Yeni Üyelik
63.
Bölüm

Kayip Gezegen 16. Bölüm: Kivilcim

@peteichor_

"Bir mum yakıyorduk ve o mum giderek azalıyordu. Yandığı kadar eriyordu, eridiği kadar azalıyordu ve en sonunda mum tamamen bitiyordu. Tıpkı aşkı tadan kalbimiz gibi..."


KAYIP GEZEGEN 16. BÖLÜM: KIVILCIM


Gözlerim telefon ekranımda ve Barlas'ın kapısında gidip gelirken kapıya ulaşan motor sesiyle arkasına saklandığım duvara iyice sindim. Çağırdığım pizzacı sonunda gelmişti! Pizzacıyı karşılayan ise çatık kaşlarıyla kapıyı açan Barlas olmuştu. Pizzacıya ne söylediğini duyamasam da kapıyı kapatıp içeri girdiğinden pizzayı reddettiği anlaşılıyordu. duvarın arkasından hafifçe çıkarak bir iki adım atıp pizzacıya doğru dudaklarımı araladım.


"Pişt!"


Pizzacı etrafına bir bakış attıysa da duvarın arkasına sinmiş bedenimi fark edememişti. Fısıltımı biraz daha yükselttim.


"Sana diyorum! Sağa bak sağa."


Elinde pizza kutusuyla şaşkın bakışlar atan çocuk siyahlar içindeki bedenimi nihayet fark edebilmişti.


"Bana mı dedin abla?"


Panikle parmağımı dudağıma bastırarak "Şışt." Gibi bir ses çıkarttım. Fısıltılarıma neredeyse bağırarak cevap verecekti. İçimden sabır dilenerek başımı salladım.


"Evet sen. Buraya gelir misin?"


Pizza kutusunu taşıyan çocuk dehşete düşmüş gibi şaşkınlıkla başını sallayarak saklandığım duvara doğru adımladı.


"Bu pizzanın ücretini ben ödedim. Yani ben sipariş verdim."


"A-Afiyet olsun."


Derken pizza kutusunu tutarken titreyen elleri, kutuyu ellerim arasına bırakmıştı.


"Sağ ol ablacığım. Bu aramızda tamam mı?"


Çocuk başını salladıktan hemen sonra koşar adım yanımdan uzaklaştı. Omuz silkip umursamaz bir ifadeyle internetten bulduğum tavuklu pilavcının numarasını arayarak yarım porsiyon tavuklu pilav siparişi ve büyük boy ayran siparişi verdim. Tabii yine aynı adrese. Sipariş verdikten hemen sonra duvarın kenarına kurulup kucağıma pizza kutusunu almış ve iştahla yemeğe başlamıştım. Bugün yemekten çatlamazsam bir daha çatlayacağımı sanmıyordum. Biliyorum şu an delirdiğimi düşünüyor olabilirsiniz ama yapamadım. Evde durup onların karşımdaki evde baş başa ve huzurlu olmasına dayanamadım... Batu'ya sabah gelmesine karar verdiğimi söyledikten hemen sonra soluğu telefonum ve cüzdanımla birlikte ardına saklandığım bu duvarda almıştım. Duvarın köşesi kör noktaydı ve yalnızca kapıyı görebiliyordum. Gerçi kör nokta olmasaydı da siyahlar içindeki bedenim pekte fark edilir bir halde değildi. Son kalan pizza dilimini dudaklarıma götürürken başımı iki yana sallayıp sessizce kıkırdadım. Ah aşk ah! Sen nelere kadirsin? Hatta Barlas Korhan nelere kadir demek daha doğru olabilirdi. bundan beş yıl önce Güneş'le tek derdimiz ödeyeceğimiz kira ve okuduğumuz bölümken birde aşk çıkartmıştım başıma. Beş yıl önceki Adel karşıma geçse ve sen beş yıl sonra seni unutmuş sevgilinin evinin duvar kenarına saklanıp karısıyla kaldığı için buz gibi havada geleni gideni arayıp onları rahat bırakmayacaksın dese sanırım koca bir kahkaha patlatırdım. Zira aşktan bir haber Adel Rana Arın bir erkek için uykusuz kalmayacağı gibi donmayı da göze almazdı. Tabii o bir erkek değildi yalnızca. O Barlas Korhan'dı Adel Rana Arın'a aşkı tattıran Adam, acıyı, kaybedişi, hissedişi tattıran adam. O sıradan bir adam olmak için fazla sıra dışıydı. Aşkta sıra dışı değil miydi zaten? Düşüncelerimin arasında ellerimi birbirine sürtüp ısıtmaya çalıştım ve o sırada bir motor daha bahçeye yanaştı ardından yeni bir kurye elindeki sıkı bağlanmış poşetle kapıya doğru adımladı. Kapı yeniden çaldığında Barlas'ın uyku mahmuru ve yüksek sesi kulaklarıma doldu. Biraz önce sessiz konuştuysa da bu kez sesi yüksek çıkmıştı.


"Kardeşim ne pilavı gece gece! Yok burada sipariş veren! Çattık arkadaş ya!"


Barlas öyle sinirliydi ki kahkaha atmak üzereydim. Oh! Geber sinirinden Korhan. Çatla kudur! Beni uyutmadınız, ben sizi hiç uyutmayacağım. Elindeki poşetle gerileyen çocuğun ne dediğini duyamasam da kabullenişini görebiliyordum. Vakit kaybetmeden ayaklanıp kısık sesimin pilavcı kuryesine ulaşmasını bekledim.


"Pilavcı! Şışt! Buradayım! Hey!"


Artık el sallıyordum ve işte! Nihayet! Beni gördüğünde kaşları çatılı bir halde etrafına bakmış ve kimseyi göremeyince bir kaç adımda yanıma ulaşmıştı.


"Bana mı seslendiniz?"


"Sen pilavcı değil misin?"


"Yalnızca Kuryeyim?"


"Elindeki poşette ne var?"


"Pilav?"


"Ayranda söylemiştim?"


"Ayranda var?"


Oflayarak hızla cüzdanımdan pilavın ücretini çıkartıp kuryeye uzattım ve hızla elindeki poşeti çektim.


"Tamam hadi uza buradan birbirimizi görmedik tamam mı?"


"Çattık ya! Deli misin nesin!"


"Evet deliyim ben. Biraz daha ses çıkartmaya devam edersen seni de delirtirim. Git çabuk kaybol."


Çocuk bana attığı garip bakışlar eşliğinde duvardan uzaklaşırken zafer gülümsemesiyle kalktığım yere yeniden oturdum ve vereceğim diğer bir sipariş için telefonumu parmaklarımın arasına aldım. E o kadar yemeğin üstüne kahve iyi giderdi değil mi? Fena mı, içimde ısınırdı!


Pilavın son kaşığını da dudaklarımla buluştuktan Gelen sesle duvarın ardından kapıya baktım. Kahve ne kadar çabuk gelmişti. Ya da ben yemeğimi oldukça yavaş yemiştim. Barlas'ın yüksek sesiyle dudaklarımı birbirine bastırdım.


"Sikeceğim kahvenizi de pilavınızı da pizzanızı da! Kim veriyor bilader bu siparişleri? Al kahveni git sıkma canımı. katil edeceksiniz adamı gece gece!"


Ve kapı sertçe kahve poşetiyle kapıda dikilen adamın suratına kapandı. Barlas öyle delirmiş gibiydi ki bir an kahveyi adamın başından aşağın boşaltacağını sanmıştım. Neyse ki o kadar delirmemişti. Yani... Henüz? Kahve poşetiyle giden adam sabır dilercesine elini havaya sallayarak gerisin geriye döndüğünde saklandığım duvar kenarından hızla ayaklanıp dudaklarımı araladım.


"Pişt buradayım! Hey!"


Kahve kuryesi duvar dibindeki bedeni gördüğünde dehşetle bedenimi baştan aşağı inceledi. Elimle gelmesi için işaret yaptığımda omuz silkip durduğum duvara doğru yaklaştı.


"Ben verdim siparişi."


"Anlamadım?"


"Neyi anlamadın kardeşim? Ben verdim diyorum işe."


"Dışarıdan bakılınca hırsıza benziyorsun, ne iş?"


Sinirle elindeki kahve poşetini elimle buluşturdum.


"İş miş yok! Ayrıca ne hırsızı ya alt tarafı kahve sipariş ettik! kahve içmek bile suç olmuş. ya tabi siz anneleri tarafından size emanet edilen çocukları her bakımdan yetersiz gördüğünüz kadının annelik etmesine şiddetle karşısınız ama-"


"Çattık ya! Ne konuştun al iç kahveni tamam ruh hastası seni."


Sinirle tam bir adım üzerine gidiyordum ki hızlı adımlarla öne atıldığı için duvarın kenarından çıkamamıştım. Az önce ne söylemiştim öyle. Bihter Ziyagil? Ne alaka diyen iç sesime tüm kalbimle katılarak yeni bir sipariş vermek üzere telefonumu aldım Yemek, Kahve sıra sonunda tatlıya gelmişti. Adel Rana Arın bir dahaki numaran diyetisyen olmalı...


***


Neredeyse güneş doğmak üzereyken duvar dibine bıraktığım bedenimi Barlas'ın sinirle evden çıkışıyla birlikte zorlukla kaldırdım. Bedenimdeki ağırlık farklı bir boyuta ulaşırken o da yetmezmiş gibi vücudum buz gibi olmuştu. Üzgünüm sevgilim ama o kadınla huzurlu bir gece geçirmene izin veremezdim! Evet bunlar yaşanmıştı, Barlas ve Yelda'yı öpüşürken gördüğüm o dakika Batu'ya mesaj atmış ve sonra bir başka mesajda yarın gelmesini söyleyip siyahlara bürünmüş ve soluğu Barlas'ın evinin duvar dibinde almıştım. Sabaha kadar aramadığım yer, yemediğim yiyecek, içmediğim kahve kalkmamıştı. Neyse ki adresi her seferinde doğru veriyordum! Sabah olduğunda buz gibi olmuş bedenimle eve dönmüştüm. İşte tüm gecemin özeti! Eve geldiğimde ise yalnızca bir saat sonra kapı çalmıştı.


"Ne oldu kızım dün bana gizemli gizemli mesaj atıyorsun, mesaj atıyorum cevapta vermek yok hayırdır?"


Batu içeri girerken bir yandan da ellerini ısıtmak için ovuşturuyordu.


"Anlatacağım geç hadi."


Batu kapıyı kapatıp tamamıyla içeri girdi ve ceketini çıkarttı.


"Kahve yapıyorum."


Diyerek arkamı döndüm ve mutfağa ilerledim. Su ısıtıcısına su koyduktan sonra ısınması İçin beklemeye koyuldum. Kahve içmekten kusarsam şaşırmam için hiç bir sebep yoktu çünkü sabaha kadar midem bir kahve havuzuna dönüşmüştü. Ellerim hala tir tir titriyordu ama önemsemiyordum. Önemsenecek o kadar şey vardı ki ellerim önemsediklerim listesinde şimdilik yoktu. Bütün gece resmen o duvar dibinde soğuktan donmuştum!


"Adel iyi misin sen?"


Başımı salladım. O sırada mutfağa Sirius girip ayaklarıma dolanmaya başladı. Genelde mutfağa acıktığı zaman gelirdi. Mamasını koyduğum dolabı açarak mama paketini titreyen ellerimle çıkarttım. Mama paketiyle kapının yanındaki mama kabına ilerlediğimde ellerim öyle titriyordu ki mamanın bir kısmı yere dağılmıştı.


"Bana bırak güzelim. Elin ayağın titriyor git bir su iç."


Başımı sallarken paketi Batu'nun ellerine bırakarak doğruldum. Sürahiden bardağa su koymak bile zor gelmişti. İki bardak suyu hızla içerek derin bir nefesi dudaklarımdan bıraktım. O sırada Batu paketi dolaba bırakıp ısınan suyla filtre kahve demlemekte meşguldü.


"Otur şuraya hallederim ben."


Başımı sallarken Batu'nun gösterdiği gibi mutfak masasına oturdum. Dizimi oynatmanın tüm sinirimi alacağı düşüncesiyle dizimi hızlı hızlı oynatıyordum.


"Adel ne oluyor? Alt tarafı gideli iki saat olmuştu deli deli mesajlar atmaya başladın. En sonunda Seni kendime bağlayacağım göreceksin. Bu nedir arkadaş? Bir dakika boş bırakmaya gelmiyorsun..."


"Yelda Barlas'ı öptü Batu."


Batu olduğu yerde donup kalırken dudakları şaşkınlıkla aralandı.


"Sen bunu nasıl gördün?"


"Camın önünde öpüştüler bende onları izliyordum."


Batu kahve koyduğu kupalarda karşıma oturduğunda beklentiyle yüzümü inceliyordu.


"Sonra ne oldu?"


"Şey..."


Gözlerim Batu'dan kaçırırken yaptıklarımı nasıl anlatacağımı düşünüyordum.


"Ney?"


Dedi Batu tek kaşı havalanmışken.


"Barlas'ın evinin duvarına yaslandım-"


"Ve?"


"Of Batu! Bütün gece pizzacı, pilavcı, tatlıcı ne bulursam aradım işte! Ne yapsaydım burada onların huzurunu mu izleseydim?"


Batu'nun dudakları şaşkınlıkla aralanırken oturduğum yere iyice sindim. Benim yerimde olmadan yaşadığım çaresizliği anlayamazdı. Orada onlar huzur içinde otururken burada kalıp onları izleyemezdim. Aklıma yapılması en mantıklı - evet o an İçin çok mantıklıydı- bu plan gelmişti...


"Senden korkulur Adel pes! Sonra ne yaptın o siparişleri, geri mi götürdü adamlar?"


"Hayır... O kadar da değil, ayıp denilen bir şey var oturup hepsini yedim. Tabii parasını da ödedim. Ay her neyse! Tamam uzatma ya hadi plan yapmamız gerekiyor, daha fazla bekleyemeyeceğim! Ortadan ikiye çatlamama çok az kaldı. Sabır taşı olsaydım şu ana kadar kim bilir kaç kere çatlardım."


Batu başını sallayarak şaşkınlığından arınıp ciddileşti.


"Ortadan iki Barlas yüzünden değil yediklerin yüzünden patlayacaksın Maviş."


Oflayarak geriye yaslandığımda Batu oturduğu yerde dikleşerek nefesini dışarıya verdi.


"Tamam madem öyle bu kadar yeter. Ne olacaksa olsun. Ama bana sorarsan Barlas'ı değil Yelda'yı takip etmeliyiz. O karı ne karıştırıyor bulmalıyız. Mesela... O gece Yelda etrafını kontrol ederken evden çıkıyordu. Sanki bir şeylerden korkuyor gibiydi değil mi? Belki de her gece çıkıyordur. Bu gece evlerinin, atladığımız duvarının sağ tarafında çıkmasını bekleyeceğiz. Tabii çıkarsa..."


Haklıydı. Barlas'tan çok Yelda'yı takip etmemiz gerekiyordu. Yelda'nın ne karıştırdığını bulmak zorundaydık. Belki de her şey Yelda'da bitiyordur.


"Haklısın... O zaman bu gece gidiyoruz."


"Tamam güzelim gidelim. Nasılsa hafta sonu iş güçte yok, uykusuz kalabilirim."


Ellerimin titremesi yavaş yavaş geçerken önümde dumanı tüten kupayı dudaklarımla buluşturdum.


"Derde bak uykusuz kalmazmış. Bizim burada bir taraflarımızda ayı bağırıyor adam uyku derdine düşmüş."


"Öyle deme kızım babayım ben!"


Kaşlarımı alayla yukarıya kaldırdım.


"Yani? Sen mi taşıyorsun sanki bebeği uyusan ne olur uyumasan ne olur?"


"Bahar hamile olabilir ama onu ben hamile bıraktım değil mi? Bende hamile sayılırım!"


Batu'nun başına hafifçe vurdum. Tam bir aptaldı! Tatlı bir aptal.


"Salaksın biliyorsun değil mi?"


Omuz silkerek kahvesini yudumlamaya devam etti. Bir süre kahvemizi içip normal yaşantımızdan ve pazartesi başlayacağım işimden konuştuktan sonra Batu uyumam gerektiğini söyleyerek parçalanan kupayı toplayıp evine dönmek üzere çıktı. Onun gidişinin ardından Sirius'u kollarıma sarıp odama geçmiş ve yorganın altına girmiştim. Şimdi ise onun mırıltıları eşliğinde göz kapaklarım kapanmış uykuya yenik düşmüştüm. Akşama bir kaç saat vardı ve dün gece sabaha kadar soğukta oturmanın cezasını uykusuz kalmakla çekiyordum. Gerçi o kadar fazla kahve içmiştim ki damarlarımda ki kan kafeinle çatışmaya başlamıştı. Hangisinin damarlarımdan akacağı meçhuldü...


Hayat duvarı. Hayat duvarlarımızda acılarımız kadar sağlam tuğlalar vardı. Dimdik önümüzde duruyordu. Duvarın diğer tarafında kalbimizin cenneti vardı. Kalbimizin cennetine giden tek yol hayatı yenmekti. Üzerimize örülen duvarları yıkmaktı, engelleri aşmaktı. Ama söylendiği kadar kolay değildi hayat duvarını yıkmak. Acı, acılarımız. Bir kuş olup göğüs kafesimizin içine yerleşiyor ve orada büyüyüp kalbimizin göğüs kafesimize dar gelmesini sağlıyordu. İşte acı buydu. Hayat duvarlarımızı yıkmamızı engelleyen göğsümüzde ki kuş... Önce o kuşu ait olduğu yere gökyüzüne bırakmalı, derin bir nefes almalıydık ve sonra kolayca hayat duvarımızı yıkıp kalbimizin cennetiyle buluşmalıydık. Hayat tamda buydu. Acı göğüs kafesimize bir kuş olup konuyordu ve biz onu özgür kılana kadar orada büyüyüp kalbimizi göğüs kafesimizin içinde sıkıştırıyordu... Aynadaki görüntüme baktım. Siyah, uzun bacaklarımı saran taytıma. Üzerimdeki bisiklet yaka siyah badiye, Siyah eldivenlerime, saçlarımı saran siyah bereme, üzerimdeki şişme siyah monta... Ve en son bakışlarımı üzerimdeki tek renk olan mavi gözlerime çıkarttım. Bir okyanusu, gökyüzünün maviliğini andıran gözlerim onların özgürlüğünü taşımaktansa sonu görünen bir denizin tutsaklığını taşıyordu. Belki de bugünden sonra gözlerim mavisini, bir avuç denizden değil koskoca bir okyanustan alacaktı. Belki de göğüs kafesimde büyüyen kuş bugün kanar çırpıp bulutların arasına karışacak hem beni hem kendini özgürlüğüne kavuşturacaktı. Bugün o gün olmalıydı. Barlas'ı kaybettiğim gün her bitişin bir bitiş olduğunu kabullendiğim gündü. Fakat şimdi başkaydı. Onu bulmuştum ve bu bitiş koskoca bir başlangıç olacaktı biliyordum. Biliyordum bu başlangıç sonsuz olacaktı ve bir bitişe daha yer vermeyecekti. Belki de o başlangıç bugündü ve bizi sonsuzluğa taşıyacak o ilk kıvılcım bugün koca bir alev topu olarak hayatımızın orta yerine oturacaktı. Hiç bir kıvılcım olduğu gibi kalmazdı. O kıvılcım ya koca bir alev olur dağılırdı ya da zaten bir alevin parçasıydı. O kıvılcıma ulaştığımda ya ateşin kendisini bulacak ya da o kıvılcım sayesinde her yeri ateşe verecektim ve geriye küller kalacaktı. Kıvılcım kendini küle çevirecekti... Her yeri yakan kıvılcım kendini de yakacaktı. Tıpkı benim gibi. Yanmayı göze almıştım yanacağımı biliyorken... Yakmak uğruna yanmayı kabullenmiştim. Belki de kendi ateşimin kıvılcımı olacak ve en sonunda kendi ateşimde yanacaktım. Yanan yıldızlara ne olur bilirsiniz, gökyüzünden bir gece ansızın kayarlar ve onu izleyen sizler mutlulukla dilek dilersiniz...


"Adel hadisene kızım geç kalıyoruz. Ne var aynada, bok mu var bir saattir bakıyorsun?"


Batu oldukça gergin bir sesle kapıma yaslanmış ve çatık kaşlarla aynadan kendini inceleyen beni izliyordu. Omuz silkerek ellerimi ceplerimle buluşturdum.


"Tamam gidelim..."


Batu başını sallarken yaslandığı duvardan ayrılıp merdivenlere döndü. Beklemeden Batu'nun arkasından odadan ayrıldığımda kendimle son kez göz göze gelecek cesareti bile bulamamıştım. Aşağı indikten sonra Batu Sirius'a mama verdiğini söylemiş ve hızla evden ayrılmıştık. Batu'nun arabasında yerimizi aldığımızda Batu beklemeden klimayı yakmıştı. Hava şaşırılmayacak şekilde soğuktu. Bugün arabayla gidecektik çünkü Yelda'yı koşarak takip edemezdik ve tabii bu ev Barlas ve Yelda'nın evine daha da uzaktı. Bu havada yürümek mantıksız kalıyordu.


"Kör bir noktaya park edeceğim arabayı. Yelda'ya ya da Barlas'a görünmememiz yeterli. Kameraları hallettim."


Rahat bir nefes verdim dudaklarımdan. Yine bir takım ayrıntılar ve o ayrıntıları düşünüp halleden bir Batuhan Yalçın.


"Harika... Umarım Yelda çıkar..."


"Çıkar tabii kızım bak görürsün. Kim bilir nerelerde sürtüyor geceleri. Kardeşimi şu sülük kadından acil kurtarmamız lazım."


Başımı salladım. Beni ve kalbimi de kurtarmamız lazım... Bir anlık zihnimde bir şarkı sözü ansızın payda oldu.


Sen bana nefes, ben sana herkes...


O benim nefesimken ben onun herkesiydim. Daha ağırı var mıydı bu duygudan? Daha beteri, daha acısı, daha çaresizi... Sevmek güzel şeydi. Kalbi beslerdi. Ama ya sevilmemek? Sevilmemek ise severken beslenen kalbimizi bir mum gibi eritirdi. Bir mum yakıyorduk ve o mum giderek azalıyordu. Yandığı kadar eriyordu, eridiği kadar azalıyordu ve en sonunda mum bitiyordu. Tıpkı aşkı tadan kalbimiz gibi... Aşık olduğumuzda o mum yanmaya başlıyordu kalbimizde. Sonra hissettiğimiz her acı biraz daha eritiyordu mumumuzu. Aşkımız o mumu söndürmedikçe o mum erimeye devam edecekti. O mum sönmedikçe de kalbimizdeki mum tamamen eriyecek ve ortada bir kalp kalmayacaktı... Karşılığını alamadığımız aşk, kalbimizde yaktığımız mumu her dakika biraz daha söndürecekti. Aşık olduğunuz o kişi, o mumu söndürene dek kalbimiz de o mumla birlikte eriyip gidecekti.


"Geldik maviş."


Diyen Batu tüm düşüncelerimi bir kenara atmama sebep oldu. Başımı sallayarak açtığı kapıdan inen Batu'nun arkasından derin bir nefes alarak indim. Güçlü olmak zorundaydım. Kalbimdeki mum tamamen erimeden sönmesini sağlamalıydım. Çünkü tükenmenin eşiğindeydi mum. Kalbim tükenmenin eşiğindeydi... Batu'yla bedenlerimiz duvara yaslı yandan yandan adımlar atarak duvarın etrafında ilerliyorduk. Çok değil iki dakika sonra kapıyı görebileceğimiz en net şekilde durmuştuk.


"Dondum anasını satayım ya!"


"Sessiz ol Batu!"


Derken sesim fısıltıdan farksızdı. Aslına bakarsanız Batu'da fısıldamıştı ancak fısıltısı yüksek desibelde çıkmıştı.


"Adel... Yelda'dan bir şey çıkmazsa ne yapacağız ya? Bakma belli etmiyorum ama ödüm kopuyor karı boş çıkacak diye."


"Bilsem... Tek bildiğim bu işin içinde bir şey olduğu Batu... Eymen Barlas'ın oğlu değilse kimin oğlu? Her şeyden önemlisi... Bu kadın benim kim olduğumu öğrenmiş Batu..."


Batu'nun afallayan yüz ifadesini net olmasa da zorlukla görebilmiştim.


"Kim olduğumu öğrenmiş derken?"


"Adel olduğumu işte... Barlas için kim olduğumu..."


Barlas için kim olduğumu... Kimdim Barlas için? belki hiç kimse belki de her şeydim. Daha ben bile bilmezken mümkün müydü onun bilmesi? Daha Barlas bile bilmezken...


"Nereden öğrenmiş söyledi mi?"


"Hayır..."


Batu sıkıntıyla nefesini dışarıya verdi.


"Of Adel ya! Ne yaptın kızım tuvalette ekmek mi çiğnedin, çocukların şekerlerini mi arakladın, dilenciye küfür mü ettin, askıda ekmek mi çaldın ne yaptın da geliyor bunlar başına? Ah benim zavallı mavişim ölmekten beter oldu-"


Gözüm kapıya giderken hızla Batu'nun dudaklarına elimi bastırdım.


"Şşt sus! Yelda çıktı şuraya bak!"


Batu'nun gözleri anında biraz uzağımızdaki kapıya kayarken elimi dudağından ayırmıştım. Yelda ise arabasına binmekle meşguldü. Batu'nun ani hareketiyle bir anda durduğumuz duvar kenarından ayrıldık.


"Koş koş koş!"


Batu arabaya doğru koşuyordu. Çünkü Yelda'ya yetişmemiz için arabaya ihtiyacımız vardı. Batu'yla nefes nefese kalana dek koştuk.


"Ne vardı şu arabayı yakına çekseydin?"


"Sonra yakalanalım değil mi? Koş hadi koş!"


Batu sonlara doğru nefes almakta zorlanırken sonunda arabaya ulaşarak hızla bindik ve aynı hızla Batu arabayı çalıştırarak son sürat ilerledi. Yalnızca iki dakika sonra Yelda'nın kırmızı arabası görüş açımıza girdi. Saat gece ikiye geliyordu ve geçen seferde tahmini bu saatlerde evden ayrılmıştı. Batu haklı olabilirdi. Belki de her gün bir bahaneyle ayrılıyordu evden.


"Nereye gidiyor acaba?"


Batu düşünceli bakışlarla önümüzdeki kırmızı arabaya bakıyordu.


"Bilsek takip etmeyiz herhalde, değil mi Batu?"


"Ne bileyim kızım boşluğuma geldi. Neyse neyse birazdan öğreniriz."


Başımı sallayarak gözlerimi yeniden önümüzdeki kırmızı arabayla buluşturdum. Çok yakınında olmasak da nereye gittiğini görebiliyorduk. Döndüğü her yerden mesafe bırakarak dönmüş ve dikkat çekmemeye çalışmıştık. En sonunda lüks bir otelin önünde durdu. Yelda arabadan inip içeriye adımlarken beklemeden Batu'yla arabayı valeye bırakarak otele adımladık. Yelda otelin restoran kısmı olarak tahmin ettiğim kısmına doğru ilerlerken Batu'yla etrafımızı kontrol ederek arka tarafından yürümeye başladık.


"Nereye geldik biz kızım?"


"Ben seni takip ettim ne bileyim ben-"


"Sonunda geldiniz!"


Diye bir ses yükselirken Batu'yla birbirimize anlamsız bakışlar attık. Sonunda geldiniz? Etrafıma bir bakış attığımda o an idrak edebilmiştim nerede olduğumuzu. Otelin restoranına gireceğimize ikimizde birbirimizi takip edip mutfağına girmiştik. Ne harika bir ekip ama! Resmen iki salaktan ibarettik. Şaşkın bakışlarımızı fark eden takım elbiseli adam bir dolabın üzerinden aldığı iki paketin birini bana birini Batu'ya doğru fırlattı.


"Giyin şunları! Gece daveti olduğunu nasıl unutursunuz! Firmanızla ayrıca konuşacağım. Şimdi hemen hazırlanıp servise başlayın."


"Biz? Servis?"


Dudaklarımdan anlamsız anahtar kelimeler dökülürken Adam sabır dileyen bakışlar atıp mutfaktan ayrıldı.


"Gece daveti nedir arkadaş zenginlerde para işinin bokunu çıkartmış. Uyumak en büyük zenginliktir! Neyse gel şunları giyelim dikkat çekmeden atılacağız şimdi."


"Of!"


Batu'yla restoranın tuvalet kısmında gidip paketten çıkanlarla hazırlanmıştık. Girdiğimiz tuvaletten aynı anda çıktığımızda ise birbirimize anlamsız bakışlar atıyorduk. Üzerimizde saçma sapan bir gömlek, papyon ve önümüzde bir önlük vardı. Daha da anlamsız olanı ise başımızda ki çirkin, siyah şapkaydı. Garson kıyafetleri ne zamandan beri bu kadar çirkindi?


"Halimize bak arkadaş Sebastian'a döndük. Ne kadar alacağız acaba bu gece?"


Batu'nun saçma sorusuyla gözlerimi devirerek yanına ulaştım.


"Batu lütfen asıl derdimize odaklanır mısın?"


Başını sallarken birlikte mutfağa geri dönmüştük. Buraya tabii servis yapmaya gelmemiştik. Tek amacımız Yelda'nın burada ne yaptığını öğrenmekti. Batu'yla ellerimize birer tepsi aldıktan sonra tepsileri gittikçe yüzümüze kaldırarak yavaş yavaş restoranda ilerledik. Batu'yla garsondan çok ajana benziyorduk ve bir an önce buradan ayrılmazsak atılacağımızdan şüphem yoktu. Ortamda davete gelmiş insanlar değil de yemeğe gelmiş insanlar varmış gibiydi. Yelda'da onlardan biriydi. Cam kenarında bir masada oturmuş elindeki menüyü inceliyordu. Şu anlık etrafında kimse yoktu ancak gözü kapıdaydı.


"Adel böyle olmayacak. Bize seslenip duruyorlar dikkat çekiyoruz."


"Kim sesleniyor bize! Yoksa tanıdılar mı bizi!"


Batu yüzünü sıvazladı.


"Güzelim neden beynini sana en lazım olacak günde evde bırakıyorsun! Bizi nereden tanısınlar? Garson olduğumuz için sipariş vermek istiyorlar."


"Ha! Öyle... E tamam gidelim o zaman."


"Nereye?"


"Sipariş almaya?"


"Ciddi ciddi garsonluk yapacağız yani?"


"Başka çaremiz var mı?"


"Yok mu?"


"Yok?"


"O zaman ben buradan gidiyorum."


Derken Batu eliyle sağ tarafı gösterdi.


"Bende şuradan gideyim."


Diyerek elimle sol tarafı gösterdim ve Batu'yla yollarımız ayrıldı. Bir saat. Bir saat Batu'yla ciddi ciddi garsonluk yapmıştık ve yorgunluktan ölmek üzereyim. Tabii beni yoran tek kısım garsonluk yapmak değildi, Yelda'dan köşe bucak kaçmaktı. Neyse ki bizden başka garson vardı da siparişini ona aldırmıştım. Menüyü on saat inceledikten sonra bir latte söylemesi ayrıca sinir bozucuydu! Batu'yla bir saatin sonunda yan yana geldiğimizde Batu şapkasını sertçe çıkarttı.


"Götümden ter akıyor Adel. Başlayacağım Tavuğuna da etine de az pişmişine de çok pişmişine de! Ulan bu garsonluk ne zor şeymiş! Artık yemeğe gittiğimde gelen garsona sen otur ben alırım diyeceğim-"


Batu'yu kolundan dürttüğümde baktığım yere bir bakış attı. Yelda hesabı ödemiş telefonuyla uğraşarak ayaklanmıştı.


"Yürü yürü!"


Batu'yla etrafımıza bir bakış atıp Yelda'nın arkasından dikkatli adımlarla ilerlediğimizde önümüzde duran adamla olduğumuz yerde kaldık. Bizi garson zanneden adam...


"Nereye böyle? Geleli daha bir saat oldu!"


Batu elindeki tepsiyi tüm ciddiyetiyle adamın ellerine tutuşturup bir elini omzuna koydu ve adamın omuzunu sıvazlamaya başladı.


"Bence gerisini sen halledersin değil mi? Aslan gibi adamsın sen hadi beline kuvvet."


Kahkaha atmak üzereydim ve şu durumda olmasaydık Batu'yla düştüğümüz bu duruma kahkaha atmakta hiç zorlanmazdım. Batu adamın şaşkın bakışlarını aldırmadan benim elimdeki tepsiyi de kendi tepsisinin üzerine bırakıp elimi elinin arasına aldı ve koşmaya başladı. Adam kendine geldiğinde arkamızdan söylendiyse de onu duyamayacak kadar uzaklaşmıştık. Yelda'yı Arayan bakışlarım bir anda durdu. Zaman dondu, dünya dönmeyi bıraktı, kaymak üzere olan yıldız bile vazgeçti kaymaktan. Ve sonra lobinin ortasındaki görüntü Batu ve benim dudaklarımdan aynı ismin dökülmesine sebep oldu. Ve aynı isim bir az önce Yelda'yı dudaklarından öptü.


"Uraz?"


"Uraz..."


BÖLÜM SONU

__

Loading...
0%