Yeni Üyelik
48.
Bölüm

Kayip Gezegen 1. Bölüm: Kayip

@peteichor_

O yıldızlar arasında kaybolmuş kayıp bir gezegendi bulunmayı bekleyen... Ve ben onu kaybolduğu gökyüzünde bulacaktım. Savaşmam gereken milyonlarca yıldız olsada...."


KAYIP GEZEGEN 1. BÖLÜM: KAYIP


Adel Rana Arın

Öylesine uzun bir isme sahiptim ki çoğu sadece fazlalıktan ibaretti. Babamın koyduğu Rana ismi gibi ve mecburen taşıdığım soyadı gibi. Onlar fazlalıktı gözümde. Bana acıdan öfkeden başka hiç bir şey kazandırmamışlardı. Her neyse! Siz zaten beni tanıyorsunuz öyle değil mi? Acılarımı, kalbimi, hislerimi her birini tanıyorsunuz. Çünkü siz benim içimdesiniz aslında. siz beni benden daha iyi tanıyorsunuz. Siz beni ismimden değil acılarımdan tanıyorsunuz...O yüzden daha fazla oyalanmayacağım kendimi tanıtmakla. Artık yalnızca kendimi tanımakla oyalanmak istiyordum. Kendimizi tanımak başkalarını tanımaktan her zaman daha güç olmuyor muydu? Öyleyse önce işe kendimizi tanımakla başlayabilirdik. Kendimizi tanımadan başkalarını tanımak gülünç olurdu... o an Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Elim istemsizce boynuma ulaştı. Sanki ciğerlerime ulaşmayan oksijen boynumu saran ellerim sayesinde kolayca ulaşacaktı ciğerlerime. Derin bir nefes aldım. Tüm gücümle, sanki tüm oksijeni ciğerlerime doldurmak istercesine... Ve biraz önce kapısından çıktığım her zamanki gibi sonuç alamadığı karakola yeniden buruk bir tebessümle baktım. Beş yıl. Dile kolaydı değil mi? Ne kadar kolay söyleniyordu öyle. Ya yaşamak? Kaç gün ediyordu beş yıl? Kaç ay ediyordu? Kaç dakika, kaç saniye ediyordu? "Maalesef bir haber yok." Ayda kaç kez aynı sonuçla çıkıyordum bu lanet karakoldan? Daha ne kadar aynı cevap dolacaktı kulaklarıma? Daha ne kadar kalbim bir kafesin içinde atacaktı? Daha ne kadar kalbim her attığında kafesin demirliklerine çarparak acı çekecekti? Belki de bitmeyecekti bu acı. Bir ömür yerini koruyacaktı. Ve kalbim onu saran bir kafes eşliğinde varlığını sürdürmeye devam edecekti. gökyüzünde duran güneşe döndüm. Parlıyordu. Isıtmak için parlıyordu. Belki herkesi ısıtmayı başarabilirdi bu güneş ama beni değil. Bir insanın üşüyen yeri kalbiyse hiç bir güç ısıtamazdı onu. Dünyayı ısıtmakla hükümlü güneşin bile soğumuş bir kalbi ısıtmaya hükmü yoktu. Kalbi yalnızca içindekiler ısıtabilirdi. Bir kalbi yalnızca kalpte hüküm süre, o kalbin sahibi ısıtabilirdi. Tabii kalbe hükmeden sahip hazırda kalbinizin yakınlarındaysa... Benim kalbim buz tutmuştu şimdi. Buz kristalleri tüm kalbimi esir etmişti soğukluğuna. Barlas Korhan. Yokluğuyla kalbimi sarmalayan buz kristallerinin asıl sebebi. kalbime hüküm süren o adam... Tam beş sene. Beş senedir kalbimden uzaktaydı. Elleri ellerimden, gözleri gözlerinden, dudakları dudaklarımdan uzaktı. Kalbim bu zamana kadar her acıya alışmıştı da bu acı ağır gelmişti ona. Yükü fazlaydı bu acının, göz yaşı fazlaydı... Siz hiç birinin sesini unutmaktan, göz renginin tonunu unutmaktan, sarılışının verdiği hissi unutmaktan korktunuz mu? Ben korktum hatta korkuyordum... onun gittiği günden bu yana ona dair unutma ihtimalimin olduğu her zerreden ölesiye korkuyordum. Hiç kalbinizi hızlandıran bir an sonrasında kalbinizi yavaşlatmış mıydı? Acıdan kıvrandırmış mıydı bir zamanlar heyecandan titreyen bedeninizi? Saçmalama olur mu öyle şey diye düşünenleriniz pekala oluyordur. Diyorsunuzdur ki hiç heyecandan titreyen kalbimi aynı şey bir gün acıyla kıvrandırır mı? Kıvrandırıyor. gözlerimin önüne gelen bir çift yeşil göz bir zamanlar heyecandan kalbimi tekletiyordu. Şimdi ise gözlerimin önüne gelen o yeşil gözler kalbimi acıyla kavuruyordu ve göğüs kafesimde kendini belli eden bir ağrıya kucak açıyordu. Demem o ki pekala her sevinç bir gün bir hüzne dönüşebilirdi... sizi heyecanlandıran, mutlu eden ne varsa her an bir dakika hatta bir saniye içinde sizi acıdan kıvrandırabilirdi... Kaybedecekmiş gibi bakın, kaybedecekmiş gibi dinleyin, kaybedecekmiş gibi sarılın ve her an kaybedecekmiş gibi sevin. Çünkü her an kayıp gidebilir mutluluğunuz. Sizden gidebilir kurmaya kıyamadığınız hayalleriniz... Düşüncelerimin karıştığı göz yaşlarıma birde cebimden yükselen melodi sesi eklenmişti. Düşüncelerimden sıyrıldığımda -en azından denediğimde- cebimden telefonumu çıkartıp ekrana döndürdüm bakışlarımı. Arayan tanıdık bir isimdi. Arayan Batuhan'dı...


"Alo?"


"Kız cimcime! Neredesin sen? simidini poğaçanı kap gel sevdiğin omletten yaptım."


Batuhan'ın enerjisi dudaklarımın iki yana kıvrılmasına sebep olmuştu. Son zamanlarda güne başlarken, günün devamında, gün sonlanırken anlayacağınız her dakika enerjisi zerre eksilmeden aksine artmaya devam ediyordu. Onun enerjisi benim düşük olan enerjime bulaşırken sesimin neşeli çıkmasına özen göstererek dudaklarımı araladım.


"Sana da günaydın Batu."


"Eh be kızım o nasıl ses? Bak maviş ben bu sesi çok iyi tanırım. Bu ses, biraz önce karakola gitmiş ve umutsuzca geri dönmüş sümüklü bir kızın sesi."


İstemsizce gözlerimi devirdiğimde konuyu değiştirmek için nefesimi kuvvetlice dışarı vererek yeniden dudaklarımı araladım.


"Poğaça ve Simit dışında bir eksik var mı Batuş?"


"Var. Sümüklü, mavi gözlü, hala büyüyememiş bir kız var gelirken onu da alırsın."


"Of Batu! Geliyorum."


Telefonumu kapatıp cebime bırakarak ileride duran arabama doğru adımlamaya başladım. Evet bıraktığınızdan farklıydım. Artık iyi bir işim ve iyi bir arabam vardı. Son iki yıldır kendimi toparlamayı biraz olsun başarmıştım. Kalbim hariç her şey tastamamdı... Arabamın sol koltuğunda yerimi alırken ellerim direksiyonu kavradı. Motorun sesi arabanın içinde yankılanırken Karakoldan hızla uzaklaştım. O an gözlerim direksiyondaki elimle buluştu. Direksiyonu kavramış parmaklarımla... Parmağımdaki tek taş yüzük dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşturmuştu... Anılar yeniden zihnimde yankılanırken dikkatimi olabildiğince yolda tutmaya çalışıyordum.


5 yıl önce:


Yine aynı yerdeydim. iki ay geçmişti ama ben buraya gelmekten vazgeçmemiştim. Bu kez olduğum yerin tek farkı uçurumun aşağısındaki kumsaldı. Barlas'ın arabasının bulunduğu kumsal... Güçsüz bedenimi kumsala bıraktım. İki aydır her Allah'ın günü buradaydım. Bekliyordum neyi beklediğimi bilmeden.... Bedenimi kumların üzerine bırakırken gözlerim gökyüzüne toplanmış yıldızlarla buluştu. Sonsuz sayıdaki yıldızlarla. Rivayete göre saç telimizin sayısı kadar yıldız vardı gökyüzünde. Öyleyse neden sonsuz diyorduk? Saç telimizin de bir sonu yok muydu? Milyonlar milyarlar bile olsa bir sonu gelmeyecek miydi? gelecekti. Her şeyin sonu gelirdi. mutluluklarımızın da sonu gelirdi. hüzünlerimizin de. göz yaşlarımızın da sonu gelirdi kalp kırıklıklarımızın da... Hiç gelmeyecek dediğimiz sonlar bile bir gün mutlaka çalardı kapımızı. Benimde çalmıştı. Hiç beklemediğim bir yerde beklemediğim bir zamanda gelen sonun ayak seslerini duymuştum daha sonra çalan kapının acı acı sesi dolmuştu kulaklarıma ve daha sonra açtığım kapıdan içeri girmişti bizi bekleyen son... Düşüncelerimin arasında kumda oyalanan elim kare bir kutu hissettiğinde durdu. Taş değildi. ya da bir deniz kabuğu, bir midye de değildi. bir yengeçte. kadife bir kutuydu hissettiğim. Titreyen bedenime rağmen yerimden doğruldum. Kutuda duran bakışlarım donakaldı sanki. Gözbebeklerimin titrediğini hissettim. Çatılan kaşlarımı umursamadan titrek bir nefes bıraktım dudaklarımdan ve elimdeki kutuyu usulca açtım. Bir tektaş karşıladı meraklı gözlerimi. Tektaşı kutudan çıkartırken dudaklarımda varlığını koruyan bir tebessüm vardı. Biraz buruk, biraz hüzünlü bir tebessüm... kırmızı kadife kutudan çıkan o tektaşı izleyerek ne kadar ağladığımdan habersizdim. Zihnime Barlas'ın sesi ısrarla doluyordu. Biz zamanlar hatırlarken mutlulukla gülümsediğim o tebessüm şu an hıçkırıklarımı arttırmaktan başka bir şey yapmamıştı.


"Adel..."


"Hı?"


"Evlensene benimle."


Barlas'ın sözleriyle gözlerim açılırken gözlerim kocaman olmuştu. Bir anda böyle bir teklif (teklif bile değildi!) beklemediğimden, şaşkınlıkla ağzım aralanmıştı.


"N-Ne?"


"Bildiğin. Evlen benimle. Çocuklarımız falan olur. Ne bileyim, birlikte falan yaşlanırız işte. Bilmiyorum yaparız bir şeyler!"


Bir anda kahkaha atmaya başladığımda Barlas tek kaşı havada beni izliyordu. Teklif etmiş- daha doğrusu etmeye çalışmıştı ama gördüğüm en saçma evlilik teklifi olabilirdi!


"Böyle teklif mi olur? Ya sabır ya!"


Ben gülmeye devam ederken Barlas bozularak tepeye doğru ilerlediğinde, dudaklarımı birbirine bastırarak şaşkınlıkla, sevgilimin yanına ilerledim.


"Evlenirim."


Barlas'ın şaşkın bakışları gözlerime ulaştığında dudakları gülümsemeyle şaşırma arasında mekik dokuyordu.


"N-Nası?"


Barlas'ın elini ellerimin arasına alarak omuz silktim.


"Bildiğin, evlenirim seninle. Çocuklarımız falan olur. Birlikte falan yaşlanırız. Bilmiyorum yaparız bir şeyler."


Barlas'ın teklifini, Barlas'ın cümleleriyle kabul ettiğimde Barlas'ın aralanan ağzı gülümsemeye dönmüştü. Bir anda beni belimden kaldırıp döndürmeye başladığında kahkahalarım, Barlas'ın kahkahalarına eşlik ediyordu. Yeni yeni kavradığım bu gerçek iç sesim tarafından kulaklarımda tekrar tekrar yankılanmaya başladı. Barlas Korhanla evleniyorsun, Barlas Korhanla evleniyorsun, evleniyorsun, evleniyorsun!


Barlas beni bıraktığında yüzümü elleri arasına almış kocaman gülümsemesiyle gözlerime bakıyordu.


"Biraz ani oldu ama... aklımda da yoktu aslında. Ama hep düşündüğüm bir şeydi."


"Ne?"


"Sana her baktığımda karım olsan nasıl olurdu diye düşünüyorum. Adel Rana Korhan... yakıştı dimi?"


Gülümseyerek başımı salladım.


"Çok yakıştı..."


Kulaklarımda yankılanan kahkahalarımızla yüzümü acıyla buruşturdum. Ah sevgilim neden gittin? Nasıl yaptın bunu bize? Yaşıyor musun şimdi? iyi misin? Özlüyor musun sende beni? Ben çok özlüyorum sevgilim. Seni bilmem ama ben sen gittiğinden beri aldığım her nefesten ölesiye nefret ediyorum. Gözüme yüzüğün içindeki yazılar takılırken ağlamam azalmaya başlamıştı. Hüznümü meraka bırakırken karanlıktan okuyamadığım yazıları Telefonumun ışığıyla kısılan gözlerimle okumaya çalışıyordum. Ve okudum. Dudaklarım okuduğum yazıyla şaşkınca aralandı, gözlerim büyüdü yaşlarını dökmeye devam ederken. kalbim heyecanla karışık acıyla kasıldı. ve yeniden okudum belki de onuncu kez.


SİRİUS


Yüzüğün içinde sirius yazıyordu. Bu yüzük... Bu yüzük bana aitti. benim parmaklarıma aitti. Bu kutuda Barlas'ın izleri vardı. Bu yüzüğü o seçmişti. Göz yaşlarına boğulduğumu hatırlıyorum. saatlerce hıçkıra hıçkıra o kumsalda ağladığımı... Sonra iki ay önce yapmam gerekeni yapmıştım. Titreye titreye ait olduğu yerle buluşturmuştum Barlas'ı kaybettiğim yerden bulduğum o yüzüğü. Yüzüğü taktığım parmağıma sarılarak biraz daha ağlamıştım. sonra biraz daha ve biraz daha...


***


Çalan kornayla aniden direksiyonu kırarak son anda kenara çekebilmiştim arabayı. Nefes nefeseydim. Göz yaşlarım korkumdan mı yoksa hatırladığım ve zihnimde var olan acı dolu anılarımdan mıydı bilmiyordum. Arabanın kapısını açarak dışarı çıktığımda bedenimi usulca arabanın yanına bıraktım. Dizlerimi kendime çekerken hıçkırıklarla ağlıyordum. Önüme uzatılan bir şişe suya kadar ağlamam sürmüştü. Önüme uzatılan şişeyi kavrayan elin sahibini buldu bakışlarım. Esmer uzun boylu bir adam tedirgin bakışlarla yerdeki bedenimi inceliyordu.


"İyi misin? Az daha kaza yaptırıyordun biz."


Bu adam biraz önce üzerine doğru gittiğim ve yükselen korna sesinin sahibi olan arabanın şoförüydü. Ne diyeceğimi bilemeyerek titreyen dudaklarımı araladım.


"B-Ben... çok özür dilerim..."


Karşımdaki adam anlayışlı bir tebessümle yerde duran bedenime elini uzattı. Bir eline bir adama bakarken tereddüt içindeydim. Tereddüttümü fark etmişçesine dudaklarını araladı.


"Gel hadi. Anlaşılan kötü bir günündeydin."


Elimi kaşımdaki adamın avucunun içine bıraktığımda Adamdan aldığım güçle ayağa kalkmayı başarmıştım.


"Eğer yanlış anlamayacaksan bu şekilde seni bırakmak istemiyorum. Yani demem o ki müsahaden varsa arabanı buradan aldırabilirim ve seni gideceğin yere bırakabilirim."


Bir süre kararsızlıkla olduğum yerde bekledikten sonra titreyen ellerim gözlerime çarptı. Bu halde araba kullanabileceğime inanmış olsam bir saniye bile düşünmeden reddederdim bu teklifi ama gücüm yoktu. Ne gaza basacak gücüm ve direksiyonu kavraya bilecek kadar güçlü parmaklarım vardı. başımı salladım


"Teşekkür ederim..."


"Rica ederim. Sen şöyle adresini yaz ben arabanı o adrese bırakayım."


Başımı sallayarak karşımdaki adamın uzattığı telefon ekranına adresimi yazmaya başladım. Bu adres benim yeni adresimdi altı aylık adresim... Altı ay önce gelen bir iş teklifini değerlendirmek adına Muğla'ya küçük müstakil bir eve taşınmıştım. Tabii beni bir dakika yalnız bırakmayan Batuhan kendini ve Bahar'ı taşınma planıma dahil ederek evime bir sokak uzaklıktaki evi kendileri için tutup benimle birlikte yerleşmişlerdi. Annem ise Görkem'i de alıp teyzemin yanına yerleşmişti. Burada yalnız olmamam onun en büyük tesellisiydi. Eniştem ölünce teyzem orada yalnız kalmış ve anneme sığınmıştı. Teyzeme dayanamayan annem ise benim Muğla'ya taşınmamın ardından teyzemin yanına yerleşmişti. Özetle altı aydır Muğla'nın bir kasabasında müstakil bir evde, bir sokak uzağımdaki arkadaşlarımla ve teklifini kabul ettiğim işimle düzenli bir hayat sürüyordum. Düşüncelerimin arasına zar zor adresini ezberleyebildiğim evimin adresinin yazılı olduğu telefonu beklentili gözlerle beni izleyen adama uzattım. Telefonda birkaç dakika oyalandıktan sonra gülümseyerek telefonu cebine koydu ve eliyle yol kenarına park ettiği arabasını işaret etti.


"Araban yarım saat içinde kapında olacak."


"Teşekkür ederim."


Derken arabada yerimi almıştım.


"Her zaman bu kadar çok teşekkür eder misin?"


"Gerektiğinde..."


Demekle yetinerek başımı cama çevirdim.


"Ben Selim bu arada. Belki arabasına bindiğin yabancıyı tanımak istersin."


"Adel... Arabana binen yabancının ismi."


Selim denen adam hafifçe gülümsediğinde gözlerini dikkatle yola çevirdi. Karakol evden neredeyse kırk dakika uzaklıktaydı. Bu karakolda kaza kayıtları olmamasına rağmen dosyayı yalvar yakar bu karakolda da açtırarak diğer karakoldan haber almalasını sağlamıştım. Neredeyse altı ayda on iki kere karakolun yolunu tutmuştum!


"Buralarda yeni misin?"


Selim'in sesiyle dikkatle başımı sola çevirdim.


"Sayılır. altı ay oldu, iş için gelmiştim."


"Anladım... Mesleğin neydi?"


"Öğretmenim ben. Anaokul öğretmeniyim."


Selimin dudaklarında keyifli bir gülüş peyda oldu.


"Harika! Yani demek istediğim. Arkadaşımın oğlu için nitelikli bir anaokulu arıyorum. Henüz yeni başlayacak ve ailesiyle bir araştırma içindeyiz. Çalıştığın okul... Memnun musun oradan?"


Başımı salladım usulca.


"Memnunum evet. Kendimden gayet memnunum... Hani öğretmen olan benim ya ondan diyorum."


Selim pot kırmış gibi dudaklarını bir birine bastırarak bir süre koruduğu sessizliğini bir kaç dakika sonra bozdu.


"Adı neydi? Çalıştığın anaokulunun."


"Minik Eller Anaokulu. İnternetten araştırabilirsin."


Başını salladı.


"Teşekkür ederim."


"Rica ederim."


diyerek başımı yeniden cama çevirdim ve geriye kalan yolda dışarıyı izlemeyi sürdürdüm. Arabanın yavaşladığını hissettiğimde dalgınlıkla etrafıma baktım. Eve sonunda ulaşmıştık.


"Tekrar teşekkür ederim."


"Bu kez kuru bir teşekkürü kabul edemeyeceğim. seni yani okulu bulabilmem için numaranı verirsen memnuniyetle rica ederim."


Dudaklarımı birbirine bastırarak telefonumu cebimden çıkartıp telefonumun kılıfına koyduğum kartı çıkarttım. Kart okulun kartıydı ve üzerinde okul için gereken iletişim bilgileri yazıyordu. Kartı Selim'e uzattım.


"Bu karttaki bilgilerle okulu rahatlıkla bulabilirsin. Hoşça kal."


Kapıyı açıp indiğimde evime adımlarken yeniden selimin sesi kulaklarıma doldu.


"Görüşmek üzere Adel."


Başımı sallamakla yetindim. Araba evimin önünden uzaklaşır uzaklaşmaz nefesimi rahatça dışarı verip girdiğim bahçe kapısından çıktım ve hızlı adımlarla evimin önünden ayrıldım. Ve Batuhan'ın evine gitmek üzere boş sokaklarda ilerledim. Aklımda binlerce düşünce vardı. Nasıl güvenmiştim ona? Sayısız emeklerle aldığım arabamı nasıl olurda ona emanet edebilmiştim? Yalnızca arabamda değil çantamda arabanın içindeydi! Normalde sorgusuzca bana ait herhangi bir şeyi başka birine emanet edecek bir insan değildim ama o anki korkum, titreyen ellerim düşüncesizce davranmama yol açmıştı. Ah her neyse! Arabam onun arabasına nazaran oldukça uygun görünüyordu ve aynı zamanda giyimine bakılırsa maddi durumu oldukça yerindeydi.Yani düşünün, hafta sonu ve henüz saat öğlen bile olmamışken altındaki araba siyah bir rance roverken ve aynı zamanda üzerinde şık, jilet gibi bir takım elbise varken hırsız çıkacak hali yoktu değil mi? Bu da demek oluyor ki arabam ve çantam güvendeydi. Kendimi ufak çaplı bir avunum seansına soktuktan sonra yeterince avunduğumu düşünerek önüne ulaştığım kapının ziline elimi uzattım. Zili çaldıktan yalnızca iki dakika sonra kapı açılmıştı. Kapıyı açıldığında gözlerim önce çizgili mor pijama takımının içindeki Baharla ardından kucağında ağlayan sarı papatyayla buluştu. Size anlatmayı unuttuğum bir şey var. Batuhan ve Bahar bundan üç sene önce evlendi. Evlendiklerinden yalnızca bir yıl sonra bahar hamile kaldı ve Batuhan'ı dünyanın en mutlu insanına dönüştürdü. Batuhan Baba olacağını öğrendiğinde saatlerce ağlamıştı. Asla abartmıyordum. Gerçekten ağlamıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Batuhan her şeyden çok baba olmak istiyordu. Batuhan hiç bir zaman aile sahibi olamamıştı. Bebekiğinde bırakıldığı o yetimhane kapısından Reşit bir genç adam olarak ayrılmıştı. Batuhan ona aile olamayanlara rağmen dünyanın en iyi babası olmayı kafasına koymuştu. Ona inşa edilmeyen aileyi şu an kucağında ağlamasını dindirmeye çalıştığı minik bebeğine inşa edecekti. Anlayacağınız artık Batuhan bir aile babasıydı! Bahar'la mutlulardı.... Her şeye rağmen...


"Nerede kaldın sen?"


omuz silkerek üzerimdeki hırkayı çıkartarak önüne ulaştığım koltuğun üzerine koydum ve bedenimi tekliği koltuğa usulca bıraktım.


"Sorma Batu."


"Soruyorum?"


yanaklarımı şişirerek olduğum yerde dikleştim ve başımdan geçenleri Bahar ve Batuhan'a bir bir anlattım. Batuhan sabırla konuşmamı bitirmemi bekledikten sonra aniden ayağa kalktı ve Bahar'a döndü.


"Bahar Güneş'i alıp biraz odasına götürür müsün?"


Yanlış duymadınız. Şu an Bahar'ın kucağındaki küçük, sarı saçlı bebeğin Adı Güneş'ti... Size şunu söylyebeilirim ki Kızının adının Güneş olmasına karar veren yalnızca Batuhan değildi. Bahar'da istemişti. Onunki tamamen bir kabullenişti. Batuhan Güneş'i kalbinden hiç bir zaman çıkartamayacaktı bunu hepimiz farkındaydık. Bahar'da öyle... Bahar evlenirken bile biliyordu. Batuhan evlendikten sonra bile her ay bir kaç kere Güneş'in mezarlığına giderdi. Bahar üzülmüyordu artık. Batuhan belki o kadar aşık değildi ona ama onu çok seviyordu bunu biliyordu. Bahar Batuhanın çocukluğuna dair olan tek güzel şeydi. Bahar ona Kızının ismini Güneş koyarak dünyaları bahşetmişti...


"Ne yapıyorsun sen?


Batuhan Bahar ve Güneş odadan ayrılır ayrılmaz dolu gözlerle gözlerime dönmüştü.


"Kaza yapıyordum ne demek Adel?"


Batuhan'ın sesi yükselirken ayağa kalktım usulca. sinirlenmişti... Oldukça fazla.


"Sikeyim ya! Nasıl Adel! Senin dalgın olma lüksün yok! Senin kaza yapma lüksün yok Adel! Anladın mı yok! Ben bir kardeşimi kaybettim Adel! Kaybettim! Ya bir şey olsaydı? Hiç düşünmedin mi Adel? Beni de mi düşünmedin? İkinci defa aynı şeyi... Adel ben seni kaybedemem anladın mı? Sen bana onların emanetisin... Güneş'in Barlas'ın emanetisin bana. Her şeyden önce sen benim ailemsin Adel. Toparlan artık, aç gözünü, çıkar şu yüzüğü parmağından-"


Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken setçe gözlerimi sildim.


"Yeter! Batu yeter! Boğuluyorum ben Batu! Ben her gün biraz daha ölüyorum! Ayaktayım, nefes alıyorum diye yaşadığımı düşünüyorsunuz sadece! Ben ölüyüm Batu!"


"Sus! Silkelen adel! Beş sene geçti! Beş sene! Kalk ayağa artık! Çıkart şu yüzüğü evli değilsin sen Adel! vazgeç artık evliyim demekten, vazgeç artık ağlamaktan ,o karakolun kapısına gitmekten. Barlas öldü anlıyor musun? O öldü? Dönmeyecek!"


Bu cümleyi ilk defa duyuyordum. Bu cümle ilk defa kuruluyordu herhangi biri tarafından. Batuhan ağlıyordu. ben ağlıyordum. Ama donmuştum o an. Düşüncelerim donmuştu dudaklarım aralık kalmıştı. Bir heykelden farkım yoktu. Kulaklarım uğulduyordu. O an fark ettiğim bir şey varsa o da beş senedir Barlas sanki herhangi bir yerdeymiş gibi onu beklediğimdi. Sanki geri döneceği bir yere gitmişti ve ben onu bekliyordum. Dönmemesi ne kafamın içinde nede kalbimin içinde bir ihtimal değildi. Ama Batuhan tam şu an yalan olması için yalvaracağım gerçek demeye dilimin varmadığı o ihtimali kesin bir cümleyle yüzüme vurmuştu. kulaklarım uğulduyordu. Tek ses vardı şimdi hep aynı cümleleri söyleyip duran o ses. avaz avaz bağırıyordu kulaklarımın dibinde. "Barlas öldü!" "Dönmeyecek!" Donup kaldım. Ne hıçkıra hıçkıra ağlayabiliyordum ne konuşabiliyordum nede söylenenin aksini iddia edebiliyordum. Batuhan koltukta bir yandan ağlıyor bir yandan sakinleşmeye çalışıyordu. Dakikalar geçmişti, bana saatler gibi gelen yalnızca birkaç dakika. Adım atmayı başarabildim. bir kaç yavaş adım beni salonun kapısına ulaştırdı. elim kapı kolunda aynı yavaşlıkla indirdim. O an o kapı kolunu indirip kapıyı açabilmek için tüm gücümü kullanmak zorunda kalmış gibi hissediyordum. Sanki tonlarca ağırlığı birden kaldırmış gibi yorulmuştum.


"Nereye? Adel, güzelim ben öyle demek-"


Zorlukla elimi havaya kaldırdım. susması için yererli olurken başımı iki yana sallayarak evin kapısına ilerledim yavaş adımlarla. Kendimi dışarı attığımda hala ağlamıyordum. Yalnızca yürüyordum. Ağlamamanın şaşkınlığı vardı üzerimde. o an bir şey oldu. İster tesadüf deyin ister mucize. Gökyüzündeki kara bulutlar ağlamadığım için isyan ederek gökyüzünden yağmur damlalarını dökmeye başladı. Yağmur başladı... Aylar sonra yağmur yağdı. Bulutlar ağlamamama inat ağlamaya başlarken daha fazla tutamadım kendimi. Eve en yakın parka ulaşırken bulduğum ilk banka attım bedenimi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Öyle bir ağlıyordum ki bulutlar bile şaşırmıştı. Onları bile afallatmıştı göz yaşlarım. Ölmedi diyordu kalbim. Ölmeseydi dönerdi diyordu beynim. Sonra ya dönemediyse diyerek cevap verdi kalbim tüm mantıklı düşünceleri susturmak istercesine. Ama beynim o an hem kalbimi susturdu hemde bir hançer sapladı kapanmak bilmeyen yara izlerime. Şöyle söyledi: "Eğer yaşıyorsa ve dönmüyorsa sevmiyordur seni. Gelmek istese gelirdi. O Barlas Korhan'dı..." Ellerimi yüzüme kapattım göz yaşlarıma karışan yağmurda dakikalarca ağladım. belki de saatlerce kim bilir? yağmur giderek yavaşlarken yanımda hissettiğim bedenle hareketsizce bakışlarımı sabitlediğim salıncağa bakmaya devam ettim.


"Seni çok seviyorum Adel. Sana bir şey olacak diye ödüm kopuyor. Lütfen darılma bana... Yalnızca seni yaşatmaya çalışıyorum. Sen benim kız kardeşimsin. Biliyorsun güzelim. Hadi gel evimize gidelim. Hem hala omletini yemedin. Soğumuştur o birlikte yenisini yaparız."


Batuhan'ın şefkatli sesi kulaklarıma dolarken vicudumun gevşediğini hissettim.


"Batu o ölmedi..."


Elimi kalbimin üzerine götürüp gözlerimi kapatırken bir damla yaş yanaklarımdan süzülmeye başladı. Bir dakika boyunca göğüs kafesimde zorlukla atan kalbimin sesine kulak verdim.


"Atıyor Batu. Kalbim atıyor... Ölse atar mı hiç böyle? Bak nasılda umutla atıyor..."


"Adel-"


"Beş sene ne ki Batu? Beş sene ne ki... Ben onu sonsuza kadar beklerim. Bekleyeceğimde... Belki bedenlerimiz farklı yerde, belki ciğerlerimize dolan hava farklı, belki gökyüzüne baktığımızda aynı gökyüzü karşılamıyor gözlerimizi... emin olduğum bir şey varsa o da Barlas'ın dönecek olması Batu. Belki şimdi, belki bir beş sene sonra ama dönecek. O her zaman bana döner...."


Batuhan kolunu omzuma uzatıp beni göğüsüne bastırırken gözlerimi acıyla kapattım. Göz yaşlarım birer birer bırakmaya devam ediyordu kendilerini gözlerimden. O an kendime, kalbime bir söz verdim. Şimdi aynı sözü size de veriyorum. Acımı paylaşan size... Ben Adel Rana Arın. Yazın bir kenara, bir gün Barlas'ı bulacağım. Bir gün ona yeniden sarılacağım. Söz veriyorum... size, kendime, kalbime, hatta gökte parlayan yıldızlara.... Barlas Korhan... O yıldızlar arasında kaybolmuş kayıp bir gezegendi bulunmayı bekleyen... Ve ben onu kaybolduğu gökyüzünde bulacaktım. Savaşmam gereken milyonlarca yıldız olsada....


BÖLÜM SONU

_____________________________

Loading...
0%