@peteichor_
|
Bazen sizi aydınlatmaya binlerce ışık, binlerce mum yetersiz kalırdı, bazen sizi aydınlatan ışık gökyüzündeki sayısız yıldızdan gelen ışık kırıntıları olurdu. 41.BÖLÜM:YILDIZLAR "Mum yokmuş ama aklıma daha parlak bir aydınlatma yöntemi geldi. Yıldızlar..." Benden başka karanlığı umursamayan herkes yatmaya gittiğinde, Barlas benimle birlikte korkuma eşlik ediyordu. Demir abiyle uzun uğraşlar sonucu mum bulamadan döndüklerinde herkes pes ederek, bir süre sonra uyumak için odalara dağılmıştı. Bizde Barlasla salonda kaldığımızda bir süre daha mum arayıp yeniden bulamadan sıkıntıyla yerimizde kalmıştık. Şimdi ise Barlas karanlıktan beni korumak için alternatif yollar arıyordu ve tabii ki aklına gelen en parlak fikir yıldızlar olmuştu. Sığındığı yıldızlar... bu kez bende yıldızlara sığınacaktım. Onların yaydığı ışık kırıntılarına sığınacaktım. "Bekle beni." Tedirgince başımı salladığımda Barlas'ın nereye gittiğini görmesem de dönmesi kısa sürmüştü. elinde zar zor gördüğüm iki şişme yatak, uyku tulumları ve pikelerle gülümsedim. "Giy hadi!" Barlas'ın bana doğru attığı uyku tulumunu üstüme geçirirken Barlas'da yatakları hazırlamakla meşguldü. Her şey hazır olduğunda bahçede yerimizi almış, yıldızları en gören tarafa yataklarımızı koymuştuk. Huzurla bedenimi dünyanın en soğuk ama en ısıtan yatağına bıraktım. Barlas Korhan, benim karanlığımı mumlarla değil yıldızlarla aydınlatmıştı. Barlas Korhan gökyüzündeki yıldızları bugün bana hediye etmişti. "Hala korkuyor musun?" Barlas'ın merakla sorduğu soruyla başımı ona doğru çevirdim. "İlk defa karanlıktan korkmuyorum." "Karanlık değil ki, yıldızlar var." Gülümseyerek başımı salladım. "Birde senin gözlerin..." Barlas'ın söyledikleri yanaklarımın ısınmasını sağlarken utanarak başımı gökyüzüne çevirdim. "Bu yıldızlar bize ne çok eşlik etti değil mi?" "Evet, çok eşlik etti." Heyecanla yataktan doğrulduğumda kayan yıldızla gülümsedim. Bu yıldızın bize cevabı gibiydi. Evet yanınızdayız diyordu, karanlığınıza ışık, hayallerinize bir umuduz diyordu... "Dilek dileyelim mi?" "Dilek hakkımın bittiğini söylemiştim." "Belkide bitmemiştir." Barlas benim gibi doğrulup bacaklarını kendine doğru çekip gökyüzüne çevirdi gözlerini. "Fark etmez. Dileyebileceğim bir şey kalmadı." "Belkide bu yıldız sen Dilek dileyesin diye kaymıştır." Barlas, gökyüzünden yayılan ışıkla parlayan yemyeşil gözlerini gözlerimle buluşturdu. "Bir Dilek hakkım daha olsa yine seni dilerdim. Garanti olsun." Gülümseyerek başımı iki yana salladım ve yeniden yıldızlara döndüm. "Birbirimizi bulmasaydık nasıl olurdu sence? Yani ne olurduk?" "Yok olurduk." Barlas'ın gözlerine bakan gözlerim mest olmuşken dilim tutulmuş gibi baktım gözlerine. Yok olurduk... Belkide gerçekten yok olurduk... "Başta yok olmak istediğin için mi istemedin beni?" "Hayır, sen yok olma diye istemedim. Ama beni dinlemedin. Yok olmayı seçtin ama biz aksine var olduk." Gözlerim dolu dolu yeniden gökyüzüne baktığımda Barlas'ın olmadığı bir hayat düşündüm. Tam anlamıyla koca bir boşluk oluştu içimde. Barlas'ın olmadığı bir hayat. Yıldızları sönmüş bir gökyüzünden farksızdı... "Barlas... Bana, beni özgür bırak dediğinde ne demek istedin." "Ben demek sen demek Adel. Beni öldürmeden özgür kalamazdın. Eğer beni öldürüp özgür kalsaydın beni de özgür bırakmış olurdun." "Benim için ölecektin..." Mırıltım Barlas'a ulaştığında Barlas yüzünü giderek yüzüme yaklaştırdığında dudaklarıma çarpan nefesiyle fısıldadı. "Gözümü bile kırpmam." Barlas'ın mırıltısı Aralık dudaklarıma ulaştığında, Barlas usulca dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öyle yavaş öyle nazikti ki dudakları. Okuduğu kitabın satırlarını ezberler gibi öpüyordu sanki. Dudaklarımı ezberlemeye çalışır gibi. Öpüşü bile bin bir tane duygu barındırıyordu. Öyle sıradan değildi, duyguluydu. Dudaklarımız usulca ayrıldığında alnını alnıma yasladı. "Adel... bir gün sana seni sevmediğimi söylersem sakın bana inanma. Bu anı, seni öptüğüm bu anı hatırla. Sakın inanma. Hayatımdaki tek gerçek bu çünkü." Gözümden akan bir damla yaş yanağımdan süzülürken göz yaşlarım arasında gülümsedim. Bu yaş mutluluktandı. "Barlas, bu öpücüğü saklamayı çok isterdim..." Barlas gülümseyerek alınlarımızı ayırıp elini kalbime götürdü. "Sakla Sirius, burada sakla." Başımı sallayarak gülümsedim, Barlas'ın yaptığını yaparak elimi bende onun kalbine götürdüm ve bir süre hissettim. Kalbini hissettim. Benim için atan kalbini... "Sende beni burada sakla..." Barlas yataktaki elimi elinin arasına aldığında dudaklarına götürdü ve yavaşça öptü. Bir süre gecenin sessizliğine karışan gürültülü sessizliğimiz sonunda yataklarımıza uzanarak gökyüzünü seyretmeye başladık. Barlas'la sessizliğimizde bile bir gürültü vardı. Biz sussak kalplerimiz konuşurdu. Bizim sessizliğimiz gürültülü sessizlikti. İçimden yıldızlara seslendim. Bizi birleştirdiğiniz için teşekkür ederim. Tüm kalbimle teşekkür ederim. Hayattaki karanlık her şeye rağmen aydınlattığınız için Dilek dileyelim diye kayarak öldüğünüz için. Binlerce kez teşekkür ederim yıldızlar... Bazen sizi aydınlatmaya binlerce ışık, binlerce mum yetersiz kalırdı, bazen sizi aydınlatan ışık gökyüzündeki sayısız yıldızdan gelen ışık kırıntıları olurdu. Ben artık beni aydınlatan kocaman ışıklardansa yıldızlardan gelen ışık kırıntılarına razıydım. Bugün gözümü yıldızlar eşliğinde sevdiğim adamın yanında kapatıyordum... "Güzelim hadi uyan." Barlas'ın sesiyle gözlerimi açtığımda güneşten gelen ışık karanlığa alışan gözlerimin kısılmasına sebep oldu. Zar zor araladığım gözlerim bana gülümseyerek bakan Barlas'ı bulduğumda dudaklarım kıvrılmıştı. "Günaydın..." Mırıltım Barlas'a ulaştığında Barlas gülümseyerek yüzüme dağılmış saçlarımı yüzümden kenara doğru çekiyordu. "Günaydın öğretmen hanım. Hadi uyanın artık, bana da gün aysın." Gülümseyerek yerimde doğrulduğumda gözlerim arkamda duran bahçe masasını buldu. Masada çeşit çeşit Kahvaltı gördüğümde gülümsedim. "Bu..." "Beğendin mi kahvaltıyı?" Barlas'ın meraklı sorusuyla gülümsedim. "Şey gibi olmuş, Halil İbrahim sofrası gibi." Barlas kahkaha attığında gözlerim kapıdan elinde tavayla giren, saçları alnına dağılmış, omzunda bir havlu olan Batuhan'ı buldu. Anlaşılan bu Halil İbrahim sofrasının sponsoru Batuhan'dı. "Evet maviş! Bugünkü kahvaltımızın adı Halil İbrahim sofrası!" Kahkaha atarak ayağa kalktığımda gözlerim Batuhan'ın neşeli gözlerini buldu. "Şaka yapmıştım-" "Halil İbrahim sofrası hazır!" Batuhan içeriye seslendiğinde bir kahkaha da Demir abiden gelmişti. "Oğlum çalmasana git kendine ait bir isim bul!" Demir abi dalga geçtiğinde Batuhan gayet ciddi bir şekilde düşünmeye başladı ve en sonunda o çok(!) yaratıcı fikrini bizimle paylaştı. "Batuş İbrahim sofrası olsun o zaman!" Hepimiz bu Batuhan'ın bulduğu ona özel, asla hiç bir isme benzemeyen sofra ismiyle ikna olarak Batuş İbrahim sofrasında yerimizi aldık! Sofrada gerçekten neredeyse kuş sütü eksikti hatta düşünüyorum da, öyle bir şey olsa mutlaka burada olurdu! Hep birlikte İştahla kahvaltımızı yaparken bugün herkesin neşesinin üstünde olması beni mutlu ediyordu. Bir süre hep birlikte uzun uzun kahvaltı etmiş ,ardından masayı da hep birlikte toplamıştık. Daha sonra annemle yaptığım kısacık, bir saatcik telefon konuşması sonunda arkadaşlarımın yanına dönerek, kendini yeni yeni gösteren ilk Bahar güneşi eşliğinde bahçede kahve içmiş, bolca sohbet etmiştik. Neredeyse tüm günümüz sohbetle geçerken akşama doğru Akşam yemeğimizi tamamlayıp Sare'nin aklına gelen parlak fikirle eve en yakın konumdaki lunaparka bularak hep birlikte yola çıkmıştık. *** "İlk neye biniyoruz?" Batuhan'ın çocuk gibi heyecanlanmasıyla gülümseyerek atlı karıncayı gösterdim. "Atlı karınca ha? Bana uyar!" Herkes uzaylı görmüş gibi Batuhan'a bakarken bende onlardan farksız gibiydim. Batuhan'ın atlı karınca konusundaki bu heyecanı beni mutlu ederken beni çekiştirerek atlı karıncaya yöneltti. Herkes arkamızdan geldiğinde, hep birlikte atlı karıncada yerimizi almıştık. İnsanlar bize yaratıkmışız gibi bakarlarken onları umursamadan eğlencemize bakıyorduk. Ne vardı? atlı karıncanın yaşı olmazdı öyle değil mi? Atlı karınca da bir sürü fotoğraf çekmiş, kahkahalarla gülmüştük ve atlı karıncadan sonraki durağımız olan o korkulu rüyam, hız treninin sırasına girmiştik. "Barlas nolur!" "Güzelim atlı karıncaya tam üç defa bindik. Bir kere de hız trenine bilebilirsin bence?" Sıkıntıyla nefes verdiğimde Barlas'ın benim için defalarca atlı karıncaya binmesini bir kez daha hatırlayarak önüme döndüm. Sıra bize geldiğinde içimden bildiğim tüm duaları birbirine karıştırarak söylerken hız treninde yerimizi almıştık. "Sağlam değil mi? Bir kere daha kontrol eder misiniz." Evet, bu görevlinin kemerimi altıncı kez kontrol edişiydi. Barlas'ın kemerimi kontrol ettirmesinden bir türlü kalkmayan tren, işime geliyordu. Adam bir kez daha kontrol ederek sıkıntıyla Barlas'a döndü. "Bey efendi inanın buradaki en sağlam kemer Hanım efendininki oldu." Barlas tedirgince başını salladığında daha fazla uzatmamaya karar vererek arkasına yaslandı. Bende arkama yaslanıp dualarıma dua eklemeye devam etmeye başladım ve işte o an. Trenden gelen sesle bir anda hızlanan trenle gözlerimi sıkıca kapatıp bağırmaya başladım. Ses tellerimin ağzımdan çıkacağını hissettiğimde sesimi alçalttım. Barlas en tepeye geldiğimizde bağırmaya başladı. "Aç gözünü güzelim! Özgürlüğü hisset!" "Ben başka bir şey hissediyorum ama!" "Ne hissediyorsun?!" Korkuyla başımı Barlas'a çevirdim. "Buradan indiğimizde seni boğacağımı hissediyorum!" Barlas kahkahalarına benim korku dolu bağırışlarım karışırken beni zorla bu trene bindiren herkese içimden ettiğim küfürler ve beddualar sonucu sonunda trenden inebilmiştik. "Şimdi dönme dolaba binelim mi?" Kübra hevesle sorduğunda, bu kezde dönme dolaba ilerlemiştik. Hepimiz dönme dolapta yerimizi aldığımızda gözüm Sare, Kübra ve Batuhan üçlüsüne takılmıştı. Bu değişik üçlü hem gülmeme hemde tedirgin olmama sebep oluyordu. Bu işin sonunda olacakları en çok ben merak ediyordum... Barlasla dönme dolapta yerimizi aldığımızda giderek gökyüzüne yaklaştığımızı hissediyordum. "Gökyüzüne giderek daha fazla yaklaşıyoruz." "Gökyüzü biziz zaten. Gökyüzü bizim içimizde." Barlas'ın derin bakışları gözlerimi bulduğunda Gülümsedim. "Bu dönme dolap klasiğinde herkes en tepede öpüşür Ya biz başka bir şey yapacağız." Merakla Barlas'ın parlayan yeşillerine döndüm. "Ne yapacağız?" "Söz vereceğiz." Tam o an en tepede durduğumuzda Barlas serçe parmağını bana doğru uzattı. "Ömrümün sonuna kadar seveceğim tek kadın sen olacaksın, Adel Rana Arın." "Ömrümün sonuna kadar seveceğim tek adam sen olacaksın Barlas Korhan." Serçe parmağımı Barlas'ın serçe parmağıyla birleştirdiğimde tek umudum verdiğimiz sözleri tutmaktı. Dönme dolap turunu tamamladığında bir sonraki durağımız çarpışan arabalar olmuştu. Her birimiz bir arabada yerimizi alırken hızla birbirimize çarpmaya başladık. Önce Batuhan'a çarpıp kaçtığımda Batuhan hırsla peşimden geliyordu. Kahkaha atarak Batuhan'dan kaçmaya çalıştığımda beni kurtaran Batuhan'a çarpan Kübra olmuştu! İşte bu! Fırsat bu fırsat diyerek hızla Batuhan'dan uzaklaşıp Barlas'a çarptım. "Maviş kurtuldum sanma!" Batuhan'ın tekrar arkamdan gelmesiyle kaçamaya devam ediyordum. Bana bir ömür gibi gelen çarpışan arabalar serüvenimizide tamamladıktan sonra gözüme çarpan atış alanıyla, Barlas'ı çekiştirerek oraya doğru götürmeye başladım. Gözüme takılan renk renk peluşlarla büyülenmiş gibi bakıyordum. "Hangisini beğendin?" Barlas'ın merakla sorduğu soruyla gözüme takılan mavi ayıyla gülümsedim. Parmağımla onu işaret ettiğimde, Barlas görevli adama atış için gereken parayı uzatarak atış yapmaya başladı. Çok geçmeden neredeyse tüm atışlarını başarıyla yaptıktan sorma daha büyük peluşlar kazanmasına rağmen benim gösterdiğim mavi ayıcığı alarak bana uzattı. "Al bakalım." "Barlas! Çok güzel dimi?" Barlas ayıcığı incelemeye başladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ayı işte." Barlas'ın uzunca ayıyı incelemesinin sonunda yaptığı bu harika (!) tespitten sonra ayıyı Barlas'ın yüzünün yanına koyup bir ona bir ayıya bakarak sonunda bende yaptığım harika tespiti söyledim. "Ayı! İşte..." Ayıyı bastıra bastıra söylediğimde Barlas yalandan bir sinirle üstüme yürümeye başlamıştı. Adımlarım geri geri gidiyordu. "Ayı demek?" Barlas'ın tek kaşı havaya kalkarken korkuyla lunaparkta koşmaya başladım. Barlas peşimden koşuyor ama beni yakalayamıyordu. Ne sandı ki benden daha hızlı olacak hali yoktu değil- Ve kendimi Barlas'ın kucağında bulduğumda ağzımdan çıkan çığlıkla çırpınmaya başladım. Barlas, belimden kaldırmış döndürme başlamıştı. "Barlas! Bıraksana! Ayısın işte yalan mı-" Barlas bir anda beni indirdiğinde ellerini açarak meydan okurcasına gözlerime bakmaya başladı. "Bu ayıya aşıksın yalan mı?" Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Bu ayıya aşığım doğru!" Barlas zaferle gülümseyerek önden yürümeye başladığında, bu kez de ben arkadan onun sırtına atlamıştım. Barlas, zar zor dengesini koruyup beni iyice kavradıktan sonra lunaparkta koşturmaya başladığında, kahkahalarımız birbirine karışmıştı. En sonunda Barlas'ın sırtından zorluklarla indiğimde dudaklarımı araladım. "Bizimkiler nerede?" Merakla sorduğum sorunun cevabını almam çok uzun sürmemişti. Batu, Sare, Kübra, Demir abi ve Aslı abla biraz ilerimizde pamuk şeker yiyordu. Hepsinin elinde bir başka renk pamuk şeker vardı. Alaşılan herkes çocukluğuna duyduğu Özlemi bugün gidermeye çalışıyordu. Gülümseyerek Barlas'ın beni yönlendirmesiyle pamuk şekerciye ilerlediğimizde Barlas'da iki pamuk şeker almış, birini bana uzatmıştı. Barlas bana mavi olanı uzattığında elinden aldım. merakla Barlas'a döndüm. "Neden mavi?" "Ayınla uyumlu olsun diye." "Pek de düşünceli bi ayısın!" Barlas burnumu iki parmağının arasına alıp koparırcasına sıktığında gülümseyerek geri çekilip mavi pamuk şekerimi açmaya başladım. Lunaparkın köşesindeki çimenlere oturmuş şeker yiyen arkadaşlarımızın yanına ulaştığımızda, bizde çimlere oturmuş onlarla pamuk şeker yemeye koyulmuştuk. Bir süre pamuk şeker eşliğinde sohbet ettiğimizde, zamanın nasıl geçtiğinden habersizdik. Saatin bir olduğunu fark ederek arabalarda yerimizi alarak hızla yola çıktığımızda, çok geçmeden dağ evine ulaşarak odalarımıza dağılmıştık. Burada geçireceğimiz son geceydi. Barlas'ın söylediğine göre buradan sorumlu olan abi elektrik işini halletmişti. Gönül rahatlığıyla burada kalan pijamalarımı giyerek yorgun bedenimi yatağımla buluşturdum. *** Gözlerimi karanlık odada açtığımda henüz sabah olmadığını fark ederek komodinin üzerinde duran telefonumu aldım. Saat henüz dört buçuktu. Usulca ayağa kalkarak yıldızları görebilmek için pencereye yaklaştım. Gözlerim gökyüzünde gezinirken gözüme çarpan başka bir görüntü ise bahçedeki salıncakta oturan Batuhan olmuştu. Düşünceli gözlerle etrafı seyrettiğini fark ettiğimde odamdaki dolaptan aldığım geniş battaniyeyle birlikte yavaşça odamdan çıkıp bahçeye ilerledim. Batuhan'ın düşüncelerinin derinliğinde boğulduna, beni fark etmemesinden emin olmuştum. Battaniyeyi Batuhan'ın omzuna bıraktığımda Batuhan daldığı düşüncelerden afallayarak ayrılmıştı. "Maviş?" Batuhan'ın yanına oturup geniş battaniyenin benim tarafımda kalan kısmı omzuma aldım. "Ne yapıyorsun bu saatte burada?" Bu soru bana aitti. "Uyku tutmadı da..." "Ne düşünüyordun?" Batuhan nefes verdiğinde gözlerini gökyüzüyle buluşturdu. "Güneş'i..." "Batuhan Güneş öl-" Batuhan gözlerini hızla gözlerime çevirdiğinde gözlerinde gördüğüm duygu kırgınlıktan ibaretti. Ona Güneş'in öldüğünü hatırlatmam onu kırmıştı. "Biliyorum. Evet öldü... unuttuğum tek bir an var mı sanıyorsun?" Başımı iki yana salladım. "Batu Kübra'ya değer verdiğin her halinden belli. Bunun adı ne bilmiyorum. Aşk yada değil hiç bir önemi yok. Sen Kübra'ya verdiğin değerden bile korkuyorsun." Batuhan beklemediğim bir şey yapıp başını omzuma yasladığında gözlerimi usulca kapatıp açtım. "Adel, çok zor, ben Bahar'a her baktığımda Güneş'i aldatmış hissediyorum." "Batu... Güneş öldü, Güneş'i istesende aldatamazsın artık. Sen Ölmüş sevgilini aldatmamak için kendini aldatıyorsun. Ölmüş sevgilin için yaşayan ve sana aşık Olan kızı aldatıyorsun. Güneş sana kızar mı zannediyorsun?" Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Sevmek Batu sevmek her şeye rağmen mutlu olduğunu görmek demek. Bana bir şey olsaydı eğer Barlas'ın yeniden birini sevmesini, mutlu olmasını çok isterdim Batu. Sevmek, sevilmek iyileştirir ve ben artık senin iyileşmeni istiyorum. Güneş ne kadar benim kardeşimse sende artık bana Güneş'in emanetisin. Nasıl sen benim mutluluğum için uğraşıyorsan, bende senin için ne gerekiyorsa yaparım." Batuhan'ın hıçkırığı kulaklarıma dolduğunda ağladığımı yeni yeni fark ediyordum. Gözlerimden düşen bir damla göz yaşına rağmen gülümsedim. "Aşık olma Batu. Aşk bencillikten ibarettir. Ama sevmek öyle değil. Aşık olduğun insana karşı tek düşüncen benden başka kimseyle olmasın, mutlu olacaksa da benimle olsun olur. Ama seversen... dersin ki; Ya, mutlu olsun da kiminle, ne şekilde olursa olsun. O yüzden aşık olma Batuhan. ama çok sev olur mu? Deli gibi sev..." Batuhan'ın hıçkırıkları kulaklarımda yankılanırken benim hıçkırıklarımda Batuhan'ın hıçkırıklarına karışmıştı. "Adel, Güneş bana kızıyor mudur?" "Güneş'in tek kızdığı bu hıçkırıklarımız olurdu Batu. Güneş'in tek kızdığı, kendini mutsuzluğa mahkum etmiş bir Batuhan olurdu. Sana istediğin kadar zaman. Duvarlarını yıkman için dilediğin kadar zaman. Tek söyleyebileceğim duvarları, duvarların arkasında olan kişinin üstüne yıkmaman. Duvarları yok etmen..." BÖLÜM SONU _____________________________ |
0% |