray yanaklarını şişirerek boşalan sınıfta gözlerini gezdirdi ve omuz silkerek sırasından ayrıldı.


"Ne halt edersen et."


Demeyi ihmal etmeden. Sınıf öğle arasıyla boşalmış şu an İçin yalnızca kitap okuyan ben ve yanımda uyuyan çocuk kalmıştı. Umursamazca kitabımı okumayı sürdürürken Çakır'ın boğuk sesi kulaklarıma doldu.


"Başımda nöbet tutmaya daha ne kadar devam edeceksin?"


Histerik bir kahkaha dudaklarımdan çıkarken kaşlarım alayla havalandı.


"Başında nöbet tutmak mı? Yalnızca kitap okuyordum! Hem sen benimle neden uğraşıyorsun? Henüz özür bile dilemedin!"


Sonunda konuyu sabah yaptığı öküzlüğe çektiğimde Çakır başını kaldırıp sert bakışlarını gözlerime dikmişti.


"Yolda yürümeyi bilmediğin için senden özür dilemeyeceğim. Şimdi sınıftan çık ve kendine yapmak İçin başımda beklemekten daha iyi bir iş bul."


"Rahatsız oluyorsan kapı orada! Ayrıca gördüğün gibi kitap okuyorum sessiz olursan iyi olur."


Çakır'ın sinirden kaşları birleşirken bir anda ayaklanıp sertçe sırayı itti ve yanımdan hızla uzaklaşıp gitti. Arkasından bir karış açılmış ağzımla kalakaldığım sırada onunla daha fazla uğraşmayı reddedip hızla okumayı sürdürdüğüm kitabıma döndüm. Öküz sayko ne olacak?


***


Bir gözüm telefonumdayken adımlarım ileriyi seyrediyordu. Okuldan çıkalı on dakika olmuştu ve şu an evi es geçip Arda'nın yanına gidiyordum. Günün yorgunluğunun ardından onunla konuşmak, onu görmek iyi gelecekti. Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından Arda'nın oturduğu malikanenin önüne ulaştığımda hızla kapıyı çaldım. Kapıyı açan kişi Nermin teyzeden başkası değildi. Nermin teyzeyi çocukluğumdan beri tanıyor ve seviyordum. Koskoca evi bir başına çekip çeviriyor ve başka bir yardımcıya gerek olmuyordu. Her zaman hamarat ve merhamet doluydu Nermin teyze.


"Kızım!"


Nermin teyze gözlerime bakar bakmaz dolan gözleriyle hızla bedenime sarılmış saçlarımı okşamaya başlamıştı.


"Ah kızıl kızım! Nerelerdesin sen bakayım?"


"Biraz zor günler geçirdim Nermin teyze seni de ihmal ettim. Ama artık sık sık gelirim olur mu?"


Nermin teyze bendelerimizi ayırırken ellerimi sıcak ellerimin arasına aldı hızla.


"Gel tabi kuzucuğum gel! Arda oğluma mı geldin?"


Başımı salladım heyecanla. Arda'yı bir aydır neredeyse hiç görmemiştim ve oldukça özlemiştim.


"Yukarıda odasında güzel kızım. Arkadaşıyla film izliyorlardı. Çık hemen birlikte izleyin ben size meyve de soyarım."


Nermin teyzenin ellerimi tutan ellerine dudaklarımı bastırdıktan sonra ondan tamamen ayrılmış adımlarımı merdivenlerle buluşturmuştum. Demek arkadaşı da buradaydı. Merakıma yenik düşüp adımlarımı hızlandırdığımda odasının önüne gelmem yalnızca bir kaç saniyemi almıştı. Beni görünce sevineceğine emin olduğumda hızla kapıyı açıp kocaman gülümsememle odaya adımladım. Oradaydı. Arkadaşı... Arkadaşı da oradaydı. Yataktalardı. Açılan kapıyla arkadaşı, İlayda üzerlerindeki beyaz çarşafı göğsüne çektiğinde kaşlarım çatılıvernişti. İkisi de çıplaktı ve yataktalardı... Gözlerimin dolmasına engel olamadığım o dakika bir elim şaşkınlıktan açılan dudaklarıma kapandı.


"Gökçe?"


Arda'nın soru sorar vari sesiyle şaşkınlığım artmıştı.


"Geleceğine haber vermedin?"


Gözümden düşen bir damla yaşla omzuma asılı çantayı zemine bıraktım ve sert adımlarla yatağa ilerledim.


"Özür dilerim! Özür dilerim haber vermedim! En yakın arkadaşımla seviştiğini bilsem kesinlikle haber verirdim sevgilim affet beni!"


Sonlara doğru dudaklarımdan bir hıçkırık çıkmıştı.


"İğreniyordum sizden! Nasıl ya nasıl yaptınız! Çok eğlendiniz mi bari? Güldünüz mü arkamdan? Arda sen ne aşağılık bir adamsın ya! Ben orada acı çekerken her şeyimi kaybetmişken siz... Siz burada sevişiyor muydunuz? Ben acıdan ölürken siz... İnanamıyorum ya!"


İlayda'nın titreyen dudakları aralanmıştı ki Arda sertçe yerinden doğruldu ve altındaki baksırın üzerine bir şort geçirip karşıma geçti. Tam karşıma.


"Yeter Gökçe! Ben seni ne zaman sevdim ki? Seninle babalarımızın anlaşması İçin sevgili olduğumu ne çabuk unuttum! Annen seni bana yamadığını sandı ama üzgünüm Gökçe'ciğim ben seni hiç bir zaman sevmedim!


"Sus..."


Fısıltıma gözyaşlarım karışırken yumruklarımı tüm gücümle sıkıyor tırnaklarımın avucumu parçalamasına izin veriyordum.


"Hadi ama Gökçe. Bilmiyormuş gibi davranma. Seni sevdiğimi mi sanıyordun yoksa? Sen beni düşünürken ben senin arkadaşınla sevişiyordum. Sen orada acılar içinde kıvranırken ben Günümü gün ediyordum."


"Sus..."


Demiştim bir kez daha. Tırnaklarım adeta avucumu delip geçiyordu.


"Seven insan yapar mı Gökçe söyle? Seven insan yapar mı! Yapmaz! Sevmiyorum seni sevmedim hiç sevmedim! Seni sevmemek aşağılıksa aşağılığım Gökçe! Ben aşağılık adamın önde gideniyim ama üzgünüm be güzelim babandan koparamadığın sevgiyi benden dilenmene izin veremezdim-"


Sağ elim Arda'nın yanağına sertçe indiğinde avucumun sızladığını hissediyordum. Yerdeki çantamı almam ve merdivenlere koşmam on saniye bile sürmemişti. Sessizce boşalan göz yaşlarım hıçkırıklarla aydınlanırken o evden koşarak çıkmıştım. 


İhanet... en sıcak anları buzlarla örten, en mutlu dakikaları hüzünleriyle sonlandıran ve kalbimizdeki güvene arsızca sokulup zehirleyen en acı dolu duygu. Şimdi hissediyordum onu. Kalbimin derinliklerinde ihaneti Misliyle hissediyordum. Canım cayır cayır yanıyordu ihanetin keskin acısıyla. Avaz avaz acımı haykırmak istesem de mühürlemiştim dudaklarımı. İhaneti haykırmak neye yarardı çoktan dolanmışsa tüm ruhuma...


Arda'nın her bir cümlesi kalbime bir başka bıçak saplarken tek yaptığım koşmaktı. Soluksuzca koşmak.  Babandan Koparamadığın sevgiyi benden dinlenmene izin veremezdim...  Ezildiğimi hissediyordum. Bu cümlenin altında etlerimin lime lime olduğunu kemiklerimin kırıldığını hissediyordum. Ben o odada yalnızca bir yakın arkadaş ve bir sevgili kaybetmemiştim. Ben o odada iki tane değer verdiğim insanı kaybetmiş oracıkta yerin dibine gömmüştüm. İlayda... En yakın arkadaşım. Omzunda ağladığım, derdimi açtığım... Arda, beraber büyüdüğüm derdimi, zayıflıklarımı gösterdiğim... Gökçe Bal Hazer bugün aldatılmaktan daha acı bir gerçekle tanışmıştı. Zayıflıklarını açtığı zayıflıklarından vurmuştu onu ve artık biliyordu. Zaaflarını ve zayıflıklarını artık yalnızca kalbinin derinliklerinde saklayacaktı çünkü gerçekler acıydı. Bazen güvendiğimiz insanlar gün geliyor sırtımızda bir bıçak kalbimizde bir yara oluyordu ve o yara iyileşse de izi kalıyordu. Şimdi kapanmamış bir yaranın iziyle koşuyordum bu sokaklarda. Kapanmamış ve kapanmayacak olan yaralarımla. Belki de Arda haklıydı. Benim yaptığım yalnızca babamdan görmediğim sevgiyi arda dan dilenmekti... Yeni evimizin sokağına geldiğimde zorlukla durdurmuştum bedenimi. Şiddetli baş dönmem titreyen parmaklarımın şakaklarıma çıkmasına sebep olurken bedenimin titrediğini hissediyordum. Sonra kulaklarıma yeni bir tanıdık ses ilişiverdi. Sabah duyduğum gür motor sesi... Bedenim zeminle buluşmak üzereyken aniden motor aniden önümde durdu. Gözlerim tamamen karanlığa gömülmeden hemen önce kulaklarıma tok bir ses doldu.


"Kızıl!"


***


Gözlerimi keskin bir baş ağrısı ve kolumdaki ince sızıyla açtığımda nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bakışlarım kolumdaki serumda durduğunda bir hastanede olduğumu ancak idrak edebilmiştim.


"Göktuğ..."


Dudaklarımdaki fısıltı duyulamayacak kadar kısıktı zira kendim bile zorlukla duyabilmiştim.


"Kızıl yani... İsmin neydi acaba?"


Başımdaki endişeli beden kısık gözlerimin hedefi olmuştu. Tedirgin bakışlarını üzerimde gezindiren kızla kaşlarım istemsizce çatıldı.


"Sen kimsin?"


Gibi bir soru aralık dudaklarımdan döküldüğünde karşımdaki kız samimi bir gülümsemeyle uzandığım yatağın yanına oturdu. Esmer ve oldukça alımlı bir kızdı ve oldukça sıcak bakışları olan, samimi birine benziyordu.


"Ben Melis! Yolda bayılmışsın... Seni Çakır bulmuş hemen beni çağırdı bizi taksiye bindirdi ve buraya geldik. Tansiyonun düşmüş önemli bir şeyin yok ama kendine biraz daha dikkat etmelisin. Hem kuş kadar kalmışsın şuna bir bak! Bir an önce sana bir şeyler yedirmeliyiz!"


Gülümsedim. Tatlı bir kıza benziyordu. Bir dakika... Beni Çakır mı bulmuştu? Zihnime işleyen sesle gözlerimi uzunca kapatıp yeniden açtım. Motor sesi... Bayılmadan hemen önce kulaklarıma dolan kuvvetli bir motor sesi ve ardındaki ses onun sesiydi. Ne demişti? Kızıl...


"Telefonum.."


Diye mırıldandığımda Melis hızla öne atıldı.


"Sen baygınken telefonun birkaç defa çalınca açmak zorunda kaldım üzgünüm."


"Kim aradı?"


Diye sormuştum merakla.


"Ağabeyin sanırım. Çok endişelendi ama ona durumu açıkladım. Önemli olmadığını ve dinlendiğini söyledim ama biraz inatçı bir ağabeyin var söylediklerimin hiçbirini dinlemedi. Birazdan buraya gelecek."


"Göktuğ..."


Diye mırıldanmıştım. Çok merak etmiş olmalıydı. Kimin aradığını sormam bile koca bir hataydı kim arardı ki beni? Kim kalmıştı ki yanımda? Bir ağabeyim... Göktuğ... Annem ve babamdan kalan en ve tek büyük armağanım, hazinem. Baban her şeyini kaybettiği için kendini de annemi de öldürmüştü. Biz onun hiçbir zaman her şeyi olamamıştık. Ama bana bıraktıkları tek varlık ağabeyim benim her zaman için her şeyim olmuştu. Ne acı... Zehirli düşüncelerin zihnimi kemirmesine izin vermeden başımı iki yana salladım. Şu an için bunları düşünecek kadar iyi hissetmiyordum. O an dudaklarımdan benden habersiz bir soru dökülmüş ve Melis'in kulaklarında can bulmuştu.


"O nerede?"


Niye bu soruyu sorduğumu bile bilmiyordum ancak ona teşekkür borçluydum. Tabii onun da bir özür borcu vardı ancak benim teşekkürüm şu an için öncelikliydi. Eğer beni bulmasaydı o soğuk zeminde saatlerce yatma ihtimalim pekala en olası ihtimallerin arasındaydı.


"Çakır mı? O yarışa gitti."


Kaşlarım istemsizce çatılırken merak duygusu tüm hücrelerimde kol gezmeye başladı.


"Yarış?"


"Ah bilirsin, motor yarışı. Doruk Çakır Arsal bir motor yarışçısı kızıl."


BÖLÜM SONU


_____________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! İkinci bölümümüzde böylesiyle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor0_1


İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar  TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


_____________________________


Loading...
0%