@peteichor_
|
"O benden nefret bile etmezken ben ona kırılmıştım." 9.BÖLÜM: "SİRİUS GİBİSİN" Sabah gözümü keskin bir baş ağrısıyla açmıştım. Yataktan zorlukla kalkarak odamdaki banyoya ilerledim. Aklıma Güneş'in beni uyandırma çabaları geliyordu, baş ağrımı umursamadan gülümsedim. Önce sadece aynaya baktım. kendime, halime, yüzümde kendini belli eden morluklara, dudağımda hafif belirgin yara izine, başımdaki geçmek üzere olan kızarıklığa... Neydi benim halim böyle? Ne yapıyordum bu tanımadığım insanlarla dağ başında bir evde? Neden buradaydım? Hayat beni bir yerden bir yere savurmuş gibiydi. Alışılmış hayatımdan koparılıp alınmış gibiydim, bir el beni oradan çekip buraya bırakmış gibi hissediyordum. Düşüncelerimi bölen kapıyı çalan Aslı Abla oldu. "Adel! İyi misin tatlım? Uyuyor musun? Kahvaltıya bekliyoruz seni!" Kendimi toplarlayıp banyodan çıktım ve kapıyı açtım. "Günaydın Aslı Abla! İyiyim, elimi yüzümü yıkayayım geliyorum! Siz başlayın." Aslı abla her zamanki sıcak gülümsemesini bana sunmuştu. "Tamam tatlım. Bekliyoruz." Gülümseyip başımı salladıktan sonra tekrar banyoya gittim. Düşüncelerimle boğulmayı bir kenara bırakıp kısa bir duş aldım. Duştan çıktıktan sonra dolabıma göz atıp içinden kırmızı diz altı, bol bir elbise buldum. Rahat olduğunu düşünerek giydim, saçlarımı salık bırakıp dudak nemlendiricimi de sürdükten sonra odadan çıktım. Merdivenlerden iniyorken Barlas'ın da yukarı çıktığını gördüm. Göz göze geldiğimizde tepkisizce gözlerini kaçırdı ve beni umursamadan yanımdan geçip odasına yöneldi. Tam o an kendimi tutamamıştım bu göz kaçırması, beni umursamaması, benimle alakalı değildi. Dün bana yakalanmanın vermiş olduğu utançtı. "Çekinmene gerek yok. O yemeği hepimiz yiyelim diye yaptım! Ben yanındaykende yiyebilirsin!" Barlas bana doğru döndü ve yüzünde bir duygu kırıntısı barındırmadan olabildiğince soğuk bir sesle konuşmasına başladı. "Senin yaptığını unutmuşum." Cevabımı bile beklemeden odasına girdi. Kesin unutmuşsundur! Balık hafızalı diyeceğim ama bu kadar olamaz değil mi? Barlas kötü bir yalancıydı. Yüzümde oluşan gülümsemeyle masada kahvaltı eden Deniz ve Aslı Ablanın yanına doğru ilerledim. "Günaydın!" Sesimle ikiside bana dönmüştü. Deniz çatalındaki salatalıktan bir ısırık alırken gülümseyerek bana döndü. "Günaydın Adel!" Aslı Abla Deniz'e kızarak baktığında sorgulayarak Aslı ablanın yüzüne baktım, Aslı abla Deniz'e dönüp uyarıcı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Annecim! Ne diyorum ben sana Adel senin öğretmenin! En azından abla de!" Deniz küçük omuzlarını silkmişti. kaşlarını da çatarak tatlı tatlı annesine dönmüştü. "Adelle evlenicem ben niye abla diyecek mişim!" Aslı Abla gülerek denize baktı ve yumuşak bir sesle oğluna döndü. "Bücür seni! Isırıcam o burnunu!" Onların bu hallerini gülümseyerek izliyordum. Masaya oturup tabağıma bir kaç şey aldığımda Deniz ve Aslı ablanın bu tatlı hallerini düşündüm. Birde Deniz'den sadece iki yaş küçük minik kardeşimin yaşadıkları geldi aklıma. Annemin onu babamdan koruma çabaları... Deniz şanslıydı; bana ve Görkem'e göre oldukça şanslıydı... Ya ben? Ya benim küçüklüğüm... Deniz yaşındayken bir tane bebeğim vardı, tek bir bebek... annemin bana gizli gizli aldığı, babana göstermeden oyna dediği o bebek... Babam bir gün onunla oynarken beni yakaladığında bebeğimi fırlatıp kırdı ağlamadım, tuttum kendimi ama daha sonra olanlar... O bebek için dövülen annem, işte o gecelerce beni hüngür hüngür ağlatmıştı. Aklıma gelen çocukluğum içinden çıkılamaz bir hal alırken beni düşüncelerimden kurtaran Aslı Ablanın endişeli, sorgulayıcı sesiydi. "Adel?" "Adel? İyi misin?" Afallamış bir sesle Aslı Ablaya döndüm. "Efendim?" "İyi misin tatlım?" Aslı ablanın endişeli bakışlarına karşılık gülümsemeye çalışarak başımı salladım ve ayağa kalktım. "Ben masayı toplayayım." Aslı abla kaşlarını çattı. "Biraz daha yeseydin!" Elime bir kaç tabak alırken başımı iki yana sallıyordum. "Doydum! Teşekkür ederim... Eline sağlık." Aslı abla başını sallamakla yetinmişti.Aslı ablada eline bir kaç şey alıp beni takip edip mutfağa geldiğinde önce masayı sonra hızla mutfağı toplayıp kahve yapmıştık. Deniz ve Barlas bahçede Siriusla oynarken bizde Aslı ablayla sessizce kahvelerimizi içiyorduk. Kahvemizi içtikten sonra biraz odamda kitap okuyup daha sonra uyudum, uyandığımda saat akşam sekize geliyordu. Bu aralar uyku benim için cazipti. Aslı ablanın çağırışıyla akşam yemeğine indim ve hep beraber yemek yedik. Barlas yüzüme bile bakmıyordu. Sebebini bilmediğim bir şekilde, bana nefretle bakıyordu yada hiç bakmıyordu... Barlas değişik biriydi sert soğuk ama bir o kadar yumuşak ve sıcaktı. Onu anlamak zordu ama imkansız değildi. Anlayacaktım... bir gün anlayacaktım ,en azından deneyecektim... Nedense dün mutfakta gördüğüm görüntü kalbimi hem yumuşatmış hem hızlandırmıştı. Yemekten kalkıp masayı ve mutfağı topladıktan sonra Deniz ve Aslı abla odasına dönmüşlerdi. Barlas'da bahçedeydi. İçimden geleni yaparak iki tane kahve yaptım ve bahçeye doğru ilerledim ,bunu neden yaptım bende bilmiyordum yada neden onu bu kadar merak ediyordum bilmiyordum ama içimden ki sese kulak verecektim. Bahçeye girdiğimde çekingen adımlarla salıncakta sigarasını içen Barlas'ın yanına oturdum, yüzünü yavaşça bana çevirdiğinde şaşkın görünüyordu. Elimdeki kahveyi gülümseyerek ona uzattım, afallamış bir şekilde elime baktıktan kısa bir süre sonra kahveyi elimden aldı ve başını teşekkür ederim der gibi salladı. Sebebini bilmediğim bir cesaretle Barlas'a döndüm. "Neden benden nefret ediyorsun Barlas?" Söylediğim şeyle bana döndü ve gözlerimin içine baktı, Gözlerinde kendimi gördüğümde garip hissetmiştim. Belkide ilk defa bakışları yumuşaktı bana bakarken. Barlas bir süre gözlerime baktıktan sonra kaşlarını çatarak gözlerini kaçırdı ve her zamanki ses tonuyla konuşmaya başladı. Biraz önceki halinden eser kalmamıştı. "Nereden çıkarttın senden nefret ettiğimi?" "Çünkü öyle bakıyors-" "Nefret bir duygu Adel ben sana her hangi bir duygu hissetmiyorum. Sen varsın ya da yoksun..." Kahveyi salıncağın yanındaki küçük sehpanın üstüne bıraktı ,ayağa kalktı, kafası karma karışık olan beni arkasında bırakıp , eve girdi ve gözden kayboldu. Bende kahvemi bıraktım ve salıncakta bağdaş kurarak Barlas'ın dediklerini düşünmeye başladım. Demek istediği neydi? Nefretime bile layık değilsin demek mi istemişti? Varsın yada yoksun diyerek umrumda değilsin mi demek istemişti? Ne anlama geliyordu bu söyledikleri? Neden böyle yapıyordu, ne yapmıştım ben ona? Gözlerime bu kadar güzel bakarken nasıl bir anda buz tutmuştu ,bakışları. Barlas'a kırılmıştım. Barlas, benim hiç bir şeyim değildi ama elinde olmadan Barlas benim hayatımda beni kıracak düzeye sahip olmuştu. O benden nefret bile etmezken ben ona kırılmıştım. Salıncağa uzanarak düşüncelerimde boğulacağım bir uykuya kendimi bırakmıştım. O gece orada uyumuştum. Soğuktu ama Barlas'ın bakışlarından sonra hiç bir soğuk beni üşütmez gibi geliyordu. Bir anda havalandığımı hissetmiştim, burnuma gelen hoş kokuyla iyice olduğum yere sinmiştim, gözlerim bir türlü açılmıyordu. Açılmak istemiyordu. Bende zorlamadım. Rüyaydı belki yada bir kabus bilmiyordum. Tek istediğim uyumaktı çok fazla uyumaktı... Sabah uyandığımda kendimi yatağımda bulduğumda şaşkınlıkla yerimden fırladım. Dün salıncakta uyuyorken havalandığımı hatırladım. Ama o rüya olmalıydı, evet o rüyaydı! Ben buraya gelmiş olamazdım. Yaşadıklarımın beni delirttiğini düşünüyordum. Kendime gelmek için kısa bir duş aldım ve üzerime rahat bir şeyler giyip saçımı da topladıktan sonra odamdan çıktım. Ben çıkarken Barlas'ın da çıktığını fark ettiğimde beni şaşırtan bir şey yapıp yüzünde gördüğüm değişik tebessümle konuştu. "Günaydın. Chanel Bleu De Chanel." Kaşlarımı çatarak soran gözlerle Barlas'ın yeşil gözlerine baktım. "Anlamadım?" Barlas çarpık bir gülümsemeyle tekrar gözlerimizi buluşturdu. "Parfümüm. Dün baya kokladın da hoşuna gitmiştir diye söyleyeyim dedim." Ben dönüp olduğum yerde kalırken Barlas bir kaç adım daha atıp ilk gün yaptığı gibi bana yaklaştı ve fısıldar gibi tekrar konuştu. "Gerçi dün üstümde parfüm yoktu." göz kırpıp benden uzaklaştı ve aşağı indi. Utançtan kıpkırmızı olduğuma emin olduğum bir şekilde hızla odama dönüp kapıyı kapattım ve kapının arkasına yaslandım. "Ne yaptım ben!? Ne yaptın sen Adel?!" Kendi kendime konuşurken utançtan bayılacağımı hissediyordum. "Offf! Bu sefer gerçekten rezil oldum!" Odamda bir ileri bir geri giderken kapı çaldığında titrek bir sesle kapıya döndüm. "E-Efendim?" "Benim,tatlım! sana sandviç getirdim. Kahvaltıya gelmedin!" Aslı ablanın sesiyle içime su serpilirken hızla kapıyı açtım ve gülümseyerek Aslı ablanın uzattığı sandviç ve çayı ondan aldım. "Şey... teşekkür ederim! Ben bugün biraz odamda dinleneyim...Hasta gibiyim de... Evet evet hastayım..." Hasta olmaya o an karar vermiş gibi konuştuğumda iyice rezil olduğumu fark etmiştim git gide batıyordum. "Tamam tatlım bir ihtiyacın olursa seslenirsin! Dinlen sen." Aslı ablaya başımı sakladıktan sonra içeri girip tekrar odamda volta atmaya başlamıştım. Dün ne olmuştu? Öğrenmeliydim, mümkünse rezil olmadan öğrenmeliydim... Aslı ablanın getirdiği sandviçi yiyip çayı da içtikten sonra biraz kitap okuyup günümün yarısını o şekilde geçirdim. Biraz cilt bakımı ve egzersizin ardından akşam olmuştu bile. Daha sonra Aslı abla gelip bana çorba getirdiğinde minnetle Aslı ablaya teşekkür etmiştim. Aynı zamanda Aslı Ablanın yaptığı, hasta olduğumu söylediğim için vicdan azabı çekmeme sebep olmuştu. Ama aşağı inmek istemiyordum. Tüm gün odamda kalacaktım. Mümkün olsa kaçar giderdim. Sabahki rezilliğimden sonra Barlas'ın yüzüne bakamazsın, kim bilir ne yapmıştım... Üç gün sonra; Üç gündür Barlasla köşe kapmaca oynuyorduk. Ben ondan kaçıyordum o da benden... neden bunu yapıyorduk bilmiyorum. Barlas'ın bana böyle davranması canımı sıkıyordu. Onu, bu üç gün camdan izlemekle yetinmiştim. Ne konuşuyor ne de yanına gidiyordum. Sadece izliyordum... sıkıntıyla ofladım saat gece bire geliyordu ve hala uyuyamıyorum. Düşüncelerimi bölen çalan telefonum oldu.Güneş'in aradığını görünce sıkkın canımın aksine yüzümde oluşan gülümsemeyle heyecanla telefonu açtım. "Güneş! Kuzum!" "Adel..." Güneş'in ciddi sesini duyduğumda kaşlarım çatılmıştı. Tedirgince konuştum. "Ne oldu?" "Aslında yüz yüze söyleyecektim ama-" "Güneş söyle." "Bak daha önce arayacaktım ama orada üzülme-" Güneş böyle konuştukça endişem artmış endişeme bir de dolan gözlerim eklenmişti. "Güneş!" "Adel... Annen..." Annen dediğinde artık dolan gözlerime, endişeli Halime birde titreyen ellerim katılmıştı. Duyacaklarım beni korkutuyordu, ama duyacaktım. "Güneş söyle! Bir şey mi oldu anneme!" "Adel annen kalp krizi geçirmiş. Şey..." Olduğum yerde dizlerimin üstüne çöktüğümde çoktan ağlamaya başlamıştım. "Güneş..." Sesim fısıltıdan farksızdı. Tek istediğim annen hastanede demesiydi. En iyi ihtimal buydu aklımdan geçen. "Çok üzgünüm..." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Duyacaklarımdan emindim bir şey olmuştu. Kötü bir şey... "Kaybettik... Adel çok üzgünüm..." Telefonu yere atıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Bir süre o şekilde ağladıktan sonra, hiç bir şeyi umursamadan nefes almak için bahçeye inmiştim. Nefes bile alamıyordum, gözlerim ağlamaktan yanıyor, bedenim, ayaklarıma fazla ağır geliyordu. Bahçeye nasıl geldiğimi bile bilmiyordum. Kendimi çimenlerin üstüne bıraktığımda, tekrar ağlamaya başlamam uzun sürmemişti. 'Neden anne? Neden gittin?' Kendime sorduğum soruların cevabını hiç bir zaman alamayacak olmam kalbimi acıtıyordu. "Kaçmaktan yoruldun herhalde." Barlas'ın alaylı sesini duyduğumda ne cevap verebildim ne de ona dönebildim. Benden bir hareket görmeyen Barlas yanıma oturmuştu. Hala ona bakmadığımda Barlas'ın endişeli sesi kulaklarıma doldu. Çenemden tutan parmakları nazikçe başımı ona doğru çevirmiş gözlerimizi buluşturmuştu. "Adel? Ne oldu! Bu halin ne?!" Barlas'a hala bir tepki vermediğimde Endişeyle bana bakmayı sürdürmüştü. ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Annem..." Bu kadar söyleyebilmiştim. Hani olur, bilirsiniz insan kondurmaz o kelimeyi sevdiğine. Herkes için kolayca söylersin ama konu yakınınsa isminin yanına koyamazsın ölümü. Tam olarak yaşadığım buydu, annem ve ölümü yan yana koyamıyordum. Barlas'ın anlamasını bekledim. Gözlerime baksın ve anlasın istedim. Bir süre gözlerimin içine baktı, baktı ve sonra gördüm. Anladı beni. gözlerinde gördüm o acı dolu bakışı. Bana acıyarak bakmasını bekledim ama beni şaşırtarak şefkatle baktı. 'Geçecek' der gibi 'ben yanındayım' der gibi baktı gözleri. "Üzgünüm... Seni anlıyorum-" Sözünü bölen benim histerik gülüşümdü. Beni anlamak... Beni nasıl anlayabilirdi? "Anlayamazsın... yaşamayan bilemez bu duyguyu. Bende her zaman anlıyorum derdim biliyor musun? Ama anlamıyor muşum..." Kurduğum cümleyle Barlas bakışlarını benden alıp yere indirmişti. Sanki kalbi acımıştı, bir şey söyleyecek ama söyleyemiyordu. "Yaşamadığımı söylemedim." Şaşkınlıkla Barlas'a döndüm. Artık bana bakmıyor sadece yere bakıyordu. "Yani senin annende-" "Hayır. Benim annem ölmedi, benim annem benim için öldü." Söylediği şey beni daha da afallatırken ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. "Beş yaşındaydım. Annem babamın iş seyahatine gittiği gün Elinde çantasıyla evden çıktı. Bende arkasından çıktım, bağırdım ama cevap vermedi... Sonra da daha önce görmediğim bir arabaya bindi ve arkasına bile bakmadan gitti. Bekledim senelerce bekledim... Dönmedi." Barlas'ın gözünden akan bir damla yaşı gördüğümde elim istemsizce yüzüne gitmişti. Ama yapamadım göz yaşını silemedim. Barlas bana dönmüştü ve aynı şefkatle bakmıştı yüzüme. "Barlas... ben-" Barlas başını iki yana sallamıştı. "Bir şey söyleme. Hem artık üzülmüyorum." Barlas'a bakıp gülümsedim. "Kötü bir yalancısın Barlas Korhan." O da bana gülümsediğinde ikimizde ağlıyorduk. Sonra bir anda kendini çimenlere bıraktı ve yıldızlara bakmaya başladı. Çekinerek onun yaptığını yaptım ve yanına uzandım. Konuyu dağıtmak ister gibi konuşmaya başladı. "Yıldızlar bugün çok fazla." Dikkatle gök yüzüne baktığımda Barlas'ın haklı olduğunu fark ettim. Çok fazla yıldız vardı. "Evet..." "Siriusu biliyor musun?" Barlas'ın merak dolu sorusuyla kaşlarım çatıldı. "Senin köpeğin..." Sorar gibi söylediğim şey Barlas'ı güldürmüştü. İstemsizce yüzümde oluşan gülümsemeyle Barlas'ı dinlemeye başladım. "En parlak yıldızdır sirius. Gökyüzünde milyonlarca yıldız var içlerinden biri kendini en belli eden; Sirius... İnsanlarda böyledir milyonlarca insan var, önemli olan içlerinde en çok parlayıp, kendini belli edebilmen. Sen... sen sirius gibisin milyonlarca insan arasında parlıyorsun." Söylediği şey beni mest ederken afallayarak yüzüne baktım. Benden nefret bile etmezken bana böyle şeyler söylemesini anlamıyordum. "Sen benden nefret bile etmezken-" Barlas bana dönüp bir süre gözlerimin içine baktı. Sanki... sanki bir şeyler söylemek istiyor ama tereddüt ediyordu. Kararlı bir sesle başladı konuşmasına. "Adel, seni o okulda gördüğüm günden sonra tek düşündüğüm sen oldun. İstemiyordum bunu. Seni düşünmeyi istemiyordum, kalbimi hızlandırman beni rahatsız ediyordu. Senden nefret etmek istedim... çok istedim Adel ama yapamadım. O gece seni odana götürdüğümde elimi tuttun ve 'gitme' dedin her zamankinden daha içtendi bu 'gitme' daha önce duymadığım bir içtenlikteydi. Bana o an ne oldu biliyor musun? Kalbimdeki buzlar çözüldü sanki... bu yüzden günlerdir senden kaçıyorum. Ama anladım ki senden değil duygularımdan, kendimden kaçıyorum." Barlas'a şaşkın gözlerle bakmaya başladım. Afallamıştım, şaşkındım beni nefretine layık görmeyen adam şimdi bana bir şeyler hissettiğini söylüyordu. Ama neden istemiyordu? Neden bana bir şeyler hissetmek bu kadar kötü bir şeydi? "Neden bana bir şeyler hissetmek bu kadar kötü senin için? Neden benden nefret etmeyi bu kadar istiyorsun?" Barlas bakışlarını benden alıp tekrar gökyüzüne çevirdi. "Ben karanlığım Adel... Benim hayatım karanlık, ışıksız, renksiz, ruhsuz... Kaçırıldığında, Benim yüzümden sana bir şey olduğu düşüncesi kalbimi o kadar acıttı ki... Benim hayatım bu işte kaçarak, saklanarak, zarar görerek yaşamak... Sen böyle bir hayatı hak etmiyorsun. Ben senden nefret etmek zorundayım Adel." Değildi. Benden nefret etmek zorunda değildi, çünkü ben bunun olmasını istemiyordum. Barlas'ın söyledikleri kalbimi hızlandırdıkça gözlerimin bu sefer mutluluktan dolduğunu hissettim. Bu adama istemsizce bir şeyler hissediyordum ama o bunu istemiyordu. Bir anda cesaretle elimi Barlas'ın yerde duran elinin üstüne götürdüm. "Belkide hayatındaki ışık benimdir. Sen söyledin bana parladığımı. Sirius tüm gök yüzünü aydınlatıyor... belki bende senin hayatını aydınlatabilirim." Barlas cevap vermedi, elini çekmedi sadece gözlerini kapattı. Bende onun gibi yaparak gözlerim kapattım. Orada o çimlerde elim Barlas'ın elinin üstünde uyuduk... O gece Barlas bana duygularını, hayatını açmıştı sonrada benimle yıldızların altında uyumuştu... Daha önce bu kadar huzurlu bir uykuya gözlerimi kapatmadığımı anladım o an. Bu ilkti, evet ama son olmayacağını hissediyordum.... Ben Barlas'a bir şeyler hissediyordum, kalbimi hızlandıran güçlü bir şeyler.... Aklıma gelen düşünce kalbimin kasılmasına yol açmıştı. Görkem... Görkem'i almalıydım o adamın elinden... Artık annem yoktu. Ben vardım ve Görkem orada kalmayacaktı. Onu en kısa zamanda alacaktım. Annem Görkem'i, beni kurtaramamıştı ama ben bizi kurtarmanın bir yolunu bulacaktım. BÖLÜM SONU _____________________________ Duyuru; Kitap hakkında konuşacağım, yeni bölümlerden sizleri haberdar edeceğim bir kanal açtım. Kanal whatsApp üzerinden katıldığınızda numaranız ve adınız kanalda gözükmeyecek. Linkini buraya bırakacağım. Hoşça kalın 💙🦋 WhatsApp'ta Yağmur / Petrichor🦋 kanalını takip edin: https://whatsapp.com/channel/0029VaEbQO79cDDVUw06iy0e Eğer bu linkten ulaşamazsanız İnstagram hesabımdaki attığım hikaye de de link var💙 Yeni bölüm sizlerle! umarım seversiniz... yorumlarınızı, eleştirilerinizi, oylarınızı bekliyor olacağım. Umarım keyifle okuyorsunuzdur. Bir dahaki bölüm en kısa zamanda sizlerle olacak. Sizi seviyorum hoşça kalın🧡 TikTok: petrichor0_1 İnstagram: peteichor_0 ✨Arkadaşlar TikTok ve İnstagram hesabımda kitap hakkında videolar paylaşıyorum bilginize ✨ _____________________________ |
0% |