Yeni Üyelik
11.
Bölüm

9.Bölüm: Karanlik

@peteichor_

Sevgisiz kalmış her ruh ölürdü nasılsa. Sevgisiz bırakılmış her ruh yaşamaktan mahrum kalırdı.


9.BÖLÜM: KARANLIK


Yağmur yağıyordu. Dört kasım günü Meltem sokağa bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Meltem sokak... Yeni sokağım. No:3 Yeni sokağımdaki yeni evimin numarası. Kapıdan girildiğinde sağdan ikinci oda. Yeni evimdeki odamın yeri. Son üç haftadır... Son üç haftadır Meltem sokak No:3 deki evde yeni tanıştığım bir çocukla yaşıyorum. Doruk Çakır Arsal'la.


Malikanelerle kuşanmış sitemize veda edeli bir aydan fazla oluyordu. Her şeyime veda edeli ise üç hafta. Göktuğ gideli üç hafta oluyordu. Her şeyimi kaybedeli tamı tamına yirmi bir gün oluyordu. Halbuki malikanemizi bıraktığımız ilk gün her şeyimi kaybedişimin ilk günüydü ancak şu an tek kaybım ağabeyimmiş gibi hissediyordum. Kalbimin tek kaybı ağabeyimdi nasılsa. Birde o vardı. Tuhaf bir şekilde yanındayken kimsesiz hissetmediğim o çocuk. O motorcu çocuk. Kalbim mantığıma avaz avaz haykırıyordu bunu. Onun yanında kimsem olmadığı halde herkes varmış gibi hissettiğimi.


Üç haftadır tanıdığım bu çocukla öylesine bir koltukta otururken, sahilde yürürken, vapurda simit yerken nasıl olur da kimsesiz hissetmezdim? O kimdi ki? Kimimdi benim? Kimsem değildi ama kalbim onu kendine kimse bellemişti ve biz artık kimsesiz hissetmiyorduk. Kalbim ve ben... Kimsesiz hissetmiyorduk. Yalnızca onsuzduk. Göktuğ'suz, ağabeysizdik. Ama gelecekti biliyordum. O gelecekti ve biz bir daha hiç bir zaman kimsesiz kalmayacaktık. Kalbim ve ben... Bize kalanlarla kocaman bir aile olacaktık işte. Bugüne kadar ev olmamış kalbim yuva olacaktı. Ruhumun en huzurlu mabedi.


"Günaydın kızıl. Hadi kalk bugün okula gideceğiz."


Doruk yatağın yanında eğilmiş yüzümü inceliyordu. Uyandıysam da yerimden kalkamamıştım ama kalkmak zorundaydım. İki gündür yataktan çıkmamış ve okula gitmemiştim daha fazla devamsızlık yapamazdım. Her şeyden önce iki gündür başımdan bir dakika bile ayrılmamış olan Doruk'u daha fazla yoramazdım.


"Günaydın... Hazırlanıp geleceğim."


"İyisin değil mi?"


Başımı sallarken yerimden doğruldum ve beceriksizce kızıl saçlarımı bileğimdeki tokayla gelişigüzel topladım.


"İyiyim."


"Tamam çilli. Öyleyse seni içeride bekliyorum. Hazırlanıp gel."


Başımı salladığımda Doruk tereddüt etse de iyi olduğuma emin olup odamdan çıkmış beni hazırlanmak üzere yalnız bırakmıştı. Derin bir nefesi dudaklarımdan bırakarak hızlıca yatağımı toplayıp üzerime okul formamı giydim ve altıma okul eteğimi geçirdim. Kızıl saçlarımın sırtımdan dökülmesine izin verdikten sonra son durağım banyo olmuştu. Kısaca yüzümü yıkayıp dişimi fırçaladım ve odama dönüp şişme montumu üzerime geçirdim. Hemen sonra ise Sırtıma taktığım sırt çantamla beni koltukta yayılarak bekleyen Doruk'un yanına adımladım.


"Hazırım!"


Oldukça iyi ve zinde hissediyordum. Sanki günler sonra yerimden kalkmak iyi gelmişti.


"Çillerini kapatmayacak mısın?"


Doruk'un sorusuyla ellerim yanaklarıma gitti yavaşça. Unutmuş muydum? Çillerimi kapatmak nasıl aklıma bile gelmemişti? Şaşkındım. Oldukça fazla şaşkındım ve size bunu tarif edemezdim. Kendimi bildim bileli kapattığım, kapatmaya alışkın olduğum çillerimi kapatmak aklıma bile gelmemişti ve bu... Çok tuhaftı. Doruk yanıma ne zaman gelmişti onu bile anlayamamıştım karmaşık duygularımın içinde sürüklenirken. Bir anda kaldırdığı elleriyle yüzümde gezen ellerimi indirdi ve gülümsedi.


"Kapatmana da gerek yok zaten. Meraktan sordum. Hemen bakma şaşkın şaşkın."


Gülümseyerek omuz silktim.


"Unutmuşum."


"Unut. Tamamen unut. Kapatma artık onları. Senin kusur sandığın her şey senin hediyen ve verilen hediye geri çevrilmez kızıl."


"Olur kapatmam."


Doruk'la gözlerimiz yeniden buluştuğunda bir dakika bile geçmeden Doruk çatık kaşlarla geriye çekilerek koltuğa bıraktığı ceketini aldı ve kapıyı gösterdi.


"Hadi geç kalacağız."


Başımı sallayarak kapıya yöneldim ve ayağıma ayakkabılarımı geçirerek dışarıya çıktım. Yağmur... Hız kesmeden devam ediyordu. Dur durak bilmeden ısrarla yağıyordu üstümüze. Sanki evreni temizlemek gibi bir derdi vardı. Kimin yoktu ki... Tabii kirletenlerin yoktu. Kirletenler neden temizlemek istesindi ki kirli kalsın diye uğraştıkları evreni?


"Bu hava da motorla gitmeyelim daha çok üşütürsün. hızlı yürürsek on dakikada okuldayız."


Başımı salladım. Doruk'u motorundan bir dakika bile ayrılmak istemeyecek kadar iyi tanımıştım ve bu hava da motora binmek istememesinin sebebi tamamen hasta olmamdı bundan hiç şüphem yoktu.


"Olur yürüyelim."


Dedim evden tamamen çıktığımızda. Yağmurlu havaları severdim ne de olsa. Üç gün önce aynı yağmur yüzünden hasta olmuş olsam da severdim. Bazen hastalıklarda sevilirdi. Çünkü her hastalık bir başka hastalığın şifasıydı. Bazı hastalıklar şifa da olabiliyordu son üç gün de öğrendiğim yegane şeylerden biri de buydu. Zira hastalık vücudumu yataklara düşürürken ruhumu göklere çıkartmıştı. Bedenimin hastalığı ruhumun şifası olmuştu. Bahçe kapısından çıkmak üzereyken gözlerim Doruk'la buluştu. Doruk üzerindeki ceketi çıkartmış ve bedenini bana yaklaştırıp ikimizin de üzerini örtecek şekilde havaya kaldırmıştı.


"Ne yapıyorsun?"


"Hastalanıp başıma bela olmanı engellemeye çalışıyorum."


Dediğinde gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim.


"Aman, iyi bir şey desen incilerin dökülür değil mi?"


"Sayende inci namına bir şey kalmadı kızıl. Çeneni kapa da önüne bak hemen okula gidelim dondum."


Ve adımlarımız hızlandı. Yol boyunca Doruk'la bedenlerimiz neredeyse birleşmiş bir halde yürümüştük. Üzerimize tuttuğu ceketi bir an olsun indirmemişti. Yine de ıslanmıştık tabii ama ceket sayesinde bir nebze olsun az ıslanmıştık. Ah her neyse! Bir şekilde okula ulaşmış ve kapısından içeriye girmek üzereydik.


"Sınıfa çık sen. Su alıp geleceğim."


Doruk cevabımı beklemeden kantine giden koridorda ilerlediğinde omuz silkip merdivenlere yöneldim.


"Kızıl!"


Şaşkınlığım kesinlikle sesin Melis'e ait olmasındandı. O da mı bizim okulda okuyordu?


"Melis?"


"Sakın bana bu okulda olduğunu bilmiyordum deme kızıl."


Melis koluma girdiğinde beraber yürümeye başladık.


"Aslında evet bilmiyordum."


Melis'in göz devirdiğini yürürken bile hissedebiliyordum.


"Farklı katlardayız görmemen normaldir hoş bende seni görmemiştim ya!"


Zil sesi ikinci kata geldiğimiz an tüm koridoru sarmıştı.


"Ben kaçtım kızıl. Sıkılırsan üçüncü kattayım bul beni."


Başımı salladım.


"İyi dersler Melis!"


Diyerek Melis'e el salladığımda Melis öpücük atıp hızla üçüncü kata ulaşan merdivenleri tırmanarak gözden kayboldu. Dudaklarımda anlamsız bir gülümseme yerini alırken sınıfıma doğru ilerlemeye başladım. Melis, Doruk... Onlarla aynı okulda olmak sebepsizce ruhumu rahatlatmış hafiflememi sağlamıştı. Bu hissin bir adı yoktu yalnızca güven diyebilirdim. Onlarla aynı çatı altında olmak oldukça fazla güvende hissetmeme sebep olmuştu.


"Günaydın Gökçe!"


Koray'ın sesiyle gülümseyerek dudaklarımı araladım. Aynı zamanda sırama yerleşmeye çalışıyordum.


"Günaydın Koray!"


"Nasılsın bakalım? Bizim asi genç nerelerde?"


Kahkahamı dudaklarımda tutamadığımda Koray'ın da gülümsemesi kahkahamla buluşmuştu. Asi genç ha? Bunu sevmiştim. Sahiden de sevmiştim. Asi genç... Doruk Çakır Arsal başka bir hayatta asi genç adıyla anılsa hiç fena olmazdı.


"Su almaya gitti gelir birazdan."


"İyi bari. Ha bu arada gidiyoruz değil mi?"


Kaşlarım istemsizce çatılırken dudaklarım kendiliğinden aralandı.


"Nereye gidiyoruz?"


Koray tüm bedenini heyecanla arkaya doğru döndürdüğünde heyecanı bir an olsun eksilmiyordu.


"Doğru ya siz dünde yoktunuz! Bir iş adamı okulumuza sponsor olmuş daha doğrusu okulda yapılan gezilere, dağıtılan yardımcı kitaplara falan işte uzun hikaye. Kısacası bir ay sonra aralık ayında Uludağ'a gidiyoruz. Beleş tatil bak kaçmaz he!"


"Beleş mezar bulsan gireceksin Koray."


Doruk'un sesiyle bakışlarım önüme bir tost ve bir bardak çay bırakan Doruk'u buldu.


"Bunlar ne?"


"Kahvaltı edeceksin sonra ilaçlarını içeceksin."


İlaçlarım. Doğru ya! Ama yanıma almayı unutmuştum. Doruk kesin bir ton laf yapacaktı dün aldığı ilaçları evde unutmama.


"İlaçları yanıma almadım-"


Ve Doruk çantasından çıkarttığı iki kutu ilacı sıranın üzerine bırakıp önüme doğru ittirdi.


"Soğutma hadi."


Diyerek tostumu gösterdiğinde öyle şaşkın bakıyordu ki gözlerim. Bir insan normal olan her şeye bu kadar şaşırabilir miydi? Hasta olduğumda ilaçlarımı alması, bana çorba yapması ve üç gün başımdan ayrılmaması çokta anormal bir duruma benzemiyordu ama on altı yıllık hayatımın hiç bir döneminde ilaçlarımı yanına alacak kadar beni düşünen biri olmaması şaşırmamın normal olduğunu adeta haykırıyordu. Doruk'un çantasından çıkan ilaçlarım Şaşkınlıktan gözlerimin aydınlanmasına sebep olmuştu. Hiç ilgi görmemiş olan ruhumu gördüğü en ufak ilgi dumura uğratıyordu.


"Teşekkür ederim."


Doruk dikkatini Koray'a verirken bir süre ikisinin sohbetini dinleyerek önüme bırakılan tostu ve çayı iştahla mideme indirdim tabii Doruk'un yanında getirdiği ilaçlarımı da. Daha sonra hoca gelmiş ve dersi anlatmaya hız kesmeden başlamıştı. Doruk'sa bugün onunla okulda geçirdiğim günlerden sonra bir dakika olsun uyumamış tüm dikkatini derslerine vermişti. Koray'la Doruk'un konuşması nasıl mı sonuçlanmıştı? Bir ay sonra, aralık ayında okulun Uludağ'a yaptığı geziye gidecek olmamızla sonuçlanmıştı. Uludağ ilk kez gitmeyecektim ancak ilk kez kendi isteğimle kimsenin baskıları olmadan gidecektim. Melis'le de konuşacak ve gelmesini sağlayacaktım. Hep beraber gitmek eğlenceli olabilirdi nasılsa. Tatilin detaylarını Koray atlamadan her bir ayrıntısıyla anlatmıştı. Bir ay sonra on aralık gecesi yola çıkılacak ve Uludağ'a gidilecekti. Tatil üç gün sürecek ve odaları iki kişilik olan bir otelde konaklanacaktı. Anlayacağınız on aralık ve on üç aralık arasında kalan günlerimiz Uludağ'da bir otelde geçecekti. Belki de iyi gelirdi. Belki de ihtiyacı vardı hem bedenimin hem ruhumun böyle bir değişikliğe kim bilir?


Koray ders arasında aşağı katta geziye gelecekler listesi yapan bir kıza hepimizin isimlerini yazdırmış ve bizim tatile gideceğimiz an itibariyle kesinleşmişti. Pek kar sevdiğim söylenemezdi ancak Uludağ'ın havasını oldukça severdim. Ben kardansa yağmuru severdim. Şeffaflık severdim. Kar tüm kötülüklerin, suçların, suçluların üzerini beyaz bir örtüyle örter ve onları görünmez kılardı. Yağmursa öyle değildi. Kar suçları, suçluları, tüm kötülükleri örtmek için yağarken yağmur her birini temizlemek için yağardı. Görünmeyen hiç bir şeyden saklanamazdınız. Saklanmanız için görmeniz lazımdı. Kötülükleri, suçları, suçluları görmeniz lazımdı. Yoksa saklayamazdınız. Ne ruhunuzu ne bedeninizi hiç bir kötülükten saklayamazdınız. Üzeri örtülmüş hiç bir kötülük temizlenemezdi ve yağmurun hükmü karla kaybolurdu. Karın üzerini örttüklerini yağmur temizleyemezdi. Anca bir çamura sebep olurdu ve yağmurla karın birleştirdiği o çamur bir başka kötülüğü doğururdu....


***


"İşte burası!"


Diye şakımıştı Melis önüne ulaştığımız kafeyi gösterirken. Evet tahmin ettiğiniz gibi. Okuldan çıkmış ve Melis'e günler önce verdiğim kahve sözünü yerine getirmek üzere Kadıköy'e gelmiştik. Şimdiyse Melis'in kahvesini öve öve bitiremediği kafenin kapısından girmek üzereydik.


"Ne içersin kızıl?"


Gülümsedim.


"Filtre kahve!"


"Harika seçim!"


Melis ikimize de birer tane filtre kahve sipariş verirken cam kenarındaki masalardan birine yerleşiyorduk. Kısa süren birkaç dakikanın ardından dumanı tüten filtre kahvelerimiz gelmiş ve biz sıcak bir sohbet eşliğinde tadıyla, kokusuyla ikimizi de mest eden kahvelerimizi yudumlamaya başlamıştık. Melis az bile abartmış olmalıydı. Geldiğimiz kafenin kahveleri sahiden müthişti. Tazeydi ve yanında karanfilli kurabiyeleri ile servis ediliyordu. Burada ki her şeyin tadı harikaydı.


Melis'le iki saat boyunca dur durak bilmeden sohbet etmiş ve iki kupa kahveyi artarda bitirmiştik. Yağmursa sabaha göre oldukça durgun ve yavaştı.


Gözlerimi durmak bilmeyen yağmur bulutlarına çevirdiğimde gülümsedim. Tertemiz olmuştu. Dünya, birkaç saatliğine arınmıştı. Yağmur dünyayı bir süreliğine temizlemiş kötülüklerinden arındırmıştı.


"Çakır'dan haberin var mı? Nerelerde?"


Melis'le birkaç saatlik Kadıköy gezimizi tamamlamış bir otobüse binip evlerimize yakın bir konumda inmiştik. Şimdiyse eve doğru yürümeye koyulmuştuk. Sessiz geçen yolculuğumuz Melis'in sesiyle bölünürken dudaklarımı Melis'e doğru araladım.


"Hastaneye gidecekti."


Öğle arasında söylemişti Doruk. Sanki bir açıklama yapmak zorundaymış gibi söylemişti. Selim'i ve annesini görmeye gideceğini söylemişti. Üzgündü Doruk. Onlardan ayrı kaldığı için, kendini kardeşi için feda etmek zorunda kaldığı için üzgündü. Gözlerinden anlamak çok zor olmasa gerekti. Bazen kendini feda etmek ölümle sonuçlanması demek değildi. Ruh ölümü de bir ölümdü ve onun ruhu ölmüştü. Doruk hasta kardeşi için bedenini değil ruhunu feda etmişti. Ve bu feda ediş Doruk'un ruhunun ölümüyle sonuçlanmıştı. Sevgisiz kalmış her ruh ölürdü nasılsa. Sevgisiz bırakılmış her ruh yaşamaktan mahrum kalırdı. Tıpkı Doruk gibi. Doruk'un annesinin tüm sevgisini hasta oğlunu yaşatmak için harcayıp sağlıklı oğlunun ruhunu sevgisizliğiyle öldürmesi gibi...


"Anladım kızıl. Ben buradan kaçıyorum o zaman çok güzel bir gündü mutlaka tekrarlayalım! Yarın görüşürüz öptüm çok."


Melis'in sesiyle ruhumu dipsiz bir kuyuya sürükleyen düşüncelerimden zorlukla sıyrıldım. Melis bir sokak arasını işaret etmişti.


"Görüşürüz! Her şey için teşekkür ederim Melis."


"Şşt ne önemi var? Hadi üşütmeden eve git malum yeni iyileştin."


Başımı sallayarak Melis'e el sallayıp yoluma devam ettim. Melis'le ayrıldığımız sokaktan evime on dakika kadar bir yol kalmıştı. Kısacık bir an zihnimde Doruk'un yüzü, gülümsemesi canlandı. O kısacık bir an hayatımın en uzun zamanıydı. Onun zihnime sızdığı saliselik zaman en uzun zamanlarımın en uzunuydu. Parmaklarım ne zaman telefonumla buluştu ne zaman Doruk yazısının üzerine tıkladı inanın haberdar değildim. Sanki görünmez bir el elimi kontrol etmiş ve tam şu an telefonu kulağımın üstüne kapatmıştı. Kalbim heyecandan zangır zangır titrerken telefonun diğer ucundan gelecek sesi sabırla beklemeye başladım. Rüzgar kızıl saçlarımı geriye doğru yatırırken yağmur damlaları kirpiklerime çarpıyordu. Kızıla çalan kirpiklerim yağmur damlalarıyla titreşiyordu.


"Bir sorun mu var?"


Diye açılan telefondan kulaklarıma dolan ses gözlerimin tamamen kapanmasına sebep oldu. Küçük bir an...


"Seni merak ettim de ben-"


"Hayırdır kızıl neyimi merak ettin?"


Gözlerimi istemsizce devirdim. Bilerek değil yanlış anlamayın! Doruk Çakır Arsal iki karakterden oluşuyordu ve Çakır tarafı sahiden öküzün ta kendisiydi. Adı Çakır değil öküz olsa daha manidar olurdu. Doruk Öküz Arsal.


"Evde misin?"


"Bugün bekleme beni. Buradan piste geçeceğim kilitle kapıyı vur kafayı yat zaten hastasın."


Yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. Neden dert olmuştu içime? neden yokluğu içime, kalbime dert oluyordu? O kimdi ki? Hayatımda yeri neydi? Keşke. Keşke kalbimden hesap sorabilsem diye düşündüm o an. Keşke kalbim kanlı canlı karşımda dursa ve ben ondan hesap sorabilsem. Heyecanlanmasının, hızlanmasının ve titremesinin hesabını ondan sorabilsem. Beni bu denli zor bir duruma sokmasının hesabını sorabilsem ona.


"Gökçe? Sen iyi misin?"


"Ha?"


"İyi misin diyorum? Yanına gelmemi ister misin?"


İsterim.


"Yok iyiyim! Dalmışım sadece. Her neyse kapatmalıyım eve gelmek üzereyim sonra görüşürüz."


"Görüşürüz-"


Telefonu hızla kapatıp cebime gelişigüzel bıraktıktan sonra adımlarımı olabildiğince hızlandırıp eve adım adım ilerledim. Ne oluyorsun Gökçe? Ne oluyor sana? Sakın Gökçe! Aklından bile geçirme! İç sesimin ne dediğini anlamıyordum. Sadece biraz uyumalıydım. Eve girip odama koşturup kafamın tamamını yorganla örterek sonsuza kadar uyumalıydım.


***


Gözlerimi yataktan sıçrarken açtığımda alnımda biriken terleri elimin tersiyle silmeye çalıştım. Odanın içini aydınlatan güçlü şimşek derin uykumdan uyanmama sebep olmuş ve beni bir karanlığa hapsetmişti. Hızla yerimden kalkıp ışığı açmaya yeltendim ve her şey bir anda oldu. Açtığım ışık aynı hızla kapandı ve perdeden içeriye sızan ince ışık huzmesi bir anda kesildi. Karanlıktı. Zifiri karanlıktı. Göz gözü görmüyordu ve kalbim hiç olmadığı kadar hızlanmıştı. Bu kez tek sebebi korkuydu. Onu hızlandıran tek şey korkuydu. Bedenime bir zehir gibi sızan ve zihnimi tıka basa dolduran çaresiz korku.


Nefesimin daraldığını hissediyordum. Ağlamak yok dedi iç sesim. Sakın ağlama... Titreyen ellerimle telefonumu zar zor kavrayıp bakışlarımı saate çevirdim. 02.35... Yarışa az bir zaman olmalıydı. Bir anda ekranım yanıp söndüğünde çaresizce alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ezdim. Şarjım... Bitiyordu ve birazdan telefonumun kısık ışığı tamamen tükenecekti. Yapmak zorundaydım. Doruk'u aramak zorundaydım. Karanlıkta değil birkaç saat bir dakika bile yapamazdım. Nefes alamazdım.


"Alo? Gökçe?"


Aramıştım. Doruk'u aramıştım ve her şeyi o an fark etmiştim. Korktuğumda, hastalığımda, yalnızlığımda arayabileceğim kişinin Doruk olduğunu hayat bana ilk kez o zaman fark ettirmişti. Dört kasımı beş kasıma bağlayan gece hayat bana fark ettirmişti. Arayacak kimsem olmadığını fark ettirmişti. Bir tek o vardı. Beni evine alan bir yabancı. Hayır artık yabancı değildi. O Doruk'tu hayatını hasta kardeşine feda etmiş gencecik bir çocuktu. Tek tutkusu motor olan kalbinin yerini unutmuş öylesine biriydi o. Herkes için öylesineydi. Yalnızca benim için değildi. Artık değildi. Rehberimde ellerim titreye titreye onu aradığımdan beri değildi. O benim için çareydi. Çaresizliklerimin çaresiydi. Hastalıklarımın şifacısıydı. Belki bir gün zehrim olacaktı ancak bilirdim. Bazı zehirler bazı hastalıkların şifası olurdu...


"D-Doruk?"


"Senin sesin neden öyle geliyor? Bir sorun mu var?"


"Işıklar gitti Doruk. Burası... Çok karanlık."


Doruk'un sıkıntılı nefesi kulağıma çarparken yanaklarımı ıslatan gözyaşlarımı daha fazla dizginleyememiştim.


"Hayda ağlıyor musun? Ne olacak kızım karanlıksa? Yat uyu geçer."


Ve telefon kapandı. Şarjım bitmişti. İşte şimdi sahiden rahatlıkla nefes almayı bırakabilirdim. Hızla pencerenin kenarına oturduğumda dizlerimi karnıma doğru çekip başımı üzerine yasladım. Göz yaşlarım usulca yanaklarımdan akıp giderken zayıflığıma ve korkularıma bir kez daha lanet ettim. Sonra ruhumun koluna küçük bir el kapandı. Kızıl saçlarıyla, çilleriyle gülümseyen beş yaşında bir kız çocuğu. Gökçe... Çocukluğum... Beş yaşındaki Gökçe on yedi yaşında karanlıkta kaldığı için ağlayan Gökçe'nin kolunu tuttu ve gülümsedi.


"Ağlama... Bizim hiç bir zaman korkunca arasına yatacağımız anne ve babamız olmadı. Şimdi ne diye birine ihtiyaç duyuyorsun ki? Biz hep kendimize sarılmadık mı Gökçe? Sarılsana kendine. Ne duruyorsun? Sarılsana bana."


Haklıydı Gökçe. Bizim hiç korkunca sarılacağımız bir ailemiz olmamıştı. Onlar uyanmazdı bile! Çok kıymetli uykularından bizim aptal korkularımız için uyanmazdı. Bizde birbirimize sarılırdık. Şimdi olacağı gibi. Ruhumun kolları beş yaşındaki Gökçe'yi sıkıca sararken gözlerimi sıkıca kapattım.


Kapı sesi. Gözlerimi açmama sebep olan keskin ses kapımın açılma sesi ve hemen ardından üzerine eklenen Onun sesiydi. Doruk'un sesi.


"Gökçe?"


Başımı kollarımdan ayırdığımda Doruk'un sesi rahat bir nefes almamı sağlayacağına hıçkıra hıçkıra ağlamama sebep olmuştu. Sebebini bilmediğim bir duygu patlamasına kurban gitmiştim. Doruk birkaç adımda yerdeki bedenimin yanında dizlerinin üzerine çöktüğünde yüzümü kapattığım ellerimi yüzümden ayırdı ve başımı bir anda göğsüne doğru çekip bedenime sıkıca sarıldı. Başım tam üzerindeydi. Doruk Çakır Arsal'ın kalbinin tam üzerinde. Varmış. Doruk Çakır Arsal'ın da kalbi varmış.


"Şşşt ağlama geldim. Buradayım tamam."


Daha fazla ağladım.


"Ne var bu kadar ağlanacak? Geldim işte yanındayım."


Bir süre Doruk'un saçımda gezen parmaklarıyla rahatladığımı hissetmiş ve ağlamam giderek yavaşlayıp iç çekişlere dönmüştü. İkimizde güvende hissediyorduk artık. Beş yaşında, kollarımın arasında duran Gökçe ve ben. On yedi yaşında hiç bir şeyi kalmamış Gökçe. Biz iyi ve güvende hissediyorduk. Onun kolları güvendi ve biz onun kollarındaydık. Çocukluğum ve ben güvendeydik. Güvenin ta kendisindeydik.


"Yarışın vardı."


Dediğimde Doruk nefesini sıkıntıyla dışarıya bıraktı.


"Hala var."


"Ama buradasın."


"Seni almaya geldim."


Başımı Doruk'un göğsünden kaldırdığımda üşüdüğümü hissettim. Sıcacık odanın içinde buz gibi olduğumu hissettim.


"Beni almaya mı?"


"Seni almaya."


Doruk yerinden kalktığında elini bana doğru uzattığını tüm karanlığın içinde rahatça fark edebilmiştim.


"Kazanmam gereken bir yarış var çilli. Gidelim mi artık?"


Gülümseyerek elimi Doruk'un avucuna bıraktım.


"Gidelim."


Yerimden kalktığımda Doruk yatağımın üzerinde duran montumu bana doğru uzattı.


"Çok az kaldı kızıl acele etmeliyiz."


Hızla şişme montumu üzerime geçirip Doruk'la birlikte karanlığın içinde olabildiğince hızlı hareketlerle evden çıktık ve Doruk'un kapının önüne gelişigüzel bıraktığı motoruna yerleşerek beklemeden yola koyulduk. O an zihnim son bir saat içinde fark etmediğim küçük bir detayı kalbime ayna olarak tutmuş ve görmemi sağlamıştı. Doruk Çakır Arsal onu aradığımda pisti bırakıp gelmişti. Her şeyi bırakıp gelmişti. Yan odamdaki annem kalkıp gelmezken o gelmişti. Hiç bir şey umursamadan gelmişti. Ne demişti? "Seni almaya geldim." O beni aldığını sanıyordu şimdi. Yalnızca beni aldığını sanıyordu ama atladığı bir şey vardı. Ruhumun kolları arasına sığınmış küçük Gökçe bizden bir an olsun ayrılmıyordu. Ve bugün Doruk bilmese de kahraman olmuştu. Çocukluğumun kahramanı olmuştu. Onu karanlıktan kurtarıp göğsüne bastırmış sıkıca sarılmıştı. Motor yavaşça durduğunda Doruk sesini duyurmak için yükselttiği sesiyle motordan inen bedenime yöneldi.


"Bugün Melis'te Çağan'da yok. Beni tam şu köşede bekle Gökçe. Bir yere ayrılma. Seni bıraktığım gibi bulacağım anlaştık mı?"


Başımı salladım.


"Güzel."


"İyi şanslar."


"Eyvallah."


Doruk önümden hızla geçip giderken Doruk'un gösterdiği, pisti izleyebileceğim duvar kenarına doğru neredeyse koşar adım ilerledim ve yarışa başlamak üzere olan Doruk'u kalbim ağzımda atarken izlemeye başladım. Kazanacaktı biliyordum. Ona güveniyordum. Kazanacağına şüphem yoktu.


"Bizi kurtardı." Demişti çocukluğum gözlerim pisteyken. O şimdi Doruk'u kahramanını, kahramanımızı minik ellerini birbirine çarparak izliyordu. Heyecanla izliyordu. Elini tuttum. Çocukluğumun elini sıkıca tuttum ve dudaklarımdaki gülümseme bir an olsun silinmeden Doruk'u izlemeye devam ettim. Bugün pistte tuhaf bir sakinlik vardı. tuhaftı ancak huzurluydu. Önceki günlerde olduğu gibi bir coşku yoktu. yağmursa yavaşlayıp ardından kesilmişti. Huzurluydum, güvende hissediyordum ve mutluydum. Uzaklaştığım karanlık beni mutlu etmişti. Yalnızca bir dakika sonrasına kadar mutluydum. Uzaklaştığım karanlıktan bir başka karanlığa gömülene kadar mutluydum. Dudaklarımın üzerine kapanan bez bilincimi yerle bir edene kadar mutluydum. Bilmediğim, tanımadığım kolların arasına düşene kadar mutluydum. Huzur, mutluluk bu kadardı işte. Bir karanlıktan çıkıp başka bir karanlığa sürüklenene kadardı. Şimdi bedenimin tanımadığım kolların arasında bilincim büyük bir boşluktaydı. Yağmur durmuştu. Kötülükler suçlar aydınlığa çıkabilirdi nasılsa yağmur bir kez daha yağacak ve hepsini temizleyecekti... Yine ve yeniden...


BÖLÜM SONU

_______________________________


Selamlar canlarım! Yeni bölüme hepiniz hoş geldiniz! Fikirlerinizi paylaşıp, bolca yorum yapmayı ve bölümleri oylamayı unutmayın lütfen sizi seviyorum hoşça kalın❤️✨


WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e


Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙


TikTok: petrichor_2

İnstagram: peteichor_0


✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨


DUYURU!

TIKTOK HESABIMI KAYBETTİĞİMDEN YENİ BİR HESAP AÇTIM LÜTFEN TAKİP EDİP DESTEK OLMAYI UNUTMAYIN❤️

_____________________________

Loading...
0%