Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7.Bölüm Hayatin Tadi

@peteichor_

Bugüne kadar hayat onun önüne konulmuş ve yemesi yasaklanmış muazzam bir yemekti ve Gökçe Bal Hazer bugün önündeki tabaktan bir çatal almış dudaklarıyla buluşturmuştu. Keşfetmişti Gökçe. Hayatın tadını keşfetmişti ve fısıldamıştı ruhuna. Hayatın tadı güzelmiş. Yaşamak güzel şeymiş.


7.BÖLÜM HAYATIN TADI


"Eyvallah abiciğim."


Doruk simitçi ağabeyin uzattığı simit poşetini büyük bir keyifle alırken buruk bir tebessümle şeffaf poşetin içindeki simitlere baktım. Daha önce hiç yemediğim simitlere. Şimdi bu satırları kahkahalarla okuyabilirsiniz ancak gerçeği ne yazık ki değiştiremezdiniz. Şu an tam da düşündüğünüz gibi hayatımda hiç simit tatmadığımdan yana dert yanıyordum. Belki küçüktü derdim ya da komik? Ama gerçek tam da buydu. Hayatım da hiç simit yememiştim ve o simitleri gördüğüm dakikadan bu yana en büyük derdim hayatım da hiç simit yememiş olmamdı. Her dert büyük, acı verici olmak zorunda değildi kimi dertler acı vermezdi. Gülümsetirdi. Belki de kahkaha attırırdı. Tıpkı şu an bulunduğum duruma koca bir kahkaha atmam gibi. Doruk kahkahamla afallarken gözlerini simitçi ağabeyden çekip yüzüme çevirdi ve biz kahkahalarım eşliğinde vapura doğru yürümeye başladık


"Ne oldu kızıl? Hayırdır?"


Omuz silktim.


"Yaklaşık iki saat önce senden nefret ediyordum. Baya baya ölmeni falan istiyordum ve gidecek bir yerim olmadığı halde çıkıp gidecektim. Şimdiyse beraber simit almış kırk yıllık arkadaşlar gibi Eminönü vapuruna yürüyoruz ve ben-"


"Sen?"


"Hayatım da hiç simit yemedim."


Vapura ulaştığımızda Doruk ikimiz içinde turnikeye yolcu kartını okuttu ve turnikeden geçmemizi sağladı.


"Asıl komik olan ne biliyor musun kızıl?"


"Neymiş?"


"Üzerinde beyaz dümdüz bir tişört var. Altında öylesine bir tayt. Saçların karman çorman bir halde toplanmış. Ve sen şeysin... Güzel? hem de bu halde!"


Yutkundum. Bu da neydi şimdi? Bir iltifat mıydı? Teşekkür mü etmeliydim? Doruk Çakır Arsal bana iltifat mı etmişti? Dudaklarımı araladığımda iltifatına bir teşekkür savuracağımı sanıyordum. Dediğim gibi sanıyordum...


"Çillerimi kapatmayı unuttum..."


Daha çok kendime yaptığım ufak bir hatırlatmaydı bu. Çillerimi kapatmayı unuttum. Saçlarım darama dağınık. Üstüm belki de olabilecek en paspal halde. Annem bu hallerimi görseydi yaşasaydı yüksek ihtimalle ölmeyi dilerdi. Hele ki kapatmadığım çillerim onun boğazına sarılan görünmez bir çift el olup onu boğabilirdi.


"İsabet olmuş."


Doruk ağzının içinde mırıldandığında vapura binmiş arkasına doğru yürüyorduk. Sonunda tahta sıraya yanyana oturduğumuzda Vapur çok geçmeden hareket etmiş ve biz simitlerimizi denizin eşsiz kokusu eşliğinde Doruk'un vapurun büfesinden aldığı çaylarımızı yudumlarken afiyetle yiyorduk. Simidin tadı canımı acıtmıştı. Simidin tadı güzeldi. O an düşündüm. Ne çok şeyden mahrum kalmıştı bedenim ne çok susamıştı özgürlüğe ruhum. Her şeyden öte... Mutluluk bu kadar yakınken ne çok uzak kalmıştım ona. Mutluluk vapurda yenen simitken yatta yediğim salatalar, içtiğim detoks suları ne çok acıtmıştı boğazımı. Mutluluk bir simit kadar yakınken ne uzakmışım meğer ona. Bezen olurdu. Mutluluk elinizi uzatıp tutacağınız kadar yakın olurdu dibinize kadar gelirdi ama sizin elinizi uzatacak kadar bile gücünüz olmazdı. Elinizin altındaki mutluluğunuz güçsüz ruhunuza yenik düşerdi ve size izlemek kalırdı. Mutluluğun adım adım sizden uzaklaşarak yok olmasını izlemek kalırdı. Çaresizce izlemek, başka hiç bir şey değil... O an dudaklarımdan benden habersiz bir cümle dökülüverdi.


"Normalde böyle şeyler yemem."


Deyiverdim ortamdaki tek ses vapurun denizin içinde ilerleyişinin sesiyken.


"Nasıl şeyler yemezsin?"


"Kalorili..."


"Niye hayırdır?"


Gülümseyerek başımı Doruk'a döndürdüm.


"Kilo almamak için. Güzel görünmek zorunda olduğum için."


"Kuş kadar kızsın anasını satayım ne kilosundan bahsediyorsun? Ayrıca senin sağlam bir düşmanın var çilli. Senin çillerini kapatmak isteyen ve seni çirkin olduğuna bir şekilde inandırmış. Ondan uzak dursan iyi edersin."


Buruk bir gülümseme dudaklarımda yerini alırken dolan gözlerimi denize çevirdim. Uzağım Doruk. Ondan uzağım. Annemden oldukça uzağım. Haklıydı belki de. Annem benim düşmanımdı. Ruhumun en büyük düşmanıydı.


İlerleyen dakikalarda yolu simitlerimizin bir kısmını martılarla paylaşarak geçirmiştik. Doruk her martıyı tuttursa da benim simitlerim çoğunlukla denize karışıp gitmişti. Yalnızca yarım saatlik vapur yolculuğumuzun bir ömür kadar uzun olmasını dilemiştim. Bu hayatta bir çok şeye sahip olmuştum. Ağzına kadar dolu bir kıyafet dolabına, sayısız mücevhere, pahalı ayakkabılara, koca bir malikaneye... Mutluluk getireceğine emin olduğum her şeyim olmuştu. Bir şey hariç. Vapurda geçirdiğim yarım saate hiç sahip olmamıştım. Ta ki onu tanıyana kadar. On altı yılın bana veremediği huzuru yarım saat içinde vermişti o. Nasıl mı? Bir vapurda simitlerimizi yerken...


Saatler akıp gitmişti. Hiç istemediğim bir hızla ve beklemediğim kadar büyük bir huzurla. Eminönü'nü karış karış gezmiştik. Almayacağımız bir çok şapka ve gözlük denemiştik. Bir sürü kestane yemiş ve tadını garip bir şekilde çok sevmiştim.


Doruk Çakır Arsal. Tanıştığıma memnun oldum çünkü bu seninle ilk tanışmam. 1 Kasım. Doruk Çakır Arsal'la tanıştığım günün tarihi. Gülüşüyle, neşesiyle, sıcak tebessümüyle tanışma yıldönümüm. Doruk bugün belki de tanıştığımızdan bu yana ilk defa kendiydi. Bana yaşadıklarını galata köprüsünde yürürken anlatmıştı. Üzerimdeki monta sarılıp ellerimi ceplerime yerleştirip ısıtırken dinlemiştim onu. Anlattıkları ruhumu o kadar üşütmüştü ki ellerimi ısıttığımda ruhumun da ısınacağına inanmak istemiştim.


Her şeyi anlatmıştı Doruk. Babasının trajik ölümünden kardeşinin hastalığına, annesinin mücadelesine kadar. Her şeyi karış karış anlatmıştı. Ben bugün Doruk Çakır Arsal'ı karış karış gezmiştim. Acılarının olduğu yerlerde soluklanmış göz yaşlarını yüzerek aşmıştım. Şimdiyse saat akşam beş sularıydı ve bizi buraya getiren vapura yeniden bu kez dönmek üzere binmiştik. Gittikten sonra dönmeye en çok zorlandığım yolculuğum bu olabilirdi.


Gökçe Bal Hazer bugün yalnızca Doruk Çakır Arsal'la değil kendiyle de tanışmıştı. Ruhunu karış karış gezmişti. Kendi olmuştu. Gökçe bugün sahiden Gökçe olmuştu. Kapatmadığı çilleriyle, paspal kıyafetleriyle öylesine toplanmış saçlarıyla. Ne yediğine bile dikkat etmemişti Gökçe. Aynada fiziğine defalarca bakma gereği duymamıştı. Hiç kimseyi hiç bir şeyi umursamadan doyasıya gülmüş eğlenmiş ve hayatın tadına bakmıştı. Bugüne kadar hayat onun önüne konulmuş ve yemesi yasaklanmış muazzam bir yemekti ve Gökçe Bal Hazer bugün önündeki tabaktan bir çatal almış dudaklarıyla buluşturmuştu. Keşfetmişti Gökçe. Hayatın tadını keşfetmişti ve fısıldamıştı ruhuna. Hayatın tadı güzelmiş. Yaşamak güzel şeymiş.


***


"Yarışa daha gitmeden yoruldum. Gel de yarış şimdi."


Doruk'la vapur yolculuğumuz son bulmuş ve eve yürümeye başlamıştık.


"Olur!"


Diye şakıdım Doruk'un mızmızlanmalarına karşı.


"Ne?"


"Gelip yarışabilirim."


Dediğimde Doruk'un şaşkın tebessümü kahkahaya döndü. Bugün attığı yedinci kahkahaydı. Saymış mıydım? Sanırım.


"Motorumu sevmeseydim kabul edebilirdim çilli ama şansına küs. Hırçın kızıma benden başka kimse dokunamaz."


Gülümsedim.


"Çok mu seviyorsun onu."


"Bir onu seviyorum."


Doruk anahtarıyla açtığı kapıdan içeriye adımlarken arkasından takip ettim.


"Yarış gece 03.30'da. O zamana kadar uyusam iyi olacak gece zırlamandan uyuyamadım."


Gözlerimi devirdim. 


"Zırlatmadan önce düşünseydin."


Sesim alay eder gibi çıktıysa da gayet başarılı ve kendinden emin bir tını da çıkmıştı.


Doruk, "Hadi oradan." Derken üzerindeki ceketi koltuğa bırakmış ve merdivenlere yönelmişti.


"Sende uyu kızıl gece uzun."


"İyi uykular."


Dediğim de Doruk'un gözleri bir anlığına gözlerimle buluştu.


"Eyvallah."


Dedi ve çıktığı bir kaç basamağı tamamlayarak odasına kapandı. Hızlı adımlarla odama girdiğimde heyecanla telefonuma sarıldım. Saat 18.30 olmak üzereydi ve Göktuğ bu saatlerde mola veriyordu. Birkaç dakikayı telefonumu izleyerek geçirdiğimde sonunda beklediğim melodi kulaklarıma dolmuştu. Gülümseyerek ilk çalışında açtığım telefonumu kulağıma götürdüm.


"Huysuz!"


"Bal kızım..."


Sesi öyle yorgun çıkmıştı ki gözlerim dolmuştu. Çaresizlik hayattaki en beter duyguydu. Çaresi olmayan her duygu gibi...


"İyi misin ağabey?"


"İyiyim güzelim benim. Beni bırak asıl sen iyi misin? Nasıl gidiyor? Kaldığın yer güvenli değil mi? Aklımı sende bırakma Gökçe."


Güvenli ağabey. Dün hıçkıra hıçkıra ağlayarak yerde uyudum ve uyandığımda yatağımdaydım. Evinde kaldığım arkadaşım bazen beni yerin dibine sokuyor bazen göklere çıkartıyor ve o... O sanırım iyi biri. Belki de iyi biridir.


"Aklın bende kalmasın ben gayet iyiyim!"


Derken iç sesimin tüm cümlelerini dudaklarıma mühürlemiştim.


"Belli oluyor iyi olduğun sesin uzun zaman sonra ilk defa bu kadar hayat dolu."


O an bu farkındalığı yaşadığım ilk andı. 1 Kasım bir çok şeyin ilkiydi. Belki de her şeyin...


"Ya sahi mi?"


Gibi yalandan bir şaşkınlıkla sordum.


"Hep hayat dolu ol Gökçe. Çünkü benim hayatım sensin ve senin hayatla dolmana ihtiyacım var."


Gülümsedim.


"Seni seviyorum Göktuğ."


"Ağabeyin seni çok seviyor Bal. Şimdi gitmem gerek. Her şeyi unut ama seni sevdiğimi asla. Kendine iyi bak ağabeyciğim yarın yeniden konuşuruz."


Ve telefon kapandı. Unutur muyum Göktuğ? Beni sevdiğini unutur muyum? Beni tek seveni nasıl unutabilirim söylesene?


Uyudum. Dün geceye nazaran daha mutlu bir o kadar huzurlu ve sakin. Saatlerce uyudum ve gözlerimi açtığımda dışarıda adeta gök yarılırcasına gürlüyordu. Yerimden doğrulduğumda gözlerim yanıp sönen telefon ekranının ışığına takıldı. Saat 02.00'ydi ve Doruk bir an önce uyanmalıydı. Yerimden doğrulup hızla üzerimi değiştirdim ve saçlarımın sırtımdan dökülmesine izin vererek üzerime geçirdiğim montla odadan çıktım. Merdivenleri hızla tırmanıp Doruk'un odasının kapısına ulaştığımda derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Açtığım kapıdan içeriye girmeme ramak kalmışken onun dolabının önündeki bedeniyle gözlerim yuvalarından çıkacakmışçasına büyüdü. Doruk Çakır Arsal'ın altında bir pantolon vardı. Üstün de mi? Hiç bir şey! Kocaman olmuş gözlerim bedenine ulaştığında üzerine oldukça çalışılmış bir fiziğe sahip olduğunu fark etmek pekte zor olmamıştı. Fazla yapılı ve gösterişli bir fiziği vardı. Bir de tenini süsleyen morlukları... Ben ne yapıyordum Allah aşkına? Resmen çocuğu süzüyordum! Gözlerime hızla avuçlarımı bastırdığımda yaptığım şeyin farkındalığı vücudumdaki tüm kanın yanaklarıma toplanmasına sebep olmuştu.


"İlk defa görmüş gibisin."


Doruk'un sesi oldukça keyifli çıkıyordu. Uyuz herif ne olacak?


"B-Ben..."


Yapma Gökçe! Topla kendini hadi kızım.


"Yakından bakabilirsin. Gerçi göreceğini gördün ama..."


Doruk ne zaman dibime kadar girmişti? Şu an nefesini saçlarım da hissediyordum ve bu tuhaf hissettiriyordu. Ellerimde hissettim ellerle size yemin ederim nefesim kesildi. Eğer yaşarken ölmek mümkün olsaydı şu an ölmüş sayılabilirdim zira ilk defa ölüme bu kadar yakın hissediyordum. Doruk ellerimin üzerine koyduğu elleriyle gözlerime kapattığım ellerimi sarıp gözlerimden ayırdığında nefesimi biraz daha tuttum. Boğulmak üzereydim belki de boğulmuştum. Gözlerimi usulca açtığımda Doruk'un üzerindeki beyaz kazak nefesimi rahatça dışarıya vermem için yeterli olmuştu.


"Tuhaf."


Diye mırıldandı Doruk çatık kaşlarıyla yüzümü incelerken. O sırada odanın içi bir şimşekle aydınlanmış ve hemen ardından sönüp gitmişti. Bize kalansa odanın içindeki loş masa lambasının ışığı olmuştu.


"Ne tuhaf?"


Diye sormuştum sesimi bulabildiğimde.


"Ürkek bakışlarına rağmen cesur olman."


"Nereden biliyorsun cesur olduğumu?"


Diye sormuştum yeni bir şimşek odayı aydınlatırken.


"Benden korkmuyorsun Gökçe. İki haftadır tanıdığın birinin evindesin, onun odasındasın ve ondan korkmuyorsun. Ben bile kendimden bu kadar korkarken sen korkmuyorsun."


Gülümsedim.


"Sen canavar değilsin Doruk senden neden korkayım?"


"Ya canavarsam?"


Sesi tuhaf bir şekilde... Tuhaf bir şekilde yardım isteyen çaresiz beş yaşında bir çocuk gibi çıkmıştı. Sanki yalvarıyordu. Ona canavar olmadığını söylemem için bana yalvarıyordu.


"Kimse canavar değildir ki. Her masalda bu böyledir. Her canavar aslında bir prenstir yalnızca kalbini bulabilen prense dönüşür. Sen canavar değilsin Doruk."


"Nereden biliyorsun?"


Doruk'un sesiyle odayı eş zamanlı bir şimşek daha aydınlatırken tüm cesaretimle dudaklarımdan titrek bir nefes bırakıp sağ elimi Doruk'un sol göğsünün üzerine bastırdım.


"Çünkü senin bir kalbin var. Canavarların kalbi olmaz."


Doruk'un çalan telefonu ikimizin arasında ki bu adlandıramadığım anı bozarken Doruk sanki bedeni ateşe değmiş gibi bedenimden birkaç adım uzaklaşıp telefonunu açtı ve kulağına dayadı. Nefesini toparlamakta zorlandığını hissetsem de kendine gelmesi hızlı olmuştu.


"Efendim?"


"Neredesin Çakır? Burada göz gözü görmüyor acele et."


Telefonun diğer ucundan gelen ses rahatlıkla duyuluyordu. Melis'in ağabeyinin sesiydi bu.


"Bir saate oradayım Çağan."


Demek Çağan'dı çocuğun adı. Melis ve Çağan... Tıpkı Gökçe ve Göktuğ gibi. İki kişilik kalabalık aile. Doruk telefonu kapattığında sıkıntıyla nefesini verip saçlarını karıştırdı.


"Kızıl biliyorum sana söz verdim ama-"


"Ama?"


"Bu havada hem yarışıp hem seni nasıl koruyacağım bilmiyorum."


Bir elimi teskin etmek istercesine Doruk'un koluna bırakarak gülümsedim.


"Beni koruman gereken bir durum olmayacak. Hem ben kendimi koruyabilirim!"


"Aynen çilli. Neyse ne gitmemiz gerekiyor. Çağan ve Melis'in yanında bir saniye bile ayrılmayacaksın anlaşıldı mı?"


Hevesle başımı salladım. İşte bu! Doruk'un hazırlanması ve bizim evden çıkıp motora ulaşmamız yalnızca birkaç dakika sürmüştü.


Şimdiyse Doruk'un arkasında kollarımı beline sarılı bir halde dışarıdaki fırtınaya rağmen motorun hareketlenmesini bekliyordum. İlahi Gökçe, sen ne zamandan beri böylesine cesursun? Sen değil miydin yanından hızla geçen motorları görüp yüzünü ekşiten? Şimdi ne demeye bir motorun üzerinde gidiyorsun motor yarışına? Ne zamandır böylesine korkusuzsun? İç sesimin sıraladığı sorulara ruhumun dudakları aralandı. Her şeyimi kaybettiğimden beri iç ses. Artık kaybedecek neyim var söylesene? Bir canım var bir de Göktuğ... motor hızla hareketlendiğinde kollarım biraz daha sıkı sardı Doruk'un bedenini. Şimdi bunca fırtınanın ardından ona sığınmış bir halde onun yarışına gidiyorduk. Yarım saat süren sancılı yolculuğumuz pistin önüne gelmemizle son bulmuştu. Motordan indiğimde kasktan taşan saçlarım tıpkı bedenim gibi sırılsıklamdı. Yağmur yavaşladıysa da bizi ıslatmaya yetecek kadar fazlaydı.


"Düş önüme kızıl. Çağan ve Melis'in yanına gidiyoruz."


Doruk'la birlikte nereye gittiğimizi bile net görmediğim bir yöne doğru yürüyorduk.


"Kızıl!"


Melis... Melis'in enerji dolu sesi beni hayata döndürürken hızla kollarını ıslak bedenime sardı ve bana sıkıca sarıldı. Hiç beklemeden kollarımı Melis'in bedenine doladığımda tıpkı onun gibi tüm samimiyetimle karşılamıştım sarılışını.


"Çağan, sana emanet kardeşim. Gözsünü seveyim ayırma gözünün önünden."


Doruk'un benden bahsediyor oluşu kahkaha atma istediğimi adeta kamçılıyordu. Zira Doruk benden değerli bir eşyasıymışım gibi bahsediyordu. Ayırma gözünün Önünden.... Gözlerimi devirerek Melis'ten ayrılıp Doruk'a döndüm.


"Hey! Ben buradayım Doruk biliyorsun değil mi?"


"Unutmak ne mümkün çilli."


Doruk bana göz kırptığında neredeyse nutkum tutulmuş bir halde gülümseyerek yanımızdan ayrılışını izledim. Öyle bir göz kırpmıştı ki adeta bir savaş yerinin ortasında elinde düşmana karşı doğrulttuğu bir silahla durmuş ve hiç beklemediğim bir anda gözlerini gözlerimle birleştirip bana göz kırpmıştı. Öyle imkansız öyle sahiciydi. Gülümseyerek Doruk'un arkasından ne kadar baktığımı inanın bilmiyordum ama bir elin kolumu sertçe dürtmesi bakışlarımı Doruk'un geçip gittiği boş yoldan ayırmama yetmişti.


"Leyla oldun kızım sende iyice! Hadi yarış başlayacak dünyaya dön."


Melis'in alaylı sesiyle başımı sallayarak bakışlarımı piste çevirdim. Doruk henüz kaskının üzerindeki şeffaf korumalığı indirmemişti ve gözleri gözlerimdeydi. Binlerce insanın içinde gözleri yalnızca benim üzerimde benim gözlerimdeydi.


Heyecandan avuçlarımın terlediğine yemin edebilirdim. Bir düdük sesiyle titreyen avuçlarıma göğüs kafesimde çırpının kalbimde eklenirken saniyeler içinde Doruk'un gözleri gözlerimden ayrılmış ve kaskının üzerindeki şeffaf korumalık gözlerine kapanmıştı. Şimdiyse çalıştırdığı motoruyla diğer motorları alt ediyor sanki hiç zorlanmadan önlerinden geçip gidiyordu. Öyle bir izliyordum ki pisti sanki çocuğunun gösterisini izlemeye gelmiş bir anneydim ve şu an çocuğum sahne de herkesten daha iyi dans ediyordu. Gözlerimdeki tanıdık gurur başka hiç bir şeye benzemiyordu. Doruk yağmurlu havanın yarattığı buğuyla diğer motorların ardından gözden kaybolurken alt dudağımı dişlerimin arasına alıp adeta parçalamaya çalışıyordum. Stres, belki biraz da korku tüm ruhumu emmişti. Bir an önce yarışın tamamlanmasını ve Doruk'un sağlam bir halde yanıma dönmesini istiyordum.


"Kızlar bir dahaki yarış benim. Melis ağabeyciğim dikkat edin."


Melis gülümseyerek Çağan'ın yanağına dudağını bastırdı.


"Şans öpücüğü!"


Diye şakıdı ve Çağan'ın önümüzden geçip gitmesini izledi. Tıpkı benim gibi...


"Ben çok susadım kızıl sen ne durumdasın?"


Melis'in sorusuna verebileceğim tek yanıt omuz silkmekti. Onun pisste kayboluşu bedenimi öyle bir korkuyla sarmalamıştı ki o dönmeden değil su içmek nefes bile almak istemiyordum. Omuz silkmekle yetindiğimde Melis önce etrafına bakındı ve hemen ardından gözlerime döndürdü bakışlarını.


"Buradan ayrılma kızıl. Su alıp geleceğim."


Başımı sallayarak Melis'in önümden tıpkı Çağan gibi geçip gidişini izledim. Birkaç dakika geçmesine rağmen Melis hala yanıma gelmemiş ve içimdeki korku ikiye katlanmıştı. Yanaklarımı şişirerek etrafa bakındığımda Melis'i dileyen gözlerime başka gözler takıldı. Korsan... Nam-ı diğer Caner Kara... Derince yutkunup karşımda duran bedenden gözlerimi piste çevirdim. Ama her şey için geçti. Çok geçti. Zira korsan denen çocuğun nefesini ensemde hissediyordum ve bu durum midemde bugün ne yediysem her şeyi hareketlendirmeye yetmişti.


"Yanlış taraftasın kızıl kafa. O taraf cehennemin dibi. Yanmadan fark edersen iyi olur. Yandıktan sonra kül olmadan sönemezsin."


Bir eli bilekliğimin takılı olduğu kolumu kavradığında öyle sert öyle acımasızca sıkmıştı ki bileğimdeki ince bilekliğin derime saplandığına hiç şüphem yoktu.


"Doruk Çakır Arsal senin bu dünyadaki cehennemin. Ve ben onu o cehennemde paramparça edeceğim. İster sende parçalan ister parçalayan tarafta dur. Özgürsün kızıl kafa. Şimdilik."


Ve bileğime sarılı elini bir anda bileğimden ayırdı. Tüm cümlelerini kızaran yüzümle ve tuttuğum nefesimle dinlemiştim. Bilekliğim Korsanın çektiği elinin ardından zeminle buluşurken korsanın gidişiyle sıkıca kapattığım gözlerimi açtım. Bileğimden süzülen kan çiseleyen yağmura karışırken yere eğilip bilekliğimi aldım ve cebime koydum. Bal peteği sembollü ince gümüş bilekliğim neredeyse ikiye bölünmüştü. Göz yaşlarım yanaklarımdan dökülürken zihnimde tek bir kişinin sesi yankılanıyordu. Göktuğ'un...


Geniş kulaklıklarım kulaklarımı sararken parmaklarımda tuttuğum kalem ve dizlerime yaslı çizim defterim günümün en huzurlu saatlerini benim için büyük bir komforla sağlıyordu.


Sabah bahçemizde gördüğüm siyah kediyi kulaklarımda ki sezen Aksu parçasıyla resmediyordum. Taki odamın kapısı hafifçe aralanana kadar. Oturduğum yatakta doğrulup kalemimi defterimin arasına koydum ve kapıda beliren bedeni kulaklıklarımdan kulaklarımı ayırarak sıcak bir tebessüm eşliğinde karşıladım. Göktuğ araladığı kapıdan gülümseyerek önüme bıraktığım defterime bakıyordu.


"Gelebilir miyim?"


"Gel ağabey."


Göktuğ girdiği kapıyı geri kapatıp uzandığım yatağa adımladığında gülümseyerek gelişini bir kez daha karşıladım.


"Ne yapıyorsun bal?"


Göktuğ'un sorusuyla elimle pencereyi işaret ettim. Göstermeye çalıştığım pencere değil ardında saklanan bahçemizdi.


"Sabah bahçede bir kedi gördüm. Onu çiziyordum."


"Bakabilir miyim?"


"Bitince belki!"


Diyerek defterimi önüme çektiğimde Göktuğ göz devirmiş ve cebinden küçük bir kutu çıkartıp yatağıma bırakmıştı.


"Bu ne?"


Diye sorduğumda Göktuğ'un dudakları iki yana kıvrıldı.


"Bu senin için. Bak bakalım neymiş."


Heyecanla yatağın üzerindeki sarı kutuyu parmaklarımla buluşturup kapağını kaldırdım ve kapağı açılan kutunun içinde duran dünyanın en naif bilekliğiyle gözlerimi buluşturdum. Şaka yapmıyordum. Hayatımda daha naif bir bileklik görmemiştim. Gümüş bilekliğin üzerindeki tek sembol küçük bir bal peteğiydi.


"Göktuğ bu..."


"Görünce aklıma sen geldin Bal. Beğenirsin diye düşündüm."


Ne zaman gözlerim dolmuştu? Dolu gözlerimle başımı salladığımda Göktuğ bilekliği kutusundan çıkartıp bileğime taktı ve çillerimin sardığı yanaklarımı hafifçe okşadı.


"Taktıkça beni hatırlarsın."


"Bu bilekliği hiç çıkartmayacağım ki!"


Göktuğ gülümsediğinde hızla kollarımı boynuna sarmış ve bedenine sıkıca sarılmıştım.


"Teşekkür ederim ağabey!"


Dediğimde Göktuğ okşadığı saçlarımın ardından fısıldadı.


"Rica ederim güzelim benim."


Gözlerimi acıyla kapattığımda avucumda tuttuğum bileklik canımı kan sızdıran bileğimden daha da fazla yakıyordu. Size yemin ederim bilekliğimin değil bileğimin parçalanması canımı daha az yakardı. Canım cayır cayır yanıyordu. Ruhum bu bilekliğe dolanmış kanıyordu. Bileğimden akan kan aslında ruhumdan sızıyordu. Parçalanan bileğim değil ruhumdu.


"Gökçe!"


Doruk'un endişeli sesini duyduğumda hızla göz yaşlarımı silip dudaklarıma yalancı bir tebessüm kondurdum ve arkamı döndüm.


"Doruk?"


"Melis seni aramış ama bulamamış nerelerdeydin?"


"Ben bıraktığın yerdeydim."


Demiştim sadece. Doruk başını sallamakla yetindi çünkü biliyordu. Sahiden bırakktığı yerdeydim.


"Kim kazandı?"


Diye sorduğumda tek istediğim acıyan bileğimin acısını bir nebze olsun bastırabilmek zihnimdeki Göktuğ'u susturabilmekti.


"Ben yarıştaysam kazanan değişmez çilli."


Kazanmıştı. Gülümsedim.


"Tebrikler!"


"Eyvallah. Hadi artık çıkalım-"


Doruk'un gözleri bileğime döndüğünde kaşları öyle bir çatılmıştı ki bir anlığına birleştiklerine yemin edebilirdim. Hızla öne çıktım.


"Hadi gidelim uykum da geldi-"


"Bu ne Gökçe?"


Derken Doruk çoktan ondan saklamaya çalıştığım bileğime parmaklarını sarmıştı. Şimdi bileğime içinde patlamaya hazır bir öfkeyle bakıyordu. Eğer bakışlarla bir şeyi öldürmek mümkün olsaydı bileğim sahiden ölmüştü.


"Kim yaptı bunu?"


"Önemli değil Doruk! Gidelim lütfen."


"O yaptı değil mi? Cevap ver bana Gökçe!"


Doruk adeta kükremişti. Gözlerim bir anlığına kapanırken bir cevap verecek gücü kendimde bulamamış ve öylece Doruk'un yüzüne bakmıştım. onun gözleri... Kararmıştı. Her sinirlendiğinde oluyordu bu. Gözleri öyle bir kararıyordu ki gözbebekleri kaydoluyordu ve şu an o nadir anlardan birindeydik. Doruk'un gözleri siyaha boyanmış kasları gerilmişti. Doruk yandan bir bakışla bizden neredeyse yüz metre uzaklıkta olan Korsan'a öyle bir bakış atmıştı ki o an bileğimin acısı bile geçip gitmişti sanki. Doruk tam bir adım atacaktı ki hızla bileğini tuttum.


"Gidelim buradan. Lütfen..."


"Melis Gökçe'yi götür buradan!"


Doruk bileğimden kurtardığı koluyla adeta yanımdan silinip gitti ve Korsan ondan kaçma gereği dahi durmadan bir duvar gibi karşısında durup Doruk'un gelişini izledi.


"Gökçe gidelim."


"Hiç bir yere gitmiyorum! Kavga etmesine izin mi vereceğiz?"


"O yalnız değil Gökçe. Burada ona bir şey olmaz çıkmamız lazım ortalık fena karışacak."


"Ama-"


"Gidiyoruz Gökçe!"


Melis'in otoriter sesi daha fazla ısrarlarıma boyun eğmemiş ve beni sağlam olan bileğimden tutup pistin çıkışına doğru sürüklemişti. Arkadaki seslere rağmen...


Kimi Çakır kimi korsan diye bağırırken gözlerimi sıkıca kapattım. Neden yapmıştı? Alt tarafı bileğim yaralanmıştı ama o ortalığı birbirine katmıştı. Neden? Ben kimdim ki ? Ev arkadaşı, arkadaşı bilmiyordum ama bir şeydim işte! Onun dediği gibi hiç bir şey değildim. Çünkü yapmazdı. Bir hiç uğruna bütün pisti birbirine katmazdı. Onun için neydim bilmiyordum ama bir şey biliyordum. 1 kasımı 2 kasıma bağlayan gece bana bir şeyi daha öğretmişti. Doruk Çakır Arsal için ne olduğumu bilmiyordum ama artık bildiğim bir şey vardı, o da onun için bir hiç olmadığımdı ve şimdilik bu kesinlikle yeterdi. Onun yanında kalmam için yeterdi.


BÖLÜM SONU

_______________________________


Selamlar canlarım! Yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz! Yeni bölümümüzde böylelikle sizlerle Yorumlarınızı ve fikirlerinizi merakla bekliyorum. Sizi seviyorum hoşça kalın!


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%