@peteichor_
|
"Ben onun kalbinin arkasına saklanmış görünmeyi bekleyen çaresiz bir ruhtum. Şu an karşısında gördüğü beden ise saklanmış ruhumun gölgesiydi. Ve o karşıma geçmiş bir gölgeye kim olduğunu soruyordu." KAYIP GEZEGEN 14. BÖLÜM: RUHUN GÖLGESİ İlk doğduğunda kimse kahkahalar atmazdı. Herkes ağlardı ama sebebini bilmezdik. Doğarken ağlamak... Hangisi daha acıydı? Doğarken ağlamak mı yaşarken ağlamak mı? Hangisinde daha büyüktü dertlerimiz? Hangisinde kalbimizin yarası daha derindi? Doğarken bedenimizin içinde atan küçücük bir kalple dünyaya geliyorduk. kalbimiz öyle küçüktü ki kimsenin kırmaya gücü yetmiyordu. Ama kalbimiz büyüdükçe... İşte o zaman kırılmaya başlıyordu ve o kalp kırıklarla büyümeye devam ettiğinde kalbimizin kırıkları da büyüyordu. Öyle büyüyordu ki küçültmeye yetmiyordu gücümüz. Ve unutmayın ki kırıkları genişletmek bir kalbi kırmaktan daha kolaydı. Küçücük bir yara aldığınız an kalbinizden, birinin en ufak darbesi o kalbin kırığını genişletirdi. Ve sonsuz döngü kalbiniz paramparça olana dek sürerdi. "Bize hiç bir şey yapmadılar sadece bizi en mutlak anlamdaki hiçliğin içerisine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhu üzerinde hiçlik kadar ağır bir baskı uygulayamaz." Oturduğum koltuğa iyice yayılırken vakit geçirmek için elime aldığım ince kitabın büyüsüyle kendimi satırlara bıraktım. Ta ki okuduğum son satırın ardından çalan telefonuma kadar. "Alo?" Diyerek açmıştım telefonu. Arayan şaşırılmayacağı üzere Batu'ydu. Bu akşam yapılacak olan yılbaşı partisi için muhtemelen çok fazla süslenmem gerektiğini ve asla geç kalmamam gerektiğini vurgulamak için aramıştı. Karşı taraftan gelen sesi bekledim, ve o sesin söyleyeceklerini dinlemeyi... "Neredesin kız?" "Evdeyim Batu." "Neden evdesin? Partiye iki saat kaldı kızım! Umarım çok fazla süslenmiş ve evden çıkmak üzeresindir." Kitabımın arasına ayraç yerleştirirken yayıldığım koltuktan doğrulmakla meşguldüm. "Daha hazırlanmadım bile." "Ne?" Yanaklarımı sıkıntıya şişirdim. Gözünde çok fazla büyütüyordu. "Bak arkadaşların da burada bir saate burada ol yoksa gelir eve sürükleyerek çıkartırım seni. Hale bak ya! Biz burada sabahtan beri koşturalım hanım efendi kıçını yayıp otursun. bu ne heyecansızlık kızım? kaldır çabuk kıçını yaydığın yerden!" Konuşmasıyla gözlerimi abartıyla devirirken takıldığım noktayla durdum. Arkadaşların demişti. Hafif çatık kaşlarla yeniden araladım dudaklarımı. "Arkadaşlarım kim?" "Vah vah iyice kafayı yedin sen. Elif ve sevgilisinden bahsediyorum." "Ha onlar!" Sabah kalktığımda Elif'le neredeyse bir saate yakın telefon konuşması yapmış ve ona partiden bahsetmiştim. Ve o da tabii Gökalp'le orada olacaklarını söylemişti. Tabii iki saat erken gelmelerini beklemiyordum. "Hadi çok konuşmada kalk hazırlan tembel teneke seni." Telefon yüzüme kapanırken şaşkınlıktan dudaklarım aralanmıştı. Başımı iki yana sallayarak oturduğum koltuğa tamamen veda ettikten sonra ağır adımlarla üst kata çıktım. Yatağımda başını patileriyle saklamış Sirius uyurken ona hafifçe tebessüm ederek dolabıma yöneldim. Bir kaç gün önce evimi kurduğum sırada bir mağazanın önünden geçerken gözüme bir elbise çarpmıştı. Elbise yere kadar uzanan, sırtında derin bir dekolte yer alan, gece mavisi bir elbiseydi. Tam ne giyeceğim hakkında hiç bir fikrimin olmadığı şu dakika o elbiseyi aldığım için kendime teşekkür ettim ve açtığım dolabın içinden ışıl ışıl parlayan elbisemi dışarıya çıkarttım. Elbiseye bakarken resmen gözlerimin parladığını hissetmiştim. Elbiseyi özenle yatağıma serdiğimde Sirius rahatsız olarak yatağımdan hızla kalktı. Elbiseden bakışlarımı çektikten sonra maşayı fişe takarak yeni makyaj malzemelerimi makyaj masama özenle dizdim. Bugün özenmeme sebep olan kesinlikle Barlas ve dün gece son attığı mesaj değildi. Kesinlikle! Maşa ısınırken saçlarımı geriye itmesi için taktığım tacımla aynaya yöneldim ve hafif ama şık bir makyaj yapmak üzere fırçalarımın yüzümde dans etmesine izi n verdim. Makyajıma ayırdığım on beş dakikanın sonunda sıra saçıma gelmişti ve vakit kaybetmeden kumral saçlarımı maşayla kıvırmaya başladım. Geçen dakikaların belik de bir iki saatlik zaman dilimin ardından tamamıyla hazır bir şekilde aynadaki bedenimi süzüyordum ki çalan kapıyla dikkatim aynadan aniden dağıldı. Bakışlarım kapıdayken vakit kaybetmeden üzerime aldığım ince ceket ve çantamla odamdan ayrıldım. Hali hazırda evden çıkacaktım ve her kim geldiyse gitmesi şarttı. Hazır bir halde kapıyı açtığımda karşımdaki smokinli beden avuç içlerimin terlemesine ve maskara yardımıyla kıvırdığım kirpiklerimin titremesine sebep oldu. Kaşımdaki beden gece mavisi elbisenin içindeki bedenimi baştan aşağı süzerken kaşları çatılmış dudakları aralanmıştı. Barlas Korhan siyahlar içinde karşımda duruyor yeşil gözleri, ormanların içinde kaybolmamı istercesine davetkar bakıyordu. Tebessümle şaşırmak arasında gidip gelen dudaklarım sesimi bulduğumda aralanmıştı. İçimden sonunda diye geçirdim. Bir an dilimin Lal olacağını düşünmüştüm. "B-Barlas?" Sesimin titremesi tamamen onu karşımda görmenin şaşkınlığından kaynaklanıyordu. "Araban olmadığı için birlikte gideriz diye düşündüm. İyi de düşünmüşüm. Bu halde taksiye binecektin birde." Son cümle dudaklarından fısıltı gibi çıkarken sanki bana hitaben değil kendisiyle konuşur gibi bir tonda söylemişti. "Anlamadım?" Dedim. Anlamıştım. "Yok bir şey. Burada dikilmeyeceğiz değil mi? Bildiğim kadarıyla parti başlamış olmalı." Barlas eliyle önden geçmem için işaret verirken haklı olduğunu düşünerek önünden adımladım. Tam bir iki atmışken topuklu ayakkabımın uzun eteğime dolanmasıyla neredeyse düşecekken Barlas'ın belimi kavrayan güçlü kollarıyla dengemi zar zor sağlayabilmiştim. Rezil oldum düşüncesiyle başımı iki yana sallayarak eteklerimi tek elimle topladım ve yürümeye devam ettim. "Az daha düşüyordum!" Diyerek kendimle dalga geçmeyi de ihmal etmemiştim. Dudaklarımdan çıkan hafif kıkırtı Barlas'ın dudaklarından dökülenlerle bıçak gibi kesilmişti. "Tutardım." Barlas'ın yemyeşil gözlerine döndüğümde deniz dalgalarının yemyeşil ormanlara çarpmasına izin verdim. Gözlerimiz bir aradayken zihnimi çalkalayan anılar aynı sözcüklerle zihnimde yer etti. Dibimde olan Barlas ona çarpıp dengemi kaybetmeme neden oldu. Ben tam düşecekken belimden tutup dengemi sağladığında duruşumu düzelttim. "Ne yapıyorsun sen! Düşüyordum." "Tutardım." Kamp günü. Barlas'la ayrılığımızın ardından Batu ve Güneş'in planladığı ve ikimizi de habersizce sürükledikleri kamp günü. Barlas'ı yeniden kazandığım kamp günü. Güneş'i kazada kaybettiğim kamp günü... Gözlerimdeki yaşları geriye yollarken daldığım düşüncelerden çıplak koluma değen geniş elle sıyrıldım. Yeşil gözleri endişeyle parlıyordu. "İyi misin? Daldın..." "İyiyim. Gidelim m?" Sesimi oldukça normal tutmaya çalışmıştım. O gün bir kardeş kaybettiğim gündü. Belki de... Benim yüzümdendi. Barlas'la benim yüzümden... Bizim için geldikleri kamptan bir kişi eksilerek dönmüşlerdi. Barlas'ın sağ koltuğunda yerimi alırken düşüncelerimi aklımdan sıyırıp atmaya çalışıyordum. En azından bugün zamanı değildi. Radyoda çalan şarkıyla gözlerim şarkıda takılı kaldı. "Feryadım bazen bir şarkı. Bazen de göğsümde sancı. Anlatmam, zaten duymazlar. Öp dilimde kan tadı var..." Dedublüman... Ve şarkının radyoda çalmasını sağlayan yanımda Oturan Barlas Korhan'dı. Tıpkı benim açtığım Çağan Şengül şarkıları gibi... Birlikte dilediğimiz, dans ettiğimiz Çağan Şengül şarkıları gibi... Konser bileti alıp gelmediği Çağan Şengül şarkıları gibi... Merakla dudaklarımı araladım. "Dedublüman ha? Sever misin?" "Severim." Gülümseyerek başımı cama çevirdim. Belki de gidemediğimiz Çağan Şengül konserini dedublümanla kapatabilirdik. Kim bilir? Müzik yavaş yavaş sonlanırken iki üç müzik daha geride kalmış ve araba kafenin önünde durmuştu. Eteğimi dikkatle toparlayarak sağ koltuktan ayrıldım ve Barlas'ın arabasını kilitleyip yanıma adımlamadınız bekledim. Barlas yanıma adımladığında birlikte kafeye adımlamıştık. Batu ilk ben girdiğimde beni görmüş ve hızla dudaklarını aralamıştı. "Kızım nerede- Hayda..." Son fısıldadığı kelimeden Barlas'ı arkamda görmesini anlayabilmiştim. Barlas başıyla Batu'ya selam verdikten sonra boş olan masalardan birine bedenini bırakarak sahneye döndü. Bugün partiden dolayı sahnenin arkasında ufak çaplı bir orkestra vardı ve biz yalnızca şarkı söyleyecektik. Batu elini sahneye çıkarak aşağı doğru uzattıktan sonra geniş avucuna elimi bırakarak beni sahneye çekmesine izin verdim. Dengemi kurduktan hemen sonra ise sahneye dönmüştük. Batu parti konuşması yapmak üzere sahneye döndü. "Hepiniz hoş geldiniz! Yalnızca üç gün sonra yeni yıla giriyoruz ve bu kutlanmaya değer! Yeni yıl şimdiden hepinize şans getirsin. Sizi seviyoruz! Bugün ilerleyen saatlerde ufak sürprizlerle eğlenceye sizi de dahil edeceğiz. Şimdilik iyi sehirler!" Herkesten bir alkış sesi yükselirken gülümseyerek Batu'ya döndüm. İlerleyen saatler için planını sormamıştım ancak çok güzel bir program hazırladığına emindim. Herkes önündeki içecekleri yudumlarken Batu kulaklarıma eğildi. Ve hangi şarkıyla başlayacağımızı fısıldayarak doğruldu. "Bir bahar akşamı, sen diye öldüm ben. Son gülü soldurup, kalbime gömdüm ben." Batu ilk kısmı sakince söylerken ikinci kısımda dahil olabilmiştim Yalın'ın çok sevdiğim o şarkısına. "Aşk diye öldüm ben, aşk diye öldüm ben. Bir bahar akşamı, sen diye öldüm ben. İsmini susturup, maziye gömdüm ben. Aşk diye öldüm ben, aşk diye öldüm ben." Bu kısmı Batu yalnızca bana bırakırken diğer kısımda ikimizin de sesi dahil olmuştu şarkıya ve tabii dinleyicilerin ritim tutan alkışları... "Hani bu dağların ardından, güneş doğmayacaktı? Hani bundan başka şehir de, barış olmayacaktı? Sana sarıldığım an, yağmur duracaktı, Sana sarıldığım an, yağmur duracaktı." Şarkının devamını aynı enerjiyle söyledikten sonra alkış sesleri mümkünmüş gibi daha fazla yükseldi. Gülümseyerek Batu'yla el ele verip seyircilere karşı eğilerek onları selamladık. Batu'yla söylediğimiz bir kaç şarkıdan sonra Batu yeniden seyircilere döndü. "Evet sevgili konuklar! Şimdi sıra sizde! Aranızda dolaşacak olan garsona isimlerinizi vereceksiniz ve bizde burada kura çekeceğiz. Kurada çıkan isim istediği şarkıyı bize sunacak. Lütfen çekinmeyin! Burada hep birlikteyiz kimsenin kimse den çekinmesine gerek yok." Batu'nun fikriyle gülümsedim. Herkesi dahil ediyordu sahnemize. İki garson neredeyse on dakika içinde herkesin ismini toplayıp küçük kağıtlara yazmış ve bir kavanozla elimize tutuşturmuştu. İlk ismi çeken Batu olmuştu. Selin adında bir kızın ismi çıktığında alkışlar eşliğinde sahneye adımlamış ve heyecanla şarkısına başlamıştı. Bir saate yakın beş - altı kişi sahne almış ve herkes oldukça keyiflenmişti. Şimdi ise sahnede Elif ve Gökalp vardı. Gülümseyerek birbirlerine bakıyorlardı. Gökalp arkadaki orkestraya bir şeyler söyleyince oturduğum sandalyede dikleşerek sahneye dikkat kesildim. Seyircileri sahneye almaya başladıktan sonra sahneden inip öndeki bizim için ayrılmış masaya Batu'yla kurulmuş, sahneyi izliyorduk. Söylemeye başladıkları şarkının tanıdıklığıyla dudaklımda bir tebessüm oluştu. Arnavut kaldırımları... Şarkının nakarat kısmında hafifçe arkamı dönerek bizim çaprazımızda olan o masaya döndüm. Kaçamak bakışlarım zaten bizim masaya dönük olan Barlas'la buluşurken panikle gözlerimi kaçırdım. Ama bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. "Öpsem bebek gözlerinden, çok ağlatırlar. Sarsam seni kollarımdan, bir gün alırlar. Sevsem seni doyasıya yıpratırlar. Bir sürü kuru gürültü, parçalar sevgimizi ey kader." Kulaklarımda yankılanan hoş müzik gözlerimi Barlas'ın üzerine itse de zar zor duruyordum. Şarkı tamamlanırken alkışların arasına kendi alkışlarımı da katarak gülümsedim. Elif ve Gökalp gülümseyerek birbirlerine sarıldıklarında Gökalp Elif'in elini elleri arasına alıp sahneden dikkatle indi. Batu onlardan sonra sahneye adımlayarak kavanozun içinde kalan diğer kağıtlardan bir tane daha çıkartarak şarkı söyleyecek yeni ismin sahneye adımlamasını sağladı. İki üç kişi daha sahnede keyifli vakit geçirdikten sonra son bir kaç kağıt arasında Batu parmaklarını kavanozda gezdirmeye başladı. En sonunda kavanozdan çıkarttığı kağıdı sesli okudu. "Barlas! Seni sahneye alabilir miyiz?" Batu'nun sesi sonlara doğru titremişti. Tıpkı Barlas'ın adını duyduğunda titreyen kalbim gibi. Barlas'a dönen bakışlar eşliğinde Barlas çatık kaşlarıyla gözlerime baktı. Gözleri çok kararsız bakıyordu. Tereddütlüydü, ona sıcacık gülümseyerek çıkması İçin güç vermek istercesine gözlerinin içine baktım. Gözlerim gözlerinin derinlerine dalarken Barlas'ın gözlerindeki yumuşamaya şahit oldum. Sahneye yavaş adımlarla ulaştığında arkadaki orkestraya yeniden çatılan kaşlarıyla bir kaç kelime fısıldayıp sahneye döndü. Mikrofonunu kendine göre ayarlayarak bakışlarını bakışlarımla buluşturdu ve dudakları çalan orkestraya karışmak üzere aralandı. "Çile kokladım karanfil niyetine. Sabrı okşadım zorladım sen diye. Baktım dünyaya senin gözünle. Hep savaş, hep yıkım, ateşler içinde." Gözlerimin öyle içine bakıyordu ki. Mavi gözlerim yeşillerinde kaybolmuştu sanki. Bir orman bir denizi kaybetmeyi başarmıştı. Derin denizler yemyeşil ormanlarda kaybolmuştu. Onlara yenilmişti... Nakarat kısmında gözlerime mümkünmüş gibi daha da derin baktı. "Mavi mavi gözlerinde hep sitem mi var? Yoksa insan sevdiğine böyle mi bakar? Mavi mavi gözlerinde top tüfek mi var? Böyle haksız bir savaştan kim galip çıkar?" Nefesi kesilmişti. Yutkunmak istiyor ancak yutkunamıyordum. Heyecandan tependen tırnağa tir tir titriyordum. Gece mavisi elbise bir anda dar gelmeye başlamıştı. Yeşil ormanların ortasında sıkışıp kalmıştım sanki. Etrafım açıktı koşsam kaçacak gibiydim ama ne ben kaçıyordum o ne çıkartıyordu kafasını boğulmamak İçin daldığı denizden. O denizin içinde giderek daha da derine iniyor, ben kaybolduğum ormanlarda daha da kaybolup derin bir çıkmaza giriyorum. Söylediği şarkının ağırlığında ezildiğimi hissediyordum. Mavi gözlerime hitaben söylediği şarkı, gözlerine değen gözlerimden sicim sicim akıttığım göz yaşlarına sebep oldu. Şarkı tamamlanırken göz yaşlarım arasında kocaman gülümseyip seslice yutkundum ve avuç içlerimin acımasını umursamadan kuvvetle alkışladım. Kimeydi o şarkı sevgilim? Kimin mavi gözlerineydi? Yoksa insan sevdiğine böyle mi bakar derken neyi kast ettin? Nasıl bakıyordu gözlerim gözlerine? Özlem'den başka ne görüyordun mavilerimde? Göz yaşlarımın hızlanacağını anladığımda hızlıca eteğimi tek elimde toplayarak lavaboya ilerledim. Kendime gelmeye nefes almaya ihtiyacım vardı. Bir kaç dakika o ormanlardan uzaklaşmaya... İhtiyacım vardı. Aynada gözlerimle kesişen gözlerimin kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Mutluluktan mı ağlamıştım? Hüzünden mi? Sevgiden mi ağlamıştım? Sevgisizlikten mi? Korkudan mıydı kalp atışlarımın bangır bangır duyulan sesi, heyecandan mı? Gözlerimi iki elimle silerek dudaklarıma bir tebessüm yerleştirdim. Dikkat çekmek istemesem de biraz önce göz yaşlarım arasında buraya kapanmam oldukça dikkat çekici olmuştu. Eteklerimi tek elimle toplarken bir anda açılan kapıdan giren bedenle olduğum yerde kaldım. Kapıyı kilitleyip gözlerime dönmüştü. Barlas Korhan karşımda çatık kaşlarla gözlerime bakıyordu. "Kimsin sen?" Demişti. Bana bu soruyu onlarca kez sormuştu. Hiç bunun üzerine düşündüğünüz oldu mu? Kimdim ben? Kimdik biz? Karşımdaki Barlas Korhan'dı. İlk ve tek aşkım olan o adam. Ya ben kimdim? İnsan karşısındakini dakikalar içinde bile tanıyabiliyorken bir ömür bedeninin içindeki o ruhu nasıl tanıyamıyordu? Kendimizi tanımak neden zordu herkesi kolayca tanıyabiliyorken? Biri karışınıza çıkıp sen kimsin dese vereceğiniz cevap ne olurdu? Bir hiç.. Bedenimize saklanmış, ömrünü orada geçirmiş bir ruhu tanıyamamak büyük bir haksızlık değil miydi ona? Halbuki tanıyamadığımız o ruh herkes gitse de terk etmiyordu bizi. Bizi terk eden, yaralayan, Parçalayan herkesi bir şekilde tanıyan kalbimizin, bizi bir kez olsun yalnız bırakmayan, kırıp dökmeyen sadık ruhumuzu tanımaya gücü yetmiyordu. Yeşilleri gözlerime bakmaya devam ediyordu. Ne demeliydim ona? Belki de önce kendi sorusuna kendi cevap vermeliydi. Kendini hatırlaması beni hatırlamasıydı. Kendini tanıması beni tanımasıydı. Çünkü ben onun kalbinin arkasına saklanmış görünmeyi bekleyen çaresiz bir ruhtum. Şu an karşısında gördüğü beden ise saklanmış ruhumun gölgesiydi. Ve o karşıma geçmiş bir gölgeye kim olduğunu soruyordu. "Ya sen? Sen kimsin Barlas?" Sesim umduğumdan daha güçlü, daha kendinden emin çıkmıştı. "Adel! Lafı çeviriyorsun sen kimsin cevap ver! O gün sen..." Düşünür gibiydi o günü. Ama hangi günü? "Ne? Hangi gün?" "Eymen'i alamaya geldiğimde seni tanıdığımı söyledin. Sinir krizi geçirdin. Doğru muydu? Seni tanıyor muyum?" Güldüm. Hatta fazlasını yaptım ve kahkaha attım. "Beni tanıyıp tanımadığını bilmiyor musun?" "Allah kahretsin ki bilmiyorum! Seni daha önce görmedim! Tanımıyorum! İsmini bile duymadım Adel! Ama o gözlerin aksini iddia ettiriyor bana! Seni tanıdığımı söylüyor! Bu gözleri nasıl olurda daha önce görmemiş olabilirim!" Çıldırmış gibi bağırıyordu. Kafayı yemiş gibiydi. "Belki de tanıyorsundur! Belki de ismimi duymuşsundur! Düşün Barlas Korhan! Sadece düşün!" "Düşünmek mi? Gözlerinin gözlerimin önünden gittiği bir an var mı sanıyorsun sen!" Sessizliğimi korurken bir adım üzerime attığında bir adım geriledim. Sırtım soğuk duvarla buluşurken avuçlarımın terlediğini hissediyordum. "Kimsin sen Adel?" Ve yeniden aynı soru... Ve sonra Barlas çatık kaşlarla gözlerini dudaklarımla gözlerim arasında gezdirdi. En sonunda aralanan dudaklarım kendini zorladı sesini bulabilmek için. "Ben-" "Siktir et." Barlas'ın fısıltısı dudaklarıma çarptıktan hemen sonra dudaklarıma kapanan dudaklarıyla olduğum yere çakılı kalmıştım. Dudaklarından gelen hafif alkol tadı ve hiç silinmeyen mentol tadı dudaklarıma buluşurken dudaklarım benden habersiz büyük bir istekle karşılık verdi dudaklarına. Öyle şiddetle öpüyordu ki dudaklarımı sanki... Sanki dudaklarımla kavga ediyor gibiydi. Beni hatırlamamasının hesabını dudaklarıma soruyordu. Suçu olmayan dudaklarıma... Elleri yanaklarımı sararken benim kollarımda Barlas'ın boynunda yerini almıştı. Öpüşü yavaş yavaş sonlanırken alnını alnıma yaslayarak dudaklarımdan bıraktığım nefesleri kendi dudaklarına hapsetti. İkimizde nefes nefese kalmıştık. "Sana çekiliyorum ve buna engel olamıyorum." Fısıltısıyla nefesim titredi. Tir tir her bir uzvum titredi. Derin bir nefes alırken dudakları bir kez daha aralandı. "Ne var biliyor musun Adel? Buna engel olmak istemiyorum. Ben sana çekilmek istiyorum." Dudaklarım istemsizce sanki hem ona hem kendime hatırlatmak istercesine aralandı. "Evlisin..." "Evliyim." Diye tekrarladı. Alnı hala alnımdaydı. Hala nefeslerimiz birbirimizin dudaklarına çarpıyordu. "Oğlun var. "Oğlum var." Diye bir kez daha fısıldadı. "Barlas..." "Olamam." Barlas'ın fısıltısıyla Kaşlarım hafifçe çatıldı. "Ne?" "Seni tanıyor olamam. Gözlerini bir kez bile görmüş olamam. Eğer gözlerini bir kez görseydim, bir daha seni bırakmazdım Adel." sağ gözümden bir göz yaşı düşerken dudaklarımın titrediğini hissettim. Biraz önce Barlas'ın eziyet ettiği dudaklarımın... "Düşün Barlas. Yalnızca düşün. Belki de mecbur kalmışsındır... Belki de sen beni çok iyi tanıyorsundur." "Adel." "Sus... Sus Barlas. Yapma... Şimdi olmaz. Şu an olmaz... Yalnızca bekle." Alınlarımız bir aradayken Barlas'ın elleri saçlarıma karıştı." "Neyi bekleyeceğim?" "Zamanı geldiğinde... Kim olduğumu öğreneceksin." Kapı gürültüyle vurulduğunda Barlas'la bedenlerimiz ayrılmıştı. İkimizin de gözleri gürültüyle vurulan kapıdaydı. "Adel!" Batu'nun sesi. Aslına bakarsanız tam zamanında! Ona her şeyi anlatamazdım. Şimdi olmazdı. Önce ona bunun kimin yaptığını bulmalıydım. Nasıl yaptığını... Her şeyi öğrenmeden ona kendimi açamazdım. Anlatamazdım gerçekleri. "Geliyorum!" Diye seslendim kapıya doğru. Barlas gözlerini gözlerimden kaçırarak hızlı adımlarla kapıya ulaşıp açtığı kapıdan hızla çıktı. Arkasında darmadağın bir enkaz bırakarak. Barlas Korhan az önce beni öpmüştü. Her şeye herkese rağmen. Oğlu olmayan oğluna rağmen, sahtekar karısına rağmen... Beni her şeye rağmen öpmüştü... Barlas'ın arkasından aynada yüzüme çekidüzen vererek oradan kaçar gibi ayrıldım. Bunun böyle olmaması gerekiyordu. Barlas'la her şey çözülmeden bu kadar yakın olmamam gerekiyordu. Kalbim onun yakınlığına dayanabilecek kadar güçlü değildi. Değildi... Ve ben güçsüz kalbimi çıkartıp Barlas Korhan'ın avucuna bırakalı beş yıl olmuştu. o geri vermek istediyse de ben geri almamıştım. Ve kalbim onun kalbinin gölgesinde küçülüp kalmıştı. Adımlarımı biraz daha hızlandırdığımda sonunda biraz önce kalkıp gittiğim masaya yeniden oturmuştum. "Sen ağlandın mı güzelim? İyi misin?" Batu endişeyle yüzümü inceliyordu. "Barlas beni öptü." Bunu burada, bu şekilde söylemeyi bende beklemiyordum ama inanın dudaklarım benden habersiz hareketlenmişti. "Ne yaptı ne yaptı?" "Beni öptü..." Bu kez sesim daha da kısılmıştı. "Yuh! Oldu olacak sevişseydiniz! Adel uzak dur şu adamdan. Her şeyi çözmeden olmaz güzelim. Sana kendini hatırlat derken adamla öpüş demedim. Adamın karısı var. Tamam belki gerçekten yok ama görünürde var. Başına bela edeceksin o sıçan karıyı." Başımı salladım. Haklıydı. Şu an Barlas'a yakın olmamam gerektiği kadar yakındım. Ama bir sorun vardı. Bende Barlas'a çekiliyordum. Tıpkı onun da bana çekildiği gibi... Engellenemez bir çekimdi. İki mıknatıs gibiydik ve yan yana geldiğimizde çekilmemek olanaksızdı. İki mıknatısı yan yana koyarsanız birbirlerini çekmemesi fizik kurallarına aykırıydı. İki mıknatıs her hâlükârda birbirini çekerdi, ayıramazdınız. Mıknatıslardan birini başka bir yere koyarsanız işte o zaman çekilemezlerdi birbirlerine. Yapmışlardı. Beş sene önce mıknatıslardan birini bir tahtanın yanına bırakmışlardı ve o mıknatıs tahtaya yapışmamıştı. çünkü mıknatıs bir tahtayla çekilemezdi. Mıknatıs bir mıknatısla çekilebilirdi. Metal bir parçayla... Ama bir tahtayla olmazdı.. "Batu... Çok canım yanıyor." "Bilmediğimi mi sanıyorsun? Sana söyledim. Sen benim maviş kızımsın. Kardeşimsin. Senin canın bir yanar, benimki bin yanar. Sen bir düşersin ben yere serilirim. Senin kalbin kırılır, benimki paramparça olur. O yüzden Adel sen düşersen ben, ben düşersem sen elini uzatacaksın ve biz düşmeyeceğiz. Bu kez onlar düşecek göreceksin. Sadece sabret güzelim. Bu haftayı atlatır atlatmaz önce Barlas'ı takip edeceğiz. En azından yeni hayatı hakkında bir şeyler öğrenebiliriz. Sonrada şeyi..." "Yelda'yı." Diyerek tamamladım cümlesini. Oldukça ses olmasına rağmen dip dibe olmamız avantaj sağlıyordu seslerimizin birebirlerimize ulaşması için. "Evet güzelim. Şimdi eğlenmene bak. Bir kaç saate toparlanır gideriz. Hadi asma yüzünü." Başımı sallayarak gülümsedim. Her derdimde yanımda dimdik duran dostuma, abime, kardeşime gülümsedim. Gülümsemem onunda dudaklarının da iki yana kıvrılmasına sebep olurken iki parmağıyla burnumu sıkıştırıp keyifle söylendi. "Aferin maviş kız." Yüzüm ekşirken zorlukla elinden kurtuldum. "Burnumu kopardın." "Sus kız abiye of denmez." Gözlerimi devirirken bir yandan da gülüyordum. "Of demedim zaten?" "Sen abiye karşı mı geliyorsun? Pataklarım bak seni-" Kesilen müzik ve içeriye gelen üniformalı adamlarla herkesin bakışları kapıyı buldu. İki polis çatık kaşlarla kafenin içini süzüyordu. Batu'yla bakışlarımız birbirimize dönerken çatık kaşlarla ayaklandık. "Adel Rana Arın, burada mı?" Polis memurunun dudaklarından dökülen ismimle bu kez önce panik içindeki Batu'ya ardından çoktan yanıma adımlamış etrafa sinirli bakışlar atan Barlas'a döndüm. Ve en sonda Onlara, beklentili gözlerle gözlerimize bakan polis memurlarına. "Buyurun? Benim..." Sesim polislere ulaşırken Polislerin arkasından duyulan adım sesleriyle bakışlarım polislerin arkasından gelen kadını buldu. Polislerin yanında durmuş, kollarını birbirine bağlamış, bir kaşı havada tehditkarca gözlerime bakan kadına... Yüzü gözü mosmor, başında bir bandaj vardı. Ve yaralı bir kadına göre... Oldukça mutluydu? O kadın Yelda'dan başkası değildi... "Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor." Diyen Polise afallayarak bakıyordum. Ben ve karakol? "Sebebini öğrenebilir miyim?" Yanımdan yükselen ses Batu'ya aitti ve oldukça korku dolu çıkıyordu. "Yelda Öz'ü darp etmeniz gerekçesiyle tutuklusunuz. Avukatınıza gelmesini söylerseniz iyi edersiniz." İşte o an anlamıştım. Üzerime, üzerimize oynanan çirkin oyunu anlamıştım. Size söylemiştim değil mi? Karşımda savaşa hazır milyonlarca yıldız vardı ve o yıldızlardan biri savaşı tam şu an başlatmıştı. Sirius'u söndürmeye çalışacakları o savaş başlamıştı... BÖLÜM SONU |
0% |