Yeni Üyelik
7.
Bölüm

5.Bölüm: Ki̇msesi̇z Kalmak

@peteichor_

Çünkü bil ki bir sen gitmezsin senden. Başka herkes gider. Elbet bir gün gider. Sarıl şimdi ruhuna sen ısıt onu başkası soğutamasın. Sen ol ki kendinin herkesi, onların hiç kimsesi olmana gerek kalmasın.


5.BÖLÜM: KİMSESİZ KALMAK


İki hafta. Bir anda henüz yeni tanıştığım ve neredeyse bir zorba olduğuna emin olduğum çocuğun evinde kiraladığım odada geçen iki hafta. Göktuğ gittiğinden beri ruhsuz duygusuz bir insana dönüşmüştüm. Hatta ne hikmetse kabuslarım bile son bulmuştu. Son bir haftadır tek bir kabus bile görmemiştim. Göktuğ ve Hasan amcaya kısaca açıklama yapmış bir arkadaşımın evindeki boş odalardan birini kiraladığımı söylemiştim. Hasan amca bu durumdan endişe duysa da Göktuğ yalnız kalmadığım için mutlu olmuştu. En azından demişti. En azından o dört duvarın arasında yalnız kalmayacaksın. Haklısın demekle yetinmiştim oysa şimdi bambaşka bir dört duvar arasında yapayalnız kalmıştım. Doruk mu? Onunla evde iki hafta boyunca yalnızca birkaç kez karşılaşmıştık. Gecenin bir saatinde evden çıktığını pencereden görmesem de yükselen motor sesinden algılayabiliyorum. Okuldaysa uyuyordu. Doruk Çakır Arsal eğitim hayatını uyuyarak geçiriyordu. Evet, tam da bunu yapıyordu.


Bir de okul vardı tabii. Okuluma ara vermeden gidiyor ve son zamanlarda oldukça fazla ders çalışıyordum. Ders çalışarak bir nevi kafa dağıtıyordum da denebilirdi. Doruk'la okulda tek tük konuşmamıza rağmen eskisinden daha farklı bir insana dönüşmüştü. Ah şöyle de denebilir. Doruk içinde gizlediği ruhunu perdelemiş ve kimseye göstermemeye karar vermiş gibiydi. Onu ilk gördüğümde gözümde aptal bir zorbadan ibaret olmuştu ta ki gözlerimin içine bakıp "Sen üzülmemişsin sen mahvolmuşsun." Dediği ana kadar... Beni görmüştü o. Acımı görmüştü yaralarıma dokunmuştu. O beni dinlemek istemişti. Sesimi duyurmak için çığlıklarla koştuğum insanların aksine o fısıltımı duymuştu. Hiç kimse çığlıklarımı duymazken o fısıltımı duymuştu. gözlerimdeki acıya kör olanların aksine o bir bakışta anlamıştı. O benim gözlerimi görmemişti, o benim gözlerime bakmıştı. O bana anlıyorum dememişti o beni sahiden anlamıştı... Doruk Çakır Arsal. Göründüğünden fazlasıydı. Ruhsuz bir zorba değildi. Ruhunu saklamış kötü olduğunu zanneden on dokuz yaşında bir gençti.


Evet yaşı on dokuzdu. Okula bazı sebeplerden ötürü geç başladığını birkaç gün önce kısa bir sohbetimizde söylemişti. Sebebini ise ne ben sormuştum ne de o paylaşmıştı. Elimdeki kalem not defterimin üzerinde dalgınlıkla gezinirken gelen sesle başımı kaldırdım. Saat sabah beşe geliyordu ve Doruk eve dönmüş olmalıydı. Bir camın kırılma sesini duyduğumda hafifçe irkilerek ayaklandım. Adımlarım hızla kapıya ilerlerken hiç bir şey düşünmeden odadan çıkıp evin kapısına doğru birkaç adım attım ve onu gördüm. Koltuğa yığılmış bedenini.


"Doruk!"


Sesim öyle telaşlı öyle korkmuş çıkmıştı ki ellerimin titrediğini hissettim. Doruk'un yanına ulaşır ulaşmaz yüzü gözlerimin önüne serildi. Kaşındaki yara, patlamış dudağı, morarmış gözü ve kolundaki ince ancak oldukça kan sızdıran yara... Tabii birde yerde paramparça olmuş bardak vardı. Panikle bedenimi Doruk'un koltukta oturan bedeninin yanına bıraktım. Doruk'un başı koltuğun arkasına doğru yaslıyken hızla gözlerimi kolundaki yara da gezdirdim.


"Doruk ne oldu? Bu ne hal!"


"Seni ilgilendirmez. Yat uyu."


Dediğinde zar zor nefes aldığını hissediyordum.


"Yaranı sarmamız lazım! İlk yardım çantanız var mı?"


"Gökçe rahat bırak beni!"


Diye kesik nefeslerinin arasında adeta kükremişti. Bana her zaman kızıl diyen dudakları bu kez adımı adeta haykırmıştı. Ancak şu an her ne yaparsa yapsın onu bu halde bırakıp mışıl mışıl uyuyamazdım. Asla! Doruk'a cevap bile vermeden yanından kalkıp hızla önce mutfak dolaplarına sonra banyo dolaplarına bakmaya başladım ve işte! Beyaz mutfak dolabının en altında küçük bir ilk yardım çantası duruyordu. Dudaklarım bir zafer gülümsemesiyle gerilirken elime çantayı aldığım gibi ayaklandım ve Doruk'u bıraktığım koltuğa ilerledim.


"Hayda! Sen laftan anlamaz mısın be kızım? Rahat bırak beni!"


"Bırakacağım. Sana meraklı değilim şu yaranı sarıp gideceğim merak etme yemem seni."


"Sana belli olmaz." dediğinde beline sert olduğunu düşündüğüm bir yumruk savurdum. ve o an düşüncem Doruk'un dudaklarından kaçan bir iniltiyle çürümüş oldu. Ama emindim sert vurmamıştım. O zaman canı neden böyle yanmıştı? Doruk'un üzerindeki kazağı titreyen ellerimle kaldırdığımda vurduğum yerdeki morluk avaz avaz ben buradayım dercesine bağırmaya başlamıştı. Şok içinde gözlerimi Doruk'un elalarıyla buluşturdum.


"Doruk bu... Gitmeliyiz hastaneye gitmeliyiz! Eve neden geldin? Nasıl göründüğünden haberin var mı senin?"


"Beni bu morluk değil ama senin çenen öldürebilir kızıl. Tamam ne bok yapıyorsan yap sonra zıbar. Gece gece amma kafa ütüledin."


Yanaklarımı şişirerek sıkıntıyla nefesimi verdim ve hızla ilk yardım çantasını koltuğun üzerine döktüm. Çantanın içinde sargı bezi, birkaç krem, oksijenli su, tentürdiyot ve birkaç yara bandı vardı. Hiç yoktan iyidir diye düşünerek önce Doruk'un kolundaki yaraya baktım ve temizlemeye başladım. Temizlediğim sırada gözlerim istemsizce Doruk'un yüzüne kaydı. Doruk sildiğim yerde yüzünü ekşittiğinde silme işlemime üfleyerek devam ettim. Bir yandan yarısını üflüyor bir yandan temizliyordum. Kolunu dikkatle birkaç dakika içinde temizledikten sonra çantadan çıkan kremleri tek tek inceledim ve belindeki morluk için iyi gelebilecek olanı seçip parmağıma bir miktar sıktım. Bir elim titrekçe verdiğim nefes eşliğinde Doruk'un kazağını sıyırırken diğer elim kremle bekliyordu. Gözlerim yeniden morlukla buluştuğunda yüzümü mümkünmüş gibi biraz daha ekşittim ve beklemeden parmağımdaki kremi Doruk'un belindeki morluğa yavaşça yaymaya başladım.


"Acıyor mu?"


Sesim öyle şefkat dolu çıkmıştı ki kendime inanamıyordum. Dokunsanız ağlayacak gibiydim! Ben mi demiştim ruhsuz ve duygusuz bir insana dönüştüm diye? Palavraydı. Resmen canım acıyordu. Tam da şuan Doruk'un belindeki morluğun üzerinde gezen parmaklarım zangır zangır titriyordu.


"Cık."


Sesi çıkarttığında rahat bir nefes verip kremi belindeki morluğa yedirmeye devam ettim. Kremle işim bittiğinde bir başka kremi alıp yüzüne doğru döndüm. Sıra yüzündeki yaralara gelmişti. Doruk yüzümü incelerken zorlukla yüzündeki yaralara krem sürüyor ve yara bantlarıyla dikkatle kapatıyordum. Bir süre sonra bileğimde hissettiğim elle durmak zorunda kalmıştım. Loş ışıkta gözlerim Doruk'un gözleriyle birleşirken Doruk başını hafifçe salladı.


"Eyvallah kızıl."


Gülümsedim.


"Yaralarını en kısa zamanda doktora göstermelisin."


"Gösteririz."


Diyerek beni geçiştirircesine cevap verdiğinde başımı sallamakla yetindim zira elimden daha fazlası gelmezdi. Doruk elini bileğimden çektiğinde buz gibi olduğumu hissetmiştim. Sanki ben kardım o güneşti ve güneş gökyüzünden çekilip yerini karın soğuğuna bırakmıştı. Başımı iki yana sallarken ayaklandım. Bu kadarı fazlaydı bu kadarı çok fazlaydı. Bana uzak duygular bana uzak kalmalı diye düşündüm o an. Bazı duygular uzakken bazı insanlar yabancıyken güzeldi ve tanımaya lüzum yoktu.


"İyi geceler."


Diyerek arkamı dönüp salondan ayrıldığımda Doruk hiç bir tepki vermemişti. Öylece odama girip kapıyı kapattım ve sırtımı kapıyla buluşturdum. Yer yok dedi iç sesim. Ruhumuzda daha fazla acıya daha fazla duyguya yer yok. Başımı salladım.


"Yer yok."


Diye tekrar ettim iç sesimi.


"Daha fazla duyguya,"


Diye devam ettim.


"Daha fazla acıya yer yok..."


Ve dudaklarımdan derin bir nefes bırakıp masamda yanan lambayı söndürme gereği duymadan yorganı kaldırdığım yatağıma girdim ve uykunun ruhumu alıp götürmesini diledim. Uyumak bir çözüm değildi ama bazen tek çözümdü. Uyumak kaçmak için en iyi çözümdü. Ancak bilmiyorum. Henüz farkında bile değildim. İnsan her şeyden kaçabilirdi ama kendinden kaçamazdı. Duygularından, hislerinden, ruhundan kaçamazdı. Yalnızca kaçtığını sanırdı. Ruhunun bir gölge misali ardından geldiğinden habersiz kaçardı. Tam da şu an uyumak üzereyken tek sandığım buydu. Kendimden kaçtığımı sanıyordum ve yanıldığımı belki de en acı şekilde öğrenmek üzereydim. Kim bilir?


Uyuyamıyordum. Bir türlü uyuyamıyordum. Belki de dakikalarca yatakta dönüp durmuştum ancak ne fayda? Bir türlü uyku bedenimi çekip almamıştı. En sonunda sıkıntıyla yanaklarımı şişirip yerimden kalktım ve saçlarımı bileğimdeki tokayla gelişi güzel toplayıp sandalyeme asılı hırkayı üzerime geçirdim. Belki de biraz hava almalıydım.


Odadan çıktığımda dış kapıya giden adımlarımı salondan duyduğum sesler durdurdu. Umursama dedi iç sesim. Çık git umursama. Bırak... Kapı kolundaki elim bir yumruk olup geri inerken gerisin geriye salona döndüm. İç sesimi dinlememekle belki hata yapıyordum ancak iç sesimi dinlesem kalbimi küstürecektim. Salona adımladığımda Doruk'u koltukta uyurken ve bir şeyler sayıklarken bulmuştum. Sesi fısıltıdan olukça yüksekti. Alnı ter içindeydi. O da mı kabus görüyordu? Onunda mı peşini bırakmayan kabusları, kapanmamış yaraları vardı? Onun da mı ruhu yaralıydı? Düşüncelerimi Doruk'un dudaklarından saniyeler sonra net çıkan bir kelime bölmüştü.


"Baba!"


Diye adeta haykırarak yerinden sıçradığında üzerimdeki şoku atlatıp hızla yanındaki boşluğa oturdum.


"Kabustu... Geçti sakin ol."


"Sen neden buradasın?"


Nefes nefeseydi. 


"Ben..."


Diye gevelediğimde aklıma gelen düşünceyle zaferle gülümsedim.


"Su! Su içecektim."


"İyi git iç."


Öküz diyen iç sesime hak vererek gözlerimi devirdim.


"Ne halin varsa gör! Öküz!"


"Öküz?"


"Ah pardon bu öküzlere büyük bir hakeret sayılır değil mi? Senden hayvan bile olmaz Doruk Çakır Arsal-"


Doruk ayaktaki bedenimi kolumu yakalayarak yeniden yanına çektiğinde bedenimden bir titreme geçtiğini hissetmiştim. Doruk'la burun buruna geldiğimizde gözlerim istemsizce dudağındaki yaraya takılıp duruyordu.


"Benimle düzgün konuş kızıl. Yoksa dilini keserim bir daha konuşamazsın."


Yutkundum ama tabii korkacak değildim. Gözlerimi gözlerine kenetlediğimde dudağımın kenarıyla gülümsedim. Doruk Çakır Arsal'dan korkmuyordum. Aslına bakarsanız ben artık hiç bir şeyden korkmuyordum. Karanlık dışında...


"Kolaysa kes."


Diyerek kolundan sıyrılıp Doruk'a arkamı dönüp geldiğim odaya yeniden adımladım. Öküz diyordu iç sesim. Hatta haykırıyordu. O tam bir öküz. Ruhu falan yok onun kendini kandırma Hazer o bir ruhtan çok uzakta. O ruhu tarafından kovulmuş bir beden. Hislerimi? Kesinlikle yok! Doruk Çakır Arsal'ın hisleri kesinlikle yok! Artık düşünme. Tek yapman gereken kesinlikle bu! Düşünmemek. Kesinlikle!


***


Düşünmemek. Tek yapmam gereken düşünmemekti değil mi? Peki şimdi neden buradaydım? Neden gecenin bir saati Doruk'u takip etmiştim? Taksinin içinde eğilerek taksimetrede yazan ücreti taksiciye uzattım ve usulca bedenimi taksiden dışarıya attım. Buradaydım. Doruk'un motoruyla giriş yaptığı izbe pistteydim. Öyle izbe bir yerdeydik ki nerede olduğumuzu bile bilmiyordum! Ah ne hoş... Geldiğimiz yer bolca ışıklandırılmış ve oldukça kalabalık bir yerdi. Belki de binlerce kişi vardı ancak kesinlikle kalabalıktı. Yanaklarımı şişirerek titreyen bacaklarımı yürümeye zorladım.


"Kızıl!"


Arkamdan duyduğum neşeli sese kadar adımlarımın gayet başarılı olduğuna emindim! Melis... Bedenini saran siyah triko elbiseyle bana doğru koşar adım yaklaşıyordu.


"Hoş geldin! Vay be Çakır demek seni sonunda piste getirdi!"


"Ben-"


Söylemeliydim ona söylemeliydim ancak tam da şu an Melis kolumdan tutmuş bedenimi kalabalığın arasına sürüklemekle meşguldü. Yanaklarımı şişirerek adımlarına eşlik ettim. Daha doğrusu zorunda kaldım! Zorunda mı kaldın? Oraya gitmek senin fikrindi Gökçe unuttun mu? Ne yapmayı planlıyordun? Bir bakıp çıkacak mıydın? Haklıydı. İç sesim kesinlikle sonuna kadar haklıydı. Seyircilerin arasından neredeyse en ön sırasına ulaştığımızda Melis bakışlarını sırayla dizilmiş motorculara çevirdi.


"Çakır!"


"Hayır hayır hayır!"


Diyerek Melis'in Doruk'a salladığı elini indirmeye çalıştıysam da pek başarılı olduğum söylenemezdi zira Doruk'un gözleri çoktan gözlerime ulaşmıştı ve kaskın arasından gözüken elaları beni görmesiyle öfkeyle parlamaya başlamıştı. Dudaklarımdaki mahcup gülümsemeyle bir elimi havaya kaldırıp salladım. Olmuşla ölmüşe çare yoktu nasılsa. Doruk Çakır Arsal binlerce insanın arasından beni görmüştü ve kesinlikle takip edildiğini anlamıştı. Çalan düdükle yerimden sıçradığımda bir anda motor sesleri yükselmiş ve motorlar başlangıç çizgisinden ayrılmaya başlamıştı. Onunki hariç. Doruk hala başlangıç çizgisinde çatık kaşlarla gözlerime bakıyordu.


"Hadi Çakır!"


"Neden başlamıyor?"


"Seninleyiz Çakır!"


Ve bunlara benzer onlarca tezahürat başlangıç çizgisindeki Doruk'a doğru ulaşıyordu. Doruk sanki bir transtan ayılmış gibi kaskının üzerindeki şeffaf camı indirip elalarını kapattı ve hızla motorunu çalıştırdı. Oldukça hızlı bir başlangıçla önündeki motorların arasına karıştığında içimdeki gergin his yerini heyecana bırakmıştı. Kalbim ağzımda atarken Doruk'un motorunun pistteki hızını izliyordum. O sahiden bir yarışçıydı. Bir motor yarışçısıydı... İzin verin size anlatayım. Minimum iki bin kişinin çevrelediği koca bir yarış pistinin etrafındaydım. yan yana dizilen dört motorun başlangıç çizgisinden bir defa daha geçtiğini izlerken kalbim oldukça hızlanmıştı göğüs kafesimin içinde.. Kocaman bir kaosun ortasında zihnimde tek bir soru belirdi. Doruk Çakır Arsal bu yarışları ne için yapıyordu? Motor tutkunu olduğundan mı? Para için mi? Neden canı pahasına her gece yarışlara katılıyordu. Neden Doruk... Neden dün gece eve o halde gelmişti? Zihnim sorularla boğuşurken yarış bitmiş kazanan Doruk olmuştu. Herkes onu tebrik yağmuruna tutarken ben kaçacak delik arıyordum zira buraya onu takip ederek gelmemi pekte hoş karşılamayacağı kesindi. Sanırım doğruydu. Fazla merak sahiden iyi değildi... Melis beni arkasında bırakıp Doruk'un ve ne zaman geldiğini fark edemediğim abisinin yanına ilerlerken hızla arkamı dönüp içinde bulunduğum kalabalıktan uzaklaşmaya çalıştım. Ta ki bir bedene çarpana kadar. Çarptığım bedenle dengemi zar zor toparladığımda karşımda benim neredeyse iki katım olan adamla göz göze geldik.


"Kırmızı ha? Ateşli kız yavaş olsan iyi edersin."


Yutkundum. Cevap bile vermeden yanından geçeceğim sırada hiç beklemediğim bir şey olmuş karşımdaki iri yarı yüzünde dövmeler olan adam geniş eliyle bileğimi kavramıştı. Aslına bakarsanız ben artık hiç bir şeyden korkmuyordum. Bir an düşündüm. Şom ağızlı olmak böyle bir şey miydi? Her ne söylersem söyleyeyim bir şekilde haksız çıkıyordum!


"Bırak!"


Diyerek kolumu kurtarmaya yeltendiğimde karşımdaki adam rahatsız edici gülümsemesiyle gözlerime baktı. Şimdi kusacaktım! Gülümsemesi midemi bulandırmıştı. Hiç olmadığı kadar...


"Tahmin ettiğimden daha ateşli çıktın. Söyle bakalım kimin orospususun sen-"


Cevap vermeme engel olan kesinlikle karşımdaki bedenin bir anda yere savrulması ve önüme geçen bedendi. Doruk Çakır Arsal. İri yarı adamı tek hamleyle yere sermiş önümde adeta bir duvar gibi durmuştu. Sarsılmaz bir duvar gibi. Güven duygusu damarlarımda bir kan misali dolaşırken ruhumun gülümsediğini hissediyordum.


"Bir daha ona dokunursan kırarım o elini."


Doruk'un sesi hiç olmadığı kadar karanlık çıkmıştı. Beni defalarca tehdit etmesine bağırıp çağırmasına rağmen sesi ilk defa bu denli karanlık çıkmıştı. Belki de diye fısıldadı ürkek iç sesim. Belki de Doruk Çakır Arsal sandığından daha karanlıktı. Belki de o karanlığın ta kendisiydi. Ancak itiraf etmeliydim. Ben karanlıktan korkardım. İç sesim yeniden bir fısıltıyla kalbimin yavaşlamasına sebep oldu.


O karanlığın ta kendisi ve sen Gökçe, Sen en çok karanlıktan korkarsın.


Yutkundum. Derince yutkundum. 


"Demek senin orospun ha? Zevkine hayran kaldım Çakır."


Yere savrulan adam ne zaman kalkıp Doruk'un karşısında durmuştu? Ellerimin titremesine engel olamazken Doruk'un yanına geçmek üzere bir adım attım ve adımım Doruk'un bedenimi arkasına çekmesiyle yarıda kesildi.


"Yanılıyorsun Korsan. Benim orospum sensin unuttun mu?"


"Kaşınıyorsun Çakır."


"Kaşı o halde Korsan."


Aralarındaki gerginlik benim suçumdu. Burada olmamalıydım! Ne işim vardı burada? Doruk Çakır Arsal bana ne yapmıştı da hiç bir şey düşünmeden onu taklip edip kendimi böyle bir kaosun içine atıvermiştim? Titreyen elim Doruk'un beni arkasında tutmak için kaldırdığı eline kapandı.


"Doruk gidelim. Lütfen..."


Doruk sesimle başını bedenime çevirdiğinde başını sallayarak hiç beklemediğim bir hamleyle elinin üzerindeki elimi avucuna kenetledi ve birkaç adımda korsan denen adamdan uzaklaştı. Onun sesini duyana kadar adımlarımız oldukça kendinden emindi ancak onun sesi adımlarımızı bıçak misali kesti.


"Arkanı kolla Çakır."


"Eyvallah!"


Çakır arkasına bile bakmadan tuttuğu elimden pistin çıkışına doğru sürükledi. Yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu ve elaları oldukça koyulaşmıştı. Öyle ki göz bebekleri bile kaybolmuştu. Doruk motorunun yanına ulaştığımızda hiç bir şey söylemeden bir kaskı bana diğer kaskı ise kendi başına geçirerek motoruna bindi. Konuşmuyordu. Sessizdi ve tek yaptığı arkasına oturmamı beklemekti. Bazen sizi korkutan onlarca gürültü değil tek bir sessizlik olurdu zira şu an Doruk sessizliğiyle benden hesap soruyordu. Ona ayak uydurup arkasına oturdum ve bu kez peşin peşin kollarımı Doruk'un beline doladım. Doruk bir dakika bile beklemeden motorunu çalıştırdığında geçen seferki hızının neredeyse iki katı hızla gidiyordu ve bacaklarımın tir tir titrediğinden hiç şüphem yoktu. Sanki intikam alıyordu ve bu durum beni oldukça korkutmuştu. Doruk Çakır Arsal beni aydınlığıyla korkutamadığından karanlığa bürünmüştü. Bilirsiniz, karanlıktan korkardım. Motor durduğunda neredeyse nefes nefese bir halde bedenimi motordan atıp tir tir titreyen dizlerimle evin bahçe duvarından destek aldım. Dudaklarımı tam aralayıp yaptığının hesabını soracaktım ki kaskını hızla çıkartmasıyla bileğimi kavraması bir oldu.


"Yavaş! Öldürüyordun bizi! Delirdin mi sen? Ne yapıyorsun be bırak kolumu!"


Eve girdiğimizde gürültüyle kapanan kapıya sırtımı yaslamıştım kaçacak yerim yoktu. Doruk dibimde sertçe kapattığı kapıya kolunu uzatmış kararan gözlerinin gözlerime karışmasına izin vermişti.


"Kimsin sen?"


"N-Ne?"


Diye bir soru dudaklarımdan dökülürken Doruk aniden yüzüme daha fazla yaklaşmıştı ve burunlarımız birbirine değmek üzereyken tüm gücüyle haykırdı.


"Kimsin sen Gökçe! Sen kimsin de beni takip ediyorsun hayatıma burnunu sokuyorsun! Aptal mısın kızım sen? Arkadaşın falan mı sandın beni? Ne demeye geldin peşimden! Sana beni takip etme hakkını kim verdi? Sen benim hiç bir şeyim değilsin kızım sok bunu kafana! Sen benim hiç kimsem değilsin Gökçe!"


"Özür dilerim-"


Doruk bir anda sırtımın yaslı olduğu kapıya yumruk attığında kapının titrediğini hissettim. Bedenimle birlikte...


"Ne halt yediğini farkında bile değilsin! Seni yanımda gördüler! Seni yanımda gördüler anladın mı? Seni bir şeyim sanırlarsa ne olur biliyor musun?"


Başımı iki yana alladım


"Tabii bilmiyorsun! Bir halt bildiğin yok! Ama biliyor musun sen haklısın. Aptal olan benim sen değilsin. Ne demeye aldım ki seni bu eve? Sen şimdi kendini benim için bir şey sanmışsındır. Değilsin. Değilsin anladın mı? Şimdi gidip odana mı kapanırsın çekip gider misin umurumda değil tek yapman gereken gözüme görünme. Ben sabırlı bir adam değilim Gökçe ve sen benim sabrımı zorlamaktan başka bir halt yapmıyorsun."


Doruk arkasına bile bakmadan merdivenlerden yukarıya çıktığında titreyen bedenimi zorlukla yere bıraktım. Omuzlarımın sarsılmasıyla ağladığımı yeni yeni idrak ediyordum. O an ağladığım tek şeyin Doruk olmadığına da emindim üstelik. O an kimsesizliğime ağlıyordum. Bu kapıdan çıkıp gittiğimi hayal ettim. Arkama bile bakmadan çıktığımı... Ya sonra? kime giderdim? Kime sığınırdım? Kimsem kalmış mıydı? Kalmamıştı. Gurumun ayaklarımın altında ezildiğini hissederek göz yaşlarım içinde bedenimi kaldığım odaya sürükledim. Aptalsın Gökçe diye mırıldandı iç sesim. Onun ruhu olduğunu düşünecek kadar aptalsın.


O gece pencere kenarında hıçkıra hıçkıra ağlayan bedenimin sesini tek bir ses susturdu. Onun sesi. Ne demeye aldım ki seni bu eve? Sen şimdi kendini benim için bir şey sanmışsındır. Değilsin. Değilsin anladın mı? Değilim. Onun hiç bir şeyi değilim. İlahi Gökçe sen bu zamana kadar kimin bir şeyi oldun söylesene? Seni değiştirmeye çalışan annenin mi yoksa parasıyla dertlerini sonlandırmayı görev bilmiş babanın mı? Olmadın Gökçe. Sen bu hayatta kimsenin hiç bir şeyi olamadın. Sen bu hayatın hiç kimsesisin Gökçe. Görünmez, duyulmaz... Duyuldun sandın ama yanıldın. Sen bırak duyulmayı dinlenmedin bile... İçimdeki gerçekliğin sesini kulaklarıma bastırdığım avuçlarımla susturmaya çalıştım. Bazen canınızı en çok gerçekler yakardı ve siz yalan olduğuna emin olsanız da bir yalana sığınmayı deli gibi isterdiniz. Bazen doğrular yara açarken yalanlarla o yaraları sarmalıydınız. Gerçeklerin yetmediği yerde yalanlar başlardı nasıl olsa.


Ağladım. Sabaha kadar dizlerimi kendime çekip avuçlarımı kulaklarıma bastırıp ağladım. Hiç durmadım. Uyumadım uyumaya da çalışmadım yalnızca ağladım. En sonunda oturduğum parkede ağlamaktan kendimden geçtiğimi hatırlıyordum. Yere yığılıp uyuduğumu daha doğrusu ağlamaktan bayıldığımı.


Gece boyu düşüncelerimle sürüklendiğim saatler sonunda bir düşünce daha peyda olmuştu zihnimde. Doruk Çakır Arsal. Neredeyse iki haftadır hayatımda olan bir yabancıydı ve o yabancı yalnızca çıkartmadığım sesimi duyarak ruhuma sızmış güven duygusunu iliklerime kadar hissetmeme sebep olmuştu. Bana yaptığı tam da buydu işte. Bu hayatta Göktuğ'dan başka kimseye ısınamamış ruhumu kollarının arasına almış ısıtmıştı ve şimdi sıcağa alışan ruhumu buz gibi bir boşluğa itip çekip gitmişti. Bilmeden yapmıştı belki. Bilmeden sarmıştı ruhumu. Bilse yapmazdı. Sarılmazdı ruhuma. Nasıl olsa ben onun hiç kimsesiydim. Zavallı Gökçe diye mırıldandı iç sesim. İlk defa ruhuna sarılan bir ruhla ısınacaksın sandın ancak yanıldın. Senin ruhun hiç ısınmadı soğuduğunu nasıl anlayacaksın sanki? Sen yalnızca anlamak istedin Gökçe. Ama anlamış olmalısın. Yalnızca kendin. Bu hayatta güvenmen gereken, ruhunu ısıtmasını beklemen gereken tek kişi kendin olmalısın. Herkes gider Gökçe teker teker gider beraberce gider ama gider. Bir kendin kalırsın kendine. Bir ruhun kalır avuçların arasında. Onu sen ısıtmalısın. Bir başkası gelir ruhunu ısıtırsa bil ki o başkası gittiğinde ruhun tir tir titreyecek bedeninde ve sen Gökçe. Senin bile o zaman ısıtmaya gücün yetmeyecek ruhunu. çünkü onu soğutan da sen olmayacaksın. Sen ısıt ki ruhunu soğuduğunda yeniden sana sığınsın. Çünkü bil ki bir sen gitmezsin senden. Başka herkes gider. Elbet bir gün gider. Sarıl şimdi ruhuna sen ısıt onu başkası soğutamasın. Sen ol ki kendinin herkesi, onların hiç kimsesi olmana gerek kalmasın.


BÖLÜM SONU


_____________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! Beşinci bölümümüzde böylelikle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor0_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨

_____________________________

Loading...
0%