Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm: Mahvolmak

@peteichor_

Aile yanında duvar gibi duran insanlardır ve o duvarlar bir araya geldiğinde bir ev olur. Sana ait bir ev. Senin evin. Aile sana bir ev kuran değil sana ev olanlardır kızıl. Aile evin ta kendisidir.


3. BÖLÜM: MAHVOLMAK


"İyiyim huysuz düşünme beni. Asıl sen nasılsın? Sabah erkenden çıkmışsın..."


Kulağıma dayalı telefonun diğer ucundan Göktuğ'un sıkıntıyla verdiği nefesini duyduğumda dudaklarımı birbirine bastırdım. Dün bayılmamın ardından Göktuğ panikle hastaneye gelmiş ve serumumun bitmesinin ardından eve geri dönmüştük. Tüm akşamım Göktuğ'un öğütleriyle geçse de şikayet etmeden saatlerce dinlemiştim. Dün her haliyle oldukça ağrılı bir gün olduğundan bugünün sakin geçmesini diliyordum. Tıpkı bir ay önceki hayatım gibi sıradan bir okul günü tek dileğimdi.


"İş görüşmesi yine... Bu kez olacak gibi ama merak etme! Şimdi kapatmalıyım. Gelmek üzereyim zaten lütfen kendine dikkat et Bal kız bir de seni düşünmeyeyim ha?"


Gülümsedim.


"Ben çok iyiyim huysuz lütfen yalnızca kendini düşün."


"Seni seviyorum bal kız."


"Bende seni seviyorum huysuz."


Huysuz ve Bal kız... Göktuğ'uyla küçüklüğümüzden beri Keloğlan müdavimi olduğumuzdan o bana bal kız ben ise ona huysuz diyordum. Birbirimize giydirdiğimiz bu lakaplar ikimizi de rahatsız etmezken kendi karakterlerimize oturtacak kadar fazla benimsemiştik. O bana nazaran her zaman daha huysuz bir çocuk olmuştu. Genelde memnuniyetsiz ve çokça sıkılgan biriydi ve bu tabii böyle sürüp gitmişti. Huysuzdu o. Karakteriyle lakabı tam takım üzerine oturuyordu.


Telefon kapandığında okulun kapısından girmiş bahçenin içinden okul binasına adımlamaya başlamıştım. Tam o sırada kulaklarıma dolan keskin motor sesiyle hafifçe yan dönmüştüm. Çakır... Çakır motorunu park edip büyük elleriyle kaskını sarmış ve sertçe başından çıkartmıştı. Üzerinde onu ilk gördüğüm andaki gibi bir deri ceket vardı ve geniş omuzlarını oldukça fazla ortaya koymuştu. Salak Gökçe ne düşünüyorsun! Tek yapman gereken bir teşekkür! Basit bir teşekkür. Yapabilirsin değil mi? Ah tabii ki yapabilirsin. Dudaklarıma kondurduğum sıcak gülümsemeyle önümden geçip gitmeye yeltenen Çakır'ı aralanan dudaklarımla durdurdum.


"Çakır?"


Çakır çatık kaşlarla bedenini bedenime çevirdiğinde yüzü oldukça ifadesiz bakıyordu.


"Ne var?"


Göz devirmeme son anda engel olup sabır dilercesine nefesimi kuvvetlice ciğerlerime doldurdum.


"Ben teşekkür edecektim-"


"Ne için?"


"Beni hastaneye-"


"Kim düşse yardım ederdim kızıl kişisel algılama."


Öküz! Yeter artık diyen iç sesime sonuna kadar hak vererek çatık kaşlarımla bana dik dik bakan çocuğa döndüm.


"Aman be sana teşekkür eden de kabahat! Aptal uzun!"


Uzun mu? Uzun mu demiştim ben? Ah kahretsin! Aklım yine keloğlandaki aptal lakaplarda oyalanmış ve dudaklarımdan aniden dökülüvermişti. Kocaman olmuş gözlerim Çakır'ın alaylı gözlerine kayarken dudaklarımı birbirine bastırdım.


"Ben uzun değilim sen kısasın kızıl."


Ve gitti. Ne demek istediğimi anlamamıştı bile! Aptal uzun ne olacak? Belki de hiç keloğlan izlemedi diyen iç sesime abartıyla gözlerimi devirdim. İlahi iç ses keloğlan izlememiş çocuk olur mu hiç? Aptallığından anlamamıştır işte!


"Günaydın Gökçe!"


Arkamdan duyduğum neşeli sesle yüzümdeki afallamışlığı bir kenara bırakarak gülen gözlerini yüzümde gezdiren Koray'a döndüm.


"Günaydın."


"Nasılsın? Dün bizim çirkinle tanışmışsınız. Tabii biraz tatsız olmuş. Olanlardan haberim var. daha iyi misin?"


Çirkin derken neyi kast ettiğini anlayamasam da başımı salladım.


İyiyim... Annem bana göstermediği sevgisiyle kucak kucağa, babamın hırsları yüzünden babamla birlikte öldü.


İyiyim çatısı akan bir evde neredeyse hiç eşyamız olmadan benim için çırpınan ağabeyimle yaşıyorum ve her gece göz yaşları içinde uyuyorum.


İyiyim en yakın arkadaşımı sevgilimle sevişirken yakaladım. Ve beni aslında hiç bir zaman sevmediğini öğrendim.


İyiyim hayatımdaki her şeyi yalan sanırken asıl yalanın tüm hayatım olduğunu öğrendim.


İyi olmak... Ne kadar göreceliydi. Kim iyiydi ki bu hayatta? Tam anlamıyla kim gerçekten iyiydi? Kalbiyle bedeniyle ruhuyla kim iyiydi? Tam şu an dudaklarım kolaylıkla iyi olduğunu söyleyebilirdi ancak hiç bir güç susturamazdı feryat eden ruhumu. O bas bas bağırıyordu. Hiç susmuyordu. On altı yıllık hayatımda bedenime sıkışıp kalmış ruhum her an bedenimin duvarlarını yumrukluyor oradan çıkmaya çalışıyordu. Ruhuma bedenim dar geliyordu. Hiç bir zaman benimsememişti ruhum bedenimi. Uyumsuzluklar içinde varlığımı korumaya çalıştığım bu dünya artık ruhumdan ziyade bedenime de dar gelmeye başlamıştı. Ben Gökçe Bal Hazer, değil bu dünyanın tüm evrenin dar geldiği, uyumsuz bedenine isteksiz ruhu sıkışıp kalmış aciz, on yedi yaşında bir kızım.


"İyi misin sen?"


Başımı salladım.


"Artık içeri girelim mi ders başlayacak?"


Deyiverdim ve hızla içeriye adımladım. Arkamdan adımlayan Koray daha fazla soru sormadan sessizce benimle sınıfa kadar yürüdü. Ve yine sessizce sıralarımıza oturduk. Tabii oturduğum yere sıra demek az kalırdı. Oturduğum yer bir ayının ininden farksızdı zira tam da inine oturduğum ayı şu an çatık kaşlarla bedenimi inceliyordu.


"Sana söylemiştim. Ne demeye yanımda oturup duruyorsun?"


"Başka yer yok Çakır-"


"Doruk! Adım Doruk kızıl. Çakır'ı at kafandan."


Doruk'un ciddi tavrıyla derince yutkunarak başımı salladım. Ona çakır dememden oldukça rahatsız olmuştu. Rahatsızlığını karşımda kıpkırmızı olan yüzünden açıkça anlayabilmiştim.


"Pekala kızıl. Burada oturabilirsin ancak tek bir kural var. Beni rahat bırak. Hepsi bu. Anlaştık zannediyorum?"


Başımı salladım.


"Güzel."


"Günaydın gençler."


İçeriye giren matematik hocasıyla bakışlarımı Doruk'un Ela gözlerinden gözlerimi zorlukla ayırarak tahtaya çevirdim. Bazen olur ya bir insan bakışlarıyla size ruhunu gösterir. Doruk'un gözleri tam da öyle bakıyordu gözlerime. Onun ela gözleri yalnızca bir gözden ibaret değildi. Onun bakışları ruhunu görmeyi vadediyordu insana ve bu durum beni korkutmuştu. Ben ilk defa bir yere bu kadar çok bakmak istiyordum. Gözlerimi hiç çekmemek istiyordum. Onun gözlerinde ki evrende kaybolup gitmek istiyordum. Salak! Salak gökçe! Neydi bu şimdi? Bu düşündüklerin neyin nesiydi? Koca bir saçmalıksın Gökçe. Her şeyinle saçmalıksın. Başımı iki yana sallayarak derste odağımı tutmaya çalıştım.


***


Öğle arasının ortalarında okuduğum kitaba dikkat kesildiğim dakikalar yanımda duyduğum kuvvetli öksürük sesiyle bozulmuştu. Gözlerimi kitaptan ayırdığımda telaşla Doruk'a döndüm ve elim istemsizce Doruk'un sırtına giderken telaşla ayaklandım. Sınıfta bizden başka kimse yoktu ve Doruk her zaman olduğu gibi yanımda bütün gün uyumuştu. Ta ki bir öksürük kriziyle uykusundan uyanana kadar.


"A-Astım."


Diyebildi kızaran yüzüyle.


"Astımın var!"


Ah zeki Gökçe! Nasıl anladın hemen? Kendime göz devirmeyi es geçip Doruk'un neredeyse bomboş olan çantasını kucağıma aldım.


"İçinde mi?"


Başını salladı. Neredeyse korkudan kan ter içinde kalmıştım. İlacı bulmam saniyeler sürdüyse de kesinlikle Doruk için saatler geçmiş gibiydi. Adeta ciğerleri sökülürcesine öksürüyordu. Hızla ilacı Doruk'un dudaklarına dayadım ve çalışması için üzerindeki düğmeye baskı uyguladım. Birkaç kez ona basmamın ardından Doruk sakinleşmiş başını duvara yaslanmıştı. Ne yapacağımı bilemez bir halde sıradan çıkmaya yöneldim.


"Sana su alayım!"


Dedim ve bir adım sıramın dışına attım. Doruk eliyle güçsüzce bileğimi kavradığında gözlerim Doruk'un kısık bakışlarıyla buluştu.


"Gerek yok gitme."


"Ama iyi değilsin-"


"Kal kızıl."


Başımı sallayarak usulca yeniden Doruk'un yanına bedenimi bıraktım.


"Arada oluyor."


Dedi beceriksizce nefes alırken.


"Sana denk geldi."


"Ama iyisin değil mi?"


"Bana bir şey olmaz."


İstemsizce gözlerim devrilirken Doruk'un sakinliğinden faydalanma kararı alarak çekinerek dudaklarımı araladım.


"Senin bana böyle davranmanın özel bir sebebi var mı? Sadece meraktan soruyorum."


Doruk'un duvara dayalı başı duvardan ayrılmadan bana doğru döndü ve kaşları havalandı.


"Nasıl davranıyormuşum sana?"


"Kötü! Oldukça kötü! Hatta beni öldürmek ister gibi?"


Sonlara doğru sesim soru sorar gibi çıktıysa da cümlem Doruk'un gülüşüyle bölünmüştü.


"Yanlış anlamışsın. Sana kötü davrandığım yok. Ben ailem hariç herkese böyleyim kızıl."


"Ama Koray'a değilsin-"


"Ailem hariç dedim. Aile kan bağından ibaret değil ufaklık. Aile yanında duvar gibi duran insanlardır ve o duvarlar bir araya geldiğinde bir ev olur. Sana ait bir ev. Senin evin. Aile sana bir ev kuran değil sana ev olanlardır kızıl. Aile evin ta kendisidir."


Doruk karşımda ilk defa gardını indirmişti. Tam da şu an konuşan dudakları değil ruhuydu ve ruhunun görünmez elleri o bilmese de ruhumu sarmıştı. Ne demişti? Yanında duvar gibi duran insanlar ailendir ve o duvarlar bir araya geldiğinde bir ev olur... Öyleyse evsizdim ben. Benim evimin bir duvarım vardı. Göktuğ... Diğer duvarları çürüktü evimin ve domino taşı misali hepsi birbirinin ardından yıkılıp gitmişti. Tek bir duvar kalmıştı sağlam ve evim olan o duvar hiç bir zaman çürümeyecekti bilirdim.


"Ya bir evin yoksa?"


Diye beceriksizce bir soru döküldü dudaklarımdan.


"Üzülme kızıl. Benim evimin de çatısı yok. Sen yaşamaya bak."


Çatı... Ne demek istemişti? Evin çatısı ne oluyordu? Sessizlik. Yalnızca dilediği gibi yanında oturduğum yarım saatlik bir öğle arası ve kapanış. Geriye kalan derslerde tek düşündüğüm Doruk'un kurduğu cümle olmuştu. Bir cümleyle kalakalmıştım. Şimdi ise evi es geçip okula olukça yakın olan sahile doğru yürüyordum. Ne de olsa tek duvarlı evim evimizde değildi o duvarlara sıkışıp kalmak anlamsız olurdu. Sahile ulaştığımda Deniz kenarındaki kayalıklar gözlerime takıldı ve ayaklarım istemsizce o kayalıklara doğru yol aldı. Kayalıkların üzerine çıktığımda adım adım denize doğru ilerlemeye başladım. Deniz çocukluğumdan beri benim için sonsuz bir evrendi. Beş yaşından beri izlerdim denizi. Sanki yaşadığımız bu dünya ve deniz bambaşkaydı. Deniz başlı başına bir dünya gibiydi. Bir yaşam vadediyordu masmavi sular. Bana vad edilmeyen yaşamın aksine sonsuz bir yaşam. O an titreyen telefonumla gözlerim telefonumla buluştu. Mesaj Göktuğ'dandı. Her zaman olduğu gibi...


"Bal kız eve biraz geç geleceğim gelirken yiyecek bir şeyler getiririm sen beni bekleme uyu. Ha birde... İşe alındım!"


Mutlulukla gülümsedim ve parmaklarımı heyecanla klavyede gezdirmeye başladım.


"Harika! Çok sevindim! Beni merak etme huysuz akşam görüşürüz!"


"Görüşürüz fıstığım seni seviyorum."


Telefonu göğsüme bastırırken fısıldadım.


"Bende seni seviyorum."


Saatlerce sonsuzluğu izledim. Mavisiyle sonsuzluğu barındıran su siyahlara bürünene kadar izledim. Bir ara yağmur yağdı. Okul formam, kızıl saçlarım sırılsıklam oldu.. Ama kalkmadım. İzledim. Gözlerimi ayırmadan saatlerce izledim. Saat akşam sekize gelirken kalkamaya yeltenecektim ki aklıma Göktuğ'un geç kalacağı geldi ve olduğum yere yeniden yayıldım. Düşüncelerim denize karıştığı sırada arkamdan duyduğum sesle kocaman olmuş gözlerim sesin sahibine döndü.


"Kızıl?"


Doruk başına geçirdiği kapüşonuyla kayalıkların önünde beni izliyordu.


"Doruk? Ne işin var burada?"


Ah yine saçmaladın Gökçe! Sanki deniz babanın malı! Belli ki yürüyüşe çıkmış.


"Dolaşıyordum da asıl senin bu hava da burada ne işin var ufaklık?"


Omuz silktim.


"Denizi izliyordum."


Doruk'la gözlerimiz bir aradayken aramızdaki rahatsız edici sessizliği aralanan dudaklarım bölmüştü.


"Gelmek ister misin?"


"Nereye?"


Doruk'un saçma cevabıyla nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim ve elimi yanıma doğru uzattım.


"Yanıma. Yani eğer istersen... İşin yoksa?"


Doruk omuz silkip tek hamlede kayalıklara çıktı ve yanıma doğru usulca indi. Önümüzde denize ulaşmamıza engel yalnızca iki sıra kayalık vardı.


"Senin için geç bir saat değil mi? Ailen kızmasın sonra."


Doruk'un alaylı cümlesi yanıma oturmasıyla kesilirken son cümlesi gözlerimde yaşların birikmesine sebep oldu.


"Hayda! Ne oldu kızım doldu gözlerin?"


"Hiç... Beni pek merak etmezler yani etmezlerdi."


Doruk'un kaşları havalandı.


"Artık ediyorlar mı?"


"Bilmem." diyerek bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım.


"Belki..."


Gözümden düşen bir damla yaşı yanağımda hissettiğim sıcak parmaklar yok ederken şaşkınlıkla Doruk'a baktım. Onun... Gözleri dolmuştu.


"Kusura bakma eşek herifin tekiyim ben. Başın sağ olsun kızıl."


"Önemi yok. Alışmak zorundayım. Hem bilirsin varlığını bilmediğin şeylerin yokluğu seni üzmez. Üzemez."


Doruk'un kaşları çatılırken tüm bedenini bedenime çevirdi ve yüzümü incelemeye başladı.


"Ama seni üzmüş kızıl. Kendini kandırma. Neler yaşadığını ben bilemem yargılamak da bana düşmez ama kendini üzülmüyorum diye kandırma. İnsan yalnızca kendini kandırabilir ufaklık. Hatta salla sen kendini bile kandıramazsın dön de bak gözlerine."


"Ne var ki gözlerimde?"


Sesimde saf bir merak vardı. Doruk dudağının kenarıyla hüzünlü bir gülümseme kondurdu yüzüne.


"Sen üzgün değilsin kızıl. Sen mahvolmuşsun."


İlk defa. İlk defa gözlerime biri bomboş bakmamıştı. İyiyim dediğimde susmamıştı. Gözlerimin içindeki duyguyu yüzüme vurmuştu. Herkes gözlerimi görürken o gözlerime bakmıştı. Ve en çokta o görmüştü. Acımı yaramı hüznümü görmüştü. Gülümsedim. Yüzüme söylemişti. Bana mahvolduğumu açık açık söylemişti. Neredeyse mutluluktan ağlayacaktım.


"Teşekkür ederim."


Doruk'un kaşları havaya kalktığında açıklama gereği hissederek dudaklarımı bir kez daha araladım.


"Gördüğün için."


"Görünmeyecek gibi değil. Bak kızıl ben pek dertleşmekten dinlemekten falan anlamam. Bilirsin genelde ya uyurum ya da... Neyse işte. Ama anlatmak istersen yani-"


"Anlatırım. Belki bir gün."


"Eyvallah."


Demişti yalnızca. O an aklımdan geçen başka bir düşünceyle Melis'in söyledikleri zihnimde yankılandı. "Doruk Çakır Arsal bir motor yarışçısı kızıl..."


"Doruk?"


Diyebildim dakikalar uzayıp giderken.


"Efendim?"


"Bir şey sorabilir miyim özel değilse?"


"Sen soruyu sormadan özel olup olmadığını nasıl bilebilirim kızıl."


Yanaklarımı şişirerek başımı salladım. Haklıydı. Daha soruyu sormadan cevap verip vermeyeceğini sormuştum! Salak Gökçe!


"Pekala soruyorum. Sen sahiden motor yarışçısı mısın?"


"Sen nereden... Melis! Boşboğaz."


Doruk yerinden kalkarken bende hızla doğrulup ayaklandım. Çantamı yere bıraktığımda gözlerim Doruk'un elalarına çıktı.


"Kızıl eğer bunu herhangi birine söylersen daha önce hiç karşılaşmadığın bir Doruk'la karşılaşırsın ve emin ol bu hiç hoşuna gitmez."


Biraz önceye nazaran öfkeyle dolup taşmış gözlerine karşı derince yutkundum.


"Tehdit etmene gerek yok zaten söylemeyecektim. Ve ayrıca senden korkacak değilim. Bu boş tehditlerini başkalarına zırvala da boşa gitmesin-"


Bir anda kendimi önce Doruk'un kollarında ardından denizin altında bulmuştum. Ruh hastası manyak! Beni kucaklayıp denize atlamıştı. Bu çocuk iyi miydi? Çığlığım suyun dibine girmemizle kesilirken Dorukla suyun altında göz göze gelmiştik. Doruk beklemeden ellerini belime sararak ikimizi de suyun üzerine çekmişti. Şimdi nefeslerimiz birbirlerine çarpıyordu ve bedenim deli gibi titriyordu.


"Ben boş tehdit savurmam kızıl ve bil ki canım yanarsa can yakarım. Çok fazla yakarım. Kül ederim kızıl."


"Bir ateşi yakamazsın Doruk Çakır Arsal. Ben zaten kül olmak üzereyim."


Doruk çatık kaşlarla gözlerimi incelerken ikimizde nefes nefeseydik ve yüzlerimiz oldukça yakındı. Doruk'un gözleri yanaklarıma kayarken derince yutkundum.


"Masken düştü kızıl."


Dedi bir anda. Kaşlarım çatılırken çarpık bir gülümsemeyle gözlerini yeniden gözlerime çıkarttı.


"Çillerini görebiliyorum."


"Bırak beni!" Diye olduğum yerde çırpındığımda Doruk'un bedenimi bir anda bırakacağını bilmiyordum. O an öyle bir boş bulunmuştum ki bedenim yeniden denizin dibine batmaya başlamıştı. Ta ki Doruk bedenimi yeniden su yüzüne çıkarana kadar.


"Emin misin? Bırakayım mı seni?"


Başımı sinirle iki yana sallarken aklıma bir an yüzme bilmediğim gelmişti! Ah kahretsin. Babam beni yüzme kursuna göndermek istediğinde reddetmem kesinlikle yaptığım en büyük aptallık olmuştu.


"Aptal olduğunu biliyordum."


Dediğinde şaşkınlık ve sinirle harmanlanan bedenimden bir titreme geçti ve titreyen dudaklarımı araladım.


"Sen... Aptal olan sensin!"


"Sensin kızıl. Aptal olan sensin. Çillerini kapattığın için en büyük aptal sensin."


***


"Zatürre olacağız!"


Demiştim bana kaskını uzatan Doruk'a hitaben. Denizden zorlukla çıkmış ve sırılsıklam bedenlerimizle sahilin diğer ucuna kadar yürümüştük. Doruk bey motorla gideceğiz diye tutturduysa da hasta olacağımıza emin olduğumdan motor fikri kulağıma sıcak gelmemişti.


"Bir şey olmaz kızıl. Hırçın kızımı burada bırakamam."


Kaşlarım alayla havalanırken titreyen dudaklarımdan bir kahkaha dökülüverdi.


"Bunun bir de adı mı var?"


"Ne var? Senin adın varken onun adı neden olmasın? Atla hadi sabaha kadar seni bekleyecek değilim."


"Ruh hastası..."


Diye mırıldandıktan sonra çaresizce Doruk'un uzattığı kaskı başıma geçirip arkasına çekingen bir şekilde oturuverdim. Hayatımda ilk defa bir motora biniyordum ve ilkler her zaman güzeldir lafı benim için tamamen çürümüştü. Zira ilk defa bindiğim bu motora sırılsıklam ve tir tir titreyen bedenim eşliğinde biniyordum. Nasıl göründüğüm mü? En ufak bir fikrim bile yok. Muhtemelen perişan görünüyordum. Ellerimi motorun arkasındaki demirlere yerleştirdiğimde Doruk bir şey dememiş başını iki yana sallamıştı. Motor sesi yükseldiğinde ise başını iki yana sallama nedenini anlamış olmuştum. Tam da şu an dudaklarımdan kaçan ufak çığlıkla kollarım Doruk'un belini sıkıca sarmıştı. Artık yalnızca soğuktan değil korkudan da titriyordum. Motor bana saatler gibi gelen dakikaların ardından durduğunda hızla indim ve kasktan kurtularak nefes nefese olduğum yere çöktüm.


"Öleceğim sandım! Sen buna nasıl biniyorsun be! Canına mı susadın?"


"Halbuki yavaş gelmiştim."


Derken saçlarını karıştırıyordu Doruk ve gayet umursamaz görünüyordu. Hem ne demişti o? yavaş mı? Ben uçtuğumuzu düşünüyordum!


"Yavaş mı? Öldürüyordun bizi!"


"Benim kullandığım motorda ölmezsin kızıl yaz bir kenara."


"Aman aman bir daha binmem ben o şeye!"


"Büyük konuşma da sen."


Hala dalga geçiyordu! Aptaldı. Tam bir aptal! Birkaç dakika daha soluklandıktan sonra gözlerimi geldiğimiz yerde gezdirdim.


"Nereye geldik?"


"Burası Melis'in evi. Bu halde eve gidemezsin önce üzerini değiştir sonra seni evin neresiyse oraya bırakırım."


Kaşlarım çatılırken yeniden motora döndüm.


"Bununla mı?"


"Keyfin bilir kızıl. İstemezsen kendin gidersin."


Elim çantamın içindeki telefonuma giderken gözlerim bir kaç saniye saate oyalandı ve yanaklarımı şişirdim. Saat epey geç olmuştu ve Doruk'un teklifini kabul etmekten başka bir çarem ne yazık ki kalmamıştı!


"Pekala son kez binebilirim sanırım..."


Doruk omuz silkerken bir araya bağladığı kollarıyla belini motoruna yasladı. Yanaklarımı şişirerek çekingen adımlarla dün gözlerimi açtığımda başımda bekleyen ve henüz yeni tanıştığım kızın evine doğru adımladım. Yumruk yaptığım elim kapıyla buluşurken sabırla kapının açılmasını bekledim. Ve sonunda...


"Buyur?"


Bir dakika... Karşımda neredeyse benim iki katım olan çocukta kimdi böyle? Yoksa Doruk beni yanlış eve mi getirmişti? Yok artık!


"Hoş geldin kardeşim."


Karşımda gördüğüm çocuğun gözleri arkama kayarken Doruk'un bedeninin sıcaklığı hissedilmeyecek gibi değildi. Tam arkamda duruyor ve sıcaklığı bir nefes kadar yakın hissediliyordu.


"Eyvallah kardeşim. Melis evde mi?"


"Evde Ev de de, ne iş?"


Derken karşımdaki çocuk kaşlarıyla beni işaret edip kim olduğumu anlamaya çalışıyordu.


"Başımın belası. Her neyse Melis'e söyle de şuna birkaç parça kıyafet bulsun."


Şu? Sinirden neredeyse ölecektim dudaklarım gitmek istediğimi söylemek için aralanacağı sırada evin içinden yükselen coşkulu ses ardından kapıda beliren beden sözcüklerimin dudaklarımın arasında kaybolup gitmesine sebep oldu.


"Kızıl! Hoş geldin! Gelsene."


Melis neşeyle gelişimi karşılarken gülümsedim.


"Hoş buldum."


"Kızıl! Bu halin ne! Çabuk geç içeriye üşüteceksin."


Hep birlikte içeriye adımladığımızda Melis kolumdan nazikçe tutup odası olduğunu düşündüğüm odaya doğru bedenimi sürüklemeye başladı.


"Neler oluyor? Bu haliniz ne?"


"Beni denize attı."


Melis şaşkınlıktan kocaman olmuş gözleriyle gözlerime baktığında şaşkınlığını birkaç saniyede atlatmış olacak ki kulaklarımı patlatmaya yakın bir sesle adeta haykırdı.


"Ne!"


Omuz silktim.


"Sana hemen kuru bir şeyler vereyim ah haline bak! Öküz ne olacak? Sorarım ben ona!"


"Teşekkür ederim Melis sana borçlandım. İkidir bana yardım ediyorsun."


"Duymamış olayım."


Derken Melis dolabından bana uygun birkaç kıyafet çıkartmakla meşguldü. Birkaç dakika geçtiğinde Melis elinde siyah bir eşofman gri bir kazakla önümde durdu ve elindekileri bana doğru uzattı.


"Bunları giyebilirsin. Temizler endişelenme!"


Gülümsedim. Melis rahat etmem için odadan çıkarken üzerime yapışan formalardan hızla kurtulup sıcak ve güzel kokulu kıyafetleri üzerime geçirdim. Sonunda bedenim ısınırken rahat bir nefes aldım. Çantamın içinden yükselen melodiyle gözlerim çantamda durdu ve panikle telefonumu çıkarttım. Göktuğ korkudan ölmüş olmalıydı!


"Ağabeyciğim ne yapıyorsun?"


Ne yapıyorsun mu demişti o? Göktuğ hala eve gitmemiş miydi?


"Bir arkadaşımdaydım birazdan eve gideceğim."


"Hangi arkadaşmış o?"


"Geçen hastanede başımda bekleyen seninle konuşan. Melis. Hatırladın mı?


"Anladım Bal kız. Gökçe'm senden bir şey isteyeceğim. Bugün orada kal ağabeyciğim. Yarın sana her şeyi anlatacağım sabah evde görüşürüz olur mu?"


"Ama-"


"Şimdi kapatmalıyım güzelim görüşürüz."


Korku kalbimi ve ruhumu sarıp sarmalarken gözlerimi kırpıştırdım. Göktuğ eve gelmeyecek miydi? Neden burada kalmamı söylemişti? En önemlisi ne demeye burada kalacaktım?


"Kızıl? Gelebilir miyim?"


Melis'in sesiyle sanki görecekmiş gibi başımı salladım.


"Gel tabii."


Melis araladığı kapıdan içeriye girdiğinde ilk yaptığı benim için ayırdığı kıyafetlerle sarmalanmış bedenimi süzmek olmuştu.


"Çok yakışmış! Bana bak kızıl ara o pimpirikli ağabeyini bugün eve gitmeyeceğini söyle. Birazdan yağmur bastıracak ve bu halde seni hiç bir yere bırakmam! Sen ağabeyinle konuş sonra içeri gel nefis bir makarna yaptım parmaklarını yiyeceksin!"


Gülümsedim.


"Çok teşekkür ederim Melis. Ama ben aç değilim yalnızca uyumak istiyorum."


"Şey... Bir de fazladan yalnızca bir odamız var ve Çakır'da bu gece burada kalacak. Rahatsız olmazsın değil mi? Oda da iki kanepe var sizin için orayı hazırlayacağım. Tabii istemezsen ağabeyim koltukta uyuyabilir sen de onun yatağında yatarsın."


"S-Sorun değil. Yani rahatsız olmam."


Melis gülümseyerek el çırptı ve kapıya yöneldi.


"Öyleyse ben yatakları hazırlayayım."


Başımı sallayarak arkasından bakakaldım. Ne onu ne de ağabeysini yatağından etmeye hakkım yoktu. Bir gece yalnızca bir gece aynı odada yatabilirdik. Ne de olsa iki kanepe vardı ve arkamı dönüp yatardım. Sonuçta burası onun arkadaşlarının eviydi ve ona gitmesini söylemek aptallık olurdu. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirerek odanın kapısına ilerledim ve mutfaktan gelen seslere aldırış etmeden Melis'in girdiği odadan içeriye girdim. Melis elindeki çarşafları koltuklara geçirirken hızla diğer çarşafı diğer koltuğa yerleştirmek üzere elime aldım. Evleri kutu gibiydi ve bizim oturduğum gecekonduya oldukça benziyordu. Tek farkları bu gecekondunun daha bakımlı ve düzenli olmasıydı. Tıpkı bir yuva gibi... Acaba anne ve babaları neredeydi? Merak duygusu zihnimde kol gezerken dudaklarım çoktan aralanmıştı.


"Melis?"


"Söyle kuzum."


Demişti yorganlardan birini önündeki koltuğa özenle örterken.


"Sizin anne babanız-"


"Onlar Ankara'da yaşıyor. Bizi istemediler. Daha doğrusu ağabeyimi... Annem ve babam ağabeyimin motoruyla hiç bir zaman barışamadılar. Ağabeyim motoru bırakamadı ben de onu bırakmadığım için burada kaldım. Anlayacağın biz birbirimizin ailesiyiz."


"Bizim gibi..."


Diye mırıldanmıştım şaşkınlık dolu sesimle.


"Boş ver kızıl. Yat uyu sonra konuşuruz yorgun gözüküyorsun. Eğer acıkırsan mutfağa yanımıza gel."


Başımı sallayarak gülümsedim.


"Teşekkür ederim."


Melis'in eli ışığı kapatmak üzere kalkarken hızla elimi kaldırdım.


"Işık açık kalabilir mi?"


"Elbette."


Gülümsedim.


"İyi geceler kızıl."


"İyi geceler."


Diyerek Melis'in arkasından bakmakla yetindim. Melis çıktığındaysa rahat bir nefes alıp duvara dayalı koltuğa üzerindeki yorganı kaldırarak uzandım ve yorganı hızla üzerime çektim. Hayatın beni nereden nereye getireceğine artık akıl sır erdiremiyordum. Malikanelerle dolu bir sitede anne baba ve ağabeysiyle sakin bir hayat süren Gökçe Bal Hazer şimdi bir gecekondu mahallesinde yeni tanıştığı bir kızın hazırladığı kanepede onun kıyafetleri içinde uyumaya hazırlanıyordu. Hayat bile şaşırmıştı geldiğim noktaya. Ağzı açık izliyordu olanları. Mahvoluşum onu bile mahvetmişti sanki. Hayatım ve ben mahvolmuştuk. Öyle bir mahvolmaktı ki bu nasıl toparlanır habersizdim. Sanki hayatım bir yapboz parçasıydı ve binlerce yapboz parçasının içine karışıp gitmişti. Hayatım kaybolmuştu ve ben onu nasıl bulacağımı bilmiyordum. Belki de güçsüzdüm. Bencildim. Öyle ki benimle aynı hayata mahkum edilen ağabeyim hayalindeki bölümü bile benim geleceğim için bırakmayı göze almışken benim şikayetlerim bir şımarıklıktan ibaretti. Bilmiyordum. Hiç bir şey bilmiyordum artık tek bildiğim yaşamıma kayıp hayatımı arayarak devam etmekti. Bulunca ne mi olacaktı? Onu da bilmiyordum...


BÖLÜM SONU


_____________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! Üçüncü bölümümüzde böylelikle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor0_1


İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar  TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


_____________________________


Loading...
0%