Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6.Bölüm: Çakir

@peteichor_

Kalbimin yerini bile unuttum. Ruhum mu? Onu bir zindana kapattım. Bedenimin en arka odalarından birine. Şimdi orada ölmeyi bekliyor. Bir an önce özgürlüğüne kavuşmayı... Zira ruhum hiç olmadığı kadar tutsaktı.


6.BÖLÜM: ÇAKIR


Doruk Çakır Arsal


Öfke. O kızıl saçlı, aptal çilli kıza hissettiğim saf bir öfkeydi. Bu gece beni hangi akla hizmet takip ettiğini kesinlikle bilmiyordum. Aptalın tekiydi. Onun için yaptığım en büyük iyilik iki haftadır onu Çakır'dan uzak tutup Doruk'a yakın tutmaktı ancak o inatçı keçinin tek amacı ilk günden beri Doruk değil Çakır'dı. Onu tanımaktı. Onu görmekti. Gökçe denen kızın Doruk'la işi yoktu onun derdi Çakır'dı. Aptal Kızıl.


Bilmiyordu. Onu aydınlıkta tutmaya çalıştığımı bilmiyordu Çakır'ın kim olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Ona adım Doruk. Çakır'ı at kafandan dediğimde tek yaptığım onun iyiliğini düşünmekti. Ancak bugün... İşte bugün kızıl amacına ulaşmış Çakır'ı karşısına almıştı. O piste gelmesi benim hayatımdan ziyade kendi hayatını da mahvedebilirdi. Üssüne üslük orada karşılaşması gereken en son kişiyle, Korsanla karşılaşmış ve kendini adeta açık hedef haline getirmişti. Korsan... Yani Caner Kara.


Caner'le on altı yaşındayken tanışmıştım. En çaresiz yaşım... On altı yaş. O dönem kardeşimin hastalığı yeni yeni nüksetmişti bedenine. Onun on bir yaşındaki küçük, aciz bedenine... -En azından ben öyle sanıyordum- Yeni bir hastalık sanıyordum. Ancak doğuştan olduğundan habersizdim Selim'in kalp hastalığının. Ara ara doktor kontrollerine gitseler de annem rutin kontroller olduğunu söyleyerek beni geçiştiriyordu. Hiç unutmuyordum bir gün annemin yanına gidip beni sevmediği için mi Selim gibi rutin kontrollere götürmüyorsun diye sormuştum ona. O gün annem en çok benimle ilgilenmiş bu düşüncemin yanlış olduğunu tane tane anlatmış ve o gece benimle uyumuştu.


Annem... Annem bu hayatta tanıdığım en güçlü kadındı. Babamın ölümünün ardından bize yetebilmek için elinden geleni yapmıştı. Kıyafetler dikmiş onları satmıştı. Selim beş yaşına geldiğindeyse artık bir ağabey olduğumu ve ona bakmam gerektiğini söyleyip bir işe girmişti. Altı yıl hiç durmadan çalıştıktan sonra bir gün hiç beklemediğimiz bir şekilde Selim'in kalbine sancılar girmeye başlamıştı ve ilk kez o gün onlarla hastaneye giderek doktoru bende dinlemiştim.


On altı yaşındaydım. Selim'in, babamın adını yaşatan küçük kardeşimin hastalığını öğrendiğimde yaşım buydu. O gün doktor tam olarak şu cümleyi kurmuştu, "Bakın Aysal hanım, Selim'in durumu tahmin ettiğimizden daha kötüye gidiyor ve bir an önce hastaneye yatması, tedavisine daha kuvvetli ilaçlarla devam etmesi gerekiyor." O an anlamıştım Selim'in hastalığını ve ben on altı yaşımda büyümek zorunda kalmıştım. Küçük kardeşimi yaşatmak için Doruk'a veda etmiş içimdeki Çakır'ı gözler önüne sermiştim. Hastaneden döndüğümüzde anneme hava almak istediğimi söyleyip kendimi evden dışarıya atmış ve sahile kadar yürümüştüm. İşte tam da orada eskiden en yakın arkadaşım olan ve beni motorlarla tanıştıran adamla, -o zamanlar on yedi yaşında bir çocuktu- Caner Kara'yla tanışmıştım. Bir köşede ağlarken... Omuzuma vurup sen nasıl erkeksin demişti bana. Erkekler ağlamaz demişti. Ona her şeyi anlattığımda bana bulacağı çözümden habersizdim. Ama o beni orada ayağa kaldırıp gidiyoruz demişti ve on altı yaşındaki Doruk ilk defa motora binmişti. Caner'in motoru o zamanlar gördüğüm en güzel motorlardan biriydi.


O gün korkudan ne kadar titrediğimi unutamıyordum. Beni koca bir piste götürmüştü. Ve sormuştu. Para kazanmak istiyor musun? Başımı sallamıştım ve orada Doruk ruhuma tamamen veda edip gitmiş beni Çakır'la baş başa bırakmıştı.


Önce motor kullanmayı öğrenmiş ardından hurda denebilecek motorlarla yarışlara başlamıştım. En sonunda hırçın kızımı almış ve onunla pistte dans etmeye başlamıştım. Üç sene. Kendimi motora, pistlere adadığım üç sene. Anneme çalıştığımı söylediğimde kızdıysa da sonunda benim verdiğim parayı kabul etmiş ve çalıştığı işten ayrılıp kendini hastanede yatan kardeşime adamıştı. Her şey onun içindi. Tüm yarışlarım, zaferlerim hepsi onun içindi. Onu yaşatmak içindi.


Caner Kara... Onunla nasıl mı bu hale geldik? İzin verin anlatayım. Bundan bir sene önceydi. O gece Caner'in evindeydik. Orada kalmam için oldukça ısrarcı olmuştu ve bende kabul etmiştim. Bir gece en yakın arkadaşımın evinde kalmak kötü bir fikir gibi gelmemişti o zamanlar. Hepimizin uyuduğu saatlerde ise hiç beklemediğim bir şey olmuştu. Bir dumanla açmıştım gözlerimi. Yanıyorduk. Caner'in evindeydik ve ev cayır cayır yanıyordu dumanlar yükseliyordu. O an aklıma ilk gelen Caner'in küçük kız kardeşi olduğundan onu kucakladığım gibi evden çıkmıştım. Tek amacım Gül'ü o evden sağ salim çıkartmak ve ardından Caner'i ve babasını çıkartmaktı ancak Kucağımda titreyen bedenle evden çıktığımız an onu bırakmama vakit bile kalmadan ev üzerine bir bomba atılmışçasına patlamıştı. Ev gözlerimizin önünde cayır cayır yanarken transa geçmiş gibiydim. sonrası oldukça hızlı gelişmiş bir itfaiye ekibi evden Caner'i ve babasını, babasının cesedini çıkarmışlardı. Caner'in babası ölmüş Caner'in ise bir gözü kör olmuştu. İşte o gün o evden çıkan tek ceset Caner'in babasına ait değildi. O yangında Caner ölmüş Korsan doğmuştu.


Altı Ekim. Altı ekim günü Caner ve Doruk'un dostluğu bitmiş yeri Korsan ve Çakır'ın düşmanlığıyla doldurulmuştu. Caner onu kurtaramadığım için beni suçlamıştı. Ne kadar anlatsam açıklasam da ikna olmamış ve o beni suçlamaktan vazgeçmemişti. Aklıma geçen akşam geldiğinde yüzümü buruşturdum. Caner, nam-ı diğer Korsan. Beni neredeyse on kişilik küçük bir ordu tarafından dövdürtmüştü. Can kardeşim dediğim bir gözüne bir canımı almaya çalışmıştı. Umurumda değildi. Ölmem umurumda değildi ancak onu yaşatmadan ölemezdim.


Ben onun için Doruk'u öldürmüştüm ve Çakır'ın ölmesine izin vermezdim. Çakır'ın ölmesi Selim'in nefesini de keserdi. Yutkundum. Seslice yutkundum. Zihnim bir an Gökçe'nin, kızılın görüntüsüyle doldu ve kendime lanet ettim.


Onunla değil bir şey hiç bir şey olamazdım. Arkadaş bile olmam yanlıştı ve o an anlamıştım. Onu Korsanın yanında gördüğüm an kan beynime sıçradığında anlamıştım. Minik bileğine sarılı o sert eli gördüğümde. Yüzünü acıyla ekşittiğinde anlamıştım. Onu bu eve almam bile yaptığım en büyük bencillik en büyük salaklık olmuştu. Benim hakkım yoktu. Sevmeye, sevilmeye, yaşamaya hatta nefes almaya bile hakkım yoktu. Ben yaşama hakkımı devretmiştim çoktan. Küçük kardeşime, babamın emanetine, babamın ismini taşıyan kalp hastası on dört yaşındaki küçük erkek kardeşime... Bir elim o an göğsümün sol tarafına kapandı. Orada kalp vardı değil mi? Yoksa yanlış mı hatırlıyordum? Evet tam olarak düşündüğünüz gibi. Kalbimin yerini bile unuttum. Ruhum mu? Onu bir zindana kapattım. Bedenimin en arka odalarından birine. Şimdi orada ölmeyi bekliyor. Bir an önce özgürlüğüne kavuşmayı... Zira ruhum hiç olmadığı kadar tutsaktı.


Kalbimin olduğu sol göğsümde hissettiğim keskin ağrının sebebi içeride içi çıkasıya ağlayan Gökçeydi. Kızıldı. O hayatıma yavaşça sızan bir zehirdi panzehrim ise Çakır'dı. Bilirdim Doruk alsa, Çakır almazdı hayatına. Doruk'un bir kalbi olabilirdi ama Çakır'ın sadece motoru vardı bir de hasta kardeşi. Sırası değil dedi Çakır. Hayatına birini almanın sırası değil. Kalbim neden ağrıyor diye sordu acılar içinde kıvranan Doruk. Çakır araladı sonra duygusuz sesi eşliğinde dudaklarını. Senin bir kalbin yok Doruk Çakır Arsal. Sen kalbini, kalbini kaybetmek üzere olan kardeşine bıraktın unuttun mu? Senin hayatında onun artık.


Başımı salladım. "Benim hayatım da onun artık..." diye fısıldadım sonra. Tek istediğim kendimi ikna etmekti. Ancak zordu. Kulaklarıma dolan hıçkırıklar kesilmezken çok zordu. Kendimden nefret ediyordum. Doruk'tan da Çakır'dan da nefret ediyordum.. Ona söylediklerim için kendimden iliklerime kadar nefret ediyordum. Onun düşen her bir damla göz yaşı için ruhumu kanata kanata ona acı çektirmek istiyordum.


Saatler geçti. Güneş gözlerimin önünde kızıla çalarak doğdu. Onun sesleri kalbimle birlikte sustu. Ayağa kalktığımda bedenimin acısıyla inleyecek gibi oldum. Ya bedenimdi acıyan ya da ruhumdu bedenimi acılar içinde kıvrandıran inanın hiç bir fikrim yoktu. Tek istediğim onun iyi olduğuna emin olmaktı. Ona iki haftada nasıl bu kadar bağlandığımı anlamak güçtü. Daha önce kimseye karşı Doruk'u göstermemiştim ve şimdi ruhumun derinliklerindeki Doruk adeta isyan ederek dışarı tanışıyordu. Yalnızca onaydı.


Doruk'un merhameti, Doruk'un bakışları sadece onaydı. Belki de yalnızca onun kimsesizliğini kendime benzetiyordum. Belki de tek yaptığım onun gözlerindeki beni görmekti. Evet. Onun yeşillerine her baktığımda gördüğümü sandığım kişi o değildi bendim. Ruhumun yansıması kimsesizliğimin çığlıklarıydı. Onu bu evde istemem sebebim belki de kendimi geriye kazanmak istememdi. Bir kimsesizden bana kimse olmasını istemekti. Sessiz evime bir nefes olmasıydı ruhumun çığlıklarını duymasıydı.


Bilmiyordum! Kahretsin ki bilmiyordum. neden ona çekildiğimi, gözlerine baktıkça kendimle neden göz göze geldiğimi, kokusunun beni içten içe neden sinirlendirdiğini ve en önemlisi zarar görmesinin neden bu kadar umrumda olduğunu bilmiyordum. Ona dün gece ki çıkışım bile bundandı. Tek korkum zarar görmesiydi.


Başımı iki yana sallayarak daldığım derin düşüncelerden kurtuldum ve birkaç dakikadır tuttuğum kapı kolunu indirerek onu görmeyi bekledim. Tabii beklediğim yere yığılmış bedenini görmek değildi. Parkeye dökülen kızıl saçlarını morarmış göz altlarını görmek değildi. Onu o hale sen getirdin Doruk ne bekliyordun? Ondan uzak durmalıydın. Sen yakınındakilere zarardan başka ne getirdin ki? Çakır haklıydı. Yavaş adımlarla Gökçe'nin yerdeki bedenini kollarımın arasına alıp yatağına dikkatle bıraktım. İşte yine oluyordu. Kokusun burnuma doluyordu.


Manolya. Gökçe manolya kokuyordu ve ben o an kendimle ilgili ilk keşfimi gerçekleştirmiş oldum. Doruk Çakır Arsal çiçekleri sevmiyordu. Doruk Çakır Arsal manolyaları seviyordu. Belki de hayatına sızmaya çalışan Manolya kokulu bir kızı. Hayır! Diye kükredi içimdeki yerini koruyan Çakır. Doruk Çakır Arsal yalnızca motorunu seviyor. Başımı sallayarak Gökçe'nin saçlarına ne zaman bıraktığımı fark etmediğim elimi gerisin geriye çektim ve fısıldadım.


"Özür dilerim..."


Belki duymazdı ama hissederdi. Üzgün olduğumu hissederdi. Daha fazla kalamazdım. Odanın dar gelmeye başladığını hissettiğim an kaçmıştım. Her zaman olduğu gibi kaçmıştım. Onun ne zaman hayatıma bu denli sızdığından bile habersizdim. İki haftadır tek yaptığım ondan kaçmaktı. Bir kere duymuştum sesini. Onun yanında atan kalbimi bir kere duymuştum ve tam iki haftam. Ondan kaçmakla geçen iki hafta da kalbimin yeri bir kez daha kayıplara karışmıştı. Birkaç saatim yalnızca oturduğum kanepede düşünmekle geçmişti. Geçmişimi, geleceğimi, onu... Ta ki çalan telefonuma kadar... Telefonumun zil sesi beni boğulduğum geçmişimden çıkartırken hızla telefonu elime aldım.


"Kardeşim!"


Koray'ın enerji dolu sesiyle gözlerimi devirdim. Bir insan nasıl bu kadar enerji dolu olabilirdi?


"Ne var?"


"Bir kere de şaşırt be kardeşim. Şu sese bak öcü gibisin o kızcağız ne yapıyro seninle?"


Kaşlarım istemsizce çatılırken dudaklarımı sertçe araladım.


"Gökçe'yle ne alakası var lan söyle ne söyleyeceksen!"


"Aç kapıyı diyecektim kapıdayım."


"Gerizeklaı herif baştan söylesene ne zırvalıyorsun sabah sabah."


Yine bir cumartesi günüydü ve yine Koray ikinci evine sabahın köründe gelmiş kapıda bekliyordu. Yalnış duymadınız ikinci evi! Utanmasa her dakika gelecekti pişkin herif. Kapıyı açtığım an Koray elindeki poşeti havaya kaldırıp kokusunu derince içine çekti.


"Kokuyu sende alıyor musun?"


Ona boş gözlerle baktığımda yeniden hevesle şakıdı.


"Bu koku huzurun kokusu kardeşim aldın mı?"


"Aldığım tek koku, evime sabahın köründe damlayan ruh hastası bir herifin kokusu."


Koray üzerindeki ceketi çıkartarak içeriye geçtiğinde kapıyı kapatıp ayakkabılarını çıkarttı.


"Hava buz kardeşim sizin ev ne kadar sıcak hayırdır zengin oldun da benim mi haberim yok doğalgaz köklenmiş?"


Koray biraz önce ona hakaretler sıralayan ben değilmişim gibi bambaşka bir konu açıp hızla içeriye ilerledi. Arkasından tek yaptığım sabır dilenmekti.


"Aynen zengin oldum."


"Ben biliyorum doğalgazın neden köklendiğini."


Koray bedenini kanepeye bırakırken imalı bir cümleyle pişkin pişkin gülmeyi de tabii ihmal etmemişti. Kaşlarım alayla havalandı.


"Nedenmiş?"


Diye bir soru döküldü dudaklarımdan.


"Gökçe tabii ki! Yoksa... Sevgili mi oldunuz?! Yoksa üşümesin diye mi açtın doğalgazı!?"


Elime geçirdiğim yastığı sertçe Koray'ın kafasına attığımda, Koray'ın sesini kestiğim için zaferle gülümsedim. Ne alakası vardı? Sadece... Üşümüştüm? Hepsi bu! Ne yani ben üşüyemez miydim? İçsel hesaplaşmalarıma Çakır kahkahalar atıyordu. İyice deliriyordum. Sahiden ben deliriyordum...


"Yavaş lan!"


Diye çıkışan Koray'a bir yastık daha atmak üzereyken Gökçe'nin odasının kapısından gelen sesle gözlerim sese doğru yöneldi. Görmeyi isteyeceğim belki de en son şeyi gördüğümde kaşlarım olabilecekmiş gibi birbirine biraz daha yakınlaştı. Gökçe elinde tuttuğu valiziyle öylesine topladığı saçlarıyla odasından çıkıyordu. Dağılmış görünüyordu. Doğrusu... Paramparça görünüyordu... Ve ben yapmıştım. Doruk değildi belki yapan ama Çakır'dı. Onu paramparça eden Çakır'dı.


Ne zaman ayağa fırladığımın bile farkında değildim. Tek yaptığım Gökçe'nin sıkıca tuttuğu valizi tutmaktı. Gözlerim Gökçe'nin gözleriyle birleşmek için büyük bir çaba sarf ederken Gökçe gözlerimden kaçıyordu. Benim ondan kaçtığım gibi o da gözlerimden kaçıyordu. Ama görüyordum. Titreyen göz bebeklerini, ellerini, ürkek bakışlarını...


"Nereye?"


Diye sertçe sordum. Dudaklarını birbirine bastırdı ve ardından usulca araladı.


"Gidiyorum."


Dedi tekdüze bir sesle.


"Nereye gidiyorsun? Gidecek yerin yok sanıyordum."


Tek yaptığım merak duygumu dizginlemeden nereye gittiğini öğrenmekti.


"Doğru, gidecek yerim yok. Ama anladım ki... Burası da bir yerim değilmiş."


Yutkundum. Belki sesini bile duymuştur. Öyle sesli yutkundum ki adem elmasımın parçalandığını düşündüm.


"Saçmalıyorsun. Sen bir aylık kiranı peşin ödemedin mi kızım? Sanki çok paran varmış gibi bir de gitmeye kalıyorsun."


O an gözlerimin içine baktığında çaresizliğini iliklerime kadar hissettim. Öyle çaresiz bakıyordu ki gözlerime kalbim de bir acının filizlendiğini hissettim.


"Param var."


"Bok paran var! Gurur yapılacak bir şey yok Gökçe. Sen kaldığın odaya para verdin yani orası senin odan."


"Umrumda değil!"


"Umrunda olacak! Yaptığın şey şımarıklıktan başka bir şey değil! Ne yapacaksın ha? Orada senin için çalışan ağabeyinden sırf aptal bir tartışma için yine para isteyip başka ev mi bulacaksın? Bencil üç yaşında şımarık bir çocuk gibi davranmayı bırak. Büyümek zorundasın Gökçe! Hayat sana keyfinden çektirmiyor o acıları sen büyü diye çektiriyor! Büyü biraz Gökçe. Şimdi keyfin bilir. İster kal ister çık git. Ama bil ki gidersen bir daha dönecek bir odan olmayacak."


Gökçe sağ gözünden düşen bir damla yaşı elinin tersiyle sildi ve çantasını almadan elimden kurtulup evin kapısına doğru ilerledi. Gitmeyeceğini anlamıştım. Şu an nereye gittiği önemli değildi. Dönecekti ya, gittiği yerin bir önemi yoktu. Onu ağabeyiyle vurmak istemezdim ama mecbur kalmıştım. Anlattığına göre ağabeyi ailesinden kalan borçları ödemek için çalışmaya gitmişti ve ben onu burada tutabilmek için bunu kullanmaktan başka bir seçenek bulamamıştım. Dengesiz herifin tekiydim.


Onu evime almam başla başına bir hata olsa da ruhumun derinliklerindeki Doruk, gitmesine izin vermemin hataların en büyüğü olacağını fısıldamıyordu, çığlıklarıyla haykırıyordu.


"Ne oldu biraz önce?"


Arkada şok içinde kalmış olan Koray dakikalar sonra bulabildiği sesiyle sonunda varlığını hatırlatabilmişti zira öyle bir dalmıştım ki Koray'ın varlığını bile unutmuştum.


"Bir şey olduğu yok. Bu gerizekalı dün piste gelmiş peşimden."


Koray bütün evi inletebilecek desibeldeki sesiyle adeta kükredi.


"Ne?! Nasıl geldi? Ne oldu? Seni mi izledi? Korsan? Korsan orada mıydı? Gördü mü yoksa Gökçe'yi-"


"Beynimi sikme Koray anlatacağım."


"Dün... yarışa gidiyordum gece. Piste kalkışa hazırlandığım sırada o aptalı Melis'in yanında gördüm. Resmen kan beynime sıçradı Koray. Neyse dedim yarıştım. Yarıştan sonra iyice delirdim bir baktım Korsan tutmuş kolundan bir şeyler zırvalıyor kıza."


"Eee?"


"Eee si orada korsana ağzının payını verip Gökçe'yi kolundan tuttuğum gibi eve getirdim-"


"Sonra da kızın bir güzel ağzına sıçtın yanılıyorsam düzelt? Sen o sinirle kim bilir kıza neler söylemişsindir!"


"Haksız mıyım Koray? Başına bir şey gelse kim koruyacak orada onu."


Koray sinirle ayağa fırladığında bir hayli şaşkındım.


"Sen koruyacaksın it herif başka kim koruyacak? Bak Çakır, Gökçe'yi eve aldığını söylediğinde bir şey demedim ama biliyordum. O kızı yerden yere vuracağını biliyordum ama kendine gel! O kızı sen almadın mı eve? Şimdi ne diye üstüne gidiyorsun? Merak etmiş gelmiş kız ne var bunda? Biraz alttan almayı dene. Onun kimsesi yok Çakır görmüyor musun? Melis'i orada ağabeyi korur ya Gökçe? Kızın suçu kimsesiz olması mı Çakır? Melis ağabeyi olduğu için gelebiliyor Gökçe kimsesiz olduğu için mi gelemiyor? Onu bu eve aldıysan sen olacaksın kardeşim. Onu kimsesi sen olacaksın. Ya o kızı bırak sen daha fazla kırıp dökmeden gitsin ya da adam akıllı davran seninle kalsın. Ne kadar inkar etsen de sende kimsesizsin Çakır. Bırak kimsen olsun senin."


Koray giderek sakinleşirken sırtıma birkaç defa dostça vurup geriye çekildi.


"Bugün makara için doğru bir gün değil anlaşılan. Sen biraz o kaz kafanı topla yarın görüşürüz."


"Eyvallah."


Diyebilmiştim sadece ve Koray'ın ardından yaptığım tek şey açtığı kapıdan çıkışını izlemek olmuştu. Böyleydi benim hayatım. Gelenler bir gün mutlaka açardı kapıyı ve çıkıp giderdi. Belki de haklı olan Çakır değil Koray'dı. Kimsesiz olduğumu ilk defa bu denli açıkça dile getirmişti. Haklıydı da. Bu evde bir nevi kimsesizdim ben. Ama Gökçe... O daha da kimsesizdi ve ona bunu yapmaya hakkım yoktu. Koray söylediği her şeyde haklıydı ancak burada kalıp kafamı toparlamam konusunda kesinlikle haklı değildi. Zira tam da şuna ceketimi ve anahtarlarımı alıp kapıdan çıkmak üzereydim. Nereye mi gidiyordum? Gökçe'nin yanına. Ondan özür dilemeye... Sonu ne olurdu bilmiyordum ama bir hiç olmayacağı kesindi. Belki de inşa ettiğim koskoca duvarımdan bir tuğla düşmüştü yere şimdi. Paramparça olmuştu ve ben tuzla buz olmuş tuğlanın beni hafiflettiğini hissediyordum.


Dışarıya adımımı atar atmaz yüzüme çarpan rüzgarla derin bir nefesi ciğerlerime doldurarak bedenimi rahatlattım. Önce gözlerim garajıma, içine bıraktığım motoruma takıldı. Sonra es geçtim motorumu. Belki de yürümeliydim.


Hatta... Koşmalıydım. Kesinlikle! Tam da şu an koşarak ilerlemeliydim ona giden yollarda. Onunla ne olurduk bilmiyordum. Belki arkadaş olurduk belki de dert ortağı. Ama bu saatten sonra tek isteğim onunla birer düşman olmamaktı. Ne kadar koştuğumu idrak edemesem de ayaklarım beni yolun sonundaki sahile çıkartmıştı. Diğer yönde pek bir şey olmadığından evin diğer tarafından koşmuş ve sahile ulaşmıştım. Gözlerim etrafı tararken gözlerime takılan kızıl saçlarla olduğum yerde kaldım. Gökçe yürüyüş yolunda ağır adımlarla ilerlerken dudaklarım önünü alamayacağım bir ölçüde yukarıya kıvrıldı. Şimdi onun olduğu yöne büyük adımlarla ilerliyordum. Nefes nefese kalan bedenimi zorlukla durdurduğumda ciğerlerime az gelen nefes adeta beni zorluyordu.


"Gökçe!"


Diye seslendim zar zor nefes aldığım o dakika. Gökçe önce durmuştu. Yalnızca sırtı dönüktü bana. Bir dakika geçmeden Gökçe'nin bedeni olduğum tarafa dönerken kızıl saçları geriye doğru dalgalandı ve çilli yüzünü gözler önüne serdi. Bakışlarındaki şaşkınlık önce dudaklarımda bir kıvrılmaya sebep oldu ve hemen ardından sormak için an kolladığın o soru dudaklarımdan döküldü. Muhtemelen oldukça dengesiz asalak bir herif olduğumu düşünecekti ama bunu yapmak zorundaydım. Onun gönlünü alabilmek için yapmak zorundaydım.


"Bu gece yarış için piste gideceğim. Ve sen."


Derin bir nefes aldım.


"Sende benimle geleceksin."


Gökçe o an öyle şaşırmıştı ki dudakları neredeyse bir kuş girebilecek kadar aralanmıştı. Tabii benimde. Bu teklifi yapan Doruk, Çakır'a adeta ihanet etmişti. Doruk değil belki ama Çakır Gökçe'den uzak kalmak istiyordu çünkü karşısındaki ürkek, kimsesiz kız ona bir kalbi olduğunu ve hala attığını hatırlatıyordu. Doruk memnundu ancak çakır. İşte o tam da şu dakika ruhumun derinliklerinde debeleniyordu. Adımlarım Gökçe'nin dibine kadar geldiğinde gözlerimiz sonunda buluşmuştu.


"Ama ben..."


Resmen şaşkınlıktan konuşamıyordu.


"Özür dilerim tamam mı? Eşeklik ettim. Bak Gökçe sana her şeyi anlatacağım. Madem artık bir nevi en arkadaşıyız, gerçekten arkadaş olabiliriz diye düşünüyorum. Eğer arkadaşım olursan-"


"Belki evindeki bir duvarda ben olurum."


Gökçe'nin kurduğu fakat benim hiç beklemediğim cümlesiyle dudaklarımdan bir titreme geçtiğini hissediyordum. Keza kalbimden de öyle. Kalbim göğüs kafesimin içinde bir kuşun kalbi gibi tir tir titrerken dudaklarım usulca iki yana kıvrıldı.


"Belki."


Dedim yalnızca. İkimizde öyle şaşkın öyle tecrübesizdik ki sanki bir kafesin içine hapsedilmiş iki kuştuk ve bilmediğimiz bir dünyaya bırakılmıştık. İkimizin de tanımadığı bir dünya da buluşup içinde bulunduğumuz dünyayı tanımaya çalışıyorduk sanki.


"O zaman artık arkadaş mıyız?"


Diye sormuştu Gökçe ürkek bir sesle.


"Bu beni affettiğin anlamına mı geliyor?"


Başını salladı Gökçe.


"Sen haklıydın Çakır. Seni takip etmemeliydim. Ne de olsa ben senin kimsen-"


İstemiyordum. Söylediklerimi kendim işitmek istemiyordum. Yeterince kırılmış yeterince dökülmüştük daha fazlasına tahammülüm yoktu.


"Yarış gece. Yani daha çok vaktimiz var. Kahvaltı etmek ister misin? Belki vapura da bineriz."


Bu cümleler benim dudaklarımdan dökülüyor olabilir miydi? Sahi... Ben miydim bu naif sesin, cümlelerin sahibi? İnanamıyorum. Değişiyordum. Farkındaydım ve değişimim bir delilik olmalıydı. Koca bir delilik.


"Vapur? Yat gibi mi?


Kaşlarımı çattım istemsizce.


"Ne yatı kızım? Normal yolcu vapuru. Eminönü'ne gidebiliriz mesela gittin mi hiç?"


"Ben..."


"Anlaşıldı. Düş önüme kızıl. Anlaşılan bugün sana rehberlik etmem gerekecek..."


BÖLÜM SONU


_____________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! Yeni bölümümüzde böylelikle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%