Yeni Üyelik
68.
Bölüm

Kayip Gezegen 21. Bölüm: Hi̇ssetmek

@peteichor_

Onu hissetmek tüm yıldızların ayaklarımın dibine kadar inmesiyle eş değerdi. Onu hissetmek kalbimi, kendimi hissetmekti. Bugünümü yarınımı hissetmekti. Onu hissetmek doğan güneşi, esen rüzgarı, umut dolu hayalleri hissetmekti. Onu hissetmek yaşamaktı, yaşatmaktı, bir kere ölmek, defalarca doğmaktı.


KAYIP GEZEGEN 21. BÖLÜM: HİSSETMEK


Şubat'ın ortaları. Hava kışa göre biraz daha ılımlı. Rüzgar biraz daha hafifçe okşuyor tenimizi. Yağmurlar biraz daha durgun. Yarın bugünden biraz daha umutlu. Biraz daha güneşli. Muğla'nın ılık sahilleri Şubat'ın merhametine sığınmış. Güneş ısıtmasa da Rüzgarda üşütmüyor bu sıralar. Anlaşmışlar gibi kendi hallerimize bırakmışlar bizi. Bir gece olunca onlar çalıyor kapımızı. Başımızı kaldırdığımızda biz buradayız diyorlar adeta. Selamlıyoruz onları minnetle. Yıldızları selamlıyoruz, yıldızlarımızı... Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz tüm yıldızlar bize aittir. Herkesin gördüğü yıldızlar farklıdır çünkü. Herkesin gökyüzü farklıdır. Ne kadar bir sansak da bindir gökyüzü. Baktığımız kadar değil gördüğümüz kadardır. Baktığımız kadar değil gördüğümüz kadar yıldız bize aittir...


Hayat bazen bitti dediğiniz yerden başlıyordu. Bazen sıkıntıyla verdiğiniz nefesler yerini huzurlu soluklarla dolduruyordu. Acım dedikleriniz geçmektense yerini mutluluğa bırakıyordu.


Acı hiç bir zaman geçmezdi tamamen. Hep yerini bırakırdı. Ya mutluluğa bırakırdı ya huzurlu birkaç tebessüme. Ama acı hiç bir zaman tamamen geçmezdi. Orada kalırdı. Kalbinizin arkasına saklanır her zor anınızda başını kalbinizin arkasından uzatırdı. Bedenimi saran beyaz elbiseyle, sırtımı okşayan uzun saçlarımla, kırmızı rujumun sardığı Dudaklarımı araladım.


"Sizi görmek güzel ama asıl güzel olan sizi hissetmek. Bugün burada yalnızca acımın ortakları var. Ve birde acım. Bugün burada verdiğimiz savaşların mağlubiyetlerini kutlamak İçin toplandık. Çektiğimiz acının yerine mutluluğumuzu koymak için topladık. Siz, sizler, benim ailemsiniz. Yerinize hiçbir şey konuşmayacağım kocaman ailem. Hepinize sevgim sonsuz. İyiki hayatımdasınız. İyi ki sizsiniz. Ancak benim bugün ayrı olarak teşekkür etmek istediğim biri var."


Yanımda gözleri dolu dolu söylediklerimi özenle dinleyen dostuma döndüm. Beni bir an bile yalnız bırakmayan, her zaman bir adım arkamda duran, yaslanmak istediğimde duvar değil ev olan dostuma.


"Batuhan. Yani Batu, hatta Batuş! Her acımda elimden tutan, her düştüğümde yanıma düşen, her kalmadığımda kalkmayan Abim, Batu... Onunla son beş senede gerçek bir abi kardeş olduk. Hatta birbirimize aile olduk. O bana bir ev vermedi o bana ev oldu. Sana özellikle teşekkür ederim, her anımda yanımda olduğun İçin. Seni seviyorum Batuhan Yalçın!"


Ve yükselen alkış sesi. Kafenin içinde birleştirdiğimiz birkaç masa, etrafında oturan bedenler. Aslı abla, Demir abi, Bahar, Elif, Gökalp, annem, Görkem, teyzem, Barlas'ın babası, Eymen, bebek arabasındaki Güneş ve o... Barlas... Aşkım, acım, kaybettiğim, kazandığım, hikayem, gerçeğim, her şeyim olan adam. Yeşil ormanların sahibi. Gözleriyle sonsuzluk vadetmeyen, sonsuzluğu barındıran adam. Barlas Korhan... Şimdi bu kafede neyi kutladığımızdan bir haber toplandık. Barlas'ı mı kutluyorduk yoksa yitip giden acılarımızı mı? Barlas'ın bulunmasını mı kutluyorduk yoksa ölmemiş olmasını mı? Hepimiz bir haberdik coşkumuzun asıl sebebinden. Ama bir şekilde yan yanaydık. Depodan çıktığımız günün ardından geçen bir ayda hepimiz bir aradaydık. Bugün ise herkesin dönmesine kalan son geceydi. Yarın herkes evine dönecekti. Herkes normal yaşantısına geri dönecekti. Olduğu gibi dönecekti. Bir ayda Barlas'la kendimize vakit ayırdığımız süre oldukça azdı. Ailesi Barlas'ı bir türlü bırakmamıştı. Bir aydır her günümüz birlikte geçsede yeterince beraber kalamamıştık. Biz kalamamıştık. Ama bugünden sonra bu küçük kasaba bize dar gelecekti. Biz birlikte kalkacaktık. Çekirdek dostluklarımız ve biz. Batu küçük ofisine Barlas'ı da ortak edip büyütmüştü. Tabii onların en büyük destekleri Demir abi ve Babası olmuştu. Hep birlikte koca bir ofise dönüşmüşlerdi. Batu, Bahar ve Güneş için Barlasla yaşadığımız müstakil evin bir kaç ev yanında yine aynı şekilde olan bir müstakil ev bulup onlar İçin tutmuştuk. Şimdi hepimiz yanyanaydık. Barlas'la komşuyduk. Yine Komşuyduk ancak bu kez daha farklıydı. Her şey çok farklıydı. Bu saatten sonra ne olacağını bilmiyordum ama ne olmayacağından kesin olarak emindim. Biz artık ayrılmayacaktık. Biz iki mıknatıs şimdi bir olmuştuk. Küçük bir kutuya bırakılmış ve o kutuda ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın bir olacağı belli olan iki mıknatıs.


"Tut elimi, bur'dan gidelim

"Olmaz" demeden, dinle beni bi'"


Batu'nun sesiyle düşüncelerimden arınıp gülümseyerek dudaklarımı mikrofona yaklaştırdım.


"Rüzgârım söndü, dindi ateşim

Ah, bebeğim, ben hâlâ deliyim..."


İkinci kısımda Batu'ya eşlik ettikten sonra nakarat kuşamına geldiğimizde ikimizin de dudakları aralandı. Masanın çevresinde keyifle oturan ailemiz ise alkışlarıyla şarkımıza nakarat tutuyordu.


Sen yokken ne gece ne de gündüz

Ne Ay var ne tek bi' yıldız

Her yer karanlık ve ıssız

Göremiyorum


Göremiyorum sevgilim. Ne gece ne gündüz... Gökyüzündeki yıldızlar bile parlamak İçin dönüşünü bekledi. Onlar da seninle gitti sevgilim. Onlarda yok oldu. Yokluğunda tüm ışınlar birer birer söndü. Tüm umutlar yerin dibine gömüldü. Kalbimdeki parçalar her yere dağıldı.


Sen sevgilim sen. 

Sen gittin, yıldızları da yanında götürdün.

Beni ışıksız bıraktın, umutsuz dileksin bıraktın. Sen sevgilim.

Yıldızları ayaklarımın altına serdiğin gibi o ışık kırıntılarını kendinle birlikte alıp götürdün.


Şarkımız sonlandı. Alkış sesleri tüm kafede yükseldi. Bu alkış sesleri şarkımıza değildi aslında başardıklarımıza ithafen kopan bir alkıştı. Siz başardınız alkışıydı bu. Siz bu hayatı her şeye rağmen yenmeyi başardınız alkışı. Evet yalnış duymadınız. Biz başardık. Yalnızca biz değil. Sizde başardınız. Hep birlikte başardık. Bu kaybedenlerin başı çektiği aynı zamanda aynı kaybedenlerin kazanmasıyla biten bir savaşın buruk bir o kadarda coşkulu hikayesiydi.


Saatler geçti. Saatler akarken geçen şarkılar, dans eden sevdiklerimiz, coşkulu ailemiz... Geçirdiğim en güzel bir kaç saat geride kaldığında yeni bir şarkıya başlamak üzereyken Barlas'ın Bahar'a Eymen'i göstererek sesiz kurduğu bir kaç cümleye şahit oldum. Ardından kalkıp sahneye adımladı. Bir elimi avcuna hapsederken mikrafonu diğer eline alarak bize beklentili gözlerle bakan sevdiklerimize döndü bakışları.


"Evet sevgili ailem. İzninizle bu güzelliği birkaç saat sizden kaçırıyorum. Sizi çok seviyoruz! Eminim Batu size Adel'in yokluğunu hissettirmeyecektir. Yarın sabah sizi yolculamak için geleceğiz. İyi eğlenceler!"


Ve tuttuğu elimden hızla çekiştirip ikimizi de sahneden indirdiği gibi dışarı çıkartmıştı. Barlas'ın söylediklerini yeni yeni idrak etmeye başlamışken şaşkınlıktan aralanan dudaklarım bir gülümsemeye yerini bırakmıştı.


"Nereye gidiyoruz?"


"Eğer önemi yoksa sorma Sirius."


Başımı iki yana salladım.


"Önemi yok! Hiç yok!"


Arabayı es geçen bedenlerimiz Şubatın rüzgarının tenimizi okşamaya başladığı sokaklarda koşmaya başladı. Nereye gittiğimizi bilmediğim gibi ne yapacağımızı da bilmiyordum. Yalnızca koşuyordum.


Bir an durup ayaklarımı mahfeden topuklu ayakkabılarımı çıkartıp elime aldım. Barlas çatık kaşlarla çıplak ayaklarıma bakarken yüzümü kaplayan kocaman gülümsemeyle omuz silktim.


"Boşversene!"


Ve bu kez onun elini tutan ve koşmaya başlayan ben oldum. Ne kadar koşmaya başlayan ben olsam da Barlas'ın önüme geçip yönlendirmesi çok sürmemişti. Kahkahalarımız boş sokaklarda yankılanırken geldiğimiz yerin sahil olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Barlas bir yatın önünde durduğunda kaşlarım havalanmıştı. Bir önünde durduğumuz yata bir Barlas'a bakıyordum şimdi.


"Ne? Barlas? Bu..."


"Görmeyeli Türkçen epey bozulmuş. Üzgünüm güzelim bu üç kelime bir cümle etmiyor."


"Dalga geçmesene ya!"


Derken koluna hafifçe vurdum.


"Gel hadi!"


Derken yatla iskeleyi birleştiren kısa yoldan yatın üstüne çıkmış iki elini öne doğru uzatmıştı. Bir Barlas'ın ellerine bir yolun alında görünen karanlık denize baktım. Alt dudağım istemsizce dişlerim tarafından hapsedilirken tereddütle aralandı dudaklarım.


"Düşmem değil mi?"


"Ben buradayken düşer misin sence?"


Barlas'ın dudaklarındaki gülümseme tüm bedenimi rahatlatmıştı. Başımı iki yana sallayarak titrek bir nefesi dudaklarımdan bıraktım ve ellerimi Barlas'ın ellerinin içine koydum. Barlas beni yanına çektiği an bedenlerimiz neredeyse birleşmişti. Dudak dudağa kaldığımızda Barlas'ın gözleri bir anlık dudaklarıma kaydı. Daha sonra gözlerime çıktığında nefesleri hızlanmıştı.


"Şu kaptanı göndereyim..."


"Eee?"


Dedim dudaklarımdaki muship gülümsemeyle.


"Eeesini görürsün."


Derken bir elimi elinin içine alıp içeriye adımlamamızı sağladı. İçeride bir adam beklentiyle Barlas'a bakıyordu.


"Gerisini biz hallederiz. Sağ olun."


Barlas'ın sesiyle adam gülümseyerek başını salladı.


"Bir ihtiyacınız olursa telefonum açık Barlas bey. İyi eğlenceler."


Barlas başını sallamakla yetindiğinde ismini bilmediğim adam önce yanımızdan sonra yattan ayrıldı. Barlas adamın gidişinin ardından hızla motoru çalıştırdı.


"Sen bunu kullanmayı biliyor musun?"


"Hakkımda öğrenmen gereken çok şey var Sirius."


Kaşlarım istemsizce çatılmıştı.


"Demek öyle? Tabii haklısın, koca beş sene kimse olduğu gibi kalmadı."


"Öyleyse benimde senin hakkında öğrenmem gereken çok şey var öyle mi?"


Başımı salladım. Şu an Barlas'ın gözlerine bakan mavilerim kendinden hiç olmadığı kadar emindi.


"O zaman Adel Rana Arın. Bu yattan iki yabancı olarak ineceğiz. Madem beş senede kimse olduğu gibi kalmadı öyleyse yeniden tanışmaya var mısın?"


Bir Barlas'a bir uzattığı eline baktım. Var mıydım? Becerebilir miydim? Barlasla yeniden tanışmak... Tabii ki yapabilirdim. Başımı sallarken bir yandan da elimi eline doğru uzattım.


"Bu anlaşma buradan indikten sonra yalnız. Şu an gayet tanıdığınız. Yarından sonra... Yeniden Adel. Her şeye yeniden. Bize yeniden."


"Yeniden Korhan. Yeniden."


Barlas on dakika içinde karanın neredeyse hiç görünmeyecek bir yerinde denizin ortalarında durmuştu. Açıldığımız deniz kapkaraydı. Gözlerimden de koyu. Barlas ellerini birbirine vurup eliyle güverteye çıkan kapıyı işaret etti.


"Buyruun Adel Hanım."


"Hay hay!"


Diyerek güvertenin ilk defa gördüğüm tarafına adımladık. Yatın üst çıkıntısına başımı hafifçe kaldırıp baktığımda renkli ışıklar ve iki büyük minder gördüm. Barlas benden önce davranıp kendini yukarıya çektikten sonra bir elini hafifçe uzattı. Hiç bir şey söylemeden elimi eline uzattığımda tek hamlede yukarıya çekmişti bedenimi. Şimdi ise yerde duran minderlerde yanyana oturuyorduk. Üzserimde hissettiğim ağırlıkla Barlas'a döndüm. Üzerime bir battaniye bırakmıştı. Daha doğrusu üzerimize. Yanyanaydık. Aynı battaniye ikimizi de ısıtıyordu. Aynı gökyüzü ikimizi de sevgiyle kucaklıyordu. Aynı yıldızlar ikimizi de aydınlatıyordu.


"Hatırlıyor musun seninle yıldızların altında oturduğumuz günleri?"


Barlas'ın sesiyle dudaklarımdan histerik bir gülüş döküldü. Kahkaha gibi değildi. Biraz sitemli. Biraz kırgın ama biraz da muhtaç. Hatırlanmaya, hatırlatmaya, hatırlamaya muhtaç bir gülüş.


"Karıştırdın galiba Korhan. Unutan ben değildim, sendin."


"Hatırladım ama. Hayal meyal de olsa hatırladım. Yetmez mi? Ne zaman şu kırgın bakışların kaybolacak Sirius?"


Bir eli yüzüme düşen saçıma ulaştı. Saçımı kulaklarımın arkasına iterken neredeyse burun burunaydık.


"Sana kırgın değilim. Hayata kırgınım Barlas... Biz bunları hak edecek ne yaptık?"


"Sana tüm acılarını unutturacağım Adel. Söz veriyorum."


Barlas'ın gözleri dudaklarımla gözlerim arasındaydı.


"Unutmak konusunda senin kadar iyi değilim."


"Adel..."


Demişti yüzümüz oldukça yakınken. Onun verdiği nefesleri ben alıyordum benim nefeslerimi o. Birbirine karışan nefeslerimize kelimeler eklenmişti. Artık onlarda birbirine karışıyordu.


"Ben seni nasıl unutabildim?"


"Barlas... Sen beni nasıl unutabildin?"


Barlas dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra dudaklarını bu kez alnıma bastırdı ve derin nefesler eşliğinde alnıma birkaç öpücük bırakıp bedenini yanımdaki boşluğa yavaşça bıraktı. Kolunu benim tarafıma doğru uzatarak bedenimi göğsüne çekti. Artık başım göğsündeydi Kalbinin tam üstünde. Onun ise elleri saçlarımda oyalanıyordu. Dudaklarımı arlarken ne kadar mayıştığımı o an fark ediyordum.


"Yine gece ve yine yıldızlar var."


"Yıldızlar hep var Adel. Yalnızca biz geceleri gerebiliyoruz. Göremediğin her şey yok olmaz. Bazıları göremeyeceğin kadar uzaktadır sadece."


"Senin gibi. Ama Barlas ben hiç bir zaman yok olduğunu düşünmedim. Sen vardın ama bana yoktun."


Barlas'ın dudaklarını saçlarımda hissettim.


"Ben şu hayatta bir sana vardım Adel. Başkada yoktum zaten."


Barlas cevap vermeme fırsat bile vermeden dudaklarını dudaklarıma büyük bir istekle bastırdı. Elleri belimle buluşurken boşta kalan ellerim boynuna dolanmıştı. Dudaklarım tıpkı onun dudakları gibi istekle karşılık veriyordu hareketlerine. Öpüşmemiz hızlanırken sırtım üzerinde oturduğumuz minderle buluştu. Barlas'ın bir eli bedenine yerden aldığı güçle destek olurken diğer eli saçlarımdaydı. Benim ellerim ise onun boynunda ve omuzlarında oylanıyordu. Sonrası öyle baş döndürücü gelişmişti ki. Önce yerinden doğrulması ardından belimden beni bedenine çekip bedenine yaslamaması...


Bacaklarım Barlas'ın belini sararken tek hamlede kucağına almıştı bedenimi. Sonrasını hatırlamıyordum bile! Başım öyle çok dönüyordu ki. Barlas'ın bedeni bedenimden yatın içindeki küçük odada ayrılmıştı. Sonrası orman yangınları, taşan denizlerdi... Bedenler ruhlar kadar yüce miydi bilinmezdi. Biz zaten her zaman birdik. Onun ruhu ruhuma ulaştığından beri biz birdik. Bedenlerin bir olması neyi değiştirirdi bilmiyordum ama olmuştu. Bedenlerimizde bir olmuştu. Ruhumu ona bıraktığım gibi bedenimi de bırakmıştım. Bana sormamıştı. İsteyip istemediğimi sormamıştı. Ama gözleri öyle çok sormuştu öyle çok tereddüt etmişti ki. Hatta bir ara kaşları çatılmıştı ve duraksamıştı. Başımı sallayarak gülümsemiştim o an. Orada dudaklarımız değil gözlerimiz konuşmuştu. Gözleri "Emin misin?" Demişti ve bende "Eminim" demiştim. Ve olmuştu işte olmuştu. Onunla binde olmuştuk birde. Şimdi O ormanların içinden koskoca bir deniz geçip gitmişti. Şimdi ormanlarla Denizler bir bütün olmuştu. Geceye dair son hatırladığım nefes nefese kalmış bedenlerimiz, Barlas'ın dudaklarından son dökülenler ise solukları arasına sıkışmış dolu dolu bir "seni seviyorum" olmuştu. Başımı hafifçe yanıma çevirdim. Yüz üstü yattığı yatakta huysuz bir çocuk edasıyla uyuyan Barlas'a. Dudakları hafif aralıktı. Gülümseyerek üzerimi saran siyah çarşafta gezdirdim gözlerimi. Bedenimde kalan son parçaya. Çarşafı bedenime sararak ayağa kalktığımda yerde bir köşeye bırakılmaktansa atılmış olan elbisem gözüme çarptı. Üzerime iç çamaşırlarımın ardından yerden aldığım elbisemi geçirdim. Aklıma bir an yolcu etmemiz gereken ailemiz geldiğinde dudaklarımdan bir "Hi!" Dökülüverdi. Hızla telefonuma baktığımda gitmelerine son bir saat olduğunu fark ederek hızla yatağa çıkıp dizlerimin üzeirne oturdum. Barlas'ı tüm gücümle dürtüyor bir yandan da bağırıyordum.


"Barlas! Kalk! Kalksana! Şşt hop! Hey!"


Ne zaman uyandığını bile anlamamıştım ki kolumdan tutuğu gibi bedenimi bedeninin altına çekti ve iki kolunu yatağa dayayarak bedenimi hareketsiz kalmaya zorladı.


"N- Ne yapıyorsun?"


"Asıl sen ne yapıyorsun?"


"Gitmemiz lazım?"


Dediğimde heyecandan sesim titriyordu.


"Uyumamız da lazım? Birlikte..."


Hızla bulduğum boşluktan sıvışarak ayağa kalktım ve elbisemi düzelterek iki elimi de belime yerleştirdim.


"Ne oldu bizim tanışma işi? Hem bugün bizimkiler gidecek! Unuttun mu?"


"Dün gece yeterince tanıştığımızı sanıyordum?"


Barlas'ın dudakları muship bir gülümsemeyle buluşurken yanaklarımın domatesten farklı olduğuna yemin edebilirdim. Hızla yatakta duran yastığı Barlas'ın suratına fırlatıp arkamı döndüm. Sinirden mi utançtan mı olduğu bilinmez bedenim cayır cayır yanıyordu.


"B-Barlas! Hem dünle ne alakası varmış canım! Anlaşma anlaşmadır! Şimdi kalk hazırlan gitmemiz lazım. Hem beni deniz tutar tamam mı? Kaç saattir buradayız-"


O an nefes almadan bile konuşmuş olma ihtimalim vardı. Adeta nefes nefese kalmıştım!


"Beni de deniz tutyormuş. Dün gece fark ettim."


"Ya miden mi bulandı yoksa?"


Sanki biraz önce sinirden köpüren ben değilmişim gibi sorduğum soru dudaklarımdan endişeyle dökülmüştü. Cıkladı.


"Başımı döndürdü. Birde değil, iki deniz. masmavi iki deniz."


Gözlerim... Gözlerimden bahsediyordu.


"Barlas utançtan gebermem için son on saniye! Hemen hazırlan!


Arkamdan gelen hışırtılar Barlas'ın ayaklandığının göstergesiydi.


"Pekala! Seni biraz daha kızdırırsam denizlerinde boğacaksın beni. Acırkırsan kaptan köşkünün orada mini buz dolabı var."


Midem mi guruldamıştı? Ne zamandır aç olduğumu farkına varmaksızın hızla içinde bulunduğumuz odadan çıkıp Barlas'ın tarif ettiği dolaba adımladım.


Dolapta birkaç meyve suyu ve soğuk sandviçler vardı. İkişer tane meyve suyu ve sandviç çıkartarak güverteye adımladım. Gece oturduğumuz minderlerden birine oturduğumda bugün havanın biraz daha soğduğunu fark ederek gece üzerimize aldığımız battaniyeyi bedenime sararak sandiviçi sarılı olduğu paketinden kurtardım. Daha sonra meyve suyunun pipetini çıkartarak üstündeki küçük boşluğa geçirdim ve dudaklarımla buluşturdum. Barlas'ın da yanıma adımlaması çok uzun sürmemişti. Birlikte hızla kahvaltı etmiş ve geldiğimiz sahile geri dönmüştük. Sonrası hızlı gelişen bir kaç saatten ibaretti. Annem, teyzem, Görkem, Aslı abla, Demir abi herkesi yolcu etmiş ve bin bir nasihat eşliğinde onlardan ayrılmıştık. Şimdi ise Barlas'ın arabasındaydık. Evimin önünde yavaşça durup yüzünü bana doğru çevirmişti.


"Kararlı mısın?"


Dediğinde kaşlarım istemsizce çatılmıştı.


"Hangi konu da?"


"Yeniden tanışma konusunda."


Tek kaşım havalanırken bir elim arabanın kapısına gitmişti.


"Kararın sahibi sensin Korhan. Madem bir anlaşma yaptık uymaktan başka çare yok! Sana iyi günler yabancı!"


Derken cevap vermesini bile beklemeden arabadan indiğim gibi eve doğru koşar adım ilerlemeye başladım. Arkamda söylenen bir Barlas Korhan bırakarak keyifle açtığım kapıdan içeri girdim. Çantamı ailemizi yolcu etmeden önce kafeye uğrayıp aldığımdan anahtarıma ulaşmam kolay olmuştu. Sırtım kapıyla buluşurken zihnim istemsizce dün geceyle dolup taştı. Barlas'ın dokunuşlarıyla, tenimdeki izleriyle... Vücudumdan bir titreme geçerken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Tenim yanıyordu, Barlas'tan kalan izler kendini belli edercesine sızlıyordu. Düşüncelerim ayaklarıma dolanan Sirius'la kısa bir bölünme yaşadı. Dudaklarımdan sıcak bir nefesi bırakır bırakmaz ayaklarımın dibinde oyalanan gri tüylü kedimi kucağıma alarak sıkıca sarıldım.


"Seni çok özledim Sirius! Bir türlü yalnız kalamadık seninle..."


Bir kaç adımda mutfağa ilerlemeye başladım.


"Acıktın sende değil mi? Bende acıktım! Bir sandviç nasıl yetsin bana değil mi? Daha bir kahve bile içmedim Sirius inanabiliyor musun?"


Sirius'un cevap niteliği olarak tek söylediği kısa bir miyav oluyordu. Olsundu. Bir insanın kurduğu sayısız cümle onun bir mırıltısı kadar etmiyordu nasılsa. Önce Sirius'a koca bir kase mama ve su vermiştim. Ardından yemek yapmaya üşendiğimden bir makarna suyu koymuş ve o kaynayana kadar yaptığım filtre kahveyi yudumlamaya başlamıştım. Kahvemin ardından makarnayı kaynayan suya bırakıp ocağın altını kısarak duş almak için aldığım geniş beyaz havluyla banyoya adımladım. Makarna haşlanana kadar bir duş almak hiç fena olmayacaktı. Yirmi dakikalık bir duşun ardından üzerime geçirdiğim rahat pijamalarım ve saçımı saran beyaz havluyla yeniden mutfağa döndüm. Makarnanın haşlanıp hoşlanmadığını kontrol ettikten sonra makarnayı hızlıca yaptığım salçalı sosuyla birleştirerek tabağımı ağzına kadar doldurdum. Elimde limonata ve koca bir tabak makarna olan tepsimle salona adımladığımda hızla her zaman olduğu gibi Teen Wolf'un bir bölümünü açarak rahatça arkama yaslandım. Ta ki kapı çalana kadar... Yanaklarımı sıkıntıyla şişirirken kapıya adımladım.


"Maviş! Biliyorum beni çok özledin! Barlas nerede?"


Derken çıkarttığı ceketini asmakla meşgul olan Batu'yu arkamda bırakarak yeniden salona adımladım.


"Sana da merhaba Batuş."


"Ooo demek salçalı makarna! Kaynanam yaşasaydı kesin çok severmiş beni."


Omuz silkerken tepsimi kucağıma çekip yeniden arkama yaslandım.


"Ocağın üstündeki tencereden al makarnanı. Dolapta limonata da var. "


"Nerede misafirperverlik! Hale bak!"


Kaşığımı salçalı makarnayla doldurup dudaklarımla birleştirdiğimde tüm salçanın yüzümde hareketlendiğini hissediyordum. Tabağımda yalnızca birkaç kaşık makarnam kalırken yanımda ki boşluğun dolduğunu hissetmiştim.


"Barlas nerede? Ben buradadır sanıyordum."


"O kim?"


Yaptığımız anlaşmaya sadık kalmaya çalışmak kesinlikle suç sayılmamalıydı.


"Ne? Hayda! Kafayı yiyeceğim artık! Ne demek kim?"


"Tamam tamam bir sus anlatacağım."


"Neyi?"


Derken Batu'da kaşığına doldurduğu salçalı makarnayı midesine göndermek üzere dudaklarıyla buluşturdu.


"Biz Barlas'la yeniden tanışmaya karar verdik."


"Of öyle desene kızım! Size de rahat batıyor arkadaş mutlu Mesut yaşayın gidin işte. Başlıyacağım aşkınızın ızdırabına."


"Of Batu! Biraz eğleniriz fena mı? Hem fikir Barlas'tan çıktı."


Batu'nun kaşları yukarı doğru kalkarken şaşkınlıkla kaşığındaki makarnalar yeniden tabağına dağılmıştı.


"Bizim Barlas? Bildiğiniz Barlas?"


Başımı salladım


"Vay anasını! Ne yapsam bende mi yeniden tanısam Barlas'ı?"


Dudaklarımdan bir kahkaha dökülürken Batu'nun ciddi ifadesi kahkahalarıma kahkaha ekliyordu sanki.


"Batu ya bana bir tabak daha koysana."


Derken boşalan makarna tabağımı Batu'ya uzatıyordum.


"Seninde iştah maşallah! Kuş kadar kızsın benden çok yiyorsun."


"Koyacak mısın?"


"İyi ver hadi."


Derken uzattığım tabağı elimden aldı ve kucağındaki tepsiyi önümüzdeki sepaya bırakıp ayaklandı. Batu gözden kaybolurken soğuk limonatamdan birkaç yudum alarak başımı geriye doğru yasladım. Sıcak su bedenimde ne kadar oyalansa da Barlas'ın dokunuşları silinmek nedir bilmiyordu. Hoş, silinsin de istemiyordum. Onu hissetmek tüm yıldızların ayaklarımın dibine kadar inmesiyle eş değerdi. Onu hissetmek kalbimi, kendimi hissetmekti. Bugünümü yarınımı hissetmekti. Onu hissetmek doğan güneşi, esen rüzgarı, umut dolu hayalleri hissetmekti. Onu hissetmek yaşamaktı, yaşatmaktı, bir kere ölmek, defalarca doğmaktı. Çalan kapıyla kaşlarım hafifçe çatılırken ayaklandım. Batu burada olduğuna göre gelen kimdi? Kapıya adımladığımda yavaşça araladım. Kapının önündeki küçük beden Eymen'e aitti. Gülümseyerek kapının ardındaki bana bakıyordu.


"Eymen? Canım bir şey ni oldu?"


"Öğretmenim! Bizde tuz kalmamışta babam sizden almamı söyledi."


Dudaklarımı birbirine bastırırken Eymen'in geldiği yöne doğru döndü bakışlarm. Barlas pencereden Eymen'i izliyordu. Elindeki kupasını dudaklarıyla buluştururken gülümseyerek omuz silkti. Demek başlamıştık. Ne Yani böyle mi tanışacaktı benimle? Tuz isteyerek mi? Öyleyse ben vardım. Varsın bizi birleştiren tuz olsundu. Eymen'e beklemesini söyledikten sonra bir kasenin içini tuzla doldurarak yeniden Eymen'e uzattım. Barlas hala Eymen'i izliyordu. Başımı sen iflah olmazsın dercesine iki yana sallayarak kapıyı kapatıp içeriye girdim. Demek komşuculuk oynamak istiyordu ha? Öyleyse oynardık. Madem öyle istiyordu. Öyle olsundu.


"Adel! Maviş makarnan soğuyor!"


"Geldim!"


Diyerek bedenimi kapıdan ayırıp yeniden içeriye döndüm. Batu tepsime dolu dolu makarna tabağını bırakmış aynı zamanda yarılanmış limonata bardağımı doldurmuştu.


"Diziyi açta izleyelim biraz, bayadır izlemiyoruz."


Batu'nun sesiyle katılırcasına başımı salladım ve elime aldığın kumandayla durdurmuş olduğum bölümü yeniden başlattım. Batu'yla bir dizi gecesi gelenekimizi sürdürdüğümüz bir kaç saatte gözlerim ne kadar ekranda olsa da zihnim dün gecenin dalgalı sularında yalpalanmaya devam ediyordu. Düşündüğüm yalnızca dün gece değildi. Yarındı, sonraki gündü ve daha sonraki gündü. Artık sonrası sarmıştı zihnimi. Ne olacaktı bundan sonra? Yeniden tanıştıktan sonra ne olacaktı? Belki de Barlas'ı yeniden tanımak düşündüğümden daha büyülü olacaktı kim bilir? Belki de bu kez kalbime yaptığı giriş daha uzun ömürlü olacaktı...


BÖLÜM SONU

Loading...
0%