Yeni Üyelik
57.
Bölüm

Kayip Gezegen 10.Bölüm: Yangin Yeri̇

@peteichor_

Biz bu savaşın külleri değildik. Biz bu savaşın küle çevirenleriydik. Unutmayın ki yakmak için elinizde bir ateş tutmak yetmezdi. Yakmak istiyorsanız önce ateşin kendisi olmalıydınız.


KAYIP GEZEGEN 10.BÖLÜM: YANGIN YERİ


"Benim hemen gitmem gerek!"


Diyerek Hızla ayağa kalktığımda Barlas'ta afallayarak ayaklandı. Dudaklarımı aralamadan hemen önce ise Elif'e kısa bir mesaj yazmıştım.


"Sorun ne?"


"Hiç! Hiç bir şey. Yalnızca gitmem gerekiyor. Her şey için teşekkür ederim."


Barlas başını sallayarak kapıya doğru ilerleyen bedenimin arkasından ilerledi. Kapının kenarında duran dolabın üzerinden araba anahtarını alırken ceketini de üzerine geçiriyordu. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken Barlas'a döndüm


"Sen-"


"Bu saatte tek başına gitmeyi düşünmüyordun değil mi? Saat yedi bile olmadı."


Kapıyı açarken Barlas'a arkamı dönerek gülümsedim. Beni düşündü diyerek haykırmak istiyordum! Beni bırakmadı... Birlikte evin arkasından dolanıp garaja girdiğimizde arabasının kapılarını açtı. Sağ koltukta yerimi alarak Barlas'ın arabayı çalıştırmasını bekledim. Yüzündeki ciddi ifade yerini her zamanki gibi koruyordu. Kaşları Çatıktı, yeşil gözleri her zamankinden daha koyuydu, dudakları biçimliydi ve dümdüz duruyordu, kirli sakalları ona oldukça büyük bir hava katıyordu.


"Bitti mi?"


Barlas'ın sesiyle başımı iki yana salladım. Anlamayarak kaşlarımı çattım.


"Anlamadım?"


"Beni incelemen. Bitti mi?"


Yerimde dikleşerek başımı cama çevirdim hızla. Biraz fazla mı abartmıştım izleme işini?


"N-Ne alakası var ya! Neden seni inceleyecekmişim?"


Derken sesim öyle titremişti ki, dudaklarımdan dökülenlerin aksini iddia etmiş gibiydim.


"Eminim öyledir."


Sinirle soluyarak bakışlarımı cama sabitledim. Bugünkü planım önce Görkem'i Almak ardından bir kaç saati onunla geçirdikten sonra onu uçağına bindirip Elif'le buluşmaktı. Yaklaşık on dakika sonra duran arabayla etrafıma baktım. Evimin önünde durmuştuk.


"Sağ ol."


Derken emniyet kemerimi çözüyordum.


"Bir daha o saatte dışarıya çıkayım deme. Dünya sandığın kadar toz pembe değil."


"Dünyanın toz pembe olmadığını erken yaşta öğrendim ben."


Diyerek arabadan indim. Hayatın toz pembe olmadığını ilk öğrendiğimde annemin bana gizli oynamam gerektiğini söylediği bebekle oynarken babama yakalandığım yaştaydım... O günden sonra hayat hiç bir zaman toz pembe gelmemişti. Düşüncelerimi başımı iki yana sallayarak zihnimden savdım ve Barlas'ın arabasının hızla önümden geçip gidişini izledim. Barlas'ın arabası uzaklaşır uzaklaşmaz koşar adım Boş sokaklarda ilerledim. Beş dakika içinde kendimi Batulara gelmiş kapıyı çalarken bulmuştum. Kapının açılması ve Batu'nun bedenimi kolları arasına sıkıca alması çok sürmemişti.


"Geri zekâlı! Geri zekâlısın kızım sen! Korkudan geberdim burada."


Bedenim Batu'nun bedeninden ayrılırken bir süre bakışları üzerimde gezindi. Daha sonra bir elimden tutarak etrafımda yavaşça döndürdü.


"Ne bu hal?"


"Uzun hikaye. Görkem nerede?"


Batu eliyle içeriyi işaret etti.


"Bahar'la kahvaltı hazırlıyorlar. Geç hadi."


Başımı sallayarak salona adımladım. Çantamı koltuğun kenarına bırakarak Görkem'e döndüm. Arkası dönük masayı düzenliyordu.


"Ablacığım?"


Sesimle hızla bakışları bedenime dönerken oyalanmadan gelip kollarım arasında yerini aldı.


"Abla! İyi misin?"


"İyiyim bir tanem. Dün İçin çok üzgünüm... Ama söz bir dahaki gelişinde yanından ayrılmayacağım."


Görkem kollarımın arasından çıktıktan sonra kocaman gülümsemesini sunmuştu gözlerime.


"Sorun değil abla!"


Dudaklarımı Görkem'in ipeksi saçlarına bastırdıktan sonra hep birlikte masada yerimizi almıştık. Pek sohbetli geçmeyen sessiz bir kahvaltının ardından Görkemle oradan ayrılıp kendi evimize ulaşmıştık. Kendi evimiz diyordum çünkü bana ait olan ne varsa ona ve tüm sevdiklerime aitti...Şimdi ise Görkemle film izlemek üzere Mısır patlatıyordum. En azından bunu ona borçluydum. Titreyen telefonumu tezgahtan alarak ekranı açtım. Mesaj Elif'ten geliyordu. Ona saatler önce verdiğim cevabın ardından yeniden mesaj atmıştı.


Adel: Saat beşte buluşabilir miyiz?


Elif: Olur canım. Yine Sedef kafede buluşalım öyleyse. Uygun mu?


Adel: Uygun kuzum. O zaman beşte görüşürüz.


Telefonu elimden bırakmadan Elif yeniden mesaj atmıştı.


Elif: Görüşürüz.


Telefonu tezgaha bırakıp rahat bir nefesi dudaklarımdan bıraktım. Bugün bir dönüm noktasıydı. Bugün o zarftan çıkacak sonuç Ya ölümümle Ya da yeniden doğumumla sonuçlanacaktı. Her şey bir kağıt parçasında yazılı bir kaç kelimeye bağlıydı. Heyecanımın yanı sıra korkuyla sarsılmıştı ruhum. Bir ihtimaller silsilesiyle düşüncelerimde boğuluyordum. Eymen Barlas'ın oğluysa ne yapacaktım? Ya da... Eymen'in babası Barlas değilse, o zaman ne yapacaktım? Nasıl kalkardım bunun altından? Barlas'a öylece yıllardır babalık yaptığı çocuğun aslında çocuğu olmadığını nasıl söyleyebilirdim? Başımı iki yana sallarken düşüncelerimin tutsaklığından kurtulup önümdeki boş kaseye patlamış olan mısırları doldurdum. İki büyük bardak meyve suyu ve iki kase mısırla salona döndüm. Görkem gözleri televizyonun ekranında sanki çok önemli bir görevdeymiş gibi ciddiyetle filmlere bakıyordu.


"Film seçtin mi?"


Derken koltuğun önündeki sehpaya elimdeki tepsiyi bırakarak bedenimi koltuğa attım.


"Evet! Shrek nasıl?"


"Bayılırım!"


Diyerek hevesle Görkem'in filmi başlatmasını bekledim ve Mısır kasesini elime alarak geriye yaslandım. Film başlamıştı ancak kafamın içinde dönüp duran binlerce ihtimal zihnime veda etmek bilmemişti. Sürekli dönüp duruyordu kafamın içinde. Her cümle 'ya' ile başlıyordu, 'ne yapacaktım' gibi gibi sorularla sonlanıyordu. Eymen çok özel bir çocuktu ve babasına verdiği değer kör bir insanın bile yalnızca ses tonundan anlayabileceği türdendi. Barlas'ın da Eymen'den farklı olduğunu düşünmüyordum. İster istemez bu gördüklerim onları ayırmaya çalışan kötü bir insan olup olmadığımı sorgulatıyordu bana. Belki de öyleydim. Eymen'in onun oğlu olmasını istemeyen kötü bir insandım. Bencildeydi evet biliyorum! Ona aşıktım ve aşkımız için her şeyi yapmaya hazırdım. Bu beni kötü bir insan yapsa bile... Görkem'le saatlerce film izlemiştik. Dur durak bilmeden üç seriyi de art arda izlemiştik. Sonrası hızlı gelişen zaman dilimiydi. Görkem'le hazırlanmış arabada yerimizi almış ve havaalanına gitmek üzere yola çıkmıştık. Yol boyunca ona bir daha geleceğinde yapacaklarımız hakkında çeşitli sözler vermiştim ve o da en yakın zamanda yeniden geleceğini söylemişti. Araba durduğunda ikimizde inerek arabanın önüne geçtik. Kollarımı sıkıca Görkem'e sardığımda gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.


"Kendine iyi bak bir tanem... annemi aramayı unutma olur mu? Sen indiğinde seni alacaklardır. Seni seviyorum."


"Bende seni seviyorum abla. Kendine iyi bak, ben yine geleceğim."


"Gel bir tanem, sen hep gel."


Derken dudaklarımı Görkem'in saçlarına bastırdım. Bedenlerimiz ayrılırken Görkem bir iki adım atarak bedenimden uzaklaştı ve el sallamaya başladı. Titrek bir nefes eşliğinde elimi havaya kaldırarak sallamaya başladım. Gülümsemem buruktu bir o kadarda içten... Görkem tamamen gözden kayboluncaya kadar arkasından gülümseyerek takip etmiştim adımlarını. Ve sonunda tamamen gözden kaybolduğunda başımı gökyüzüne çevirdim. Derin derin nefesleri ciğerlerime doldurduktan sonra tek tük olan göz yaşlarımı ellerimle silerek arabaya yeniden bindim. Ve beklemeden Batu'yu arayarak kulaklığımı kulağıma yerleştirdim.


"Maviş? Görko gitti mi?"


"Gitti Batu. Bende şimdi Elif'in yanına gidiyorum."


"Yoksa..."


Derken Batu'nun nefesini tuttuğunu hissetmiştim.


"Evet Batu, evet... sonuç geldi."


"Adel..."


"Tek yapmaya gücüm yok Batu. O zarfı tek başıma açamam, yapamam..."


Batu derin bir nefes verdi en sonunda.


"Zarfı aldıktan sonra sahile gel maviş."


Başımı salladım. Bu işi birlikte yapmamız en sağlıklısıydı. Gözlerim saate dönerken saatin 16.45 olduğunu fark ederek bir kez daha dudaklarımı araladım.


"Yedide sahildeyim Batu."


"Tamam maviş. İyi şanslar..."


Kulaklığımı kulağımdan atarak yan koltuğa bıraktım ve tüm dikkatimi yolda tutmaya çalıştım. Heyecandan avuç içlerim terliyordu, gözbebeklerim hatta kirpiklerim bile titriyordu. Kafeye ulaşarak arabayı park ettiğimde zorlukla arabadan indim. Üzerimdeki mont soğuk havaya rağmen ağır geliyordu. Terliyordum ama titriyordum da. Adımlarımı yavaş yavaş kafenin kapısından attığımda cam kenarında olan masa ve masada kahvesini yudumlayan Elif gözlerime takılmıştı. Dudaklarıma titrek bir gülümseme kondurarak Elif'in oturduğu masaya ilerledim. Elif'in beni gördüğünde yüzü aydınlanırken hızla ayaklandı ve bedenimi sevgiyle sarmaladı. Hiç beklemeden sarılışına büyük bir istekle karşılık verdim... Elif altı aydır hayatımda olmasına rağmen gitmesini hiç istemediğim türden bir arkadaştı. Bilirsiniz, bazı insanlar size sanki senelerdir birlikteymişsiniz gibi hissettirir. Öyle ki bu bahsettiğim insanların bir özelliği de, aylarca görüşmeseniz bile aynı samimiyeti yakalıyor oluşlarıdır.


"Hoş geldin bebeğim."


Dediğinde kolları arasından çıkıp karşısındaki sandalyeye bedenimi bıraktım.


"Hoş buldum."


Elif önündeki beyaz zarfı önüme doğru ittirdi. Gözlerim zarfa giderken anlamsızca doluyordu. Kalbim birazdan göğüs kafesimi parçalara ayıracakmış gibiydi. Sonucun ne olmasını istediğimi bilmiyordum. Çıkan sonuç karşısında nasıl hissedeceğim, ne düşüneceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu sonuç negatifse mi yanacaktı canım, pozitifse mi? Bir okyanusun ortasında olduğunuzu hayal edin. Kıyıyı nereden bakarsanız bakın göremiyorsunuz. Ne tarafa yüzeceğiniz hakkında en ufak bir fikriniz bile yok. Nereye yüzerseniz yüzün sanki o göremediğiniz kıyıdan gittikçe daha da uzaklaştığınızı hissediyorsunuz. Tıpkı böyle bir histi içimdeki. öyle çaresiz öyle sonsuz...


"Açmayacak mısın?"


Zarftan bahsediyordu.


"Teşekkür ederim Elif. Her şey için... Bu zarfı bir arkadaşımla açacağız."


Derken zarfı özenle çantamın içine yerleştirdim. Elif'le o andan sonra sadece normal konular hakkında sohbet ettik. Hava durumu, sokak hayvanları, akşam yemeğinde ne pişireceğimiz gibi oldukça gündelik konulardan. Sonrasında çantamdaki zarfla birlikte Elif'ten ayrılıp arabamda yerimi alarak yola çıkmıştım. Bu anlattıklarım iki saat içinde gerçekleşti. Şimdi ise radyomdan gelen kısık müzikle kararmaya başlayan havada sahile doğru yaklaşıyordum. Sahilin otoparkına girdiğimde arabamı uygun bir yere park ederek hızla indim ve bedenimi karşılayan soğuk hava dalgasının talihsiz bir kurbanı oldum. Montumun kapüşonunu başıma geçirerek ellerimi ceplerime yerleştirdim. Muğla'nın kışı buysa İstanbul'da havanın içler acısı olduğundan şüphem yoktu. Batu'yla her zaman buluştuğumuz kumsala ulaştığımda geçen seferki oturduğumuz yerde yaktığı ateşin başında ellerini ısıttığını fark ederek olduğu yere doğru ilerledim. Ateş yakmak Harika bir fikirdi en azından donmaktan kurtulmuştuk. Batu'nun yanına ulaştığımda Bedenimi Batu'nun yanına bırakarak cebimden çıkarttığım ellerimi ateşin ısıtmasını bekledim.


"Şükür be güzelim. Meraktan çatlayacağım. Hadi açalım şu zarfı."


Gözlerim bir anlık Batu'yla aramızda bulunan poşete kaydığında çatık kaşlarla poşeti işaret ederek dudaklarımı araladım.


"Bu ne?"


"Lahmacun aldım. Konuşurken yeriz fena acıktım."


"Cidden mi? Batu ya! Böyle bir konuyu lahmacun yerken mi konuşacağız?"


Batu ellerini ovuşturarak benim gibi ateşe mesafe bırakıp üzerine tuttu.


"Açım kızım ne yapayım? Lahmacun alıyoruz yaranamıyoruz arkadaş, hale bak."


"Neyse neyse hadi artık."


Çantamdan beyaz zarfı çıkartarak Batu'yla aramızdaki boşluğa bıraktım.


"Ne oldu? Açsana..."


"Batu..."


Dudaklarımdan fısıltıdan başka bir şey çıkmadı. Size yemin ederim kalbim dışarı çıkmak için hiç bu kadar çırpınmamıştı. Bir an gözlerim kumsalın geldiğim yönüne doğru kaydığında anlamsızca bakmıştım boşluğa. Kimse yoktu ancak bir huzursuzluk bedenimi sarmalamıştı sebepsizce.


"Maviş? Bir şey mi oldu?"


Batu'ya dönerek başımı iki yana salladım.


"Hiç. Hiç bir şey olmadı!"


"Tamam güzelim sakin ol. Ben açacağım tamam mı?"


Başımı sallayarak gözlerimi sıkıca kapattım. Yanan ateşin seslerine hışırtıyla açılan zarfın sesi eklenirken nefesimi tuttum. Alnımdan terler süzüldüğünü hissediyordum.


"Adel..."


Yalnızca bir dakika sonra Batu'nun anlamlandıramadığım sesi kulaklarımda yankılandı. Gözümü açmamakla ısrarcıydım.


"Örnek A ve ö-örnek B kişilerinin DNA'ları %99,9 uyumsuzdur, sonuç negatif..."


Negatif... %99,9 uyumsuz... Defalarca kulaklarımda yankılandı. Sıkıca kapattığım gözlerimi yavaş yavaş açarken sağ gözümden bir damla yaş süzülüverdi.


"Adel! Barlas'ın oğlu değilmiş! Çocuk Barlas'tan değil!"


"Yıkılacak..."


Gibi bir kelime dudaklarımdan benden habersiz çoktan dökülmüştü. Batu'nun mutlu ifadesi yüzünde donarken kaşları çatılmıştı.


"Ne?"


"B-Barlas yıkılacak..."


Ve yeni bir fısıltı. Batu kuvvetli bir nefes vererek bedenimi bedenine döndürdü.


"Salaklaşmasana kızım! Biz ne için uğraşıyoruz? Bak Barlas'ın değilmiş çocuk. Madem yıkılacak sende yeniden inşa edeceksin Adel. Sen defalarca yıkılırken kimse seni düşünmedi anladın mı? Ve ayrıca Barlas yalan bir hayat yaşamaktansa doğru olanı bilip yıkılmayı tercih eder. Sen tanımıyor musun kızım onu?"


"Eski Barlas'ı tanıyorum ben Batu. Bunu değil... Kesinlikle değil!"


Batu başını iki yana sallayarak sıkıntıyla iç çekti ve aramızdaki içinde lahmacun olduğunu bildiğim poşeti açarak kese kağıdına sarılı lahmacunların birini benim önüme diğerini kendi önüne aldı.


"Asıl her şey yeni başlıyor."


Derken ayranımı açıp önüme bıraktı.


"A planı Barlas'ı takip etmek ve B planı sahtekar Yelda'yı takip etmek. Ve bu arada Barlas'a kendini hatırlatmaya çalışacaksın. Olacak Adel. Her şeyi ortaya çıkartacağız. Bir süre sessizliğimizi koruyalım. En azından yılbaşına kadar bu yaşadıklarımızı sindirmek en iyisi olacak. Sonrasına bakarız anlaştık mı?"


Başımı salladım. Batu haklıydı her söylediğinde. verdiği her fikir gayet mantıklıydı.


"Aferin! şimdi güzelim lahmacunlarımızı gömelim sonrada yavaştan uzarız. Unutma savaşçı, artık bir savaşın tam ortasındayız ve bu savaşı kazanmaktan başka bir seçeneğimiz yok."


"Evet yok".


"İşte böyle!"


Dedikten hemen sonra lahmacunundan koca bir ısırık aldı. Ellerim önümdeki lahmacunla buluşurken midemin guruldadığını hissederek lahmacunumdan koca bir ısırık alıp açlıktan ağlayan mideme hızla gönderdim. Batu'yla lahmacunlarımızı yedikten sonra yanan ateşi özenle söndürüp eve dönmüştük. Şimdi ise evdeki tüm işlerimi hallettikten sonra bedenimi yatağımla buluşturmuştum. Yarın okula dönmem gerekiyordu. Hem bana da iyi gelecekti. En azından evde kendi kendimi yemeyecektim. Kucağımdaki Sirius'un mırıltılarıyla gözlerim yavaşça kapandı. Ve kulaklarımda aynı cümle tüm gece yankılanmaya devam etti. %99,9 uyumsuz...


***


Hayatımız verdiğimiz savaşlarımız kadar vardı. Bebeklikten başlayan savaşlarımız giderek büyüyor ve ömrümüzü tüketene kadar durmadan devam ediyordu. Savaşamazsak hayatta kalamazdık. Hayallerimiz, umutlarımız, isteklerimiz karşısında kanımızın son damlasına kadar savaşmalıydık. Ben Adel Rana Arın. Bir savaşçı olarak doğmuştum. Önce sevgisiz, şiddet dolu bir aileyle savaşmıştım. Sonra verdiğim kayıplarla savaşmıştım Başıma bir silah doğrulttuğumda olmuştu, o silahtaki kurşun olduğumda. Bir zamanlar hayattaki tek aşkım tarafından gökyüzünün en parlak yıldızı ilan edilmiştim. Ve şimdi, evet tam şimdi parlama zamanıydı. Parlamamı istemeyen herkesi ışığımla kör etme zamanımdı. Bu benim yıldızlarla verdiğim savaşın hikâyesiydi ve ben artık parlaklığımla diğer bütün yıldızları söndürmeye hazırdım. En sonunda yanıp kül olacağımı bilsem bile...


"Öğretmenim kapı!"


Eymen... Yine o sona kalmıştı ve şimdi kapının çaldığını söylüyordu. Sonucu öğrenmemin üzerinden bir hafta geçmişti ve o günden beri durgun bir su gibi kendi halimde dalgalanmakla kalmıştım. Bugün ise bir okul gününü daha geride bırakmış ve Eymen'i teslim ettikten sonra evime gidecektim. Bir haftadır Eymen'i okuldan almaya Selim ya da Yelda geldiğinden Barlas'la görüşmem mümkün olmamıştı. Kapıyı açtığımda gözlerim günler sonra ilk kez tanıdık gözlerle buluştu. Tanıdık bir o kadarda yabancı gözlerle...


"Baba!"


Diyerek Barlas'ın kucağına atlayan Eymen'i izledim. Baba... Yutkundum, ne kadar zor olsa da bir şekilde yutkundum. Eymen Barlas'tan ayrılıp ayakkabılarıyla ilgilenirken gülümseyerek Barlas'a döndüm.


"Şey... o gece için-"


"Teşekkür edersin."


Hafifçe kıkırdadım.


"Sende rica edersin öyleyse."


Dudağının kenarıyla gülümserken başını salladı.


"Kıyafetlerini yıkadım ama evde unuttum İstersen bugün gelip alabilirsin. Yani şey! Dedim ya istersen..."


Cevap vermek yerine Eymen'in elinden tutup kapıdan çıkarak gözden kaybolduklarında nefesimi dışarı vererek içeriye döndüm. Her yeri kontrol ettikten sonra montumu giyip çantamı aldım ve okuldan ayrıldım. Arabaya bindiğimde kulaklıklarımı kulaklarıma yerleştirerek Batu'yu aradım. Batu, Bahar ve Güneş dün gece İstanbul'a Demir abi ve Aslı ablanın yanına gitmişlerdi. Ne kadar gitmek istesem de okulu daha fazla boşlayamayacağım için gitmemiştim.


"Alo! Fıstık n'aber?"


Gülümseyerek arabayı çalıştırdım.


"İyilik Batuş senden n'aber? Herkes iyi mi?"


"İyi iyi! Her şey yolunda maviş."


"Harika! Herkese selam söyle. En kısa zamanda bende geleceğim!"


"Eyvallah! Kapat hadi kızım ağlıyor."


"İyi hadi öp Güneş'imi benim için."


Telefon Güneş'in ağlama sesleriyle kapanırken gülümsedim. Radyonun sesini biraz daha yükselttiğimde tanıdık şarkı tüm melodisiyle kulaklarıma ulaştı


"Öyle bir taht yaptım ki sana. Kimsenin gücü yok yerin almaya. Kor denizden o gül dudağın. Söyle şimdi kimden yana. Gönlün var mı bende sarmaşık. Yol mu karmaşık her neyse. Alıştık belki aşk bu sırnaşık. Öldür dersin ölmez de..."


Kulaklarıma değen tanıdık şarkı gülümsetmişti bunca derdin arasında. Yol boyu aynı şarkıyı dinlemiştim. Aynı şarkı defalarca kulaklarımda yankılandı. İçimde bir sıkıntı vardı. Evimi şimdilik es geçerek arabayı sahile yönelttim. Sahilde iki saat yürüdükten ve bir filtre kahve içip rahatladıktan sonra arabama geri dönüp evime giden yollarda ilerlemiştim. Ve sonunda evin önüne ulaştım. Arabamı evin biraz gerisine park ettikten sonra gözlerim evin etrafındaki kalabalıkta takılı kalmıştı. Afallayarak gözlerimi anlamsız kalabalıkta gezdirdim. Ne oluyordu? Evimin önünde neredeyse otuz kişi vardı ve evime bakıyorlardı... Dumanlar yükselen evime... Telaşla arabadan ineceğim sırada telefonumdan yükselen bildirim sesiyle olduğum yerde kaldım. Ellerim öyle çok titremişti ki telefonu alana kadar zar zor tutabilmiştim elimde. Ve mesaj bilinmeyen bir numaradan gönderilmişti. Aynen şöyle bir cümleydi okuduğum.


"Bu yalnızca bir uyarı. Adel Rana Arın, ateş olayım derken küle döneceksin."


Telefonu koltuğa fırlatarak arabadan inip göz yaşları içinde Evimi seyreden kalabalığa karıştım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken yangın yerine dönen evime baktım. Göz yaşlarım yanaklarımdan süzülürken dudaklarımdan tek bir kelime döküldü. O kelime benim önümdeki yangın yerine bir saniye bile düşünmeden dalmama sebep oldu.


"Sirius..."


Bedenimi tutmaya çalışan insanlardan sıyrılarak bir kolumu yüzüme siper ettim ve alevlerin arasına hızla girdim. Bu eve taşındığım ilk gün yeni hayatım demiştim. Altı ay sonra yanacağından habersiz hevesle doldurmuştum kitaplığımın raflarını. Fotoğrafları özenle yerleştirmiştim. En çokta Sirius'un bir kez olsun uğramadığı yatağını evin en güzel köşesine yerleştirmek keyif vermişti. Yanıyordu, Anılarım fotoğraflarım yanıyordu. Bazen kalbiniz öyle bir yerden yara alırdı ki ne yara bandı tutardı ne de kendiliğinden kapanırdı yarası. Kalbinizdeki o derin yarayı ömrünüzün sonuna kadar taşımanız gerekirdi ve o yara her dokunduğunuzda sızlardı. Aynı şiddetiyle... Kolumu başıma siper etmeyi sürdürdüm. Bir yandan öksürüyor bir yandan Sirius'un adını haykırıyordum. Saatler gibi geçen dakikaların sonunda Sirius'un korku dolu sesi kulaklarıma acı acı doldu. Hızla ateşin düşmek üzere olduğu masaya ilerleyerek altında korkudan titreyen kedimi kollarımın arasına aldım. Nefes alamıyordum artık. Ciğerlerim fazladan bir nefes daha kabul etmiyordu. Dumanla dolmuştu içim. Tek yapabildiğim yere yığılırken kollarımı kucağımdaki minik bedene siper etmek olmuştu. Baygın değildim ancak bayılmama ramak kalmıştı. Tek yaptığım öksürmekti. Belki de ölüyordum. Belki de son nefeslerdi zorlukla ciğerlerime dolan nefesler. Ne diyordu mesajda ateş olayım derken küle döneceksin. Belki de haklıydı. Artık ateş değil kül oluyordum.


"Adel!"


Bu ses kulaklarıma yanmayı kabul ettiğim ilk dakika doldu. Ses defalarca ismimi tekrarladı. Dumanlar içinde bedenime ulaşmaya çalıştı. Ve sonra ses sahibiyle kısık gözlerimi buldu. Üstü başı is olmuş saçları dağılmış bir Barlas Korhan.... Evet sesin sahibi Barlas'tı. Yanıma eğilerek denizde yaptığı gibi saçlarımı yüzümden arındırıp bedenimi kucağıma aldı. Şiddetli öksürükleri kulaklarıma dolarken dudaklarımı zar zor aralayabildim.


"Sirius..."


Diyebilmiştim yalnızca. Kucağındaki bedenimin üzerinde mırıldayan kedime son kalan gücümle sarıldığımda Barlas ikimizin bedenini de var gücüyle kavradı. Ev yavaş yavaş küle dönmek üzereydi ve yangın evin yıkılmasına sebep olacaktı. Tam kapı eşiğinden çıkmış dış kapıya ulaşacağımız sırada tavandan bize doğru alevlenen bir ahşap odun parçası üstümüze doğru gelmeye başladı. gözlerimi sıkıca kaparken Sirius'u bedenimle iyice yasladım ve tutuşan odun parçasının üzerime gelip beni küle çevirmesini bekledim. beklediğimin aksine Kulaklarıma Barlas'ın acı dolu kuvvetli iniltisi dolmuştu. Korkuyla gözlerimi açtığımda gözlerim, üzerimize eğilip yanan odunun sırtından sekip yere düşmesine izin veren Barlas'ı bulmuştu. Canı acımıştı... Göz yaşlarım gözlerimden süzülmeyi sürdürürken sonunda gelen itfaiye ve ambulans sirenlerinin sesleri kulaklarımızda çınladı.


"Barlas..."


Diye fısıldamıştım dışarıya attığımız ilk adımda.


"Adel! İyisin... Bir şey yok çıktık tamam mı?"


"Barlas..."


"Şşt buradayım. İyisin her şey yolunda."


Nefesim öyle tıkanıktı ki...


"K-Kıyafetlerini veremedim... Y-Yandılar..."


O an kendimde bile hissetmiyordum. Sanki dudaklarım benden izinsiz hareketleniyordu.


"Ya sende yansaydın?"


Demişti ve ardından bedenimi neredeyse koşar adım bir sedyeye yatırmıştı. Başıma üşüşen hemşireler beni hızla bir hava makinasına bağlamaya çalışıyorlardı. Dudaklarımdan tekrar eden cümleyi duymadıklarını düşünerek tekrarladım.


"O yaralandı..."


Bu cümle ambulansa binene kadar belki de onuncu kez dudaklarımdan dökülmüştü ama sesim öyle kısıktı ki kendi kulaklarıma bile zorlukla ulaşıyordu.


Bir süre hava makinesine bağlı kaldım. sonra yerimden doğrulup sedyeden kalktım ve tutuşmuş olan evimi görebileceğim bir şekilde ambulansın içinde oturdum. Etrafta bir kargaşa hakimdi. Herkes bir yerlere koşturuyordu. Göz yaşlarım sessiz sessiz yanaklarımdan dökülmeyi sürdürüyordu. Gözlerim yalnızca yangını sönmüş, kül olmuş evimdeydi. Üzerimi örten mavi bir battaniye vardı. Her tarafım is içindeydi. Kucağımda titreyen Sirius, yanımda sessizce oturup benim gibi sönmüş, paramparça olmuş evi izleyen Barlas duruyordu. İçimde kopan çığlıklar tüm bu sesleri öyle güzel susturuyordu ki artık bu gürültüler kulaklarıma fısıltı olarak ulaşıyordu. Yaşadığım her şeyi bir dönüm noktası olarak kabul edebilirdim evet. peki ya bu neydi? Evim, anılarım, fotoğraflarım, bana dair her şey yanıp kül olmuştu. Bu bir dönümden çok bir bitiş gibiydi. Çıkmaz sokaktı, sonlanıştı... Her bitiş bir başlangıçtır derler. Şimdi nasıl bir başlangıç yapacaktım? Bu savaşta yakmayı planlarken birden yanmıştım. Neredeyse küle dönecektim. Ya şimdi? İçimdeki ateş yeter miydi yakmaya? Yanmadan yakmayı başarabilir miydim? Belki de... Tek bildiğim denemeye değer olmasıydı. Ve önce kendime ardından size bir söz veriyorum tam şimdi. Gözümden düşen bir damla yaşı umursamadan vereceğim size bu sözü. Ben Adel Rana Arın, beni yakmaya çalışan herkesi yakacaktım. Kül olmaya niyetim yoktu. Ben ateş olacaktım. Ateşin ta kendisi. Ve bana değenler tutuşup kül olacaklardı. Biz bu savaşın külleri değildik. Biz bu savaşın küle çevirenleriydik. Unutmayın ki yakmak için elinizde bir ateş tutmak yetmezdi. Yakmak istiyorsanız önce ateşin kendisi olmalıydınız. Kendiniz yanmadan kimseyi yakamazdınız. Yeterince yanmıştık biz. Çok yanmıştık ve sıra bizdeydi. Küllerimizden doğup ateş olacak ve her yeri yangın yerine çevirecektik. Asıl yangın şimdi başlıyordu. Gördüğünüz bu yangın yeri içimizdeki yangın yeriyle savaşamazdı. İçimizdeki yangın her ateşten büyük her ateşten kudretliydi. Ben hazırdım. Yakmaya, kül etmeye hazırdım. Ya siz, ateş olmaya, yakmaya hazır mıydınız?


BÖLÜM SONU

Loading...
0%