Yeni Üyelik
66.
Bölüm

Kayip Gezegen 19. Bölüm: Acimsin

@peteichor_

"Senin için çektiğim acılardan hiç bıkmadım. Çünkü o acı sendin sevgilim. Benim acım sendin. O kadar korkuyordum ki seni bulana kadar acılarımın geçmesinden, onları unutmaktan... Çünkü sendin sevgilim, benim acım sendin. Acım geçerse sende geçerdin, unutsaydım acımı, seni de unuturdum. Ben seni acılarıma sakladım kimse görmedi."


KAYIP GEZEGEN 19. BÖLÜM: ACIMSIN


Bir gökyüzü. Yıldızlarla örtülü, Işıl ışıl bir gökyüzü. Ama uzaktan görünmüyordu o yıldızlar. Yeryüzünden baktığımızda onlar nokta kadar küçülüyordu gözlerimizde. Halbuki onlar tüm gökyüzünü aydınlatacak kadar kuvvetliydi. Onlar öyle bir güce sahipti ki biz insanları öldüklerinde arkalarından dilek diletebiliyorlardı. Diğer canlılardan en önemli farkı da buydu onların. Onlar kayardı biz umutla hayal ederdik, biz ölürdük arkamızda bıraktıklarımızın hayalleri de ölürdü. Yıldızların ölümü hayaller doğururken bizlerin ölümü hayalleri de beraberinde götürüyordu. Bizim cenazemiz siyahlar içindeyken onların cenazeleri saf beyazlar içinde Işıl ışıldı.


Şakaklarımdan sinsi bir ağrı yayılıyordu kafamın içine. Giderek daha da güçleniyor, ilerliyordu. Gözlerimin üzerinde betimlemeye gücümün yetmeyeceği kadar tonlarca ağırlık vardı. Açmak istiyordum onları. Göz kapaklarımı kaldırmak istiyordum gözlerimden. Ama olmuyordu. Ağrı göz kapaklarıma dahi yayılmış durumdaydı. Yine de zorladım kendimi. Dudaklarımdan titrek bir nefes çıkarken bir elim şakaklarımı sertçe ovuyordu. Öyle bir kuvvetle ovuyordu ki ağrıları öldürmek istermiş gibiydi. Ama maalesef olmuyordu. Ağrılar azalmaktansa artıyordu. Yine de açıldı gözlerim. Öyle Ya da böyle açıldı. Köşesinde yığılıp kaldığım o karanlık odada gezdi kısık gözlerim. En son hatırladığım birkaç adamın bir anda etrafımı sardığı ve çığlık atmak üzereyken dudaklarıma bir mendil bastırmalarıydı. Bu film klişelerinden ne zaman çıkacaktım bilmiyordum tek bildiğim sebepsizce korkmadığımdı. Burada beni kimin tuttuğunu bile bilmiyordum ama yine de içimde en ufak bir korku yoktu. Topuklu ayakkabılardan kurtardığım ayaklarım zeminde yavaşça ileriye hareket ederken demir kapının yanına ilerledim. Yaşadıklarım ne korku bırakmıştı ne merak. Daha fazla ne olabilirdi demekten bıkmayacaktım hiç. Öyle çok kapatmışlardı ki beni artık kapalı kalmak bile korkutmuyordu. Demir kapıya ulaştığımda hafifçe vurdum. Hafifçe vurmama rağmen öyle yüksekti ki sesi, bu sesi dışarıda biri varsa duymaması olanaksızdı.


"Kimse var mı?"


Kaçırıldın sen geri zekâlı kimse var mı ne demek? İç sesimin haklılık payıyla sesimi sert çıkması İçin zorladım.


"Kimsiniz siz! Ne istiyorsunuz benden?"


Bu daha iyi olmuştu tabii. Dışarıdan herhangi bir ses gelmezken yanaklarımı sıkıntıyla şişirdim. Ne bekliyordum ki? Bunca olaydan sonra herkesin kenara çekilmesini, gerçeklerin ortaya çakmasını ve öylece mutlu olmayı mı? Ben ve mutluluk? Aynı karede varlığını koruyamayan iki kelime. Ne komik... bedenimi sıkıntıyla biraz önce veda ettiğim duvarın dibine bırakırken bacaklarımı kendime çektim. Gözlerim karşımdaki duvarda takılı kalırken zihnime dolan anılardan kurtulamamıştım. Bir anda sızmışlardı kafamın içine...


"Neden Barlas? Neden yapıyorsun bunu bana!?"


Barlas bir eliyle alnını ovuştururken o da benim gibi bağırmaya başlamıştı.


"Zarar görüyorsun Adel! Benim yüzümden!"


Sinirle gülmeye başladım.


"Ben senin yanında güvendeyim Barlas. Sen beni kendinden uzaklaştırırsan zarar görürüm asıl! Anla artık anla! Şu an sen olmasaydın bu küçücük oda da panik atak geçiriyor olurdum ben!"


Barlas bana yaklaşıp elleriyle kollarımı sıkıca tutarak bağırmayı sürdürdü.


"Neden buradasın Adel? Düşündün mü hiç? Neden? Benim yüzümden! Anlıyor musun! Sen benim yüzümden buradasın!"


Kollarımı Barlas'tan kurtarıp gözlerinin içine baktım.


"Umurumda bile değil. Barlas ben... Ben seni-"


Barlas sözümü hızla kestiğinde dudaklarım aralık kalmıştı. Dağılmış gözüküyordu bakışları, saçları, ruhu... Dağılmış gibiydi.


"Sus Adel. Lütfen sus... Bunu senden duyarsam bir daha seni benden kimse ayıramaz..."


Barlas'ın ellerini titreyen ellerimin arasına alıp sakinleşen sesimle gözlerine baktım.


"Ben söyleyeceğim sende duyacaksın. Seni seviyorum Barlas ve sen buna engel olamayacaksın."


Burukça gülümsedim. Sen benim yüzümden buradasın! Ah Korhan ah yine başa döndük ha? Bak yine senin yüzünden buradayım. Senin deyiminle senin yüzünden. Anlayamadığın şey ise senin yüzünden değil senin için burada olduğumdu. Ben yaşadığım hiçbir şeyi senin yüzünden yaşamadım. Çektiğim hiçbir acıyı senin yüzünden çekmedim. Hiçbir kaybımı senin yüzünden vermedim. Ben yaşadığım her şeyi senin için yaşadım.


Çektiğim acılarda senin içindi. Hiç gocunmadım sevgilim. Senin için çektiğim acılardan hiç bıkmadım. Çünkü o acı sendin sevgilim. Benim acım sendin. O kadar korkuyordum ki seni bulana kadar acılarımın geçmesinden, onları unutmaktan... Çünkü sendin sevgilim, benim acım sendin. Acım geçerse sende geçerdin, unutsaydım acımı, seni de unuturdum. Ben seni acılarıma sakladım kimse görmedi.


"Adel, s-seni ilk gördüğümde..."


Barlas'ın sesi zar zor çıkarken başımı iki yana salladım.


"Barlas..."


"Dinle sevgilim, dinle..."


Barlas zar zor titreyen dudaklarını hareket ettirmeye başladı.


"Seni ilk gördüğümden gözlerinde bir şey gördüm. M-Mutluluk... saf mutluluk... Ben senin hayatına girdiğinden beri-"


"Sus Barlas! Lütfen..."


Barlas beni umursamadan titreyen dudaklarından sözcükleri birer birer dökmeye devam etti.


"Senin hayatına girdiğimden beri mutluluk sana uzak, yasak... Gözlerindeki o sonsuz masmavi gökyüzü benimle birlikte karardı güzel gözlüm. Artık gözlerinde masmavi bir gökyüzü değil karanlık bulutlar var."


Gözlerim acıyla kapanırken bir damla yavaşça süzüldü sağ yanağımdan. Barlas'ın sesi silinmiyordu zihnimden. Artık gözlerinde masmavi bir gökyüzü değil karanlık bulurlar var... Yanılıyorsun sevgilim, sen benim hayatıma girdiğinden beri benim gözlerimde masmavi bir gökyüzü değil yemyeşil ormanlar var. Ve ben ilk defa gökyüzünde özgürce uçmaktansa ormanlara çakılmayı istedim. Hiç istemediğim kadar istedim. Bir kuş olup senden gitmektense kanatlarımdan ayrılıp ormanlarına sığınmak isterdim. Benim özgürlüğüm gökyüzünde değildi ağaçlarla dolu yer yüzündeydi.


O da beni severdi bilirdim. Belki şimdi değil, belki uzak bir hayatta geçmiş bir zamanda ama bilirdim işte. Girmiştim bir kere kalbine. Unutsa da atamazdı kalbinden. Kapısı kilitliydi. Kapıları kilitli bir yerden anahtar olmadan çıkamazdınız. Ve o anahtar bendim, güzel dediği gözlerimdi. Gökyüzü dediği gözlerim...


Benim gözlerim onun gökyüzü,

Onun gözleri benim ormanlarımdı.


Burada kaç saat geçirdiğimden habersizdim. Bu karanlık, buz gibi odada yerde yatıyordum. Ama çaresiz hissetmiyordum. Çünkü biliyordum beni arayan bir dostum vardı. Belki de ona yardım eden sevdiğim adam...


"Beni orada bırakmazsın, biliyorum."


"Haklısın. Seni orada bırakmam."


Seni orada bırakmam... silinmiyordu sesi zihnimden. Silmek isteyen de yoktu zaten. Biliyordum. Beni burada bırakmazdı.


"Sen benim güzel kız kardeşimsin. Ve abin seni bir dakika bile yalnız bırakmayacak. Sözüm söz..."


Bu kez Batu'nundu zihnimde dalgalanan ses. Bırakmazdı bilirdim. Ben onun kız kardeşiydim... Maviş'i...


"Batu?"


"Maviş nasılsın bakalım? Uyuyabildin mi?"


"Maviş mi? O nereden çıktı?"


"Bilmem içimden geldi!"


Batu'nun bana ilk maviş dediği an doldu kulaklarıma. Gülümsedim. İlk mavişi olduğum andı o an. Sonra maviş kız olmuştum, sonra kız kardeşi... Sonra ailem olmuştu o da benim... Gözlerimi yavaşça kapattığımda gözlerim kapalıyken bile görebildiğimi fark ettim. Tek sorun görebildiğim tek görüntünün Barlas'ın yeşilleri olmasıydı. Korhan'ın gözleri kapalı gözlerime kadar ulaşmıştı. Düşüncelerim birbirine karışırken Demir kapıdan gelen sesle başımı hafifçe kaldırdım. Açılan Demir kapının ardında görünen beden tamda tahmin ettiğim bedendi. Uraz Aymaz...


Başımı sallayıp titreyen elimde bana uzattığı kartı aldım. Kartın üstünde Uraz Aymaz yazıyordu ve bir numara. Kartı cebime koyduğumda tam inerken adamın sesi yeniden kulaklarıma dolmuştu.


"Adım Uraz."


Elini uzattığında elimi yavaşça uzattım.


"Adel."


Beni ve Deniz'i yolun ortasından kurtarmış olan aynı adamdı karşımdaki. Bana kartını veren adam. Barlas'ın üvey kardeşi...


"Günaydın prenses."


Derken suratında midemi harekete geçirecek türden bir hareketlilik belirmişti. Yüzüne kusmamak İçin kendimi zar zor dizginleyebilmiştim. Sinir her bir uzvuma yayılırken ayağa kalkıp üzerine doğru adımladım. Karşımdaki adam her şeyden önce sevdiğim adamı, geleceğimizi, her şeyimi benden çekip almış iğrenç bir adamdı. Benliğimi elimden almış karaktersiz herifin tekiydi. Ona baktığımda içimde oluşan en şiddetli his kesinlikle mide bulantısıydı.


"Sen... Ne istedin bizden! Ne istedin? Ne yaptım ya ben sana?"


"Önce bir hasret giderseydik güzelim. Daha konuşacak zamanımız elbette olacak. Önce bir bak bakalım. Nasılım? Değiş miyim?"


Derken suratındaki saçma gülüşle etrafında elleri açık dönüyordu. Bu adam tam bir ruh hastasıydı.


"Manyak mısın sen Ya! Ne diyorsun sen!"


"Aaaa doğru ya! Sen beni zaten görmüştün değil mi? Sen ve o asalak arkadaşın peşimi bir türlü bırakmadınız. Bende kendi kendime dedim ki madem beni bu kadar özledi bir buluşma şart."


Çıldırmanın eşliğine geldiğimde ellerimi saçlarımdan geçirdim.


"Sen ruh hastasının tekisin anladın mı? Ama bunu ödeyeceksiniz... Beni onsuz bıraktığınız her bir saniyenin bedelini ödeyeceksiniz!"


Uraz başını sallarken kapıya adımladı.


"Tabii tabii ödeyeceğiz hiç merak etme canım. Şimdi sen biraz dinlen her şey hazır olduğunda neyi istiyorsan ödetirsin."


Anlamsızca gözlerine baktım. Her şey hazır olduğunda... Ne demek istemişti? Neyin hazır olmasını bekleyecektik? Korkmalı mıydım? Başımı olabildiğince dik tutmaya çalışırken içimde şu ana kadar yeşermeyen korkular bir anda yeşermeye başlamıştı amansızca.


"Ne ödetmesi? Ne diyorsun manyak!"


"Sabır Adel sabır. Hadi benim biraz işlerim var sen dinlen."


Ve kahkahası depoda yankılanırken ellerimi kulaklarıma bastırdım. İğrenç sesini duymaya teamülüm yoktu artık. Ne yüzünü görmeye ne sesini duymaya gücüm kalmamıştı. Demir kapının kapanış sesi kuvvetle yankılandı ve o an gittiğini anladım. Anlamıyordum. Hiç bir şey anlamadığım gibi bunu da anlamamıştım. Neyi bekliyordum ki? Daha ne kalmıştı geriye? Yaşatacağı ne kalmıştı? Bedenimi yere yeniden bıraktığımda Uraz'ın geleceğini söylediği zamanı uyuyarak beklemeye karar verdim. Uyursam belki geçerdi.


***

Zaman algımı tamamen yitirmiştim. Artık bir zaman algısı yoktu kafamın içinde. Bu odada kaç saat hatta kaç gün kaldığımı bilmiyordum. Sürekli uyuyor, uyanık kaldığımda Uraz'ın gelip saçmalamalarını dinliyor sonra yeniden uyuyordum. Ne buradan çıkma çabam vardı ne de bulunma. Sanki biraz da ben kaybolmak istemiştim. Biraz da ben bulunmak istemiştim. Biraz da ben aranmak istemiştim...


Burada kaldığım saatler boyunca tek düşündüğüm Barlas ve Batu olmuştu. Bolca ağlamış bazen gülmüş çoğunlukla üstünde oturduğum soğuk ve sert zeminde bedenimi dinlendirmiştim. Evet dinlendirmek... Şu an saat kaçtı bilmiyordum ama demir kapının üzerindeki küçük parmaklıklardan bir ışık sızmıyordu. Ya geceydi Ya da ışıklar kapalıydı. En ufak bir görüntü yoktu gözlerimin önünde. Ayağa kalktığımda ikinci adımımda yere düşeceğimi hissediyordum. Bende kalkmadım. Neden kalkacaktım ki? Kalksam ne değişecekti? Bir süre uyanık kaldıktan sonra yeniden uyumaya karar verdiğimde bedenim zeminle buluşmak üzereyken Demir kapının yüksek sesi doldu kulaklarıma. Evet Uraz'ın saçmalama mesaisi olmalıydı. Başka bir açıklaması yoktu. Ancak beklediğim gibi olmadı. Kapı önce açıldı, ufak bir hareketlilik oluştu. İleride ve karanlık olduğundan hareketliliğin sebebini anlaşmamıştım. Ama kapının yeniden kapandığı demir kapının yüksek sesinden net bir şekilde dolmuştu kulaklarıma. Sonra kapının sesi kulaklarımdan silinir silinmez bir ses daha doldu kulaklarıma. Tanıdık bir sesti. Oldukça tanıdık...


"A-Adel?"


Titrek sesi, öfkeli sesi, özlem dolu sesi, korkmuş sesi, kaybetmekten korkmuş sesi...


"Barlas... Sen misin?"


"Benim..."


Dediği an titrek bir nefes bıraktım dudaklarımdan. Tüm vücudum tir tir titrerken umursamadan kapıya doğru koşmaya başladım ve karanlığın içinde zorlukla algıladığım bedenin boynuna atladım bir anda. Öyle bir hızla sarmıştım ki kollarımı boynuna ayaklarımın havalandığını hissetmiştim. Barlas'ın tanıdık kokusu burnuma dolduğunda hıçkırıklar dudaklarımdan dökülüverdi. Meğer korkuyormuşum. Meğer buradan kurtulmak istiyormuşum. Meğerse ben Barlas Korhan'a sarılmak istiyormuşum. Barlas'ın belim ve saçlarım arasında dolanan elleri hıçkırıklarımı durdurmaktansa aksi gibi daha da hızlandırıyordu. Gerçekle hayal ortasında sürükleniyordu zihnim. Az önce Barlas mı gelmişti? Ben şu an onun kollarında mıydım? Gerçek miydi sahi? Gerçek miydin Barlas?


"Şşşt geçti. Geldim, sana geldim... Buldum seni ."


"Nerede kaldın Korhan?"


Derken hıçkırıklarım sürüyordu ardı arkası kesilmeden.


"Geç kaldım biliyorum. Sana geç kaldım."


Öyle bir söylemişti ki sanki sana geç kaldım derken beni bulmaya değil de başka bir şeye geç kalmış gibiydi. O an bunu umursanacak halim de yoktu. Tek istediğim sıkıca sarılmaktı. Ama Barlas beni bedeninden ayırmış yüzümü titreyen ellerinin arasına almıştı.


"Sana bir şey yaptılar mı?"


Başımı iki yana salladım elleri arasında. Dudaklarımı yüzümü saran avuç içlerine bastırdığımda bir göz yaşı da beraberinde düştü avucuna.


"Barlas... Neden buradayız?"


"Çünkü seni hatırladım. Çünkü sen beni buldun. Çünkü biz kavuşmak üzereydik ve bu dünya bizim kavuşmamızı istemiyor Sirius."


Barlas'tan yüzümü kurtardığımda bir adım geriledim. Bedenini algılayamasam da gözlerini zorlukla görüyordum. Yeşillerinin parlamaması ne mümkündü?


"N-Ne?"


Barlas'ın ellerinin iki yana düştüğünü hissettim. Biraz önce yüzümü saran elleri şimdi boşlukta asılı kalmıştı.


"Anlatacağım her şeyi-"


Hafifçe güldüm. Her şeyi anlatacağım...


"Neyi anlatacaksın? Bunca zaman beni nasıl kandırdığını mı?"


Sinirliydim. Öfkeli ve kırgındım da. Biraz da buruk... Ben burada çırpınırken o hatırlamış mıydı beni? Hatırlamıştı ve izlemiş miydi bu çırpınışlarımı? Gülmüş müydü çok? Eğlendirmiş miydi onu bu boşa çırpınışlarım? Hatırlıyordu... Kalbim seni hatırladı diye avaz avaz bağırırken mantığımın elleri kalbimin dudaklarına bastırdı avucunu. Susturdu onu ve o bağırdı bu kez tüm gücüyle. O seni hatırladı ve sana söylemedi. Sen onun İçin çırpınırken o sessiz kaldı! Bu kez mantığımı dinlemeye kararlıydım. Kalbim kesinlikle susmalıydı.


"Adel bak her şeyi anlatacağım sana. Yemin ederim seni kandırmadım. Kandırmam... Bilmediğin şeyler var-"


Bu kez dudaklarım koca bir kahkahayla dalgalandı. Bir elim şaşkınlıktan aralanan dudaklarıma kapanmıştı. Bilmediğin şeyler var... Bilmediğim şeyler...


"Bilmediğim şeyler var ha? Sen çok mu biliyorsun! Konuşsana! Sen ne biliyorsun Barlas! Kabuslarımdan çıkmadığını biliyor musun mesela? Kaç günümü o uçurum kenarında geçirdiğimi? O bana aldığın yüzük vardı ya hatırlıyor musun? Bana veremediğin o yüzüğü."


Bir anda avucumla sertçe alnıma vurdum sanki bir şeyi atlamışım gibi. Şu anda yaptığım şey tam bir patlamaydı. Balonu haddinden fazla şişirirseniz patlardı. Bir yıldız haddinden fazla parladıysa gökyüzünde kayar giderdi. Tıpkı benim gibi. Artık kalbim, sabrım, zihnim bir balondan farksızdı. Öyle çok şişirilmişti ki patlaması olasıydı.


"Ah doğru ya sen unutmuştun değil mi? Doğru ya sen bizi unutmuştun! Ben hatırlatayım sana. O gün bana evlilik teklifi etmeye geliyormuşsun. Kutusunda bir yüzükle. Yüzüğün içinde Sirius yazıyordu. Ben onu buldum! Buldum inanabiliyor musun? Buldum!"


Yeniden ve yeniden kahkaha attım.


"O yüzük beş sene bu parmaktan çıkmadı Barlas! Beş sene! Ama bir gün çıktı. Senin başkasıyla evlendiğini öğrendiğim gün... Yeniden girdi o daracık kutuya! Ya Barlas öldüm ben ya! Öldüm! Belki girmedim toprağın altına belki kalkmadı cenazem ama ben her Allah'ın günü öldüm! Neden gittin ki sen! Cevap ver neden bıraktın beni! Neden gittin?"


Öyle bağırıyordum ki sanki yılların hesabıydı bu sorduğum. Onsuz geçen beş yılımın hesabını. Alamadığım cevapların, sorulmayan soruların, dökülen göz yaşlarının, parçaları dağılmış kalbimin hesabını...


"Beni unuttun ya sen! Gözlerinin tonunu hafızasına kazımış beni unuttun! Yıldızlara sakladığımız aşkımızı unuttun! Sen benim adımı bile unuttun!"


Dizlerimin üzerine düştü bedenim sonra.


"Ben her gece başımı o yastığa acılarımı unuturum korkusuyla koydum. Ya unutsaydım çektiğim acıyı! Ya unutsaydım seni... Sen benim aşkımdın, acımdın... Ya geçseydi acım. Ya geçseydin... Barlas neden geç kaldın söylesene... Ben seni bekledim, sen neden gelmedin?"


Barlas'ın sert hıçkırık sesi tüm odada yankılandı. Barlas Korhan karşımda hüngür hüngür ağlıyordu.


"Adel... Yapma yalvarırım. Sana yalvarırım yapma. Ben gelmez miydim sana be güzelim? Bilsem seni, gelmez miydim sana? Bu siktiğimin hafızası siktir olup gitti! Gitti Adel! Ben bir seni hatırladım. O gece... Geldin ya odama. Yüzünde kar maskesi."


Hafifçe kıkırdadı. Ama saklayamıyordu yaşlı gözlerini. Hıçkırıklarını saklayamıyordu gülüşü. Saklamaya da çalışmıyordu ki...


"Kar maskesi yerine gözlük taksan yine hatırlamazdım seni. Göstermeseydin bana hırçın dalgalarını yine hatırlamazdım. Ama gördüm o gün. Gözlerini gördüm. Masmavi ürkek, hırçın gözlerini. O günden beri bir dakika çıkmadın aklımdan. Bir dakika... Beni sana mavilerin getirdi bir tanem."


Barlas Üstüme gelip bedenimi kollarıyla sardığında çırpınıyordum çaresizce kurtulmaya çalışıyordum kollarından. Şu an ki patlamam çekilmiş bir isyan bayrağıydı. Hayata kaldırdığım isyan bayrağı.


"Bırak bırak beni! Bırak!"


Bırakma, beni bir daha sakın bırakma. Yalvarırım bırakma...


"Bırakmam! Artık seni bırakmam!"


"Neden..." diye fısıldıyordum bedenimi güçsüzce kollarına bırakırken. Artık ne kaçacak gücüm kalmıştı ne çırpınacak ne de ağlayacak. Kollarında öylece yığılıp kalmıştım güçsüzce.


"Çünkü sen benim Sirius'umsun. ben karanlıkta yolumu bulamam Adel. Benim yolum sensin..."


Dudaklarını saçlarımda hissettiğimde saçlarımdaki ıslaklıkta beraberinde geldi. Ağlıyordu tıpkı benim gibi. Orada ne kadar ağladım kollarında, ne kadar ağladı saçlarımı okşarken bilmiyordum. Tek bildiğim bana geldiğiydi. Benden gidip bana geldiği... Bu yaşadığım patlama sanki kalbimde yeni bir umut ışığı filizlendirmişti. Sanki akıp gitmişti kalbimdekiler dudaklarımdan. Öyle rahatlamış hissediyordum ki sanki sırtımdaki tonlarca yük ulaşması gereken yere ulaşmış ve beni Azad etmişti. Şimdi sevdiğim adamın dizlerinde sakince yatıyordum. İkimizde sakinleşmiştik. Kriz anımın üzerinden saatler geçmişti.


"Seni yine kaybedeceğim sandım. Aramadığım delik kalmadı Adel. Deliye döndüm."


Bedenimi Barlas'a doğru döndürdüğümde karanlığın içinde yüzlerimiz birleşmişti. Yattığım yerde sırt üstü uzanmıştım.


"Nasıl buldun peki?"


"O piç beni almak için de adamlarını göndermiş. Zorluk çıkartmadan direk arabaya bindim. Beni sana getireceklerini az çok tahmin ediyordum. Her şeyi öğrendiğimi biliyor."


Kaşlarım istemsizce çatılmıştı.


"Nasıl öğrendin her şeyi? Beni evde gördüğün gün... Hemen hatırladın mı? Bir anda m?"


Cıkladı elleri saçlarımda gezerken.


"Hayır. Zamanla hatırladım. Önce gözlerini, sonra sesini, sonra kokunu... Zamanla görüntüler de netleşmeye başladı. Seni o dolabın içinde gördüğüm günden beri kavga ediyorum kendimle. Sana öyle bir çekiliyordum ki... Bir insana iki kez aşık olmak mümkünmüş meğer. Ben bu hayatta iki defa aşık oldum. İkisi de sen oldun."


Derin bir nefes aldı sonra.


"Bir haftadır neden yoktum biliyor musun?"


"Neden yoktun?"


Barlas eğilip okşadığı saçlarıma dudaklarını bastırdığında dudaklarımda sıcak bir gülümseme peyda oldu.


"DNA testini gördüm Adel. Odanda gördüm... Sonra parçaları birleştirdim. Evime gelmen ve Eymen'in günlerce saçını nasıl taradığını anlatması... Yıkıldım Adel. Öldüm... Oğlumun oğlum olmadığını öğrendiğimde deliye döndüm. Yelda'yla konuşmaktansa onu takip ettim. O piçle buluştu inanmayacaksın ama o orospu çocuğunu hatırlamam hiç zor olmadı. Bir haftadır tek amacım o kadından kurtulup oğlumu almaktı. Bir yolu olmalıydı... Henüz bir yol bulmuş değildim ama senin haline dayanamadım. O günkü sarhoş haline, benden geri istediğin beş yılına... Ve bir anda karar verdim her şeyi anlatmaya. Ama bak, hiç bir şey konuşamadan buraya geldik."


Gülümseyerek yerimden doğruldum.


"Olsun... Beni hatırladın ya o bana yeter. Ben aslında en başından anlatacaktım her şeyi ama her şeyden emin olmak istedim. Eymen için çok üzgünüm... Ama o zaten senin oğlun. Onu bırakmayacağız söz!"


Barlas yüzüm ona dönükken saçlarımı yüzümden çekti.


"Adel seni bensiz bıraktığım her gün için özür dilerim. Her dakika her saniye için, acın olduğum için özür dilerim."


"Acımdın ama geçmedin Korhan. Sen beni hatırladın ya gerisinin önemi kalmadı. Buradan çıktığımızda... Her şey güzel olacak. Eskisinden de güzel! Kaybettiğimiz her dakikanın acısını misliyle çıkartacağız!"


Barlas beni göğsüne bastırdığında huzurla gözlerim kapandı.


"Artık ayrı kalmak yok. Artık karanlık yok. Yıldızlar var..."


"Yıldızlar var..."


Yıldızlar hep vardır. Siz mutluyken de, mutsuzken de, göz yaşlarınız yanaklarınızdan dökülürken de, kahkahalarınız dudaklarınızdan yankılanırken de... Yıldızlar hep vardı. Yalnızca bakışlarımız değişiyordu. Mutluyken bir başka bakardık onlara, daha parlak gelirlerdi bize. Gökyüzü bir başka ışıldardı mutluyken, çiçekler daha canlı açardı, aynadaki görüntümüz bile bir başka gelirdi gözümüze. Mutluyken aldığımız nefesler bile daha çok hayat verirdi ciğerlerimize. Mutluyken her şey daha başkaydı. Yaşamakta.. Sonsuz döngüydü bu. Bir şeye bakarken eğer bize güzel geliyorlarsa bu bakışlarımızın güzelliğindendi. Zira mutsuz gözler yıldızlarla kaplı, ışıl ışıl gökyüzünü bile zifiri karanlık yansıtabilirdi zihnimize. Sorsak kapkaranlıktı gökyüzü. Ama aslında onlar hala ordalardı. Tüm ışıltılarıyla oradalardı. Yalnızca bizim parlayacak gücümüz yoktu. Kendimiz parlamadan parlayan bir yıldız bile sönebilirdi. Önce kendimiz parlamalıydık onları görebilmemiz için. Biz varsak onlar vardı. Biz mutluysak onlar parlardı.


"Unutmadım unutamam. Kara sevdam merak etme. Yaşamaksa yaşadım lâkin. Canımın çoğu kaldı sende."


Barlas'ın fısıltıdan farksız sesi kulaklarıma ulaşırken başım göğsüne yaslıydı. Dudakları saçlarıma yaslıyken bir şarkı mırıldanıyordu.


"Pişman mıyım, asla. Güzelleştim yasla. Sevmedim mi, sevdim, evet. Senden sonra da ihtirasla."


Huzurla gözlerim kapanırken Barlas'ın sesine bıraktım benliğimi. Güzel, huzurlu fısıltılarına.


"Ama benim ciğerim yanar. Ten oyalanır can kanar. İki gözüm iki çeşme haberin yok. İçerime içerime akar."


Barlas Korhan, seni affediyorum. Cayır cayır yanan canıma rağmen affediyorum. Kalp yarama rağmen affediyorum, acıma rağmen affediyorum. Acımı affediyorum, seni affediyorum. Ne mümkün seni affetmemek? Ne haddineydi benden gitmek? Düşüncelerimin arasında demir kapıdan yükselen sesle Barlas'ın fısıltıları kesilmiş ve yerinden doğrulmuştu. Biraz önceki halinden eser yoktu. Yaslandığım vücudu gerilmişti.


"Arkamdan bir saniye bile ayrılma Adel."


Derken ikimizi de ayağa kaldırıp tek koluyla bedenimi arkasına çekti. Öyle güçlü çekmişti ki arkasından istesem de çıkamazdım zaten.


"Yüzleştiniz sanıyorum? Eee sayemde büyük bir kavuşma yaşadınız! Teşekkürünüzü daha sonra kabul edeceğim Sevgili Korhan ve Sevgili Arın. Bu büyük kavuşmadan sonra sıra bize geldi. Sizi on dakika sonra yemekte bekliyor olacağım. Hem Adelciğim geldiğinden beri hiç bir şey yemedin. Acıkmış olmalısın-"


"Ulan orospu çocuğu seni öyle bir öldüreceğim ki leşini köpekler bile yemeyecek!"


Barlas'ın sesi o kadar sert çıkmıştı ki vücudum ister istemez gerilmişti.


"Ah! Ne kadar korktum bilemezsin! Her neyse saygı değer acıların kadını Adel ve silik beyin Barlas. Sizi on dakika sonra dışarıda bekliyor olacağım. Şimdi izninizle, ocakta yemeğim var da."


Uraz'ın iğrenç kahkahası tüm odada yankılandıktan hemen sonra demir kapıdan çıkıp gitti. Ardında sinirden deliye dönmüş bir Barlas ve olanlara tepki dahi veremeyen bir Adel bıraktı. Şimdi ne olacaktı bilmiyordum ama ölsem de umurumda değildi artık. Onu bulmuştum, beni hatırlamıştı. Varsın alsındı canımı. Bana kalbimi geri verdikten sonra ne olurdu alsa canımı?


BÖLÜM SONU

Loading...
0%