@peteichor_
|
Her şeyin fazlası bir şekilde zarar veriyordu. Fazla sevmek kalbi yoruyordu hiç sevmemek kalbi unutturuyordu. Fazla ağlamak gözleri yakıyordu hiç ağlamamak duyguları köreltiyordu. KAYIP GEZEGEN 11. BÖLÜM: 'NEDEN?' Bir şeyler yıkılmadan yenisini inşa edemiyordunuz. Bir şeyleri söndürmek istiyorsanız işe yakmaktan başlamalıydınız. Göz yaşlarınızı akıtmadan gülmenin değerini anlayamazdınız. Acıkmadan doyamazdınız. Unutmadan hatırlayamazdınız. Şimdi karşımda bir itfaiye ekibi, söndürdüğü yangının benim hayatım olduğundan habersiz tüm gücüyle yanan alevi söndürüyordu. Onlar için her zamanki rutinleriydi yanan yerleri söndürmek. Halbuki onların söndürdükleri bu kez benim yanan anılarımdı. Bir saat. Bir dakika gözümü kırpmadan itfaiyelerin güç bela söndürdüğü evimi izlemiştim. Göz yaşlarım yanaklarımdan sessizce bırakıyorlardı kendilerini. Bir saatin sonunda aramızdaki sessizliği Barlas'ın sesi bozmuştu. "Hadi gidiyoruz." Barlas ayaklanarak kendi üzerindeki mavi battaniyeyi ambulansın içinde bıraktı. Daha sonra kucağımdaki Sirius'u kendi kucağına aldı. Tek koluyla sıkıca sardı gri tüylü kedimi. "N-Nereye?" Barlas boşta kalan eliyle çenesini sertçe ovdu "Sahildeki evime. Bu halde ne yapmayı planlıyordun?" Çaresizce sağ elimi kaldırarak göz yaşlarımı sildim ve üzerimdeki battaniyeyi bırakarak ayağa kalktım. Barlas çoktan önümden geçip gitmişti. Haklıydı... Ne yapmayı planlıyordum? Nereye gitmeyi? Ömrümün sonuna kadar burada kül olmuş evimi izlemeyi sürdüremezdim... Kesinlikle sürdüremezdim! "Hanımefendi! Bir dakika." Ambulansın içinden hemşirenin sesini duyduğumda olduğum yerde durarak gözlerimi ne yapmak istediğini anlamak İçin hemşirenin üzerinde gezdirdim. İlaçların arasında oyalandıktan sonra bir krem kutusuyla doğrularak kutuyu bana doğru uzattı. "Beyefendinin yarasına sabah akşam sürülecek." Başımı sallayarak kremi alıp cebime koydum ve çoktan bahçeden ayrılmış Barlas'ın ardından ilerlemeye başladım. Demek yarasına bakmışlardı... Barlas arabasının içindeydi ve bir kolu dışarı sarkıyordu. Elimle bir dakika beklemesini söyleyerek çantamı ve telefonumu almak üzere arabama adımladım. Telefonumu telaşla çantama bıraktıktan sonra Barlas'ın arabasına ilerleyerek sağ koltukta yerimi aldım. Arabanın motor sesi yükseldiğinde ise bir saniye bile beklemeden hızla uzaklaştı küle dönmüş evimden. Arka koltukta Sirius'un mırıltıları duyururken kısa bir süre için gözlerimi Sirius'la buluşturdum. Kısa mırıltısı gözlerimiz birleştiğinde kesilmişti. Barlas ciddiyetle yola dönükken kendimi tutamayarak dudaklarımı araladım. Onun bir karısı vardı. Yalancı bir karısı, ama vardı. Onun bir karısı vardı ve bu durum kalbimi az önce tutuşan evimden farksız kılıyordu. "Karın kızmasın." Dediğimde gözlerini yoldan ayırma zahmetine bile girmemişti. "Kimse bana karışamaz Adel. Hiç kimse..." Cevap vermektense sessizliğimi koruyarak arkama yaslandım ve çokta uzun olmayan yolun bir an önce bitmesini bekledim. Bugün beni yakmak istemişlerdi. Bugün beni küle çevirmek istemişlerdi ama benim küle dönmeye hiç niyetim yoktu. Ben artık küle çeviren taraf olacaktım ve bunu herkes görecekti. Her şeyi ortaya çıkartacak ve ne var ne yoksa yakıp yıkacaktım. O mesajı gönderen her kimse evimi yakmakla kalmayacağından şüphem yoktu. Tabii o kişinin hayatımızı altüst eden kişiyle bir bağlantısı olduğuna da emin gibiydim. Ancak bu mesaj Batu gelinceye kadar rafa kaldırmaya karar verdim. "İn." Barlas'ın sesiyle dalgınlıkla etrafı inceledim. O günkü gibi bir garajın içindeydik. İn dedikten hemen sonra kendi inerek arka koltukla mırıldayan Sirius'a kollarını sardı. Ardından indiğimde önden yürümeyi tercih etti. Evin arka tarafındaydık. Beş dakika içinde evin arından dolanıp Barlas'ın anahtarıyla açtığı kapıdan içeriye girmiştik. Barlas'ın yere bıraktığı Sirius tedirgince etrafı incelerken Çaresizce olduğum yerde durdum. Şu an mutlu olmam mı gerekiyordu? Sevdiğim adamın yanındaydım ve ne yaparsam yapayım istesem de böyle bir fırsat yakalayamazdım. Şimdi neden sevinemiyordum o halde? "İstediğin kadar kal. Ben çok uğramam buraya." Başımı salladım. Barlas başıyla yukarıyı işaret etti. "Duş almak istersen banyoda ikinci rafta havlular var. Ve dolabımdan rahat edebileceğin bir şeyler bul." Başımı sallayarak adımlarımı merdivenlere yönelttim. Bu kez kendim çıkmıştım Merdivenleri. ılık bir duş aldım, saçlarımı havluya sardım, Barlas'ın dolabından bulduğum siyah kazağı ve siyah eşofmanı giydim. Aşağı indim ve Barlas'ın yaktığı şöminenin karşısına Barlas'ın yanında oturdum. Bir süre sessizce yanan ateşi izledik. Tutuşan odunları dinledik. Sonra Barlas hiç bir şey söylemeden yanımdan kalktı. Bacaklarımı kendime çekip tutuşan odunları izlemeyi sürdürdüm. Tıpkı kalbim gibi yanıyorlardı. Kalbimin son beş yıldır çıkarttığı atış sesiyle aynıydı. Kalbimin yandığını ses benzerliğiyle daha kolay anlayabildim. Batu bir hafta sonra dönecekti ve o dönünceye kadar ona bu durumdan bahsetmeyecektim. Bahsedersem orada ölüp biteceğini farkındaydım. Benim alevlerin arasında kalma ihtimalim onu da gerçekdışı bir alevin içine çekecekti bunu biliyordum. Ve bu kez yanarken onu da peşimden sürükleyip yanmasına sebep olmayacaktım. Döndüğünde Yalnızca evin yandığını öğrenecekti. Barlas yarım saatin sonunda saçları ıslak bir şekilde giyindiği temiz kıyafetlerle dönmüş elindeki iki kupayı orta sehpaya bırakmıştı. Filtre kahve kokusu burnuma dolarken huzurla gülümsedim. Kırmızı kupayı parmaklarımla buluştururken onunda mavi kupayı dudaklarıyla buluşturmasını izledim. Önümüz tamamen cam olduğundan nadir yağan yağmurun hızlanmak üzere başladığını izleyebiliyorduk. Bugün yağmur ne dans etmemiz için yağıyordu ne de altında yürümemiz için. Bu gün yağmur yanan anılarımı söndürmek için yağıyordu. Şimdilik yavaş ve temkinliydi ancak her an sağanağa dönecek gibi bir havası vardı. O an zihnim çok farklı bir merakla kalbimin kasılmasını sağladı. Barlas beni yeni tanıyordu. En azından o beni yeni tanıyordu. Benim için gecenin bir vakti buz gibi bir suya atlamıştı. Herkes alevlerin içine atılan bedenimi seyrederken o ardımdan alevlere atmıştı bedenini. Neden demek istiyordum. Neden... Bunu sormak için neredeyse yarım saat bekledim. Yağmur hala aynı hızında yağarken bitmiş kahve kupamı sehpaya bıraktım ve bu rahatsız edici sessizliği bölmek üzere titreyen dudaklarımı araladım. "Barlas... İkinci kez hayatımı kurtardın. B-Ben bilmiyorum..." Derken ayağa kalkmış elleri cebinde cama dönmüştü tamamen. Konuşmama onun gibi ayakta devam ettim. "Sen neden yaptın? Neden alevlerin içine girdin?" Her kelimemde yüzü biraz daha geriliyordu yeterince gergin değilmiş gibi. "Kimim ben senin için? Neyimde kendini alevlerin arasına attın. Herkes gibi dışarıdan izleyebilecekken neden-" Sinirle ellerini saçlarına geçirdi. Daha fazla dayanamıyormuş gibiydi. "Bilmiyorum! Bilmiyorum! Siktiğimin kalbi sürekli sana çekiliyor! Neden bilmiyorum! Anlamıyorum! Ne var biliyor musun? Senin içeriye girdiğini söylediklerinde bir saniye bile düşünmedim o yangına dalarken, ne yaptığımın farkında bile değildim! Belki yanacaktım umurumda olmadı! Neden? Kimsin ki sen? Nereden çıktın? Ben seni yanmaktan kurtardım ama şimdi sen beni yakıyorsun! Sikeyim ya! İlk defa göğsümde varlığını hissediyorum bu kalbin! Ne saçma! İki günlük kadın için... Ben evliyim ve... Allah kahretsin!" Koltuğa sert bir tekme savurduğunda zihnimden yalnızca bir cümle geçiyordu 'iki günlük kadın için' Aynı cümle defalarca tekrarlarken göz yaşlarım kapanan gözlerimden usul usul dökülüyordu. Sevdiğim, senelerce beklediğim, ilk ve tek aşkım olan adam beni unuttuğu yetmezmiş gibi iki günlük bir kadın olduğumu yüzüme sertçe çarpmıştı. O an öyle sarsılmıştım öyle yaralanmıştım ki Barlas'ın çıktığını bile fark edememiştim. Yalnızca sertçe kapanan kapı yankılanmıştı kulaklarımda. Hepsi bu... O an bir cesaretle göz yaşlarımı sertçe silip, sertçe kapanan kapının ardından neredeyse koşarak çıktım. İşte yağmur o andan itibaren başladı hızlanmaya. Tam o andan... O an ne yaptığımın bilincinde bile değildim. Barlas hızla bomboş sahil yolunda ilerlerken arkasından ona ulaşarak kolunu sertçe kavradım. Ve ayak parmak uçlarımdan yükselerek dudaklarımı olabildiğince sertçe Barlas'ın dudaklarına bastırdım. dudaklarımızı ıslatan hızlanan yağmur muydu yoksa göz yaşlarım mıydı bilmiyordum. Dudaklarım hareket etmedi. Yalnızca dudaklarının üzerinde asılı kaldı. Biz birimizi öpmüyorduk. Yalnızca hissediyorduk. Bir kaç dakika sonra Barlas sertçe bedenini bedenimden ayırdı ve kollarımı sertçe sardı elleriyle. Alınlarımız bir birine milimetrik yakınlıktayken dudaklarını zorlukla araladı. "Bir daha sakın..." Dedi yalnızca ve sertçe tuttuğu kollarımı bırakarak yeniden titreyen bedenime arkasını döndü. ve adımlarını bir az öncekinden daha hızlı atmaya başladı. Dayanamayarak seslendim yeniden. "Beş sene önce neredeydin Barlas?!" Durdu. Elleri yumruk şeklindeydi. Adımlarımı hızlandırarak önüne geçtim. "Cevap ver! Neredeydin?" Gözlerinin dolduğunu onca yağmura rağmen bir şekilde fark ettim. Size yemin ederim gözleri dolmuştu. Ve sonra onu durduramayacağım bir hızla bedenimden uzaklaştı. Ne ben denedim ona bir kez daha gitmeyi ne de o bana geri döndü. O gitti ben kaldım. O giderken gidişini izledim. Ben ağladım, bulutlar ağladı. Belki o da... O da ağladı... dizlerimin üzerine bırakıverdim kendimi. Hıçkıra hıçkıra dakikalarca ağladım. Eve döndüğümde sırılsıklamdım. Yeniden üzerimi değiştirdim. Saçlarımı havluyla sardım yine... Ve sönmek bilmeyen şöminenin yanına ilerledim. Sirius kendini hatırlatmak istercesine gri tüylerini bacaklarımda gezdirip durdu. Sirius'u kucaklayarak cam kenarından iki minder aldım ve şöminenin önüne koydum. Koltuktaki gri battaniyeyi aldım. Birde yastığı. Elime aldığım telefonumdan müzik listeme girdim. Ve yatak haline getirdiğim minderlere Sirius kucağımdayken onunla birlikte uzandım. Kulaklarım tanıdık şarkı sözleriyle dolup taştı. Göz kapaklarım uyumak için değil karanlık istediği için kapandı. Karanlık için yanan şömineyi söndürmekte bir seçenekti ama ben içinde bulunduğum yeri değil zihnimi karartmak istiyordum. "Ah, ne tatlı sözler hazırladım kim bilir kaç aydır. Kimse seni dinlemiyorken konuşmak kolaydırKafamda durmadan bağırıp çağıran bir yabancının sesi. Yüzümde kocaman, yalandan bir antidepresan gülümsemesi..." Size bir sır vereyim mi? Bir şarkıyı dinlemek için yalnızca kulaklarınıza ihtiyacınız yoktu. Asıl ihtiyacınız olan kalbinizdi. Bir şarkıyı kalbinizle dinlemeden anlayamazdınız. Anlayamadığınız her bir şarkı ise gürültü kirliliğinden ibaret olurdu. Ve şu an bu şarkıyı dinlemek için sadece kalbimi kullandığımı hissediyordum. "Böyle gitme n'olur. Böyle gitme n'olur. "Biraz yanımda otur" diyemedim. Başımı yaslasaydım omzuna, ağlasaydım. Öpüp koklasaydım, yapamadım. Yapmadım, utandım..." Biraz yanımda otur, diyemedim... Diyemedim... O gitti ben arkasından baktım. Gitme deseydim belki bir şeyler farklı olurdu diye düşünen tarafımı o zaten gidecekti diyen tarafım susturdu. Kalmak isteyen dudaklarımdan çıkacak basit kelimelerle ilgilenmezdi neticede. İnsan bir şeyi yapmak istediğinde hiç bir şeyle ilgilenmezdi. O şeyi yapardı... "Sen bana bakma parçalı bulutluyum, sen mutluysan ben mutluyum. Eski iyi bir dostum yalnızca bu gece, nasıl olsa. Kafamda durmadan bağırıp çağıran bir yabancının sesi. Yüzümde kocaman, yalandan bir antidepresan gülümsemesi..." Her şarkıda aynı gözler geliyorsa gözlerinizin önüne. Her sözü anlamlı kılan bir şeyler varsa, birisi... Oydu. Gerçek aşkınız oydu. Ve tek aşkınız. Uyudum. Uyuya kaldım. Dinlediğim belki de onuncu şarkıydı uykuya dalmamı sağlayan. Ama oldu işte uyudum. Tüm yaşananlara rağmen yastığa başımı koyarak, göz kapaklarımı kapatarak dünyanın en basit uğraşıymış gibi uykuya daldım. yarını düşünmedim ,biraz sonra ne olacağını da. Hatta gece göreceğim onlarca kabusu bile umursamadım... Uyudum... *** Sabah gözlerimi uyuduğum zeminden çok daha rahat bir zeminde açtım. Zemin... Rahat zemin? Hızla doğrularak etrafıma baktım. Bir yatağın üzerindeydim. Barlas'ın yatağının üzerinde... Yerimden kalkarak merdivenlere ilerledim. Gayet acelesizdim çünkü bugünü yalnızca yapacaklarımı planlayarak geçirmek istiyordum. Artık bir evim yoktu. Kendime ait kıyafetim... Aslında bir tokam bile yoktu! Şu an kurumuş saçlarımı mandal bir tokayla toplamak öyle muhteşem olurdu ki! Ama yoktu... Mutfağa adımladığımda açlıktan kusacakmış gibi hissettim. Mutfağa girdim ve.... Tezgahın üzerinde altıya yakın tıka basa dolu market poşetleriyle karşılaştım. Bir kaç günden çok bir kaç yıllık alışveriş yapılmış gibiydi. Dudaklarımda ki buruk gülümseme yerini korurken poşetlerin hepsini yerleştirdim. Poşetin birinden yalnızca on kiloluk kısırlaştırılmış bir kedi maması çıkmıştı. Sirius'u ihmal etmemişti...Çok değil bir saat içinde poşetteki her şey yerli yerindeydi. Şimdi ise hazırladığım kahvaltılıkları masaya diziyordum. Yaptığım omlet tavasını da masaya bıraktığımda oturmak üzereyken kapıdan duyduğum seslerle olduğum yerde durdum. Gelen Barlas olmalıydı... Benim için alışveriş yapan, beni yatağına taşıyan ve saçımdaki havluyu çıkartıp saçlarımı serbest bırakan aynı zamanda dün kalbimi yerden yere vuran Barlas Korhan... Mutfağa girdiğinde etrafı çatık kaşlarıyla inceledikten sonra bakışları en sonunda gözlerimle kesişti. Başını aşağı yukarı hafifçe salladı. Sanki dün yaşananlardan sonra zihni bulanmış gibiydi. Gözlerimin içine tam anlamıyla bakamıyordu bile. Belki de dün yaşananları unutmak istiyordu. İstediğini vermek için tüm soğuk kanlılığımla dudaklarımı araladım. "Günaydın!" Derken sesimin enerjik çıkmasını umuyordum. Sanki dün hiç bir şey yaşanmamış gibi davranacaktım. Onun istediği gibi... Sandalyeye otururken elimle karşımdaki sandalyeyi gösterdim. "Kahvaltı etmek ister misin? Hem... Fazla hazırlamıştım zaten." Cevabını karşıma oturarak vermişti. Birlikte on dakikaya yakın sessiz bir kahvaltı ettik. Dakikalar sonra Oturturken sandalyeye bıraktığı ceketini alıp çıkmaya yelteneceği sırada aklıma yarasına sabah akşam krem sürmem gerektiği geldi ve telaşla ayaklandım. "Barlas! Bekle dur! biraz salona geçer misin? hemen geleceğim." Kaşları çatıkken başını sallayarak mutfaktan çıktı. O mutfaktan çıkarken benimde adımlarım dış kapıyı buldu. Kapının oradaki dolabın üzerine gelişi güzel bıraktığım krem kutusunu hızla alarak yanına döndüm. Ne zaman bıraktığımı, nasıl bıraktığımı bile hatırlamazken bir anda oraya bıraktığımı hatırlamıştım! Şaka gibiydi ama kafayı yemiş hissediyordum. Ya da her an yiyecekmiş gibi... "Yarana sürülecekmiş. Sabah akşam... İzin verir misin?" Gözleri elimdeki kremde ve gözlerimde bir kaç saniye mekik dokudu ve en sonunda oldukça yavaş bir şekilde başını sallayarak kazağını sıyırmasını beklediğim sırada tamamen çıkarttı. Daha sonra sırtını tamamıyla gözlerimin önüne serdi. Kalbim titredi, içim gitti. Öyle bir gitti ki bir daha geri gelmeyeceğine emin gibiydim. Sırtı... Boydan boya derin bir yanık iziyle kaplanmıştı. Sevdiğiniz birinin canı yandığında sizin de canınızın yandığını söylerlerdi. Bunca yıllık ömrümde bunun tamamıyla duygusal bir kaç kelimeden ibaret olduğuna inandım. Başkasının çektiği fiziksel bir acıyı bedenimizde hissedebileceğimiz şu ana kadar aklımın ucundan geçmeyen bir ihtimaldi. Ama tam şu an tüm vücudumun cayır cayır yandığını hissediyordum. "Barlas..." "Sadece sür." Titrek bir nefesi dudaklarımdan bırakırken ellerimin de titrediğini krem kutusunu açarken fark ettim. Kremden bir miktar parmağıma sıkmak bile zaman almıştı. Bir süre ellerimi oldukça hafif bir şekilde yarasında gezdirdim. kremi iyice yedirene kadar ellerim sırtından ayrılmadı. Dokunuşlarım varla yok arası gibiyse de canının yandığını yalnızca yarasına bakarak öngörebiliyordum. "B-Bitti..." Dediğimde ağır ağır bana doğru döndürdü bedenini. Bakışları dolan gözlerimde gezerken yumuşaktı. Yumuşacıktı... "Acıdı mı?" Diye sordum zorlukla. Alacağım cevap karşısında ne yapacağımı bile bilmiyordum. "Acımadı." Sesi netti ve bu netlik içimi merakla doldurmuştu. "Hiç mi?" Emin olmak istiyordum. En azından bilmek... "Hiç acımadı." Sesindeki netlik bir an için rahatlatmıştı tüm bedenimi. Gevşediğimi hissettim... Gülümsedim. Yanımdan kalkarken bir yandan da kazağını üstüne geçiriyordu. "Gidiyor musun?" Başını salladı. "Yine uğrarım. En azından ben gelene kadar hayatta ve sağlıklı kalmayı dene. Görüşürüz." Dudaklarımı birbirine bastırma nedenim tamamen kahkaha atmak istediğimdendi. Sanırım hak verebilirdim ona. Beni önce boğulmaktan sonra da yanmaktan kurtarmıştı. Onsuz hayatta kalamayacağımı düşünmesi pekte garip karşılanmamalıydı. Barlas gittikten sonra mutfağa döndüm. Her yeri topladım. Sonra oturup düşüncelerimin arasında boğulmayı reddederek Barlas'ın dolabından bulduğum ince tişörtü üzerime geçirdim ve bana eşofman gibi olan şortlarından birini alıp belimden düşmesine engel olacak kadar sıkı bir şekilde iplerinden bağladım. Saçım için de Barlas'ın çalışma masasından bulduğum bir kalemi kullandım. Ve hazırdım. Neye mi? Temizlik yapmaya! Belki de delirdiğimi düşünüyordunuz... Kafayı yediğimi. Ama hayır! Kafayı yemedim. Kesinlikle sağlıklıyım. Bir gece önce evimin yanması, Barlas'ı öpmeye çalışmam, gitmesine izin vermem gibi pürüzler temizlik yapmam için bir engel teşkil etmiyordu. Neredeyse akşama kadar evin altını üstüne getirdim. Her yeri detaylıca toplayıp temizledim. En sonunda mutfağa girip Barlas'ın aldıklarıyla çeşit çeşit yemek yaptım. On kişiye yetecek kadar büyük bir masa kurdum. Daha sonra Sirius'la oynadım. Ona Barlas'ın özenle seçtiği kısır kedi mamasından koca bir kase doldurdum. İştahla ve severek yedi. Tüm gün peşimde dolanması beni zorlamaktansa mutlu etti, güç verdi. Şimdi ise hazırlamış olduğum masaya, çeşit çeşit yiyeceklere gülümseyerek bakıyordum. Gün içinde tabii bundan sonra ne yapacağım hakkında da fikir yürütme zamanı bulabilmiştim. Kalbimi paramparça edecek bir karar vermiştim. Ve en acısı da verdiğim kararı uygulamaktan başka çarem olmayışıydı. Bir kaç ay önce yıllarca birikim yaparak aldığım arabayı satacaktım... Sonrasında yavaş yavaş yeni eşyalar alacak bir ev kiralayacak ve yeni kıyafetler alacaktım. Plan basitti. Gayet basit... Zor olan bu kararı verebilmekti. O araba benim emeklerimdi, hayalimdi, çabamdı... Şimdi ondan ayrılmak zorundayım... Buna mecburum. Zihnim o arabayı aldığım günün anısıyla titredi. 9 Ay Önce; "Bu nasıl Maviş?" Batu'nun gösterdiği mavi renk bir Hyundai i10'du. Burun kırıştırdım. Hayallerimdeki araba kesinlikle bu değildi! "Kıza bak ya? Sanki Tofaş gösterdik, o nasıl surat ifadesi kızım?" Omuz silkerek arabaların etrafında gezmeyi sürdürdüm. Yaklaşık bir aydır galeri galeri geziyor ve kendime uygun bir araba arıyordum. Araba parasını biriktirebilmek için senelerdir çalışıyordum ve karşılığını en güzel şekilde almak istiyordum. Alacağım araba benim için sıradan bir araba olmayacaktı. Ona her baktığımda dört tekerlekli bir demir parçasından ziyade verdiğim onlarca çabayı görecektim. Saatler gibi gelen dakikaların ardından bir arabanın önünde durdum. Cansız bir şeyle bağ kurulabileceğine inanmıyordum ama şu an önümde duran Batu'nun gösterdiği arabanın aynısı fakat grisi olan arabaya bakarak gülümsedim. "Hayda! Irkçı mısın kızım sen? Aynısı işte!" "Bu olsun! Bunu istiyorum!" "Manyaksın sen! Deli deli. Neyse tamam bu olsun madem. Sonunda karar verdin! Hadi hayırlı olsun maviş kız!" Gülümseyerek kollarımı Batu'nun boynuna sardım. Uzun zaman sonra öyle mutluydum ki... Tamamen bana ait bir şey vardı artık. Yalnızca benim olan... Dolan gözlerimi kırpıştırırken zihnime dolan anıları reddedercesine başımı iki yana salladım. Mecburdum... Hayatımı yeniden kurabilmek için buna mecburdum. Yarın ilk işim arabamı resimleriyle satış yapabilmek için bir siteye yüklemek olacaktı. Banka hesabımda bir miktar birikmiş param olsa da bir evi yeniden kurmak için oldukça yetersiz kalırdı. "Adel?" Barlas'ın sesiyle bakışlarımı dalgınlıkla kapıya çevirdim. Şaşkınca mutfak masasının üzerindeki yemeklere bakıyordu. "Efendim?" Deyiverdim sanki masa da duran onlarca yemeği yapmam normalmiş gibi. "Zor doyuyorsun herhalde. Bu kadar yemeği kim yiyecek?" Hevesle gülümsedim. "Biz! Biz yiyeceğiz!" "Hepsini?" Ellerimi birbirine vururken kendimden oldukça emin duruyordum. "Kesinlikle!" Barlas dudaklarını birbirine bastırarak teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. Onu ilk defa böyle şey görüyordum... Kendi gibi... "Bu kadar yemeği bir arada ilk defa görüyorum. Bu yemekler bir haftada ancak biter." "Olsun bizde çok yeriz gel hadi!" Barlas ceketini sabah yaptığı gibi sandalyeye bırakarak karşıma oturdu. Neredeyse yarım saat çatlayana kadar yedik. Her şeyden biraz yememize rağmen öyle çok yemiştik ki! Beş senedir ilk defa bu kadar yediğimden hiç şüphem yoktu! Barlas ayaklanırken yeniden ceketini aldı. Tıpkı sabah yaptığı gibi... "Ben aslında... Sadece sana bakmaya geldim. Bugün Eymen'le boyama yapmak için söz verdim. Yemekler için..." "Rica ederim. Önce kremini sürsem? Yani eğer sende istersen-" "Salondayım." Derken elinde tuttuğu ceketiyle mutfak kapısından çıktı. Ardından bende ilerlediğimde sabah yaşananlar bir kez daha tekrarlandı. Titreyen parmaklarım kremle buluşarak Barlas'ın yarasında bir süre gezindi. O sırada gözlerimde dolmayı ihmal etmiyordu. Kalp atışlarım yarasına her baktığımda mümkünmüş gibi daha da hızlanarak göğüs kafesimi zorluyordu. Ve bedenim yarasını ilk gördüğüm andaki gibi cayır cayır yanmaya başlamıştı... Sonrası bildiğiniz gibi. Kremi sürmeyi tamamlamamın ardından Barlas yeniden kazağını giyerek ceketiyle ayaklandı ve "Görüşürüz." Diyerek önce salondan ardından evden ayrıldı. Onsuz ev oldukça boş ve sessiz gelmişti. O sanki hep vardı ve yokluğu fark ediliyordu. Oysaki o yoktu. Beş yıldır yoktu ve hiç olmamıştı. Ve ben olmayan birinin yokluğunu, suskun birinin gürültüsünü, Varken de konuşmayan birinin sohbetini özlemiştim. Oluyordu. Bazen hiç var olmayan birinin yokluğu yakabilirdi canınızı. Bazen sessiz birinin sessizliğini dinlemeyi özleyebilirdiniz. Mutfağı toplayıp şöminenin karşısında elimde tuttuğum bir kupayla geçmemin üzerinden yarım saat geçmişti. Kahvem hala sıcaktı. Yani en azından ılık sayılabilirdi. Kahvenin tadı ılıkken daha güzel geliyordu damağıma. Soğuyunca tadı kaçıyordu, fazla kaynarken dilimi yakıyordu. Her şeyin fazlası bir şekilde zarar veriyordu. Fazla sevmek kalbi yoruyordu hiç sevmemek kalbi unutturuyordu. Fazla ağlamak gözleri yakıyordu hiç ağlamamak duyguları köreltiyordu. Her şeyin fazlası zarardı. en sevdiğiniz müziği bile defalarca dinlemek zarardı çünkü bir süreden sonra hiç dinlememeye başlıyordunuz ve bir zamanlar en sevdiğiniz müzik olan o müzik kulaklarınızdan silinip gidiyordu... Düşüncelerimin arasında biten kahve kupamı mutfağa götürmeye bile halim kalmadığından öylece sehpada bırakıp kucağımdaki Sirius'la sabah veda ettiğim yatağa geri döndüm. Öyle yorgundum ki uyumam oldukça kısa sürmüştü. Yarın yeniden adım atacaktım. Önce kendime adım atmakla başlayacaktım. Kendi hayatımı yeniden kurmak için var gücümle çabalayacaktım. Batu gelene kadar şu bir hafta yeni hayatımı kurmaya harcayacaktım. Sonra Barlas vardı sırada. Sırada onun hayatını geri almak vardı. Ve ikimizin hayatını da geri aldığımda kimsenin gücü bir kez daha yakmaya yetmeyecekti... BÖLÜM SONU |
0% |