Yeni Üyelik
65.
Bölüm

Kayip Gezegen 18. Bölüm: Sarhoş

@peteichor_

Sevgili kendim, ne badireler atlattın, ne savaşlar verdin, ne yenilgiler gördün, ne zaferler göremedin. Ne kaybedişlere şahit oldun, ne buluşmalarda yaralandın. Şimdi her şeyin sonu. Son perde, oyun bitti. Perde kapanacak ve yeniden açıldığında seyircileri gülümseyerek selamlayan sen olacaksın. Sen ve sevdiklerin...


KAYIP GEZEGEN 18. BÖLÜM: SARHOŞ


"İnanamıyorum ya aklım almıyor benim!"


Dudaklarımdan dökülenler Batu'ya ulaşırken elindeki fincanı dudaklarına götürdü.


"Neyin içine düştük böyle? Uraz ve Yelda ne alaka abi! Kim bilir ne şeytanlıklar yaptılar."


Batu'ya hak verircesine başımı salladım. O görüntünün gözlerimizle buluşmasının üzerinden yirmi dört saat geçmişti. Tam bir gün. Olup bitenler dün geceden kalan silik görüntülerden ibaretti. Yalnızca uyumak istiyordum ve göz kapaklarım kalktığında yaşanan her şeyin koca bir kabus olduğu gerçeğiyle bağıra çağıra kahkaha atmak istiyordum. İhtiyacım vardı. Bu küf tutmuş yalanlardan sıyrılıp gerçeklere sarılmaya ihtiyacım vardı. Gerçekler... Zor ulaşılırdı gerçeklere, can yakardı gerçekler o yüzden vardı yalanlar. Sarılırdık onlara renk verirken. Beyaz derdik masum olduğunu kanıtlamak istercesine. Pembe derdik sonra sanki önemsizmiş gibi. Gerçekler ise renksizdi. Gerçekti işte dümdüz gerçek. Bir renge ihtiyacı yoktu onların. Renkler yalanları avutmak İçin varlardı. Gerçeklerin avutulma beklentisi yoktu. Onlar zaten iyi olanlardı. Yalnızca kötüler iyimser avutmalara ihtiyaç duyarlardı. Tıpkı yalanlar gibi. Renksiz gerçekler her zaman renk vererek masumlaştırdığımız yalanlardan daha saflardı. Yalnızca acıtıyorlardı canımızı. Renk verdiğimiz yalanlar yaralarımızı sararken gerçekler, yalanlarla sarılmış yaralarımıza bir darbe daha indiriyorlardı. O zaman neden kötüydü yalanlar? Neden renkler sarıyordu onları? Gerçekler neden iyiydi o halde? Canımızı yakan şeylere nasıl iyi derdik? Kafam öyle karışıktı ki... Canım öyle derinden yanıyordu ki... Ama artık emindim. Yalanlara sarılıp dudaklarımda yalandan bir gülümseme peyda olmasındansa gerçekler yaksındı canımı. Gerçekler yaksın canımı cayır cayır. Göz kapaklarımı ağır ağır kapattım.


"Güzelim biraz dinlenmen gerek yarın okula döneceksin. Tamam artık bizim boyumuzu aştı bu iş, Barlas'la konuşacağız. Bilsin artık her şeyi. En azından artık Uraz'ın da işin içinde olduğunu biliyoruz."


Hak verircesine başımı salladım. Zamanı gelmişti. Yüzleşmenin, gerçeklerin zamanı gelmişti. Artık yalanlar geri çekilebilirdi sahne gerçeklerindi. sahne tüm kaybedişlerindi, vazgeçişlerindi. Belki ölüş, belki yeniden doğuşlarındı. Sahne Adel Rana Arın'ın Ve Barlas Korhan'ın sahnesiydi. Oyun bitmişti, perde kapanmıştı...


***


Bir hafta. Koskoca bir hafta Barlas'tan tek bir haber yoktu. Her akşam evine gidiyordum. Komşu olduğumuz o eve. Sonra orada bulamıyordum onu saati önemsemeden diğer evine gidiyordum. Kendi evine... Ailesiyle kaldığı o eve. Sahte ailesiyle. Orada da yoktu. Onlarca arama bırakmıştım telefonuna, yüzlerce mesaj. Geriye bir hiç olarak alıyordum yanıtlarını. Koca bir boşluk, koca bir belirsizlikti yanıtlarım. Bu kez başka bir yerdeydik. Bu kez aynı otelin lobisinde simsiyah kıyafetlerimizle otelden çıkmaya hazırlanan Uraz'ı izliyorduk. Belki ona bizi o götürür diye düşündük. Çaresizliktendi. Bu adamı amansızca gecenin bu saati yanımdaki dostumla beklemek, takip etmek bir çaresizlik göstergesiydi. Son bir haftadır tek yaptığım okula gidip tüm gün Barlas'a ulaşmaya çalışmaktı. Merak duygusu içimdeki ateşi kavururken başımı düşüncelerimden sıyrılmam istercesine iki yana salladım. Zamanı değildi, hiç zamanı değildi.


"Maviş hadi Uraz çıktı."


Titrek bir nefes dudaklarımdan kendini bırakırken başımı sallayarak Batu'nun dikkatli adımlarını takip ettim. Uraz'ın arabasına binişinin ardından vakit kaybetmeksizin Batu'nun arabasında yerimizi aldık.


"Cidden mi? Eğlenmeye mi geldi? Gece kulübüne?"


Batu'nun sesiyle dalgın bakışlarım Batu'nun gözlerini takip ederek Uraz'ın kapısından girmek üzere olduğu gece kulübüne kaydı. Yalnış görmüyorduk. Uraz hiç bir şey olmamış gibi bir gece kulübe tek başına eğlenmeye gelmişti.


"Adel in arabadan."


Batu'nun ciddi sesiyle afallayarak Batu'ya baktım. Oldukça saçma bir ciddiyet içindeydi.


"İneyim mi? Ayrıca, Adel derken? Ne oldu Batu?"


Batu torpidosundan iki siyah güneş gözlüğü çıkartıp birini benim elime diğerini kendi eline tutuşturdu. Bir an İçin neye şaşırabileceğimi kısacık düşünmeye çalıştım. Batu'nun arabasından iki tane güneş gözlüğü çıkmasına mı yoksa gecenin bu saatinde güneş gözlüğü takmamı istemesine mi? Başımı iki yana sallarken dudaklarımı şaşkınlıkla araladım.


"Batu pardon ama bu gözlüklerle tam şu an ne yapmayı planlıyoruz? Gece kulübünü falan mı basacağız?"


Batu güneş gözlüklerini hafifçe burnunda tutarak dudaklarını araladı.


"Bir Batu atasözü derki, tecavüz kaçınılmazsa zevk alacaksın. Yani maviş şimdi o gece kulübüne girip Urazcığımızla birlikte eğleneceğiz. Madem ben uykumdan bu iti takip etmek için ödün verdim ve bu bok herif bu saatte hiç bir şeyi sikine takmayıp eğlenmeye geldi, ne duruyoruz o zaman? Kel mi bizim başımız ha? Madem şu takip safsatasını yapıyoruz biraz tadını çıkartmaktan bir zarar gelmez. Zaten bir haftadır ablak ablak geziyoruz ortalıkta. Bari bu gece tozunu attıralım şuraların."


Batu gözlüğü tam anlamıyla gözlerine taktıktan hemen sonra arabadan indiğinde cevap vermeyi bir kenara bırakın söylediklerini sindirememiştim bile. Tecavüz kaçınılmazsa zevk alacaksın mı demişti o öyle? Bu işin sonunda bir psikoloğa görünmemizde fayda vardı anlaşılan! Ki Batu şimdiden tüm psikolojisini kurban etmişti bu mücadele uğruna. Daha fazla beklemeden gözlükleri gözümle buluşturarak arabadan ayrıldım. Harika! Simsiyah bir hava ve siyahlığın içinde siyahlık katan kocaman güneş gözlükleri. Batu valeye anahtarı attıktan hemen sonra birlikte gece kulübüne girmiştik. Uraz'ı gözlüklerimizin üzerinden fark ettiğimizde onun fark etmeyeceğini bir mesafede durduk. Batu içki bardaklarıyla dolu tepsiyle gezen garsona bir şeyler söyledikten sonra bana doğru dönmüş ve sesini duyabileceğim şekilde yükseltmişti.


"Bak gözümüzün önünde! Eğlenmene bak maviş kız! Bir daha ne zaman geleceğiz!"


Gözlerimi devirdim.


"Köy yanarken-"


"Ver abiciğim ver."


Batu sözlerimi yanımıza gelen garsondan aldığı tepsiyi ortamızdaki masaya bırakarak böldü. Tepside on belki de on beş tekila Shot bardağı ve üzerlerinde limon vardı. Ve birde tuz? Batu keyifle tuzu eline alarak dudaklarını araladı.


"İzle maviş,"


Tuzu yaladı, tekilayı hız kesmeden dudaklarıyla buluşturdu ve bir yudumda midesine gönderdi bardağı dudaklarından ayrıldığı an ise ince limon dilimini kabuğunu dışarıda bırakacak şekilde dişlerinin arasına alarak tek hamleyle limonu kabuğundan ayırdı. Hayretle onu izlediğim sırada eliyle tepsiyi işaret etti.


"Sıra sende! Göster bakalım mavişliğini!"


Omuz silkip Batu'nun yaptığı hareketleri aynen tekrarladım.


Bir

İki

Üç

Dört


Beşinciye geçerken gözlerim kaymaya başlamıştı bile. O sırada mekanın içinde yükselen şarkıyla Batu keyifle aksak adımlarla beni piste çekiştirdi.


"Sıkıldım buralardan ben. Sıkıldım bu zamandan. Nereye gitsem. Ne yana baksam

Çok haber aldım. Azı güzel. Uyanıyoruz artık çık. Şu kafanın içinden. Yolunu bulsan. Dayanabilsen, senin içinde, seni arar..."


Şarkı oldukça hareketliydi ve istemsizce Batu'nun saçma dans figürleri ve beni bu figürlere alet edişi dudaklarımdan kocaman kahkahaların kendini bırakmasına sebep oluyordu. Şarkı devam etti...


"Koş dedi koş dedi kaçana kadar. Yüksek dağları aşana kadar koştum. Koştum. Sus dedi sus dedi geçene kadar. Köprüyü geçtim göçene kadar Sustum. Sustum. Gündüzlerin hesabını. Sorar mıyım gecelerden? Duvara vursam. Düşeni ezsem. İçine atmak, kime yarar?"


Şarkı devam ettikçe dansımız hızlanıyor kahkahalarımız yükseliyordu. Durmadan tekila içiyor ve dans ediyorduk. Öyle öyle kaç şarkı geçti bilmiyordum tek bildiğim şu an beni zar zor arabaya taşımaya çalışan Batu'nun verdiği mücadeleydi.


"Gülle gibi mübarek!"


Batu'nun benden bahsettiğini varsayarak dudaklarımı araladım.


"Ayıp ama! Ben on kiloyum."


Bedenim koltukla buluşurken sanki kanıtlanacakmışçasına on parmağımı havaya kaldırarak Batu'ya doğru salladım.


"Aynen bende beş kiloyum da bakma kemiklerim iri."


Kelimeler ağzında hafifçe yuvarlansa da henüz benim kadar kafayı yememişti. Hala içimden dans etmek ve kahkaha atmak geliyordu. Sonra ağlamak... Hüngür hüngür ağlamak duvarları yumruklamak saçlarımı yolmak geliyordu. İçmek her şeyi unutturur dedikleri bu muydu? Peki Ya ben neden her şeyi çok daha misliyle hatırlıyordum?


"Barlas!"


Diye attığım çığlığın sesi arabanın yükselen motoruyla buluşurken bir anda bağıra çağıra ağlamaya başlamıştım. göz yaşlarım tıpkı çiseleyen bir yağmurun bir anda hızlanışı gibi sanki gözlerimden oluk oluk akıyordu. Bir barajı, koca bir havuzu hatta koskoca bir okyanusu dolduracakmış gibi. Sonra bir anda beklemediğim bir şey oldu. Batu ne kadar kendinde olsa da bir anda "Barlas" diye bağırarak ağlamaya başladı. Eli direksiyondayken göz yaşları sicim gibi dökülüyordu yanaklarından. Size durumumuzu şöyle özetlemem yanlış olmazdı. Uraz'ı takip etmek için geldiğimiz gece kulübünde deli gibi eğlenmiş ve dönüş yolunda Batu'nun direksiyonunda olduğu arabanın içinde ikimizde hıçkıra hıçkıra avaz avaz ağlıyorduk. Batu benim yarım kadar içmiş olsa da sanki bu ağlayışı içkiden değil göğsüne yüklenen derin özlem acısındandı. Belki bu görüntümüz dışarıdan izlendiğinde kahkaha attırabilirdi ama biz biliyorduk ya, kalbimiz acıyordu. Canımızdan can kopuyordu. Abartmaksızın evimin önünde araba duruncaya dek durmadan ağlamıştık. Araba durmuştu ve en sonunda birbirimize sarılarak ağlamıştık. Sonra Batu'nun uyuyakaldığını hatırlıyorum. Bir anda arabanın içinde uyuyakaldığını ve benim yaşadığım şoku. O an yaptığım hareketleri idrak edemiyordum. Tek bildiğim sarhoş olmamın uykumu zerre getirmediğiydi. O anın bilinçsizleriyle arabadan sarsak adımlarla ayrıldım ve kendi evimi es geçerek Barlas'ın evine adımladım. Hani derler Ya kapı kuvvetle çaldığında alacaklı gibi neden çalıyorsun diye. Hah! İşte tam şu an yumruklarım Barlas'ın kapısını tıpkı bir alacaklı gibi dövüyordu, bir yandan da saçma sözcükler benden izin almadan dudaklarımdan dökülmeyi ihmal etmiyordu.


"Aç kapıyı! Yoksa kırarım! kapısız kalırsın!"


Umarım ayıldığımda tıpkı filmlerde olduğu gibi bu dilimden dökülen saçma sözcükleri harfi harfine unuturum... Kapı dakikalar sonra yumruklarıma dayanamamış olacak ki açıldı. Karşımda gördüğüm gri eşofmanı, siyah tişörtün içindeki bedenin gözlerimin zihnime oynadığı bir oyun olmamasını diledim.


"Neredesin sen? Ehliyetini kasaptan mı aldın?!"


NE? Gerçekten bu tam şu an yaşanıyor muydu? Peki ben şu an dilime neden hakim olamıyordum?


"Adel? Ne bu halin?"


Birde sendeleye sendeleye kendimi evin içine atmasam sanki her şey daha güzel olacaktı.


"Kör müsün? Sarhoşum! Senin yüzünden! Kimsin sen ya! Çık git oğlum kafamdan! Git gelme sakın geri gelme! Sen gelince benim kafam bozuluyor! Ama gidince de bozuluyor... Acaba gitmesen mi? Sen en iyisi gitme... Hiç gitme hep kal..."


Sesim sonlara doğru fısıltıyla çıkarken cümlemin başında göğsünü yumruklayan ellerim sonlarına doğru belini sarmıştı.


"Neden bu kadar içtin ve bu saatte kapıma dayanıyorsun?"


"Yoksun çünkü! Aptal herif! Günlerdir dayanıyorum kapına! Hangi cehennemdesin? Ya bir merak etmez mi insan? Ne oldu bu kız gelip duruyor diye!"


Ve biraz önce Barlas'ın belini saran kollarım yeniden çözülmüştü. Barlas şaşkın bir o kadarda yumuşak bakışlarıyla bedenimi tutmaya çalışırken çırpınmayı sürdürüyordum.


"Bırak geri zekâlı! Bırak! At kafası! Sikip attın ulan hayatımı! Nerden çıktın sen benim karşıma!"


Barlas dudaklarını birbirine bastırırken gülmemek için insan üstü bir çaba verdiği her halinden belliydi ama ben göremeyecek kadar kör kütük sarhoştum bu rezilliğimi.


"Sen az önce küfür mü ettin?"


"Ettim tabii! Küfür edene değil ettirene soracaksın tamam mı? Yerinde edilen küfür şiir gibidir! Nazım'da kimmiş?"


Sesim öyle yüksek çıkıyor dudaklarım öyle saçma kelimeler sarf ediyordu ki ayık halim bu halimi izleseydi içki bulunan her yere Adel Rana Arın'a içki satışı yapmak yasaktır yazardı. Bundan hiç şüphem yoktu.


"Nazım?"


"Bizim Nazım işte! Nazım Hikmet yok mu?"


Barlas bir anda kahkaha attığında sanki çok haklıymışım gibi birde vurmaya başlamıştım göğsüne.


"Sus ne gülüyorsun! Aptal!"


Sonra bir anda bir parmağımı Barlas'ın şaşkın gözlerinin önünde sallamaya başladım.


"Ver lan beş senemi geri! Yaaaa Barlas bey, mal mal bakarsın öyle! Ben sana beş senemi verdim ama sen bana veremezsin. Dangalak herif-"


"Bir sus be kızım."


Belimden öyle şiddetli çekip bedenine yaslamıştı ki çırpınan bedenimi, hareketlerim anında kesilmiş dudaklarım bir anda sıcacık olmuştu. Dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı...


"Görmeyeli çeneniz baya bir açılmış öğretmen hanım."


Barlas'ın kucağına yığılmadan önce zorlukla duyduğum bir kaç kelime bunlar olmuştu. Sonrasında hatırlamayacağıma emin olduğum bir kaç cümle...


***


Gözlerimi zorlukla araladığımda tanıdık bir evdeydim. Kendi evimdeydim. En son hatırladığım ise... Barlas'ın kapısını yumruklayan ellerimdi. Ve arabada bir anda uyuya kalmış Batuhan? Peki Ya ben buraya nasıl gelmiştim? Saçlarımı geriye ittirerek yattığım yerden hızla doğruldum. Koşar adım merdivenleri indiğimde karşılaşmayı beklediğim görüntü kesinlikle kucağında Sirius'la uzanan ve üzerine her zaman koltuğun üzerinde bıraktığım pike serili olan Batu değildi... Hatırladığım kadarıyla Batu öyle derin bir uykuya dalmıştı ki onu uyandırıp buraya getirmem mümkün görünmüyordu. Başımı iki yana sallayarak titreyen ellerimle mutfağa ulaşır ulaşmaz büyük bardak iki suyu mideme gönderdim. Saçlarımı bileğimdeki tokayla dağınık bir şekilde topladıktan hemen sonra ayaklarıma dolanan Sirius'un mama kabını ve su kabını ağzına kadar doldurarak Batu'nun yanına adımladım.


"Batu uyan!"


"Hım?"


"Batu!"


Sesim etkili gelmediğinde bu kez Batu'yu dürterek uyandırmaya çalışıyorum. Neler olduğunu tam anlamıyla öğrenmem şarttı.


"Batu dedim!"


"Ya dur be kızım! Ne oldu Batu Batu rüyanda mı gördün? Uyandık işte."


Gözlerimi devirirken ellerim belimdeki yerini almıştı istemsizce.


"Neredesin bak bakalım."


"Arabadayım."


Dudaklarımı birbirine bastırdığımda Batu'nun yataktan doğrulup etrafına bakması ve dehşetle gözlerini gözlerimle buluşturmasını sabırla bekledim. 3...2...1-


"Has siktir! Arabada değilim lan! Adel yuh! Şuncacık kızsın nasıl getirdin sen beni buraya? Ya göbeğin düşseydi."


"Kucağıma aldım Batuş. Hem göbeğim düştü zaten bak şurada."


"Ne! O ironi değil miydi? Gerçek mi lan o? Nerede göbeğin?!"


Batu'nun salaklığıyla Doğrulan bedeninin yanına bedenimi sıkıntıyla bıraktım.


"Batu kahve falan iç bir şey yap. Ayıl konuşmamız lazım. Delirteceksin beni."


"Şakaydı değil mi? Maviş bücür seni!"


Batu sinirle mutfağa giderken arkasından gülmekle yetinmiştim. Başımı koltuğun arkasına doğru bırakırken gözlerim tavanda asılı kaldı. Dün ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Yalnızca Barlas'ın gözlerini hayal meyal hatırlıyordum. Hatırlamak eksik kalırdı hatta ben onun gözlerini baktığım her yerde görüyordum. Dudaklarımda oluşan buruk gülümsemeyle yerimden doğruldum.


"Adel kahve yapıyorum güzelim!"


"Geldim!"


Tabii kahve şu an belki de ilacım olan tek şeydi. Mutfağa adımladığımda Batu'yu filtre kahve makinesinin önünde görerek dudaklarımdan bir nefes bıraktım. Belki rahat belki rahatsız ve ağrılı bir nefes.


"Baş ağrısından geberiyorum Batu... Ne içtik biz öyle. Zaten Uraz'ı da kaçırdık. Tam bir geri zekalıyız biliyorsun değil mi?"


Batu başını sallarken filtre kahveyi bardaklara bölüştürüyordu.


"Süzme bir salağız."


Dudaklarımdan dökülen anlamsız kahkaha Batu'ya ulaşırken kahkaham onun dudaklarına da bulaşmıştı. Biraz önce oturduğum sandalyenin karşısına oturduğunda elindeki kupalardan birini önüme ittirdi.


"Negatif yükleme kızım, bir dur. Şöyle yapacağız... Sen gidip Barlas'la yalnız konuşacaksın. Hemen bu akşam. Yalnız konuşsanız daha iyi olur..."


Dudaklarım titrek bir nefesi feda etti mutfağın gergin havasına. Yalnız konuşacaksın... Barlas Korhan'la yalnız konuşmak... Her şeyi anlatmak. Öyle korkuyordum ki beni istememesinden... İnanmamasından, kabullenmemesinden. Ama yapmak zorundaydım. Artık iki seçeceğimiz vardı. Ya Barlas'a her şeyi anlatacak ve yeniden birlikte olacaktık ya da Barlas beni istemeyecek ve hayatımdan tamamen çıkacaktı. Ama iki ihtimalde her şeyin sonunu getirecekti, rahatlatacaktı belki de beklentili ruhumu... Tüm belirsizlikleri silip atacaktı karmakarışık aklımdan. Her şey bitecekti. Ve o gün bu akşamda...


"Bu akşam..."


Diye tekrarladım Batu'yu kendimi ikna etmek istercesine.


"Bu akşam."


Diyerek onayladı Batu kendinden emin bir tınıyla. Başımı sallarken dumanı tüten kahvemi dudaklarımla buluşturdum. Batu'yla yarım saat boyunca o mutfakta sessizce kahvelerimizi yudumlarken ikimizin de kafasında binlerce soru olduğuna yemin edebilirdim. Bundan sonra ne olacağını bilmiyordum ama bir şeyden emindim. Artık iyi olacaktım. Onunla yada onsuz. İyi olmak zorundaydım. Kabullenmek zorundaydım... Bazı insanların kaderi bazı insanlarla ne yaparsa yapsın birleşemezdi. Birlikte olmaması gereken insanlar bir şekilde birlikte olmazdı. Hayat onları ne yapar eder ayrı düşürürdü. Tıpkı bizim gibi... Ama savaşmıştım. Öyle savaşmıştım ki bizi ayrı düşüren kaderi yenmek için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Kendimden vermiştim, kalbimden vermiştim. Şimdi ise son adımdı bu. Önümdeki son adım. Bu adım ya bir uçurumun kenarında atacak ve oradan düşecektim Ya da o adım yıkık dökük harabe bir evden yemyeşil bir ormana çıkacak son adımım olacaktı. Ya sonsuz yaşayacaktım ya da ruhumun mezarını ellerimle katacaktım.


"Ben artık gideyim güzelim. Bahar'ımla bugün biraz gezeceğiz. Sen akşama kadar güzelce dinlen ve şimdiden Barlas'la iletişime geçmeye çalış. Akşamda yanına geçersin güzelce konuşursunuz... Lütfen sakin kal Adel. Ve unutma sonuç her ne olursa olsun senin yanındayım. Düşsek de paramparça da olsak hatta bir enkazın altında da kalsak o enkazda birlikteyiz. Ya yan yana ezileceğiz Ya ikimiz de en azın kaybı verip çıkacağız o üzerimize yıktıkları enkazdan. Tamam mı? Sen benim güzel kız kardeşimsin. Ve abin seni bir dakika bile yalnız bırakmayacak. Sözüm söz..."


Batu'nun ardından ayağa kalktığımda Batu'ya hızla sardım kollarımı gözlerim dolarken.


"Sen var ya, iyi ki sensin be Batu. İyi ki sensin..."


Aile neydi? Anne, baba ve çocuktan oluşan bir topluluk. Annenin seni doğurması, babanın seni büyütmesi anne ve baba olması İçin yeterliydi onları sıfatlandırmak için. Peki Ya Batu kimdi? En ufak kan bağımın olmadığı yanımdaki, saçlarımı okşayan, beni bırakmayacağını söyleyen, ben senin abinim diyen bu adam kim oluyordu? Sözlüklere göre cevap versek arkadaştı anlamı, kalbim verseydi cevabı ailem derdim hiç tereddüt etmeden.


"Hadi sulu göz ağlama sakın. Git yat uyu bozma kafamı."


Başımı sallayarak Batu'dan ayrıldığımda Batu elleriyle saçlarımı geriye ittirip dudaklarını alnıma bastırdı. Gülümsedim.


"Görüşürüz... Bahar'a selam söyle. Güneş'imi de öp benim için..."


Batu başını sallarken sandalyede duran ceketini üzerine geçirip kapıya ilerledi. Batu'yu yolcu ettikten hemen sonra sırtım kapıya yaslı derin nefeslerle doldurdum ciğerlerimi. Şimdi Barlas'a kısa bir mesaj atmalı ve konuşmamız gerektiğini söylemeliydim. O gün bugündü...


Adel: Barlas selam... Öncelikle dün yaptıklarım hakkında en ufak bir fikrim yok ama yine de özür dilerim. Umarım çok saçmalamamışımdır. Ah! Her neyse, akşam müsaitsen sana gelebilir miyim? Biraz konuşmak istiyorum da.


Dişerim alt dudağımı çiğnerken neredeyse kanatmak üzereydim ama emin olun umurumda bile değildi. Kalbim öyle acıyordu ki beş senedir, hiç bir acı önüne geçemiyordu. Küçükken annemin zoruyla aşı olmaya giderken koluma batacak iğneyi, tırnaklarımı avuç içlerime batırarak beklerdim. Hoş, hala öyle yaparım iğne olurken. Bir çocuk safsatası işte. Avucum daha çok acırsa iğnenin acısını hissetmem sanıyordum. O zamanlar safsataydı yaptıklarım ama işe yarıyormuş. Şimdi anlıyorum. Kalbim acırken başka acıyı hissedemiyordum. Şimdi iğne olsam batırmazdım avucuma tırnaklarımı, zaten hissetmezdim hiç bir acıydı. Kalbim varken ne haddineydi bir kaç tırnak değmiş avucumun acısının, ne münasebet iğne yakacaktı canımı... Titreyen telefonumla alt dudağımı olmasa da esir tuttuğum birkaç düşünceyi zihnim serbest bırakmıştı ve avucumda sıkıca tuttuğum telefonum parmaklarımla buluşmuştu.


Barlas: Saçmalamadın. Bende seninle konuşmak istiyordum gelsen iyi olur. Bu kez yemekler benden.


Gülümseyerek özgürlüğüne kavuşan düşüncelerime alt dudağımı ekledim. Dişlerimden kurtulduğu gibi özgürce iki yana kıvrılmıştı. Yemekler benden


Adel: Kaçta geleyim? 


Barlas: 20.30 da görüşürüz Adel.


Adel: Anlaştık. Barlas.


Gülümsemem bir saniye olsun dudaklarımı terk etmezken hızla merdivenlerden çıkıp odama ulaştım. Bugün özeldi. Öyle sıradan değildi, öylesine değildi. Bugün belki de 'yenidenle' başlayacak cümlelerin günü, vedalarla vedalaşan kelimelerin günüydü. Göz yaşlarım artık mutluluktan akacaktı belki. Gözlerim bayram edecekti bir ömür. Özel günlere özel hazırlanmalıydı. Öyle de yapacaktım. Hızla dünkü alkol kokulu kıyafetlerimden kurtulup bedenimi ılık suyun altına bıraktım. Çiçek kokuları yayan duş jelimle tüm vücudumu birkaç kez yıkadım. Sonra saçlarıma geldi sıra. Saçlarımı birkaç kez şampuanladıktan sonra kremle yumuşattım ve neredeyse bir saatim duş almakla geçti. Akşama kadar nasılsa vaktim vardı. Duştan çıktığımda vücuduma sardığım beyaz geniş havluyla birlikte odama adımladım. Üzerime henüz giderken giyinmek istediklerimi giymek istemediğimden rahatça pijamalarımı geçirdim ve saçlarıma sardığım havluyla merdivenleri seke seke indim. İçimdeki mutluluk hiç bir yere sığmayacak kadar fazlaydı. Bende sığdırmaya çalışmadım. Tam şu an tezgahın önünde saçlarıma sardığım havluyla açtığım yüksek sesli müzikle bağıra çağıra şarkı söylüyor ve en az benim kadar mutlu olması gereken midem için sandviç hazırlıyordum. Son bir saattir öyle çok gurulduyordu ki açtığım sesli müziğin sesi zar zor bastırıyordu midemin acı feryatlarını. Peçete sardığım sandviçimi ve koca bir kupa yeşil çayımı tepsiye koyduktan sonra ayaklarıma dolanan Sirius'la salona ulaşmıştık. Bedenim koltukla buluşurken hızla kumandayı parmaklarımla buluşturdum. Başka bir seçenek olmadığından daha doğrusu olmasını istemediğimden milyon kez izlediğim teen wolf'un rasgele bir bölümünü açıp sandviçi ağlayan midemle buluşturmak üzere dudaklarıma yaklaştırdım.


***


"Of Schott! Allison diye diye bir Derek'le olmadığın kaldı. Yavşak alpha! Erkek değil misin? Hepiniz aynısınız. Bir kere de şaşırtın be!"


Yerimden kalkarken bir yandan da söyleniyordum. Söylene söylene elimdeki tepsiyle mutfağa ulaştığımda bir anda aklıma saat geldi. Gözlerim saate kayarken saatin 18.00 olduğunu gören gözlerim yuvalarından fırlayacakmışçasına büyümüştü. Kaç saattir o koltuktaydım ben? Ah ya! Tepsiyi bırakır bırakmaz merdivenleri ikişer üçer basamakla çıktım ve saniyeler içinde kendimi dolabımın karşısında buldum. Ne giysem... Of! Ne giyeceğim ben? Dolapta gözüme ilişen beyaz diz kapaklarıma ulaşan, göğüs dekolteli, uzun kollu elbise de gezdirdim gözlerimi. Olurdu! Hem de çok güzel olurdu. Çünkü neden olmasındı? Elbiseyi dolaptan çıkarttığım gibi bedenimdeki paspal kıyafetlerden kurtararak üzerime geçirdim. Sonrası çok daha hızlıydı. Yüz hatlarımı belirginleştirecek pastel tonlarında bir makyaj, sırtımdan dökülen düz saçlarım, boyumu Barlas'a yaklaştıracak -en azından deneyecek- beyaz topuklu ayakkabılar. Ve üzerimdeki kahve tonlarındaki kaban. Aynadaki görüntüme kocaman gülümseyerek dudaklarımı araladım. "Bitti, her şey bitecek... İyi ya da kötü bitecek. Sevgili kendim, ne badireler atlattın, ne savaşlar verdin, ne yenilgiler gördün, ne zaferler göremedin. Ne kaybedişlere şahit oldun, ne buluşmalarda yaralandın. Şimdi her şeyin sonu. Son perde, oyun bitti. Perde kapanacak ve yeniden açıldığında seyircileri gülümseyerek selamlayan sen olacaksın. Sen ve sevdiklerin..." Bakışlarım her kelimemde daha da eminleşti kendinden. Daha da varlığını kabullendi. Ve şimdi topuk seslerim merdivenlerde tüm evde yankılanıyordu. Bir zafer coşkusuyla takır takır eziliyordu basamaklar ayaklarımın altında. Çantamda bir çerçeve vardı şimdi. İçinde bir fotoğraf, fotoğrafta biz, birde zarf, yalanları renksiz bırakacak, gerçekleri gözler önüne zaferle serecek olan o zarf, DNA testi... Kapıdan çıktığımda heyecandan titreyen dizlerim hiç yardımcı olmuyordu yürümem için. Ama pes etmedim. belki yavaş yürüyecektim ama bir şekilde bitecekti yol. Siz adımlarınızı yavaşta atsanız hızlı da atsanız o yol öyle ya da böyle biterdi... Bahçe kapısından attığım bir kaç adım sonra beklediğim tamamen size söylediğim gibi karşımdaki eve ulaşmaktı. Beklemediğim ise dudaklarımdan yükselmesi bir bezle engellenen çığlıklar değildi. Beklediğim Barlas'a gitmekti. Yüzünü bile görmediğim bir takım adamların kucağına yığılmak değil. Çırpınmak değil. Kaçırılmak değil... Ama hayattı bu, her şey beklediğimiz gibi olsaydı yaşıyorum diyemezdik. Ne yazık ki hayal alemin de değildik. Olmayı istesek de değildik. Her şey gerçekti. Saf gerçekler. Ve beğensek de beğenmesek de kendi gerçeklerimizi yaşamakla hükümlüydük...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%