Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4. Bölüm: Ki̇raci

@peteichor_

Bazen sarılmak sizi tüm yüklerinizden,


sırtınızı kambur yapan acılarınızdan, zihninizi bulandıran kabuslarınızdan kurtarırdı. Bazen sarılmak bir yara bandı misali yaralarınızın üzerini örterdi.


4.BÖLÜM: KİRACI


Kızıl saçlarım sırtımdan dökülürken ılık rüzgarla dalgalanıyordu. Üzerimde yere kadar beyaz bir elbise vardı. Bembeyaz bir elbise. Öyle güzeldi ki gözlerimi üzerimdeki elbiseden alamıyordum. Üzerime esen hafif meltem elbisemin eteklerini iyiden iyiye dalgalandırıyordu.


Gözlerim bir an içinde bulunduğum geniş bahçede oyalanmaya başladı. Bu bahçe... Evimin bahçesiydi. Ah hayır. Eski evimizin bahçesi. Ev olup yuva olmayı başaramamış Hazer malikanesi. Dörtten fazla duvarı olan ancak bir ev edememiş evimin bahçesi. Bir anda üzerimde yanan renkli ışıklarla hafifçe irkildim. Bir dakika. Neden buradaydım. En önemlisi herkes neden buradaydı? Bir an tüm ışıklar sönmüş ve tek bir ışık yanıvermişti. Bahçemize kurulan sahnenin ışığı. Ve şimdi o ışık tek bir insanı aydınlatıyordu. Bir kişiyi... Annemi. Annem siyahlar içinde sahnede göz yaşlarıyla duruyordu. Bedeni tir tir titrerken dik duruşunu bozmadan dudaklarını araladı.


"Sevgili konuklar. Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz. Bu acı dolu günde yanımızda olup desteğinizi eksik etmediğiniz için size minnettarız... Bugün sevgili kızım. Gökçe'min toprağa verilişinin kırkıncı günü. Bugün kızımızın kırkı çıktı. Çok üzgünüz ancak ne yazık ki elimizden üzülmekten başka bir şey gelmiyor. Umarım huzurla uyuyorsundur Gökçe'm."


Daha fazla dayanmayan göz yaşlarım usulca yanaklarımdan dökülürken hızlandırdığım adımlarım sahneye doğru yol aldı. Ben ölmemiştim. Bu da neyin nesiydi? Şaşkınlığın sarmaladığı korku ruhumu bir sarmaşık misali sararken korkuyla dudaklarımı araladım.


"Ben ölmedim!"


Bir anda ışıklar tamamen yandığında gözüme ilk çarpan bir köşede yaşlı gözlerini gizlemeye çalışan siyah takım elbiseli Göktuğ olmuştu. Tek yapmak istediğim onun yanına koşup boynuna sarılmak ve yaşadığımı ona haykırmaktı. bir tek o. Bir tek ona dayanamazdı kalbim. O ağlamasındı üzülmesindi. Yalandan bir gerçeğe inanmasındı. Ben yaşıyordum. Ben ölmemiştim!


"Göktuğ!"


Demiştim büyük bir telaşla bedenimi yanına bırakırken. Ancak duymamıştı beni. Bir sorun olduğu kesindi. Neydim ben görünmez mi? Neden kimse görmüyordu beni. O an ne yaptığımdan habersiz kendi varlığımı kanıtlamak istercesine Göktuğ'un önünde diz çökmüş avazım çıktığı kadar bağırarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Öyle çok ağlamış öyle çok "Yaşıyorum!" Diye haykırmıştım ki ses tellerim bile titriyordu acıdan.  Göz bebeklerimin yandığını hissediyordum. O sahneye tek tek herkesin çıkışını izledim. Sahte hüzün gösterisini timsah göz yaşlarını her şeye şahit oldum. Hiç bir şey yaralayamadı beni onun kadar. Şimdi sahnede o vardı ve ben çırpınışlarıma belki de saatler sonra son verip olduğum yere yığılmıştım.


"Merhaba. Bu konuşmayı annemin bana söylettirmek istediklerinden bağımsız yapacağım çünkü Gökçe benim için hiç bir zaman bu kağıt parçasında yazan kardeş zırvalıklarından olmadı olmayacak. Sizlerin aksine... Lütfen darılmayın bana sizin sahte göz yaşlarınıza inanmadığımdan küsmeyin. Ah neyse ne... Gökçe benim kız kardeşim değildi. Gökçe benim ailemdi, evimdi, hayatımdaki gökkuşağıydı. Bize baktıklarında herkesin söylediği tek bir cümle vardı. Çok benziyorsunuz... Ama hayır yanılıyorsunuz! Biz benzemiyoruz. Turuncuya kaçan saçlarımız ya da çillerimiz dışında alakamız bile yok. O bu dünyaya yanlışlıkla indirildi sandığım bir melekti. Bense huysuz işe yaramaz herifin tekiyim işte. Kendimi böyle avutuyorum onun yokluğunda. O yeryüzüne yanlışlıkla indirilmiş bir melekti ve cennete evine geri döndü. O evine döndü beni evsiz bıraktı. Canın sağ olsun Gökçe'm. Ağabeyin seni çok seviyor ve çok sevecek. Her şeye herkese inat."


Nefes alamıyordum. Acıdan nefes alamıyordum. Ölmediysem de ölmek üzere olduğuma emindim. Aldığım nefesler iğne gibi ciğerlerime saplanırken o an tek dileğim sahiden ölüp çektiğim bu acıdan kurtulmaktı. Ama yapamıyordum. Yaşamayı beceremediğim gibi ölmeyi de becerememiştim ve bana hitaben veda konuşmalarının yapıldığı bahçemizde yerde öylece bekliyordum. Beni öldürmeye yakın bu acıdan kurtulmayı ve koşarak Göktuğ'un boynuna atlamayı bekliyordum. Çünkü onun düşündüğünün aksine benim evim oydu ve ben evime geri dönmek istiyordum. Göz yaşlarım hızlanırken bedenimde ilk defa bir temas hissettim. Omuzlarımdaki sıcak ellerin sahibi görüş açıma girmezken o ellerin tek bir ismin olmasını diledim. Göktuğ olmasını diledim.


"Göktuğ!"


"Gökçe!"


Göz yaşları içinde açılan gözlerim önce olduğum odayı taradı ve ardından omuzlarımı sıkıca tutan endişeli bedene kaydı. Doruk darmadağın olmuş saçlarıyla omuzlarımı sıkıca tutuyor ve endişeli gözleriyle yanan gözlerime bakıyordu.


"D-Doruk?"


Deyiverdim titreyen bedenimi umursamadan. Hala gördüğüm Kabusun etkisindeydim ve şu an gerçekten hayatta olup olmadığımı sorgulamak istiyordum.


"Yaşıyorum..."


Sesim sorar gibi çıktıysa da ses tonumdan aksini duymak istemediğim açıkça belli oluyordu. Doruk ellerini yüzüme çıkartırken geniş elleriyle yüzümü sardı ve başını salladı.


"Yaşıyorsun. Tamam sakin ol bir şey yok."


Başımı salladım. Doruk yüzümü bıraktığında sıkıntıyla nefesini dışarı vererek ayağa kalktı.


"Kalk gidiyoruz."


"N-Nereye?"


Sesim hala titriyordu.


"Yüzün bembeyaz oldu elini yüzünü yıkayalım."


Başımı sallayarak ayağa kalktım. Kendimi hiç olmadığım kadar yorgun hissediyordum. Doruk evin bahçesine doğru adımladığında afallayarak olduğum yerde kaldım.


"Ne oldu?"


Demişti durduğumu görünce.


"Yüzümü yıkayacaktım?"


"Bahçede çeşme var orada yıkarsın biraz da hava al kötü görünüyorsun."


Başımı sallayarak titreyen vücudumu zapt ederek bahçeye adımladım. Doruk'un dediği gibi bahçede küçük bir lavabo vardı. Doruk bahçedeki kare masanın etrafındaki sandalyelerden birine otururken beklemeden açtığım soğuk suyu avucuma doldurup yüzüme çarptım. Buz gibi suyla yüzümü defalarca yıkadım. Ancak titremem geçerken temkinli adımlarla Doruk'un yanındaki sandalyeye yorgun düşen bedenimi bıraktım. Öyle yorulmuştum ki rüyamın gerçek olup olmadığını hala sorgulama ihtiyacı hissediyordum. Adeta saatlerce koşmuşçasına bitkin düşmüştüm.


"Ne gördün?"


Doruk'un sesiyle gözlerimi daldığım yerden çekerek kırpıştırdım.


"Öldüğümü."


Doruk burnundan nefes verirken hafifçe güldü ve yüzünü yüzüme çevirdi.


"Öldüğün için mi ağladın?"


O an anlatmak istedim. Sırtımda kambur olmuş yaralarımdan kalbimi sıkıştıran her şeyi anlatmak istedim.


"Hayır. Göktuğ'a ağladım. O dedi ki... O evine döndü beni evsiz bıraktı."


Göktuğ'un rüyamda kurduğu cümle kulaklarımda gerçekmişçesine yankılanırken acıyla kapandı gözlerim. Bir cümlenin altında ezilmek mümkün olsaydı o cümle kesinlikle zihnimin kurguladığı bu cümle olurdu.


"Göktuğ?"


Dedi Doruk soru sorarcasına. Başımı salladım.


"Ağabeyim. Tek ailem."


"Sürekli onu sayıkladın. Dakikalarca seslendim omuzlarından sarstım zar zor uyandın. Bu tür kabusları sık sık görür müsün?"


İstemsizce güldüm.


"Sen yarışları bırakıp psikolog falan olsana hiç fena sayılmazsın."


Güldü. İlk defa içten gardını almadan güldü. Gerçekten güldü. Doruk Çakır Arsal şu dakika dudaklarındaki en samimi gülümsemesini Gökçe Bal Hazer'e sundu...


"Neden olmasın? Belki ilk hastam sen olursun. Hiç sağlıklı gözükmüyorsun malum."


Omuz silktim.


"Evet neredeyse her gece kabus görüyorum. O günden beri."


"O gün?"


"Annem ve babamı kaybettiğim günden beri."


Doruk bedenini tamamen bedenime çevirdiğinde kaşları çatıktı.


"İnsan varlığını bilmediği şeyin yokluğuna üzülemez. Buydu söylediğin tam da buydu. Ne demek istedin?"


Omuz silktim. Anlatsam anlar mıydı? Kimse anlamamışken anlar mıydı? Belki de...


"Bir gün anlatırım. Belki bir gün."


Anlayışlı bir tebessümle başını salladı ve arkasına yaslandı.


"Göktuğ'un şu an yanımda olmasını çok isterdim."


Deyiverdim bir anda. Aslında ben değil kalbim söylemişti. Benim değil kalbimin, ruhumun ihtiyacı vardı ona.


"Ne yapardın? Göktuğ yanında olsa... Ne yapardın?"


"Sarılırdım ona."


"Bana sarıl."


Bir an afallamıştım. Ona baktığımda daha fazla afallamama sebep olansa onun da kendi söylediğine şaşırmış olmasıydı.


"Unut gitsin. Hadi gece gece kafamı ütüledin kalk da uyuyalım yarın yarış var. Sana neden hesap veriyorsam iyice mala çevirdin beni! Baş belası kızıl."


Gülümseyerek oturduğum sandalyeden kalktım ve eve giren Doruk'un ardından içeriye girdim. Odaya girdiğimde Doruk çoktan yatmış yorganı başına kadar çekmişti. Umursamaksızın Doruk'un karşısındaki koltuğa uzandığımda güneş yavaş yavaş doğmaya yelteniyor ve gün ışığı içeriye kesik kesik doluyordu. En azından zifiri karanlıkta değildim. Doruk'a doğru döndüğümde gözlerim Doruk'un varla yok arası görebildiğim silüetine takılı kaldı. Kusursuz görünüyordu. Neredeyse her an çatık olan kaşları. Elaya çalan gözleri. Koyu kahve saçları, biçimli dudakları... Dudaklarımı yavaşça araladım o an.


"Teşekkür ederim."


"Ne oldu yine?"


Diye öküzce bir cevap geveledi dudaklarında. Göz devirmeden edememiştim.


"Beni dinledin."


"Anlatmadın."


"Anlatmamı istedin."


"İstedim..."


Diye mırıldandıktan hemen sonra elaları yeniden kapandı ve büyük bir sessizlik aramızdaki fısıltıları bıçak gibi kesti. O saatten sonra uyumadım. Tavan, duvarlar, perde, Doruk... Odanın içinde her ne varsa dakikalarca izledim ve bir an önce sabah olmasını diledim...


***


Heyecandan neredeyse koşarak çıktığım kapıya son kez baktım ve adımlarımı hızlandırdım. Akşam o halde fark etmediysem de Melis'in evi evimize birkaç sokak uzaklıktaydı ve kesinlikle şanslı hissetmiştim. Koşar adım sokakları aşıp evime adımladığımda -evet evime çünkü Göktuğ gelmişti yada gelmek üzereydi- Neredeyse dakikalar sonra ulaşmıştım. Kapıyı hızla çaldığımda tam da beklediğim gibi Göktuğ dağılmış kızıl saçlarıyla karşımda durdu. Hiç bir şey söylemesine izin vermeden kollarımı hızla Göktuğ'un boynuna sardım ve ona sıkıca sarıldım. Saatlerdir zihnimde dönüp duran hayal tam da şimdi karşımdaki bedenle can bulmuştu. Bazen sarılmak sizi tüm yüklerinizden, sırtınızı kambur yapan acılarınızdan, zihninizi bulandıran kabuslarınızdan kurtarırdı. Bazen sarılmak bir yara bandı misali yaralarınızın üzerini örterdi. Şimdi Göktuğ bir yara bandı olmuş tüm yaralarımı örtercesine kollarını sıkıca bedenime dolamıştı. Güven duygusu iliklerime kadar ulaşırken nefesimi hiç olmadığı kadar rahatça dışarıya verdim.


"Sonunda!"


Diye mırıldanarak Göktuğ'uyla bedenlerimizi ayırdım.


"Neredesin sen? Neden gelmemi istemedin? Çok korktum Göktuğ..."


Göktuğ parmaklarını acıtmaktan korkarcasına saçlarıma götürtürken gözlerim birkaç saniye huzurla kapandı.


"İçeriye geçelim anlatacağım ağabeyim."


Başımı sallayarak hızla içeriye adımladım ve sesimi neşeli çıkmaya zorladım. Sanki birkaç saat önce kabuslarla uyanmamış, ağlamaktan harap olmamış gibi...


"Kurt gibi acıktım Göktuğ! Bugün okula gitmeyeceğim hadi çıkıp biraz gezelim eskisi gibi pamuk şeker de yeriz! Tabii artık gizli gizli yememize gerek kalmadı.. Neyse belki oradan eve döner biraz film seyrederiz-"


"Gökçe."


Çantamı yere bırakırken gülümseyerek merakla Göktuğ'a döndüm.


"Ben gidiyorum ağabeyciğim."


"Ya! Bugünde mi iş... E tamam madem öyle yarın nasılsa cumartesi biz de planımızı yarın uygularız-"


"Gökçe! Beni dinle güzelim gel böyle."


Göktuğ ellerimden tutup bedenimi yer yatağına doğru çekti ve karşılıklı oturmamızı sağladı.


"Sana işe alındım demiştim ya hani. O iş biraz farklı. Beş ay... Gitmek zorundayım Gökçe'm beş ay. Çalışıp borçlarımızı ödeyeceğim ve geri döneceğim. Söz veriyorum Gökçe'm. Geri döneceğim."


Kahkaha attım. Koca bir kahkaha attım. Tüm evi doldurabilecek kadar büyük bir kahkaha attım.


"Dalga geçiyorsun değil mi? Göktuğ, ağabey! Dalga geçiyorsun... Değil mi?"


"Dinle Gökçe. Babam öyle böyle borçlanmamış. Her şeyimizi kaybettik her şeyimizi. İş bile bulamıyorum günlerdir! Dün gece sabaha kadar sahildeydim. Düşündüm çok düşündüm. Bir teklif aldım bir inşaat işi. Beş ay Gökçe. Beş ay sonra tüm borçlarımızın neredeyse hepsini ödeyip geri geleceğim. Döneceğim Gökçe söz veriyorum."


Bir kahkaha daha. Ve bir kahkaha daha.


"Beni bırakıyorsun. Gidiyorsun! Sen de gidiyorsun!"


Sinirle yerimden kalktığımda Göktuğ'da telaşla yerinden kalkmıştı. Başını iki yana sallarken bana kendini ispatlamaya çalışıyordu.


"Geri döneceğim! Yatılı bir iş Gökçe Isparta'ya gideceğim. Beş ay çalışacağım ve emin ol oldukça kazançlı. Ya bir düşün! Öyle bir borcun altındayız ki siktiğimin borçları üç kuruş kazançla ancak bir senede biter! Belki daha fazla... Anla beni be güzelim. Ben seni burada bırakıp gitmeye meraklı mıyım bir düşün? Ama ödememiz gerekiyor anladın mı? Beş ay Bal kız. Beş ay sonra ne istersen yapacağız. Bu evi ev yapacağız mesela. Şu hale bir bak! Bir yatağımız bile yok Gökçe."


Başımı iki yana sallarken çaresizce ağlamaya başlamıştım. Göktuğ bedenimi kolları arasına aldığında ağlamam giderek şiddetlenmişti. Gidemezdi. Beni bırakıp gidemezdi. Onsuz bir gece bile katlanılması zor geçmişken beş ay neyin nesiydi? Yatağımız yoktu evet ama bir yatağa da ihtiyacımız yoktu. Onun kolları benim için en konforlu yataktı. Ben en güzel yataklarda yatarken huzur bulamamıştım. Onun kolları huzurdu o yataklar değil. Anlamıyordu... Anlamayacaktı da. Ağladım. Çok ağladım ve biraz daha ağladım. Çaresizlik iliklerime kadar işlemişti.


"Gitmesen... Bir yolu yok mu Göktuğ?"


"Keşke. Çok üzgünüm. Ama söz Gökçe'm beş ay sonra döneceğim. Evimize döneceğim ve senin için burada çok daha güzel bir iş bulup çalışacağım. Burada öyle güzel bir hayat kuracağız ki eskisini düşünmeyeceksin bile. Annem babam bizimle gurur duyacak."


Ağlamam şiddetini arttırdıkça Göktuğ'un bedenimi saran kolları sıkılaşıyordu.


"Şşt! Ağlama güzelim ne olursun üzme beni."


Burnumu çektim.


"Ne zaman gideceksin?"


Pes edercesine çıkmıştı sesim. Gidecekti. O da gidecekti. Belki geri dönecekti ama gidecekti. Yalnız kalacaktım. Sen hep yalnızsın Gökçe. Bu kez haklıydı iç sesim ve bir kez daha emin olmuştum. Ben hep yalnızdım...


"Yarın akşam yola çıkacağız."


"B-Bu kadar çabuk mu?"


"Kaybedecek vaktim yok. Sana sık sık para göndereceğim. Senden tek bir söz istiyorum. Kendine iyi bakacaksın. Döndüğümde seni sapasağlam bulacağım. Artık çocuk değilsin Gökçe'm Ağabeyini anla ve kendine iyi bakarak ona destek ol. Seni her gün arayacağım. Tamam mı?"


Başımı sallarken bedenlerimizi ayırıyordum. Mahvolmak? Benim asıl mahvolduğum an işte bu andı. Ailemi, tek ailemi kaybettiğim bu an.


"Söz ver bana Göktuğ. Geri döneceksin."


"Söz veriyorum. Geri döneceğim. Ve biz çok mutlu olacağız..."


***


Nasıl yapacaktım? Onu bu otobüse bindirip nasıl gönderecektim? Ondan nasıl ayrılacaktım? Hayatımın en zor dakikalarıydı. Size yemin ederim iliklerime kadar canım yanıyordu. Kemiklerim sızlıyordu kalbime ağrılar saplanıyordu. Ondan ayrı kaldığım her bir dakikaya o an lanet etmek istedim. Onsuz geçecek her günüme her geceme...


"Gökçe zaman doldu güzelim."


O an fark etmiştim. Göktuğ'un tuttuğum eline neredeyse tırnaklarımı geçiriyordum. Gözlerimden akan birkaç damla yaşla kollarımı Göktuğ'un boynuna doladım.


"Söz verdin."


"Söz verdim. Savaşa gitmiyorum be kızım ölecek halim yok ya döneceğim elbet!"


Omuz silkim. Belki de fazla abartıyordum ancak Göktuğ'usuz bir hayat alışık olmadığım yegane şeylerdendi. Zira sabahtan bu yana Göktuğ'un dibinden ayrılmamış ve gitmemesi için milyon tane konuşma yapmıştım. Ancak netice olduğumuz yerdi. Bir otogardaydık ve önümüzdeki otobüs Göktuğ'un binmesi gereken otobüsün ta kendisiydi.


"Kendine iyi bak Bal kız..."


"Seni seviyorum huysuz."


Göktuğ bedenlerimizi ayırırken dudaklarını saçlarıma bastırıp geri çekildi.


"Bende seni seviyorum Bal kız. Beni çok özle anlaştık mı?"


"Şimdiden özledim?"


Göktuğ gülerek saçlarımı karıştırdığında homurdanarak geriye çekildim.


"Göktuğ!"


"Ağabey diyeceksin cimcime öğretemedik sana! Hadi şimdi doğru eve."


Omuz silktim.


"Burada bekleyeceğim."


Göktuğ gülerek burnumu parmaklarıyla sıkıştırdı. Şu an mızmız bir çocuk gibi davrandığımı elbet teki farkındaydım ancak böyle davranmamış olsaydım tam da şu an otogarın ortasında hüngür hüngür ağlıyor olurdum.


"Görüşürüz Gökçe'm"


"Görüşürüz... Ağabey..."


Göktuğ elindeki geniş çantayı otobüsün muavinine teslim ettikten sonra arkasına bile bakmadan otobüse bindi. Bilirdim arkasına bir kez baksa gidemezdi. Göktuğ cam kenarına oturduğunda göz göze gelmiştik. Göz yaşlarımın arasında gülümseyerek titreyen elimi havaya kaldırıp sallamaya başladım. Bu bir veda değildi. Olamazdı da. Bu bizim yeniden doğuşumuzdu. Beş ay. Yalnızca beş ay sonra Göktuğ geri gelecek ve evimiz yeniden yuva olacaktı. İki kişilik kocaman ailemiz tamamlanacak ve biz eski günlerdeki gibi mutlu olacaktık. Otobüsün motor sesi yükseldiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Ve dakikalar akıp giderken Göktuğ'un gözleri o otobüsle birlikte çekip gitti gözlerimin önünden. O an daha fazla tutamamıştım titreyen bedenimi. Az önce ne demiştim size? böyle davranmamış olsaydım tam da şu an otogarın ortasında hüngür hüngür ağlıyor olurdum. Ha! İşte tam da onu yapıyordum. Önümden geçip giden otobüsün ardından bedenimi dizlerimin üzerine bırakmış hüngür hüngür ağlıyordum. Belki de hayatımda verdiğim en zor sınavı Göktuğ'dan beş ay ayrı kalarak verecektim. Kabuslarımla yalnız savaşarak verecektim karanlığıma ışık olmadan verecektim. Dört duvar arasına sıkışıp evsiz kalarak verecektim. Asıl savaşım tam da şimdi başlamıştı. Bu savaşı kazanmayı o an kafama koydum. Kimse için hiçbir şey için değilse de onun için kazanacaktım ve bu savaşın sonunda birincilik basamağını Göktuğ'uyla paylaşacaktım.


***


"Gitti. Sizin gibi o da bıraktı beni anne, baba... Tıpkı sizin gibi. Ama bir fark vardı. Siz hiç tutmadığınız ellerimi bıraktınız o ise sımsıkı tuttuğu ellerimi bıraktı. O hiç bırakmayacakmış gibi tutarken siz tutmaya tenezzül bile etmediniz. Hanginize daha çok kızmalı? Belki de kendime kızmalıydım değil mi? Anne şu an karşımda olsan kesinlikle kendime kızmam gerektiğini söylerdin. Çünkü bilirsin, başıma gelen her felaket benim suçum. Belki sizin ölmeniz bile..."


Avucuma aldığım bir avuç toprağı yeniden annemin üzerine attıktan sonra yanında ki mezara döndü bakışlarım. Babamın mezarına...


"Seni hiç affetmeyeceğim baba. Her şeyini kaybetmenin bedelini bize ödettiğin için seni hiç affetmeyeceğim. Parasız kalmaktan korkup annemle birlikte kendini de öldürdüğün için seni asla affetmeyeceğim. Sen yalnızca kendini ve annemi öldürmedin. Sen ruhumu da öldürdün baba. Sen her şeyi öldürdün. Sen bir katilsin baba. Umut katilisin. Umutlarımın katilisin. Sense anne, o umutların en umutsuzusun. Ben hiç bir zaman beni sevmeni bile umut edemedim anne. Çünkü izin vermedin. Sen umut etmeme izin vermedin babamsa zar zor ettiğim umutlarımı öldürdü."


Bir avuç da babamın üzerine bırakmıştım göz yaşları içinde. Ağabeyim gitmişti. Ayaklarım istemsizce beni mezarlığa getirirken saatin geç olmasını bile umursamamıştım. Ölülerden korkmamayı yaşayanlardan korkarak öğrenmiştim nasılsa. Misal babam ve annem karşımda olsa çıt çıkmazdı dudaklarımdan. Şimdiyse tüm acımı kusuyordum ceset olmuş bedenlerine doğru. Onların ruhlarına çıkmayan sesim bedenlerine haykırmıştı. Ne de olsa ruhtu duyan, beden sağırdı her sese. Gözlerimi karanlık gökyüzünde parlayan birkaç yıldıza çevirdim. Belki de onlardan biri olmuş olan anneme hüzünle gülümsedim. Babamaysa hayal kırıklıklarıyla dolu bir göz yaşı bıraktım ve ayağa kalktım usulca. Beni bırakan ailemi karanlık mezarlıkta bırakmak üzere ayağa kalktım. Sonra kendime sardım kollarımı. Bedenime sıkıca sarıldım. Belki bir nebze ısınır yalnızlığını unuturdu. Her zaman yapardım. Kimse sarılmazsa ben sarılırdım. Bedenimi değilse de ruhumu ısıtırdım. Ağır adımlarım mezarlığın çıkışına doğru ilerlerken gözlerim acıyla kısıldı. Eve kadar yürümüştüm. Adımlarım öyle ağırdı ki neredeyse bir saat sürmüştü eve ulaşmam. Ne de olsa bekleyenin yok diyen iç sesime hak verircesine başımı salladım. Haklıydı. Hiç olmadığı kadar haklıydı. Ne bekleyenim ne beklediğim vardı artık. O an durmuştum. Tam kapıyı açmak üzereyken durmuştum. Sahi neden gelmiştim? Dört duvarın arasında gördüğüm onlarca kabusla kavuşmaya mı yoksa yalnızlığıma ağlamaya mı? Omuz silkip geldiğim kapıdan gerisin geriye geri döndüm ve ellerimi üzerimdeki hırkanın ceplerine yerleştirip usulca ilerlemeye başladım. Ta ki o tanıdık ses kulaklarıma dolana kadar. Motor sesi.. Doruk motoruyla önümde durduğunda çatılı kaşlarla Doruk'u süzdüm. Bu saatte burada işi neydi? Doruk kaskını tek hamlede çıkartarak saçlarını karıştırdı ve motorundan indi.


"Hayda! Ne işin var senin burada?"


Kaşlarım istemsizce havalandı.


"Şurası benim evim. Asıl senin burada ne işin var?"


Elimde ilerideki evimi gösterdiğimde kaşları çatılmıştı.


"Hadi oradan! Birde komşu mu çıktık? Bu gördüğün evde benim."


Diyerek motorunun önünce durduğu iki katlı evi gösterdi. Evlerimizin arasında yalnızca yüz metre vardı ve şoktan dudaklarımı kapatmam giderek zorlaşıyordu.


"Ne diyeceğimi bilemiyorum."


Diye geveledim ki gerçekten bilmiyordum!


"Neyse kızıl uyuyacağım hadi eyvallah."


"İyi uykular." diyerek önünden geçeceğim sırada kolumdan yakalamıştı.


"Sen nereye? Evin orası değil mi?"


"Eve gitmeyeceğim."


Demiştim sanki açıklamama gerek varmış gibi.


"Bu saatte nereye gidiyorsun? Ve bu halde? Çok çirkin görünüyorsun gözlerin balona dönmüş."


Omuz silkim. "Eve gitmek istemiyorum. Yalnızken kabuslarım daha şiddetli oluyor."


"Göktuğ nerede?"


Doruk sanki Göktuğ'un kırk yıllık arkadaşıymış gibi onu sorduğunda gülümsemeden edemedim.


"Uzun hikaye ama bir süre gelmeyecek."


"Planın bir süre dışarıda kalmak mı dahi kız?"


Omuz silktim.


"Bir planım yok. Biraz yürüyeceğim."


Arkamı döndüğümde bu kez eliyle kolumu tutmak yerine sesiyle durdurmuştu bedenimi ve eminim ki bu söylediğine benim kadar kendi de şaşırmıştı.


"Bir odam boş."


Doruk'a döndüğümde sahiden de gözlerinde şaşkınlığın emarelerini görüyordum.


"Demek istediğim. Bir odam boş ve sana kiralayabilirim. Tabii istersen. "


Kaşlarım havalanırken bedenimi tamamen Doruk'a çevirdim.


"Sen... Tek mi yaşıyorsun?"


"Bir süredir. Kardeşim hasta. Annem kardeşimle hastanede kalıyor ve genelde bir şey olduğunda hastanenin yakınında oturan teyzeme gidiyorlar. Buraya pek uğradıkları yok."


Beklediğimden uzun açıklamasıyla başımı sallayarak hüzünle dudaklarımı araladım.


"Geçmiş olsun neyi var-"


"Odayı kiralayacak mısın yoksa kiralamayacak mısın?"


"Kiralayacağım."


Deyiverdim bir anda. O evde tek başıma kabuslarla dolu geçireceğim onlarca geceden daha kötüsü olamazdı. En azından bedenim yalnız olmazdı. Ruhumun yalnız olması şu an için önemini yitirmişti. Artık öyle bir hale gelmiştim ki kaybedeceğim yalnızca bir beden öylesine bomboşta bir ruh kalmıştı. Bir kendim kalmıştım elimde onu da kaybetsem ne yazardı? Dudaklarım kabul ettiği teklifin şaşkınlığına bürünürken içimde anlamsız bir güven duygusu vardı. Ne kadar cesaretle bir adım atsam da içimde en ufak bir korku en ufak bir endişe yoktu. Doruk Çakır Arsal üzerime motor sürmüş beni tehdit etmiş ve denize atmıştı ancak ona güveniyordum. Bazen yalnızca hislerinize güvenmek gelir elinizden ve sizde güvenirsiniz hepsi bu. Tam da şu an yalnızca ona karşı içimden gelen güvene güveniyordum.


"O halde artık kiracımsın."


"Öyle."


"Hoş geldin."


Diyerek geniş elini önüme doğru uzattığında gülümseyerek elimi Doruk'un elinin arasına bıraktım.


"Hoş buldum..."


Şu dakikadan sonra ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek bildiğim başıma yaşadıklarımın daha kötüsünün gelemeyecek olmasıydı.


BÖLÜM SONU


_____________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! Dördüncü bölümümüzde böylelikle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye  de de link var💙


TikTok: petrichor0_1


İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


_____________________________


Loading...
0%